Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey, çevrim içi gerçekleşen “DİTİB İmam Eğitimi Programı”nı tanıttı.
300’e yakın ilahiyat ve islami ilimler fakültesi mezununun katıldığı çevrimiçi tanıtım toplantısında, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Genel Başkanı Kuzey, teşkilatın misyon ve vizyonunu içeren bir sunum gerçekleştirdi.
Kuzey, DİTİB’in 5 Temmuz 1984 tarihinde kurulduğunu, ancak Almanya’daki Türk ve Müslüman varlığının 1961 yılındayapılan işçi göçü anlaşmasına kadar uzandığını vurguladı. İşçi göçüyle Almanya'ya gelen Türklerin, dini ihtiyaçlarını karşılamak için uzun yıllar bireysel çabalar gösterdiğini belirten Kuzey, 1970'li yıllardan itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı'nın din görevlileri göndererek bu sürece destek verdiğini ifade etti.
1984 yılında DİTİB’in kurulmasıyla 135 dernekle yola çıktıklarını hatırlatan Kuzey, bugün 858 dernek ve bine yakın din görevlisiyle hizmet verdiklerini belirtti. Almanya'nın, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en çok din görevlisi gönderdiği ülke olduğunu söyledi.
DİTİB’in, 40’ıncı yılında yeni bir dönem başlıyor
40’ıncı yılını kutlayan DİTİB’in yeni bir dönem için din görevlisi yetiştirme konusunda hamleler yapmak istediğini dile getiren Kuzey, bu alanda yeni kapılar aralayacaklarını sözlerine ekledi.
Kuzey, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 70'li yıllardan bu yana Almanya'ya düzenli olarak din görevlisi gönderdiğini, halen Türkiye'den gelen yaklaşık bin din görevlisinin 5 yıllık sürelerle görev yaptığını belirtti. Ayrıca, Almanya'da doğup büyüyen ve Türkiye'de ilahiyat eğitimi alan yaklaşık 200-250 kişinin de DİTİB bünyesinde hizmet verdiğini sözlerine ekledi.
Almanya'yı tanıyan ve Almanca bilen din görevlileri yetişecek
2002 yılında Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde İslam araştırmaları kürsüsünün kurulduğunu ve 2006 yılında Uluslararası İlahiyat Programı'nın başlatıldığını ifade eden Kuzey, bu programın Almanya'daki İslam algısına önemli katkılar sunduğunu vurguladı. 2020 yılında DİTİB tarafından başlatılan İmam Eğitimi programıyla, Almanya'da kalıcı olarak görev yapacak, Almanca bilen ve Almanya'yı tanıyan din görevlileri yetiştirilmesinin amaçlandığını belirtti.
Seçilecek 75 kişiye burs ve barınma imkânı sunulacak
Kuzey, „İmam Eğitimi programı kapsamında Türkiye'den seçilecek ilahiyat veya İslami ilimler fakültesi mezunu 75 kişi, Almanya'da iki yıl sürecek yoğunlaştırılmış bir eğitim alacak. Bu eğitimin ilk yılında Almanca dil eğitimi, ikinci yılında ise imamlık ve cami hizmetleri eğitimleri verilecek. Katılımcılara barınma ve burs imkânları sağlanacak, eğitim sonunda başarılı olanlar Almanya'da din görevlisi olarak istihdam edilecek“ dedi.
Müracaatlar Ağustos-Eylül aylarında başlayacak
Programa başvuruların Ağustos-Eylül aylarında online olarak alınacağını, mülakatların ise Ekim ayında Ankara ve İstanbul'da gerçekleştirileceğini bildiren Kuzey, başvuru şartları arasında ilahiyat veya İslami ilimler fakültesi mezunu olma, 30 yaşından gün almamış olma ve sağlık açısından imamlığa engel bir durumun bulunmaması gibi kriterlerin yer aldığını ifade etti. Kuzey, müracaat edecek mezunların ayrıntılı bilgi için https://www.ditib-akademie.de/imamegitimi/ ve DİTİB sosyal medya hesaplarını takip edebileceklerini söyledi.
İnsana dokunmak isteyen adaylara davet
Kuzey, Almanya'daki din hizmetlerinin geniş bir alana yayıldığını ve din görevlilerinin gençlik sohbetleri, cami eğitimi, toplum ve medya ilişkileri gibi birçok farklı alanda hizmet verdiğini belirterek, hizmet etmeyi arzulayan ve insana dokunmak isteyen adayları programa başvurmaya davet etti.
DİTİB İmam Eğitim Programı tanıtıldı
DİTİB Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey, geçen hafta yönetim kurulu üyesi Muhammed Şahin ve imam eğitimi koordinatörü Mustafa Kader ile birlikte ‘İmam Eğitim Programı’ kapsamında İstanbul, Çanakkale, Ankara, Bursa, Konya ve Kayseri’deki ilahiyat fakültelerinde tanıtım amaçlı sunumlar yaptıklarını sözlerine ekledi.
Der Tag der Organspende – in diesem Jahr der 1. Juni – soll dazu beitragen, Ängste und Vorurteile zu diesem Thema abzubauen und sich bewusst noch zu Lebzeiten für oder gegen eine Organspende zu entscheiden. „Seit März dieses Jahres kann man seine persönliche Entscheidung zur Organspende nicht nur mithilfe eines Organspendeausweises oder einer Patientenverfügung, sondern auch digital im neuen Organspende-Register dokumentieren“, so Alexander Pröbstle, Direktor von der AOK in Würzburg. Alle Bürgerinnen und Bürger ab 16 Jahren können sich kostenfrei eintragen. Bis Mitte Mai nahmen bereits rund 116.000 Menschen die Möglichkeit wahr, ihren Willen digital zu hinterlegen.
Dokumentierter Wille entlastet Angehörige
Der unerwartete Tod eines geliebten Menschen ist für Hinterbliebene ein schmerzhaftes Ereignis. In dieser Situation mit der Frage nach einer Organspende konfrontiert zu werden, bringt für sie eine große zusätzliche Belastung – vor allem dann, wenn der Wille der Verstorbenen nicht bekannt ist. „Deshalb ist es so wichtig, sich mit dem Thema Organspende zu befassen, eine individuelle Entscheidung zu treffen und die Angehörigen davon in Kenntnis zu setzen“, so Alexander Pröbstle. Mit einem Organspendeausweis oder dem Eintrag im Organspende-Register schafft man Klarheit und nimmt den Druck von den Angehörigen. Was hingegen den Organspendeausweis nicht ersetzen kann, ist ein Organspende-Tattoo. „Das wird lediglich als Willensbekundung angesehen und hat nur symbolischen Charakter“, erläutert Alexander Pröbstle. In ihrem aktuellen Bericht weist die Deutsche Stiftung Organtransplantation (DSO) darauf hin, dass die Angehörigen in fast drei Viertel (74,2 Prozent) der Fälle einer Organspende nicht zustimmen. Auch wenn es in Bayern im Jahr 2023 mit 126 Organspendern etwa so viele Spendende wie im Jahr 2022 (128) gab: Die Zahl der Menschen, die im Freistaat auf ein Spenderorgan warten, liegt laut Bayerischem Gesundheitsministerium bei rund 1.200.
Entscheidungshilfen nutzen
Die AOK hilft mit dem Online-Angebot „Entscheidungshilfe Organspende“ dabei, Argumente für oder gegen eine Organspende zu finden. Dazu gehören rechtliche Fragestellungen genauso wie Fragen zu den medizinischen Voraussetzungen oder den Erfolgsaussichten für eine Transplantation. Auch der Ablauf einer Organspende wird beschrieben. „Für Menschen, die ihre Fragen lieber im persönlichen Kontakt klären wollen, gibt es ebenfalls ein Angebot“, so Alexander Pröbstle. Die AOK unterstützt das „Infotelefon Organspende“ der DSO und der Bundeszentrale für gesundheitliche Aufklärung (BZgA). Expertinnen und Experten beraten montags bis freitags von 9 bis 18 Uhr zu allen Anliegen rund um das Thema Organspende. Das Beratungsteam ist unter der kostenlosen Service-Telefonnummer 0800 90 40 400 erreichbar.
Çorum’lu Adıgüzel Baklan’ın çocukları Almanya’da kurdukları gıda imparatorluğu ile Türkiye ve Almanya’nın gönlüne girdi. Türkiye’de tatil sonrası geri dönüşlerinde “Türk mutfağının lezzetini unutamayan Almanlara Türkiye’nin damak tadları burada” dercesine ilginç bir konsept geliştirdi. 35 yılı aşan ticari tecrübeleri ile Türk gıda ürünlerine Avrupa’dan en önemli ihracat yolunu açan Mustafa Baklan ile Suntat Genel Merkezi’nde görüştük.
Birlik:
Mustafa Bey ilk yıllarınızdan ne hatırlıyorsunuz?
Mustafa Baklan:
Babam Adıgüzel Baklan bizi ikinci nesil Türkler olarak Almanya’ya getirdi. 1972 yılında Mannheim’a geldiğimde 16 yaşındaydım. Almanca kursuna başladım. Bunu benden çok babam istiyordu. Belki de babam dil bilmeyenlerin ne kadar ezildiğini arkadaşları arasında en iyi farkeden idi. Üç yıllık kurs sonunda benim girdiğim işte, yaşıtlarımdan çok daha fazla kazanıyordum. Maaşım 900 Alman markı idi ama bu paradan Türkiye’deki aileme bile destek oluyordum.
Birlik:
Babanızın ilk yıllarından neler hatırlıyorsunuz?
Mustafa Baklan:
Öncelikle Babam ve arkadaşlarının çok ama çok çalışkan olduğunu iyi hatırlıyorum. Bitmez tükenmez enerjileri ile burada Almanya‘da, yemeyip içmeyip aylıklarının geri kalan kısmını da Türkiye’ye göndererek ülkemiz Türkiye için çalıştılar. Keşke o nesil yaşasaydı ve onların hikayesini onlardan dinleseydik. Şakaları, anlattıkları hikayeler, Türkiye’deki ailelerinin sorunlarını dinlediğim sohbetlerde öğrenirdim. Şimdi düşünüyorum da, Türklerin Almanya’daki varlığı tam olarak tarih süzgecinden geçerek arşivlere girmiş değil.
Birlik:
Tarihe geçecek cümleler kuruyorsunuz. Size göre Türkler Alman tarihinin neresinde olmalı?
Mustafa Baklan:
Bizimkiler davet edildiğinde İtalyanlar ve İstpanyollar 5-6 yıldır Almanya’da. Yanlış anlaşılmasın ama başarısızlar, adeta Almanya sokaklarında dalga geçilerek sürekli kriminal olaylara karışanlar var bu ülkede. Tarihçi dostlarımdan dinlediğimde Almanya’nın savaşta tah rip olan altyapısı tam olarak yeni den hayata geçirilememiş. Bizimkilere ciddi anlamda ihtiyaç var.
Birlik:
5 yıl sonra Türkler geldiğinde işlerin farklı olduğunu söylüyorsunuz?
Mustafa Baklan:
Tabi bu bilgileri geçmişi iyi tahlil ve analiz eden Türk ve Alman tarihçisi dostlarımdan öğreniyoruz. Bizimkileri belki de deneme amaçlı davet eden Almanya o kadar mennun kalıyorki, 1980 yılına kadar Alman basınında sürekli bizim çalışkanlığımızdan bahsedilirdi. Ama ilk nesil Türkler ciddi anlamda işine sadık, söyleneni yapan ve hileyi hurdayı bilmeyip hatta günah sayan insan lar idi.
Birlik:
Gıda konusuna nasıl girdiniz, nereden aklınıza geldi bu kadar detaylı bir şekilde bir gıda trenini bütün Avrupa ülkelerine doğru harekete geçirmek?
Mustafa Baklan:
Hepimiz biliyoruz ki ilk yıllarda gıda konusu açılınca Almanya’daki şu kadar milyon Türk’ün ihtiyacı olarak ortaya çıktı. Bizim yaptığımız konsept çok değişikti.
Birlik:
Merak ettim, Siz bunu nasıl tespit ettiniz?
Mustafa Baklan:
1982 yılında iktidara gelen Turgut Özal’ın liberal ekonomi modeli Türkiye yönüne ciddi bir türizm akışının başlamasına neden oldu. Tatil sonrası geri gelen Alman turistler ile birebir görüşmeler yaptım ve memnuniyet oranı 100% idi. Tabi gururlanıyoruz ve sürekli Türk ve Alman medyası bu konuda yayınlar yapıyor. Ama biz bu memnun turist kitlesini nasıl bir ticari ilişkiye gireriz diye düşündüm hep.
Birlik:
Konuştuklarınız tarihe geçiyor Mustafa Bey?
Mustafa Baklan:
O zaman unutmadan devam edeyim. O yıllarda işlerimizi kardeşlerim ile birlikte giderek büyütüyoruz fakat mahalli bazdayiz yinede. Mannheim bölgesi Adigüzel Baklan’ın çocuklarının ticari faliyetini tanıyor ama Hamburg’un bizden haberi yok. Yani zincirleri kırmak adına vites büyütmeye mecbur idik.
Birlik:
Riskte alıyorsunuz bu durumda?
Mustafa Baklan:
Zarar ile kâr kardeştir. Ticarette 3 – 5 aranmaz. Büyük Alman gıda zincirleri ile görüştüm, onlara dedim ki, “Bakın şu kadar milyon insan Türkiye’ye gidiyor ve bir tane memnun olmadan geri dönen yok. Bunlar Akdeniz, dolayısı ile Türk mutfağına bayılıyorlar, hatta bura ya gelince bu lezzeti ilk olarak biz Türk marketçilerine soruyor” dedim.
Birlik:
Konuştuklarınız kimler?
Mustafa Baklan:
Alman gıda devleri, şu an piyasadaki en büyük zincirler. Devam edeyim, bize 2 metre büyüklüğün de Türk gıda reyonu yeri verin ve müşteriniz çeşitlensin. Bunu zar zor, belki de bize inanmayarak alabildik. Uzatmıyorum, şimdi Alman gıda toptancılarında 40 kilometreye yakın bizim markamız Türkiye’de imal edilen ürünler satılıyor. Türk ürünleri çok satıldığı için reyonlara Türk bayrağı da koyuyorlar. Sessiz çalışarak Almanya’da Türk gıda ürünlerini satabil mek de sanıyorum ülkemiz adına sessiz bir gururdur.
Birlik:
Sizin ürünlerinizi Alman gıda devlerinin marketlerinden alanları, hatta bunların da tamamına yakını Türk olmayanları takip ederek bir inceleme notu tuttum sizinle görüşmeden önce.
Mustafa Baklan::
O zaman ben size sorayım, neler gördünüz?
Birlik:
Bizzat gözlemledim, bir Alman bayan Suntat bulguru sordu. Satıcı kendisine Türk reyonu burada, bunların hepsi Suntat imalatı ve aradığınız bulgur da burada dedi.
Mustafa Baklan:
Bizim damak tadımız Almanya’da yerleşiyor, bundan 10, 30 ve 50 yıl sonra neler olacağını hesaplayan AR-GE birimimiz var. Buradaki insanların damak tadı hangi yöne evriliyor onu çok iyi takip edebiliyoruz.
Birlik:
Buyrun sizi dinliyorum?
Mustafa Baklan:
Yükselen trend etsiz mamüller. Yani vegan dediğimz yükseliş. Kendi kendime yahu bizim çiğ köfteyi Almanya’da proğrama alayım, bakalım müşterinin tepkisi ne olacak dedim. Ne oldu biliyormusu nuz, bütün noktalardan istek yağmuruna tutulduk. Yenilikçiyiz ya, şimdi değişik milletlerden onbinlerce müşteri Suntat çiğ köftesi ile mutlu oluyor. Tüketimi kolay, sindirimi mükemmel ve fiyatı uygun bir yiyecek olarak Alman müşterinin ciddi anlamda tercihi olarak ortaya çıktı.
Birlik:
Ticari zeka dedikleri bu olsa gerek. Başka hangi üründe Baklan ailesinin izleri var?
Mustafa Baklan:
Biz herşeye kazanç gözü ile bakmayız. Bereketli Anadolu toprağından aldığımız bir kültürel değerleri miz de bizim için önemlidir. Hatırı 40 yıllık ama yapması zor olan Türk kahvesi de bizim ile adım attı Al-manya’ya. Tiryakilerimiz bu kadar yıl ve 4 nesil sonra asırlık Türk damak tadı kahveyi Almanya’da bulamazlarsa bu doğru olmaz. Kahveyi bir kaç porsiyonluk ve en kısa zamanda kadınlarımıza zahmet olmayacak şekilde hazirlanabilecek bir konsept haline getirerek piyasaya sunduk. Bir de ne görelim, aman Allahım Almanlardan da bir o kadar olduğu nu gördük.
Birlik:
Pekiyi sizde ulaşım ve satış noktalarına yetişmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Mustafa Baklan:
Almanya’nın en hızlı lojistik şirketle ri ile çalışıyoruz. Akşam saat 17.00’ye kadar bize ulaşan sipariş ertesi gün o işletmeye ulaşmış olur. Elbette kendi lojistik bölümümüz ile direkt işletmelere ulaştırdığımız ayrı bir bölümümüz de var.
Birlik:
Gelenekçi bir ailesiniz, özellikle Türk toplumunda her yörenin her kesiminin Mustafa abisi konumundasınız. Türk gıdalarını getirerek Avrupa lıların yemek kültürünü değiştirdiniz. Öneriniz varmı bizim insanımız için?
Mustafa Baklan:
Okusunlar, okusunlar ve yine okusunlar. Her meslek önemli, ama o alanda hep en iyisi olmaya baksın gençlerimiz. Biz çalışkan bir milletiz. Bakın hiç Almanca bilmeyen ve çoğunun okur yazarlığı bile olmayan çok sayıda insanımız o şartlarda ayakta kalmışlar ve pes etmemişler. Şimdi ki gençlerimiz çok şanslı, annesi yemeği masaya kadar getiriyor. 1965’lerde onların. Heim denen 16 metrekarelik barakalarda sadece makarna yedikleri ni düşünsünler. Hayat böyle bir şey, diren mek gerek.
Birlik:
Son sözünüz?
Mustafa Baklan:
Çok çalışalım ve en iyisini biz yapmalıyız diyelim. Saygın insanlar olalım. Başkaları bizi takdir etsin. Çorum‘lu Baklan kardeşlerin getirdiği yeni damak tadlarını Almanlar unutmasınlar ve bizimkiler gurur duysunlar. Türkler ve Türk ürünleri deyince herkes bizden memnun olsun. Sadece ticaret yapmıyor, bir kültürü, bir milleti ve ülkemizin ürünlerini de biz temsil ediyoruz.
Birlik:
Çok teşekkür ediyoruz.
Mustafa Baklan:
Duyarlı sorularınız için ben teşekkür ediyorum.
Mehr als 1.800 Schülerinnen und Schüler der Grund- und Förderschulen besuchten die Kinderbuchwochen in der Stadtbücherei. Die Veranstaltungen für Schulklassen fanden sechs Wochen lang im Falkenhaus und in den fünf Zweigstellen statt. Die Kinder konnten die Abenteuer von Arwid und Holly, Johnny und Teddy erleben oder wurden selbst kreativ mit Tablets und Bleistift und tauchten ein in die Geschichten, auf Deutsch und auf Englisch, digital und analog.
Die Schauspielerinnen Edith Abels und Christina Motsch ließen die Geschichte von „Holly Holunder und der magische Garten“ durchs Vorlesen lebendig werden. Die Kinder der 1. und 2. Klasse fieberten mit Arwid, einem Jungen, der aufs Land zieht und Holly, dem Holundergeist, um die Rettung des magischen Gartens. Ganz nebenbei lösten sie einen Kriminalfall und hatten nicht nur die Notrufnummer der Polizei im Kopf, sondern auch viele tolle Ideen, wie sie den Dieben das Handwerk legen könnten.
Hilda Gardner, Schauspielerin, Clownin und Sonderpädagogin verzauberte in ihrer „Midnight Magic Show“ Lehrkräfte in Tiere und präsentierte die Geschichte von Johnny, der nach Mitternacht wach wird und feststellt, dass alle Gegenstände in seinem Zimmer plötzlich die falsche Farbe haben. Die Kinder der 3. und 4. Klasse durften auch in die Rolle der Farbenfee schlüpfen und Johnny helfen, die richtigen Farben wieder herzuzaubern. All dies natürlich in englischer Sprache und so zeigten die Kinder stolz, welche Wörter sie bereits kennen und erweiterten nebenbei ihren Wortschatz.
Kreativität war gefragt im Trickfilm-Workshop und bei der Schreibwerkstatt. Unter Anleitung von Alexander Jansen tauchten die Kinder in die Welt der Gedichte ein und schrieben und präsentierten eigene Poesie. Beim Trickfilm-Workshop entstanden witzige und einfallsreiche kleine Filme. Gemeinsam mit Lambert Zumbrägel, Medienpädagoge der Stadtbücherei, erlernten die Kinder die Arbeit mit Tablets und erprobten unterschiedliche Filmtechniken, um dann in Kleingruppen ihren ersten eigenen Film zu drehen.
Ramazan Bayramı, İslam dünyasında büyük bir coşku ve birlik ruhuyla karşılanan önemli bir dini bayramdır. Bu mübarek zaman dilimi, oruç ibadetinin sona ermesiyle birlikte Müslümanlar
arasında sevgi, hoşgörü ve daya nışma duygularının doruğa çıktığı bir zaman dilimidir. Toplumsal barış üzerinde de derin etkileri olan Ramazan Bayramı, farklı kültür ve toplumları bir araya getirerek birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirir.
Ramazan ayı, Müslüman lar için birçok önemli ibadetin yapıldığı bir dönemdir. Oruç tutma, dua etme, sadaka ve zekat verme gibi ibadetlerle geçen bu ay, bireylerin manevi yönden kendilerini geliştirmelerini sağlar. Bu süreçte insanlar, ibadetlerini yerine getirirken aynı zamanda içsel bir dönü şüm yaşarlar ve kendilerini daha hoşgörülü, sabırlı ve yardımsever bir şekilde topluma katkıda bulunmaya teşvik ederler.
Ramazan Bayramı, toplumsal barışın güçlenmesine de ciddi anlamda katkılarda bulunur. Bayram, Müslümanlar arasında birlik ve dayanışma duygularını artırır. İftar sofralarında, komşular, akrabalar ve yoldan geçenler ve uzaklardan gelen gariplerin bile bir araya gelerek birlikte yemek yiyerek iftar yaptığı aydır Ramazan. Bu paylaşım ve bir araya gelme duygusu, toplumun farklı kesimlerini bir araya getirir ve insanlar arasındaki ilişkileri güçlendirir.
Ramazan Bayramı ayrıca, fakir ve ihtiyaç sahibi insanlara yardım etme geleneğini de canlandırır. Zekat ve fitre gibi yardımların arttığı bu dönemde, toplumun daha zayıf kesimleri ne destek olma ve onların ihtiyaçlarını karşılama amacı güdülür. Bu da toplumsal adalet ve dayanışmanın güçlenmesine katkı sağlar.
Bir başka açıdan baktığımız da, Ramazan Bayramı'nın toplumsal barış üzerindeki etkileri sadece Müslüman toplumlarla sınırlı değildir. Özellikle günümüzde, farklı kültür ve dinlere mensup insanların bir arada yaşadığı çok kültürlü toplumlarda, Ramazan Bayramı'nın birlik ve hoşgörü mesajları geniş bir kitleye ulaşır. Bu bayram, farklılıkları kabul etme ve bir arada yaşama kültürünü güçlendirir.
Bayramı'nın toplumsal barış üzerindeki etkileri sadece Müslüman toplum larla sınırlı değildir; aynı zamanda farklı din ve kültürlere mensup insanlar arasında da olumlu bir etkiye sahiptir. Özellikle günümüzde, küreselleşme ve göç gibi faktörlerle birlikte farklı din ve kültürlere mensup insanların bir arada yaşadığı çok kültürlü toplumlar giderek yaygın laşmaktadır. Bu tür toplumlarda bayram, farklılıkları kabul etme, saygı duyma ve bir arada yaşama kültürünü güçlendiren bir araç haline gelmiştir.
Ramazan Ayı ve akabin deki Bayramın etkileri, özellikle iftar sofraları ve bayram ziyaretlerinde ortaya çıkar. İnsanlar, farklı din ve kültürlere mensup komşuları ve arkadaşlarıyla bir araya gelerek birlikte oruç açarlar ve bayramı kutlarlar. Bu sayede, farklılıkları bir zenginlik olarak görmeyi öğrenirler ve birbirlerinin kültürlerini daha iyi anlamaya başlarlar.
Ayrıca, Ramazan Bayramı' nın toplumsal barış üzerindeki etkileri, medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşır. Ramazan ayı boyunca televizyon programları, radyo yayınları ve diğer medya platformları, bayramın manevi ve toplumsal önemini vurgular. Bu da farklı kültür ve toplumlardan insanların bir araya gelerek birlik ve beraberlik içinde yaşama arzusunu güçlendirir.
Sonuç olarak, Ramazan Bayramı toplumsal barış üzerinde derin etkilere sahip olan önemli bir dini bayramdır. Müslümanlar arasında birlik ve dayanışma duygularını artırırken, farklı kültür ve toplumları bir araya getirerek hoşgörü ve birlik ruhunu güçlendirir. Bu nedenle, Ramazan Bayramı'nın toplumsal barışın sağlanması ve sürdürülmesinde önemli bir rolü olduğu söylenebilir.
Almanya'daki Türk toplumu için meneviyat, yaşamın temel unsuru kabul edilir. Bu kavram, maddi dünyanın ötesinde var olan ve insanın ruhsal boyutunu şekillendiren derin bir anlam taşır. Almanya'daki Türkler için meneviyat, yaşamlarına anlam katan ve içsel denge ile huzur sağlayan bir kaynak olarak görülür. 1960'larda Anadolu' nun dört bir yanından gelen Türkler için meneviyat, maddi kazanımların ötesinde var olan ruhsal ve duygusal zenginliği keşfetme ve geliştirme yolculuğudur.
Maneviyatın Almanya Türkleri için önemi, bireylerin kendi iç dünyalarını keşfetmelerine, kişisel değerlerini ve inançlarını anlamalarına ve yaşamlarında tutarlı bir şekilde hareket etmelerine imkan sağlar. Bu yazıda, Almanya'daki Türk toplumunun manevi değerlere olan bağlılığını, kültür ve geleneklerinden taviz vermeden yaşamalarını anlamaya çalışacağız. Manevi değerlerin insanların yaşamlarındaki etkilerini anlayabilmek için sayıları 3 milyonu aşan insanımızı yakından tanıyarak sosyo-kültürel yaşamlarını anlamlandırmaya çalışacağız.
Maddi kazanımlar ve başarılar elbette önemlidir, ancak insanın ruhsal ve duygusal zenginliği daha da önemlidir. Almanya'daki Türkler için manevi yat, bu içsel zenginliği keşfetme ve geliştirme sürecinde kılavuzluk eder. Kişinin kendi değerleri, inançları ve ruhsal deneyimleriyle bağlantı kurması, derin bir öz bilinç ve içsel huzurun temelini oluşturur. Bu, bireylerin kendilerini daha derinlemesine anlamalarına ve yaşamlarında daha büyük bir anlam bulmalarına olanak tanır.
Almanya'daki Türk toplumunun manevi değerlerinin önemi, kişisel ilişkilerinde ve toplumsal bağlarında da kendini gösterir. Empati, merhamet ve sevgi gibi manevi değerler, Almanya'daki Türklerin birbirleriyle sağlıklı ve anlamlı bağlar kurmalarına yardımcı olur. Toplumda manevi değerlerin vurgulan ması, dayanışma ve toplumsal uyumun güçlenmesine katkı sağlar. Alman komşularla kuru lan ilişkilerde derin maneviyat önem arz eder.
Maneviyatın Alman ya'daki Türk toplumu için önemi, yaşamın zorluklarıyla başa çıkma yeteneklerini de güçlendirir. Maneviyat, içsel bir güç ve direnç kaynağı oluşturarak bireylerin stresle daha etkili bir şekilde başa çıkmalarını sağlar. Bu durum, bireylerin ruhsal sağlığını ve genel refahlarını artırır.
Ayrıca, meneviyat Almanya'daki Türk toplumunun yaşamında daha büyük bir amaca doğru ilerlemelerine yardımcı olabilir. Bireyler, manevi değerlerini keşfettikçe, kendi yaşamlarının ve toplumun bir parçası olduklarını daha derinden kavrayabilirler. Bu, bireyle rin daha büyük bir amaca hizmet etme arzusunu artırabilir ve toplumda olumlu bir değişim yaratma çabalarını destekleyebilir.
Almanya'daki Türk toplumu için meneviyat, yaşamların da derin ve önemli bir role sahiptir. Fiziksel dünyanın ötesinde var olan bu manevi boyut, Almanya'daki Türklerin ruhsal ve duygusal sağlığını güçlendirir. İç huzur bulmalarına, ilişkilerini güçlendirmelerine, zorluklarla başa çıkmalarına ve daha büyük bir amaca doğru ilerlemelerine yardımcı olur. Almanya'daki sayısı ve önemi giderek artan Türk topluluğunun manevi değerlere önem verip bunu yaşam tarzlarına uygulamaları önem taşımaktadır. Maneviyat Almanya'daki Türk toplumunun yaşamında daha büyük bir amaç arayışında rehberlik eder. Tüm bu nedenlerden ötürü, Almanya'daki Türk toplumunun meneviyatı önemsemesi ve ona değer vermesi hayati öneme sahiptir. Maneviyat, insanların ruhsal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılar, toplumsal ilişkileri güçlendirir, kriz zamanlarında dayanıklılığı artırır ve insanları daha büyük bir amacın peşinde ilerlemeye teşvik eder. Bu nedenle, meneviyatın yaşamın her alanında daha fazla yer bulması ve önem kazanması daha da önemli hale gelmektedir.
Veyis Güngör’ü 35 yıl önce tanıdım. O yıllarda her okuduğum gazetenin Hollanda haberlerinde onun ismi veya aktivitelerinden bahsedilir di. Gülmeyin ama, ben Veyis’in kültürel faaliyetlerinden kendisini büyükelçilik görevlisi ve devletten desteği ile bu kadar faaliyeti yapa bildiğini düşünüyordum. Çünkü yağlı güreşten mehter takımının Amsterdam caddelerinde yürümesine, Hollanda Türkleri’nin sosyolojik geçmişinden kültürel kodlarının araştırılmasına, hatta Avrupa genelindeki Türkçe ya-yınların biraraya getirilmesine kadar her yerde bu kara kuru Konyalı delikanlının ismi geçerdi. Kısacası, hemen her güzel işte Veyis Güngör ismi etiketli olurdu Hollanda ile ilgili haberlerde.
Veyis ile zor dönemden darbe yiyen bir devrin kadersiz, ama kaybolmayan çocuklarıyız. 3 hafta ara ile o Hollanda’ya, ben de Almanya’ya gelmişim. Bunaltıcı siyasi havanın patlamaya hazır darbesi kütülemeden Türkiye'den ayrılmıştık. Bir şehirden diğerine gitmeyi bırakın, evimizin önündeki sokağa çıkılamayan bir dönemdi 1980 yazı. Konya Akören’den Hollanda’ya gelen ve Amsterdam Türkleri’nin sayısız kültürel faaliyetinde Veyis Güngör imzası olduğu için onu tanımaya adeta mecburdum.
IKG Kütüphanesi'nin rafları Veyis Güngör’ün kitapları ile dolu. Hollanda Türkleri'nin kültürel çeşitliliğinden eğitim sorunlarına kadar yaşadığı zorluklar ve prob- lemleri merkeze koyarak çözüm önerileri geliştirilmiş. Bilim insanları ile Türkler adına tarihe not düşen çalışma lar yapılmış. Sessizliğe bürünüp birkaç ay susunca, Veyis kesin likle bir konuyu hedefe koyup, bir eserin hazırlığı için notlar arasında kaybolduğu na inanırım. Çünkü, milletin derdi ile dertlenip yaraya parmak basmak cesareti ile samimi tartışma ortamlarını hayata geçiren bir kişilik, kimlik ve samimiyet sahibidir o.
Hollandalı Müslümanlar ile diyalog kuran, kendi kültürel kodlarından kopmayan Türk en-telektüellerini bir araya toplayıp beyin fırtınaları yapıp, sonuç belgeleri ile devasa bilgileri devrin yetkililerinin önüne koyan Veyis Güngör, vatan, millet ve devlet meselelerine ayırdığı zamanı kendi ailesine ayıramadığına inanıyorum.
Aynı dönemin aynı yaşlardaki nesli olduğumuz için Veyis Güngör’ü anlayabiliyorum ama yetişmem mümkün değil. Karşım daki rafta "Bizimkilerin Pedagojisi: Göç, Kültür, Kimlik ve Hollandalı Türkler", "Hollanda'da Mevla na ve Konya Öğretisi", "Siyasi Katılım ve Avrupa Türkleri Üzerine Düşünceler" adlı çalışmaları en çok başvurduğumuz kitaplardır. ‘Hollanda UETD’nin Altın Yılları’ adlı eserdeki faaliyetleri ülkedeki eğitim ateşelerinin bırakın yapmayı, düşünebildiklerini bile sanmıyorum. Ancak iyi niyetli ve hayata gerçekçi bakan devlet görevlileri ise, samimiyetini fark ettikleri Veyis Güngör’e en azından köstek olmayı düşünmediklerine inanıyorum. Türk gençlerinin kişilik - kimlik sorunu yaşadığı Hollanda'da hayata gerçekçi ve bilimsel bakan Veyis Güngör’e ümit ediyorum ki moral vermişlerdir.
1990 yılında Hollanda Akademisyenler Birliği Vakfını kurduğunda etrafındaki inanmış arka daş grubu ile başlattığı beyin fırtınaları ile Türk aydınları da bu ortamlara çekmeyi başardı. Veyis Güngör, sorunlara çözüm aranan paltformların süslü salonların pahalı kürsüleri değil, kitap lar arasındaki soluk ışıkların altındaki Amsterdam Türkevi masaları olduğuna işaret ediyordu. Yolu Hollanda’dan geçenle rin bir çoğu önemli akademisyen veya ülkenin çok uzaklardaki diplomatları olarak görev yapıyorlar. Amsterdam akşamlarında Veyis’in Türkevi çay sobetlerine katılıp arkadaşlık halkasında yer alanlar hayata milli gözle bakmaya devam ediyorlar.
Bizim nesile kayıp çocuklar dense de hamuru sağlam olanlar kaybolmuyor. Mevlana’yı Hollanda ile tanıştırarak Hollanda Türk- leri ile ilk bilimsel araştırmaları yapmak Veyis Güngör’e nasip oluyorsa, bu sadece çalışkanlık olarak açıklanamaz. Hayata milli bakışı ve milletine sevdasıyla tanıdığım Veyis Güngör’ün, Türkiye-Hollanda arasında sadece yenileri değil, yaşanmış bir tarihi de çoktan tasnif etmeye başladığına inanıyorum. Hollanda Türkleri için çok şey yapan Veyis Güngör, Türklerin 60 yıllık göç tarihini de mutlaka yazmalıdır. Çünkü bu iş, sadece Veyis Güngör’e yakışır.
Türkiye, son yıllarda ekonomik açıdan önemli bir dönüşüm ve yükseliş süreci yaşamaktadır. Bu yükseliş, ülkenin stratejik konumu, genç nüfusu, çeşitlendirilmiş ekonomisi ve reformist politikalarıyla desteklenmektedir. Türkiye'nin ekonomik potansiyelini artıran birçok faktör bulunmaktadır.
Öncelikle, Türkiye'nin stratejik konumu, ekonomik büyüme için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Hem Avrupa hem de Asya pazarlarına yakınlığı, ülkeyi lojistik açıdan avantajlı kılmaktadır. Bu durum, dış ticaretin artmasına ve uluslararası yatırımların çekilmesine olanak tanımaktadır. Özellikle son dönemde yapılan altyapı yatırımları ve lojistik ağın geliştirilmesi, Türkiye'yi ticaretin merkezi haline getirmektedir.
Bununla birlikte, Türkiye'nin genç ve dinamik nüfusu da ekonomik büyümeyi desteklemektedir. Genç işgücü potansiyeli, yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasını ve teknolojik gelişmelerin hızlanmasını sağlamaktadır. Bu da üretkenliği artırarak ekonomik büyümeye olumlu katkı sağlamaktadır. Ancak, genç işsizlik oranlarının düşürülmesi ve nitelikli işgücünün artırılması için daha fazla eğitim ve istihdam politikalarına odaklanılması gerekmektedir.
Türkiye'nin ekonomik çeşitliliği de dikkate değer bir faktördür. Tarım, sanayi, hizmetler ve teknoloji gibi çeşitli sektörlerde faaliyet gösteren bir ekonomi, dış şoklara karşı dirençli olabilir. Son yıllarda yapılan reformlar ve teşviklerle birlikte Türkiye, özellikle teknoloji ve yenilik odaklı sektörlerdeki büyümeyi desteklemekte ve uluslararası rekabet gücünü artırmaktadır. Yüksek teknolojiye dayalı üretim ve Ar-Ge yatırımları nın teşvik edilmesi, Türkiye'nin ekonomik yükselişini sürdürülebilir kılmak açısından önemlidir.
Türkiye'nin ekonomik yükselişindeki bir diğer önemli unsur da hükümetin reformist politikalarıdır. Ekonomik istikrarın sağlanması, iş dünyasının desteklenmesi, yatırım ortamının iyileştirilmesi ve bürokrasinin azaltılması gibi alanlarda yapılan reformlar, ekonomik büyümeyi desteklemektedir. Ayrıca, uluslararası ilişkilerdeki güçlü diplomasi ve ticari anlaşmalar da Türkiye'nin ekonomik büyümesine katkı sağlamaktadır. Özellikle son yıllarda yapılan serbest ticaret anlaşmaları ve yatırım teşvikleri, Türkiye'nin uluslararası piyasalarda rekabet gücünü artırmaktadır.
Ancak, Türkiye'nin ekonomik yükselişi önemli zorluklarla da karşı karşıyadır. Enflasyon, işsizlik ve dış ticaret açığı gibi ekonomik sorunlar hala varlığını sürdürmektedir. Bu sorunların üstesinden gelmek için daha fazla yapısal reform ve ekonomik istikrarın sağlanması gerekmektedir. Özellikle enflasyonla mücadele, işsizlik oranlarının düşürülmesi ve dış ticaret dengesinin iyileştirilmesi için etkili politikaların uygulanması önemlidir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin ekonomik yükselişi, ülkenin stratejik avantajları, genç nüfusu, çeşitlendirilmiş ekonomisi ve reformist politikalarıyla desteklenmektedir. Ancak, ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini sağlamak için yapısal reformlara ve ekonomik istikrara olan ihtiyaç önemlidir. Türkiye'nin gelecekte ki başarısı, bu zorluklarla etkin bir şekilde başa çıkabilmesine bağlı olacaktır.
Almanya, Avrupa'nın ekonomik motoru olarak uzun süredir istikrarlı büyüme ve güçlü bir endüstriyel altyapı ile tanınıyor. Ancak, son yıllarda küresel ekonomik dengelerdeki değişiklikler, teknolojik gelişme ler ve pandeminin etkileri, Almanya'nın ekonomik tahminlerini yeniden ve daha dikkatli bir şekilde değerlendirmeyi gerektiriyor.
2024'e girerken, Almanya'nın ekonomik görünümü çeşitli faktörlerin etkisi altında şekilleniyor. İlk olarak, pandeminin ekonomi üzerindeki etkileri hala hissediliyor. Aşılama programları ve ekonomik teşviklerle birlikte, Almanya'nın toparlanma sürecinde olduğu görülüyor. İşsizlik oranlarında azalma ve tüketimde artış gibi göstergeler, ekonominin yeniden canlanma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Almanya'nın ihracatına gelin ce, küresel ticaretteki belirsizlik ler ve ticaret savaşları gibi faktörler nedeniyle zorlu bir dönemden geçiyor. Ancak, Almanya'nın endüstriyel gücü ve teknolojik liderli ği, ihracatın istikrarlı bir şekilde büyümeye devam etmesini sağlıyor. Özellikle, dijitalleşme ve yeşil teknolojilere yapılan yatırımların ihracat potan siyelini artırması bekleniyor.
2024'te Almanya'nın ekonomik dönüşümünde belirleyici faktörlerden biri de sürdürülebilirlik olacak. İklim değişikliği ile mücadele ve yeşil ekonomiye geçiş, Almanya' nın öncelikli hedefleri arasında yer alıyor. Bu bağlamda, Almanya'nın enerji dönüşümü ve sürdürülebilir altyapı projelerine yönelik yatırımları artması bekleniyor. Yeşil teknolojiler, yenilenebilir enerji ve çevre dostu üretim süreçleri, Almanya'nın ekonomik büyümesini destekleyecek ve uluslararası rekabet gücünü artıracak.
2024 ekonomik tahminlerinde bir diğer önemli konu da demografik değişimlerdir. Yaşlanan nüfus ve işgücü piyasasındaki değişimler, ekonomik politika yapıcıları için yeni zorluklar ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda, göç politikaları ve işgücü piyasasının esnekliği gibi konuların ekonomik büyümeyi destekleye cek şekilde ele alınması gerekiyor.
Almanya'nın ekonomik geleceğine dair iyimserlik, Ar-Ge yatırımları ve yenilikçilikle de destek leniyor. Yüksek teknolojiye dayalı endüstrilerdeki lider konumu, Almanya'nın rekabet gücünü artırıyor ve ekonomiyi geleceğe taşıyan bir güç haline getiriyor. Almanya ekonomisi elbette bu badireden çıkacaktır, ancak bu sancılı dönemde mali bünyesi sağlıklı olmayan birçok şirketin yeni dönemde ya el değiştireceğini ya da elde çeşitli dönüşümler yaşayacağını şimdiden söylemek mümkündür. Ekonominin belli kaidelerin den belli sayıdaki şirketler belirli şekillerde etkilenebilirler. Bu kaçınılmaz gerçeği kimlerin yaşayacağını ise birkaç yıl içinde göreceğiz.
2024 ekonomik tahminleri, toparlanma sürecinin yanı sıra yeniden inşa ve dönüşümün de önemli bir parçasını oluşturuyor. Pandeminin etkileriyle mücadele, teknolojik dönüşüm, sürdürülebilirlik ve demografik değişimler, Almanya'nın önündeki ana gündem maddelerini oluşturuyor. Zorluklar la başa çıkma ve ekonomik büyümeyi sürdürme konusundaki başarısı, Almanya' nın küresel ekonomideki rolünü belirleyecek önem li bir faktör olacak.
Avrupa nereye koşuyor?
Türkiye 31 Mart 2024’te muhalefetin ezici bir başarı elde ettiği mahalli seçimlere yoğunlaşmışken, Avrupa Birliği (AB) 4-6 Haziran tarihlerinde yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine odaklan mış görünüyor. 400 milyon civarındaki seçmen bir anlamda geleceklerini oylayacaklar. Avrupa’nın cebelleşmekte oldu ğu bir hayli problemin varlığı, bu seçimleri öncekilerden daha ehemmiyetli hale getiriyor.
Ukrayna – Rusya savaşının en büyük zararı Avrupa’ya verdiği biliniyor. Avrupa’da barış ancak Rusya ile sıcak ilişkilere bağlı iken Rusya’nın açık düşman haline gelişinin ödeteceği faturanın ne kadar yüksek çıkacağını henüz tahmin etmek güç görünüyor. ABD ile ilişkilerde yaşanan eşit olmayan partnerlik durumu hem savunma hem de ekonomik anlamda Avrupa’yı gittikçe daha fazla sıkıştırıyor, bu da siyaseti strese sokuyor. Silahlanmadaki yükselme ve savunma bütçelerindeki devasa artışlar büyük savaşın ardından uzun süre bir barış adası görünümü veren kıtayı ciddi şekilde tehdit etmekte. İsrail’in Filistin’deki katliamlarına karşı bilhassa büyük Avrupa devletlerinin takındığı saldırganı koruyup destekleyen tutumlar, barışçıl görüntünün ne kadar çabuk değişebileceğini ortaya koyuyor.
Tüm bu hususların AP seçimlerini doğrudan etkileyeceği biliniyor. Ancak Avrupalıların tercihlerini belirlemedeki en önemli etken sürmekte olan mülteci meselesidir. Kıtanın dış ilişkileri kadar iç işlerindeki gelişmeleri de daha ziyade bu husustaki tartışmalar yönlendiriyor. Mülteci meselesini sürekli halkın gündeminde tutanlar ise her ülkede gittikçe yükselen, bazı ülkelerde iktidar, bazı ülkelerde iktidar ortağı, bazı ülkelerde iktidar adayı konumundaki aşırı sağ partilerdir. Avrupa’nın siyasette ana eksenini oluşturan Hıristiyan Demokrat ve Sosyal Demokrat partilerin yıllardır süren çözüm üretemez halleri bu akımların sürekli yükselişlerindeki en büyük etkendir.
AP, şimdiki haliyle bile AB’nin ortak bir parlamentosundan ziyade, belli ülkelerin sırf kendi milli menfaat ve hedeflerinin kavgasını verdikleri bir arena görünümünde. Hali hazırda parlamentoyu ayakta tutan Hıristiyan Demokrat – Sosyal Demokrat iş birliğinin ne kadar daha süreceğini kestirmek kolay görünmüyor. Üstüne üstlük Hıristiyan Demokratların giderek aşırı sağ gruplara daha çok yaklaştıkları, dayanışma içerisine girdikleri bir sır değil.
AB’nin geneline bakıldığında önümüzdeki seçimlerde parlamentoya Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika, Macaristan, Polonya, Avusturya, Çekya ve Slovenya’nın çok sayıda aşırı sağcı temsilci göndereceği tahmin ediliyor. Kamuoyu yoklamaları en kalabalık grup olamasalar da Almanya, İspanya, Portekiz, Romanya, Finlandiya, İsveç, Letonya, Estonya ve Bulgaristan’dan da güçlü aşırı sağ grupların parlamento yolunda olduklarını göstermekte. AB çevrelerinin üzerinde durdukları en büyük tehlike ise tüm aşırı sağcı grupların parlamentoda bilhassa AB’nin varlığıyla alakalı temel konularda aralarında iş birliği yaparak çalışmaları kilitlemeleri veya yanlış yönlere sevk etmeleri. Duyarlı çevreler bu tehlikeye işaret etmekle birlikte herhangi bir çözüm yolu bulmakta zorlanıyorlar.
Her seçimin kendine has, tarihi ehemmiyetini öne çıkaracak bir yönü mutlaka vardır. Bu bağlamda önümüzdeki AP seçimlerinin AB’nin varlığı ve geleceği açısından hayati önemde olduğu açıkça görülmektedir.