Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

2023’ün ocak ayında Stockholm’de Kur’an-ı Kerim yakılması, Lahey’de Kur’an-ı Kerim yırtılması ve devamındaki gelişmeler, ne yazık ki, İslamofobi sorununu Avrupa’da yeniden gündeme getirdi. Türkiye ve bazı İslam ülkelerinin kınamaları yanı sıra, İslam’a karşı nefret saçan olaylara,  Müslümanlar, Avrupa’nın farklı yerlerinde sokaklara dökülüp, protesto gösterileri ile cevap verdiler. Ocak ve şubat aylarında Avrupa gündemini haftalardır meşgul eden İslamofobi sorunu, elbette yeni bir gelişme değil. Avrupa’daki siyasi gelişmeleri göz önüne aldığımızda, İslamofobinin kısa dönemde ortadan kalkacak bir sorun olmadığını da görürüz. Sorun, her ne kadar, özelde Avrupa’nın zihinsel ve bir kimlik sorunu olarak tanımlansa da, mağdur olan tarafın Müslümanlar olması, artık bu sorunun Müslümanlarca da yapısal bir şekilde ele alınmasını  kaçınılmaz kılıyor.

Bu bağlamda, akademisyen ve diplomat Prof. Talip Küçükcan’ın,  TRT AKADEMİ Dergisi’nin 15. sayısında, “İslam Dünyasının İslamofobi ile Mücadelesinin Parametreleri” başlıklı önemli bir makalesi yayınlandı.  
Küçükcan, kapsamlı makalesinin giriş bölümünde, “İslam karşıtlığı ve düşmanlığı olarak anlaşılması gereken İslamofobi, küresel ölçekte dışlama, soyutlama, ayrımcılık, yabancı ve öteki düşmanlığı, nefret söylemi ve nefret suçlarına dönüşmektedir”diyor.
İslamofobi kavramı her ne kadar yeni olsa da, Avrupa’da gelişen siyaset tarzı, İslam’a ve Müslümanlara duyulan ön yargı, tutum ve davranışların bir bütün olarak kökeninin eskilere dayandığına dikkat çeken Küçükcan, tanınmış oryantalist Edward Said’in kitaplarına atıfta bulunarak, ‘Batı’nın Doğu ve İslam uygarlığı hakkında oluşturduğu algıyı’hatırlatıyor.
Küçükcan, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı ve yer yer kriminalize edici bu algının, yıllar boyunca edebiyat kitaplarında, seyahatnamelerde, hatıratlarda ve tiyatro oyunlarının metinlerinde nakış nakış işlendiğini savunuyor.

Böyle bir algı ve bakış açısı doğrultusunda geliştirilen kimlik ve yaklaşım, beraberinde Doğu’nun ve İslam Dünyasının işgal edilmesi, köleleştirilmesi ve sömürgeleştirilmesi yaklaşımı ve yakıştırmasını getirmiştir. Bu algıya göre, Doğulular ve Müslümanlar terbiye edilmeli, medenileştirilmeli ve barbarlıktan âzat edilmelidir. Ne yazık ki, Batı’da bu anlayış 1500’lü yıllara kadar, yani Martin Luther’e kadar gitmektedir. Kökü yüzyıllara dayanan bir anlayışın kısa vadede kırılması, yıkılması kolay olmayacaktır elbette.

Küçükcan, Samuel Huntington’un 1993 yılında yayınladığı Medeniyetler Çatışması (Clash of Civilizations) makalesi ve 1996 yılında yayınladığı Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden İnşası (The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order) kitabıyla, Batı uygarlığının karşısına, İslam ve Doğu dinleri düşman olarak konulduğunu belirterek, Batı ile İslam/Doğu’nun çatışmasının kaçınılmazlığı iddiasına dikkat çekmektedir.
Bu yüzyılın başında meydana gelen 11 Eylül olayları da, İslamofobik söylem, eylem ve politikaların şekillenmesinde etkili olmuştur. Biz bu gelişmelere zemin hazırlayan, bazı İslam ülkelerinde yaşanan insan hakları sorunu, düşünce özgürlüğü, kadınların konumu ve Avrupa’da başkentlerinde meydana gelen terör olaylarına karışan bazı Müslüman gençleri de ekleyebiliriz.

Peki Avrupa’daki Müslümanlar İslamofobi ile nasıl mücadele edecekler?

Küçükcan bu soruya, “İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde Uluslararası Din Özgürlükleri Komisyonun kurulması, 57 İİT üye ülkesinin büyükelçilikleri ve dış temsilciliklerinin harekete geçirilmesi ve bu kurumlarda büyükelçi düzeyinde İslamofobi ile mücadele edecek özel temsilciler atanması” şeklinde cevap veriyor.
Bunun yanı sıra, bu alanda “Ulusal, bölgesel ve uluslararası araştırma enstitüleri, izleme, veri toplama ve raporlama merkezlerinin kurulması ve bu kurumların BM, AGİT, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlar bünyesinde temsil ve diplomasi yürütmesi gerekmektedir” diyor Küçükcan.

Bu çalışmalara ek olarak, özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanlar, var olan kuruluşlarının bünyelerinde, İslamofobi ile mücadele birimleri oluştururken, amacı sadece İslamofobi, ırkçılık ve ayırımcılıkla mücadele olan yeni STK’lar da hayata geçirmeliler. Avrupa’daki Müslüman göçmen kuruluşlar, yaşadıkları ülkelerde, bu alanda etkin olan kurum, enstitü ve merkezlerle de sıkı bir işbirliğine girmeliler. Müslümanlar, örneğin Hollanda’da 13 – 16 mart tarihleri arasında yapılacak “Irkçılığa Karşı Hafta” programlarına ve ‘21 Mart Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü’ çerçevesinde, hem kendileri programlar yapmalı hem de bu çerçevede organize edilen etkinlikler başta olmak üzere, ırkçılık, ayırımcılık ve İslamofobi ile mücadele çerçevesinde yıl boyunca düzenlenen programlara katılım sağlamalılar. Müslümanlar edilgen ve mağdur olmaktan kurtulup, mücadelede etkin aktörler olmak durumundadırlar.

 

“Türkiye Sevgisi İmandandır”, bir kitabın ismi. Yazarı; gazeteci, yazar, aktivist ve Mavi Marmara gazilerinden, Ebubekir Kurban. Yazarın, “Baba Adı Adem Ana Adı Havva” ve “İsmet Saat Kaç?” isminde kitapları da var. Yazar, “Türkiye Sevgisi İmandandır” kitabında, “üzerinde dünyaya geldiğimiz ve üzerinde yaşadığımız, hem maddemizi hem de ruhumuzu biçimlendiren ‘o toprağın’ anlamını, ona duyduğumuz aidiyet hissini anlatıyor”(*).


Evet, ‘o toprağın’ anlamını bilmek ve ona duyulan aidiyet hissini göstermek, Türkiye sınırlarını aşan bir sevgidir. O sevgi, ay yıldızlı bayrağımız gibi, ülke sınırlarını aşarak, gönül coğrafyamızın her köşesinde nazlı nazlı dalgalanır. Türkiye ile, kâh coşar kâh hüzünleniriz. Öyle zamanlar olur ki, hüzün içinde müthiş bir şekilde coşar, heyecanlanır ve aşkla heyecanla bir dayanışma örneği sergiler, o sevgi…

Yakın tarihte örnekleri olduğu gibi, şubat ayının başında, Türkiye’mizde meydana gelen şiddetli deprem sonrasında da, böyle bir Türkiye sevdasına şahit olduk. Türkler şahlandı, uykuda sanılan kara sevda ayağa kalktı adeta…

Bu şahlanışın, bu sevgi selinin, örneği az görülen bu dayanışmanın sınırlarını çizmek ve tanımlamak kolay değil. Türkün yaşadığı her yerde, gönül, kültür, din kardeşliğinin olduğu her ülkede insanı heyecanlandıran, duygulandıran bir hareketlilik yaşandı. İşte bu duygu yüklü ve bir o kadar da anlamlı davranışların yaşandığı yerlerden birisi de, Avrupa’da yaşayan birinci nesi Türkler ile onların üçüncü, dördüncü nesillerinde gözlemlendi.  

Öyle ki, Avrupa ülkelerinde doğup, büyüyen ve kimi çevrelerce Türklükten, Türkiye’den bihaber oldukları varsayılan Türk çocuklarının, gençlerinin, Türkiye’deki deprem mağdurları için yaptıkları, dudak uçuklatır cinsten. Kendiliğinden harekete geçen bir güç, bir sevgi, bir iman var karşımızda. İşte, bu örneklerden sadece üç örnek şöyle:


Fransa, Lyon doğumlu, 24 yaşındaki TIR şoförü bayan Gülfem Zengin, depremden sonra, yardım malzemesi dolu TIR’ı ile 4300 kilometre yol kat ederek Kahramanmaraş’a ulaştı. Gülfem’in anne ve babası Yozgat’dan Fransa’ya göç etmiş bir aile. Gülfem ailenin ilk çocuğu. Depremde yaşananları gören Türk kızı Gülfem yolculuğun 4 gün sürdüğünü kaydeden Türk kızı Gülfem  Zengin, “Bu yolu karadan geçmek istemiyordum. Daha önce yapmadığım bir şeydi. Hele de yapayalnızdım. Benim için imkansızdı ama buradaki insanların durumunu düşündüm. Halimize şükür, elimiz ayağımız tutuyor ve elimizden gelen yardım da bu oluyor. O yüzden korkularımı kenara koydum.” (**) diye konuştu.

Hollanda, Zaandam doğumlu ve Hollanda’nın En Başarılı Kadın Giyim Markası Ödülü’ne layık görülen Şüheda Özyar da, Türkiye’deki depremzedeler için, “Her eve bir Ramazan ayı gıda paketi” sloganı ile bir yardım kampanyası başlattı. Trabzonlu bir ailenin çocuğu olan, üçüncü nesil Türklerden, OHA markası kurucusu, sahibi ve aynı zamanda YouTuber olan Özyar’ın başlattığı Ramazan ayı gıda paketinde, 21 farklı ürün bulunuyor. Türk kızı Özyar yayınladığı videoda, yapılan yardımları, Ramazan ayında deprem bölgesine bizzat giderek, ailelere dağıtacağını ifade etti (***).

Belçika, Flaman Bölgesi Milletvekili Hilal Yalçın ve avukat Nuh Alkış’ın oğlu Ömer Alkış, Belçikalı sınıf arkadaşları ile birlikte Türkiye’deki deprem mağdurlarına yardım etkinliği düzenledi.(****) 11 yaşında olan Ömer, Beringen Obama İlk Öğretim Okulundaki arkadaşlarıyla, okul bahçesinde açtıkları stantlarda, özel olarak yaptırdıkları anahtarlıkları satarak, yardım topladı.

Fransa doğumlu Gülfem, Hollanda doğumlu Şüheda ve Belçika doğumlu Ömer gibi, binlerce, on binlerce Türk çocuğu, Avrupa’nın her köşesinde, 6 Şubat’ta Türkiye’mizde yaşanan deprem sonrası, kendiliklerinden harekete geçtiler. Ellerindeki tüm imkanları kullanarak, deprem mağdurlarına yardım etmenin heyecanını yaşadılar, yaşattılar… Bu, harekete geçiş, Türkün varoluş esprisinde gizli olan bir özellik olup, şartların oluşmasıyla kendini gösteren, ortaya çıkan bir haslettir. 

Avrupa’da yaşayan ‘Oğuz’un çocukları’nın bu anlamlı, cefakar, özverili, gönülden çalışmalarına ve gayretlerine, doğdukları ve yaşadıkları ülkelerin karar vericileri de seyirci kalmadılar. Onlar da etkilendiler, yardıma koştular. Örneğin, İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, University College London (UCL) Türk Öğrenci Birliği’nin, Türkiye’deki deprem mağdurları için başlattıkları yardım kampanyasına katılarak, yardım malzemesi paketlenmesine bizzat yardım etti.

İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerinde, binlerce örneğine şahit olduğumuz bu sınır tanımayan Türkiye sevdası, elbette kelimelerle ifade edilemeyecek bir derinliktedir. ‘Türkiye sevgisi imandandır’kitabının yazarı Ebubekir Kurban’ın da işaret ettiği gibi, bu sevgi bir anne sevgisidir. “Annesini sevmeyen, Türkiye’yi niye sevsin” diyen yazar, Türkiye’nin, kendi annesini hatırlattığını belirtiyor.
Annemizi sevmek imandan olduğuna göre, Türkiye’yi sevmek de imandandır.

Anne gibi sevdiğimiz Türkiye’mizde yaşanan depremi, şubat ayı boyunca, her gün farklı boyutlarda yaşadık ve etkilendik. Acımız büyük. Ancak, acıları saracak derin bir Türkiye sevdamız da var, şükürler olsun…
Allah devletimizin, milletimizin, deprem mağdurlarının, deprem bölgesinde görev yapanların, dünyanın her köşesinden bir şeyler yapmak için gayret gösterenlerin yar ve yardımcısı olsun. Yaralılarımıza acil şifalar versin. Şehitlerimizin ruhları şad oldun.

 
 

Bir hafta sonra, 15 mart çarşamba günü, Hollanda’da İl Genel Meclisi seçimleri yapılacak. Seçmenler; şehir meydanları, kasaba ve köylerin girişlerinde yer alan büyük billboardlara asılan, partilerin aday afişleriyle oy kullanmaya davet ediliyor. Seçim kampanyaları, küçük ölçekli toplantılar ve halkın yoğun olduğu noktalarda, el bildirileriyle yürütülüyor. Medya ve özellikle sosyal medyada da, İl Genel Meclisi seçimlerine yönelik yayınlar yapılıyor.

 

15 mart tarihinde on iki milyon seçmen, 12 İl Genel Meclisi’nde, önümüzdeki dört yılda görev yapacak üyelerini, oylarıyla belirleyecek. Seçimlere ana akım partiler, VVD, D66, CDA, PvdA, GroenLinks, SP, CU, PVV, FvD, DENK, Hayvanlar Partisi olmak üzere, çok sayıda yerel parti de katılıyor.

 

İl Genel Meclisleri’ne, Kral tarafından atanan vali / komiser başkanlık eder. Hollanda’da yasama organının iki kanadını teşkil eden ve 75 sandalyeden oluşan senato temsilcilerinin, İl Genel Meclisleri tarafından seçilmesi, 15 Mart seçimlerinin önemini ortaya koyuyor. Zira, İl Genel Meclisi üyeleri seçilirken, dolaylı olarak, 30 mayıs tarihinde seçilecek senato üyelerine de oy kullanılmış oluyor.

Trouw gazetesinin, 5411 kişi arasında yaptırdığı anket sonucuna göre, İl Genel Meclisi seçimlerinde, partilerin konut/barınma, enerji, doğa ve çevre politikaları, seçim sonuçlarını belirleyecek en önemli üç seçim teması olarak çıktı. Ankete göre, 18-34 yaş arasındaki genç seçmenler, yüzde 80 oranında, partilerin konut politikalarına göre oylarını kullanacaklar. Seçmenin oy verirken dikkat edeceği diğer seçim temaları arasında, sırasıyla, partilerin ekonomi, ulaşım, tarım, yönetim, spor hizmetleri gibi konulardaki politikaları da yer alıyor. Aynı araştırmada, siyaset bilimci André Krouwel, konut krizinin, İl Genel Meclisi seçimlerine damgasını vuracağına dikkat çekiyor. 

İl Genel Meclisi seçimlerine genelde katılım düşük olur. Katılımın düşük olması, milletvekili, belediye ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde olduğu gibi, tercihli oyların önemini ortaya koyar. Bunu fırsat bilen adaylar, kendilerine tercihli oy verilmesini isterler. Seçimlerde kullanılacak tercihli oylar, Türk kökenli adaylar için de önemlidir.

 

Ülke yönetiminin her kademesinde olduğu gibi, İl Genel Meclisi üyelikleri için, Türk kökenli Hollandalılar da, 15 mart seçimlerinde çeşitli partilerden adaylıklarını koydular. Yapılan araştırmalara göre, on iki ildeki toplam 570 üyelik için, 73 Türk kökenli aday seçimlerde yarışacak. Örneğin, 55 üyelik Kuzey Hollanda İl Genel Meclisi için 23 ayrı siyasi parti yarışırken, çeşitli partilerin listelerinde 20 Türk kökenli aday yer alıyor.


15 Mart’ta bir seçim daha yapılıyor. Seçmenlere gönderilen zarflarda iki oy pusulası var. Birisi İl Genel Meclisi, ikinci oy pusulası da ‘Waterschapverkiezingen’ denilen Su İşleri Daireleri seçimi için. Sele karşı korunmak için setler yapmak, atık suyu arındırmak, su kıtlığını önlemek, nehir ve kanallarda suyun temizliğini sağlamak gibi önemli görevler üstlenen Su İşleri Daireleri’ne girmek isteyen Türk kökenli adaylar da var. Evlerimize zarf ile gelen sicim listesinde bu adayların isimleri de yer alıyor. Bu seçim için gelen oy pusulasını da kullanmayı ihmal etmeyiniz.


Hollanda’da Türkler ve seçimler gündeme gelmişken, Türklerin Hollanda’daki siyasi katılımına bir iki cümleyle işaret etmemiz gerekecek. Bu satırları ve Hollanda gündemini takip edenler gayet iyi bilirler ki, 1986 yılından bu yana Hollanda Türkleri, her seçimde yoğun bir seçim kampanyası yürütürlerdi. Türkevi Topluluğu’nun organize ettiği Amsterdam Tartışmaları başta olmak üzere, bir çok şehirde onlarca toplantı yapılırdı. Televizyonlarda tartışma programları yayınlanırdı. Aktif ve canlı bir Türk toplumu vardı. Ancak benzeri bir seçim kampanyasını, bu sefer göremedik. Bunda hiç şüphesiz, 6 şubat tarihinde Türkiye’mizde yaşanan deprem rol oynasa da, geride bıraktığımız son otuz yılda, ana akım Hollanda siyasi partilerinin Türklere karşı tutumları da rol oynadı. Siz buna, bir de, bu ülkede on yıllarca siyasi katılım mücadelesi verenlerin, adeta değersizleştirilmesi, kimi söz sahibi yöneticilerin kurumsal hafıza ve mirasa önem vermemesiyle, artık bir ‘can ismetezliği’ne düşenlerin sayısının çoğaldığını da ekleyebilirsiniz.

 

Tüm bu gelişmelere rağmen, 15 mart İl Genel Meclisi ve Su İşleri seçimlerine katılmak, Hollanda Türklerinin siyasi katılım mücadelesi açısından hayati öneme sahiptir. Bununla birlikte, yaşadığımız ülke adına sorumluluk almak, toplumun önünde yürümek, karar mekanizmalarında olmak, her Türk için bir varoluş meselesidir. Seçimlere katılalım, katılımı teşvik edelim.

 

Frankfurt´taki yaşlı bakımevinde Müslümanlara yönelikte bakım hizmeti veren Victor-Gollancz-Haus’da Korona pandemisi sürecinden sonra ilk defa bakım hizmeti gören Müslüman yaşlılarla birlikte iftar verildi.

 

İftar programına Muavin Konsolos Satı Civelek, Eğitim Ataşesi Doç. Dr. Muhammet Fatih Kılıç, Din Hizmetleri Ataşe Vekili Hüseyin Ali Dindar, Frankfurter Verband bakım hizmetleri müdiresi Ute Bychowski, Frankfurter Verband göçmen konuları sorumlusu Dr. Hüseyin Kurt, bakımevinde Müslüman yaşlılara yönelik manevi telkin hizmeti veren Ditib Höchst Din Görevlisi Ramazan Şengün, Hıristiyan yaşlılara Yönelik Bakim Hizmeti veren papaz Sybylle Schöndorf-Bastian, Ditib Frankfurt Başkanı Turan Kuzpınarı, Ditib Höchst Başkanı Hakkı Akkaş, Atib Höchst Başkanı Şaban Duran, Hamidiye Camii Başkanı Rahmi Şeker, Niederrad Mevlana Camii Yönetim Kurulu Üyesi Tuğsan Talaysüm, bakım hizmeti gören Hıristiyan/Müslümanlar yaşlılar, ve Müslüman yaşlıların yakınları katıldılar.

 

İftar Programı Kuran’ı Kerim tilaveti ve Eğitim Ataşesi Dr. M.F. Kılıç tarafından icra edilen ney dinletisi ile açıldı. Davet sahibi U. Bychowski yaptığı selamlama konuşmasında, takriben 3 yıl süren Korona pandemi tetbirleri nedeniyle bakım hizmeti gören yaşlıların büyük sıkıntı çektikleri ve toplumdan adeta izole edildiklerini söyleyerek, bu günlerde alınan tedbirlerin peyderpey yürürlükten kaldırıldığını, bu çerçevede pandemiden sonra organize ettikleri ilk iftara teşrif eden misafirlere teşekkür etti. U. Bychowski 2002 yılında alınan bir kararla başlayan Frankfurter Verband´ın Müslüman yaşlıların dini ve kültürel hassasiyetlerini dikkate alan yaşlı bakım hizmetinin süreci ve bugünkü durumu hakkında kısa bilgi vererek, bu hizmetlere bugüne kadar emek veren herkese teşekkür ederek bu hizmetlerin geleceği hakkında kısaca görüşlerini dile getirdi.

 

Daha sonra kısa selamlama konuşması yapan Muavin Konsolos S. Civelek, Din Hizmetleri Ataşe Vekili H. Ali Dindar 6 Subat 2023 asrın en büyük doğal afeti Türkiye ve Suriye´deki deprem nedeniyle hüzünlü bir döneme denk geldiğine işaret ederek, hayatlarını kaybedenlere rahmet dileyerek, bakım hizmeti gören yaşlılar ile beraber iftar etmekten büyük mutluluk duyduklarını dile getirerek, Frankfurter Verband´ın takriben 20 yıldır vermekte olduğu Müslümanlara yönelik yaşlı bakım hizmeti için U. Bychowski ve personeline teşekkür ettiler. Hıristiyan yaşlılara yönelik manevi telkin hizmeti veren S. Schöndorf-Bastian yaptığı konuşmada oruç ibadetinin Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta önemli bir ibadet olduğunu dile getirerek, orucun insan sağlığı ve manevi ve ruhi yönden faydaları üzerine felsefi yorumlarda bulundu.

 

Konuşmaların akabinde Ditib Höchst Din Görevlisi R. Şengün tarafından okunan akşam ezanından sonra, Victor-Gollancz-Haus mutfak çalışanı Yıldız Karaca tarafından hazırlanan, hurma, tavuk sulu mercimek çorbası, orman kebabı, salata ve cacıktan oluşan iftar menüsü ikram edildi. Program daha sonra Türk çayı eşliğinde bakım hizmeti gören yaşlılarla halhatır sorma ve sohbetlerle devam etti.

Dr. Hüseyin Kurt İftar programı ile ilgili yaptığı değerlendirmede 2003 yılından buyana Victor-Gollancz-Haus yaşlı bakımevinde her Ramazan´da bakım hizmeti gören yaşlılar ile birlikte iftar programı düzenlendiğini, Korona pandemisi sürecinde alınan tetbirlerin kalkması ile 3 yıllık bir aradan sonra tekrar birlikte yapılan iftar programı sayesinde bakım hizmeti gören korona tetbirlerinden bunalan yaşlıların toplum ve cemaat ile hasret giderme fırsatı bulduğunu, yalnız olmadıkları duygusunu tekrar kazandıklarını söyleyerek, iftar programına katılan ve destek veren herkese teşekkür etti.

 

 

 

 

 

 

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), iş, sanat, siyaset ve bilim dünyasından birçok insanı geleneksel Ramazan iftar sofrasında bir araya getirdi.

Köln DİTİB Merkez Camii Konferans Salonu’nda gerçekleşen iftar yemeğine Köln, Düsseldorf, Essen ve Münster Başkonsolosları, Müslüman teşkilatların genel başkan ve yöneticileri, dini cemaatlerin ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, DİTİB yönetim kurulu üyeleri, dini danışma kurulu, eyalet birliği, kadın, gençlik ve veli birlikleri başkanları ile iş, sanat, siyaset ve bilim dünyasından temsilciler katıldı.

Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan iftar porgramının açılış konuşmasını DİTİB Genel Başkanı Dr. Muharrem Kuzey yaptı.

 

Ramazan karşılıklı sevgi, kardeşlik ve saygının pekiştiği aydır

Kuzey, Ramazan ayının Müslümanlar için dini hayatlarında bir yeri olduğu, rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı, dayanışma ve empatinin yaşandığı, karşılıklı sevgi, kardeşlik ve saygının pekiştiği bir ay olduğunu söyledi.

 

 

 

Depremin ardından gösterilen dayanışma ve yardımseverliğe minnettarız

Bu yıl Ramazan ayına Türkiye ve Suriye'de meydana gelen şiddetli deprem damgasını vurduğunu belirten Kuzey, “Deprem bölgesinden gelen görüntüler bizleri derinden sarsmıştır. Kayıpların sayısı ve yıkımın büyüklüğü karşısında hepimiz çok üzüldük. Yaşanan acının dünya çapında paylaşılması, enkaz altında kalan her bir insan için verilen mücadele hepimizi etkilemiştir. Ve bu da bize yıkım, ölüm, kayıp ve insani acılar karşısında aniden bir dünya topluluğu olduğumuzu göstermiştir. Kültür, din, dil ve etnik köken farkı gözetmeksizin birbirimize yardım eli uzatabildik, ışık, umut ve güven olabildik. Dünya çapındaki dayanışma için, sayısız kurtarma görevlisi ve yardımseverler için şükranlarımız sonsuzdur. Bu ülkenin bir parçası olarak, Almanya'dan gelen taahhüt ve bağışlar için gurur duyduk ve minnettarız. Bosnalı ve Arnavut Müslüman toplumların, kiliselerin ve sivil toplumun, politikacıların, federal ve eyalet hükümetlerinin ilgisi - hepsi Türk kökenli insanlar olarak sözleriyle ve eylemleriyle bizi derinden etkilemiştir. Almanya'daki Türk kökenli insanlar son on yıl böyle bir destek, yakınlık ve dayanışma görmediğini düşünüyorum, bunun için çok teşekkür ederim” diye konuştu.

 

Toplumun vazgeçilmez parçaları olarak birbirimize aitiz

‘Hep birlikte aynı sofrada oturuyor olmamız, bu toplumun vazgeçilmez parçaları olarak birbirimize ait olduğumuzu göstermektedir’ ifadesini kullanan Kuzey, şöyle devam etti: “Ramazan'ın ruhu olan toplu iftar yemeği ve sosyal dayanışmayı, hem gönüllerimizi hem de kapılarımızı ihtiyaç sahiplerine açarak yaşıyoruz. Çünkü biz her bir hayat, her bir can önünde sorumluluk taşıyoruz. Ortak bir sofra sembolik olarak, bireysel sorumluluk, sosyal sorumluluk, birbirine bağlılık, birbirini gözetme ve birlik-beraberlik anlamına gelmektedir. Ramazan, kültür, dil ve din farkı gözetmeksizin herkesin kendine ait bir yeri olduğu güçlü ve dayanışmacı bir toplumu teşvik ve talep etmektedir. Nitekim bu ancak sağduyu ile gerçekleşebilir: Almanya'da zaten kendi yurdunda olan İslam'ın yerleşmesi ve güçlenmesi ancak köklerine zarar verilmediği takdirde başarılı olacaktır.”

 

 

DİTİB, ılımlı ve barışçıl bir geçmişe sahiptir

Almanya'daki Müslümanlar, özellikle DİTİB sayesinde ılımlı ve barışçıl bir geçmişe sahip olduklarına dikkat çeken Kuzey, “ Zira tarihsel referansları olmayan her din eksik, parçalanmış ve istikrarsız olmaya mahkumdur. Bu nedenle köprüler kurmak ve kök salmak için köken ülkelerle ilişki kurmak da önemlidir. DİTİB'in bu konuda özellikle başarılı olduğu, DİTİB üzerine yapılan birçok bilimsel çalışma ve analizle, son olarak da Frankfurt Üniversitesi ile birlikte yürüttüğümüz DİTİB Gençlik Araştırması ile kanıtlanmıştır. Birkaç yıldır DİTİB teşkilatı olarak burada eğitim verdiğimiz Almanca konuşan din görevlilerinin yanı sıra Türkiye'den de din görevlilerinin olması bizim için tam da bu köke bağlılık açısından önemlidir, ki bu da anlaşıldığı üzere çok sert ama haksız bir şekilde eleştirilen din görevlilerimizle mümkün olmuştur. Bu aynı zamanda fikir alışverişi, deneyim paylaşımı ve dini kaynaklardan esinlenen ortak çalışmalar için de geçerlidir. İnanç anlayışımız, cemaatlerimiz ve din görevlilerimiz, yaklaşık 40 yıllık geçmişimizle, siyasallaşmadan, radikalleşmeden ve araçsallaştırmadan uzak, sahih ve dengeli bir din anlayışının garantörleridir” ifadelerini kullandı.

 

Cuma günleri açıktan ezan projesi verilmiş güzel bir kardır

Cuma günleri açıktan ezan projesi için Köln Anakenkt Belediye Başkanı Reker’e teşekkür eden Kuzey, konuşmasını şöyle tamamladı: “Altı ayını doldurmuş bu proje güzel verilmiş bir karar olarak görüyoruz. Çünkü bizim algıladığımız kadarıyla bu proje, özellikle genç Müslüman vatandaşların dürüst bir şekilde entegrasyonuna, yani kapsayıcılığına katkıda bulunmaktadır. Bunun için bir kez daha Köln Belediyesine ve özellikle de Anakent Belediye Başkanı Reker'e ve uygulamada belirleyici rol oynayan Bayan Baum'a ve birimine teşekkür etmek istiyoruz. Özellikle burada doğup büyüyen genç Müslümanlar burada kendilerini daha çok evlerinde hissetmektedir. Onlar kendilerini toplumun doğal bir parçası gibi hissetmektedir.

 

Köln Merkez Camii, güvenin simgesidir

Bizim için bir başka büyük sevinç de bugün, pandemiden bu yana ilk kez Köln Merkez Camimizde herhangi bir kısıtlama olmaksızın Ramazan ayını yaşıyor olmamızdır. Tüm tartışmaların ardından bu cami her şeyden önce bir yuva, umut ve güven simgesi haline gelmiştir. Köln Merkez Camimiz uzun zamandır dini bir merkez olmanın yanı sıra çok ziyaret edilen bir mimari yapıdır. Ortak yolumuzda şimdiden büyük ilerleme kaydettik. Elbette bizi bekleyen bazı zorluklar ve sürprizler olacaktır, ancak Allah'ın izniyle sevindirici ve eğitici şeyler de olacaktır. Bu umut ve güveni hep birlikte taşıyalım ki kalplerimizde barış yeşersin ve böylece burada ve her yerde barış, birlik ve beraberlik artsın.”

 

 

Almanya Protestan Kilisesi Yüksek Kilise Danışmanı ve Dinler Arası Diyalog Sorumlusu Dr. Alexander Kalbarczyk, Alman Piskoposlar Birliği Başkanı Başpiskopos Dr. Georg Bätzing’in selamını ileterek Alman Piskoposlar Birliği’nin Ramazan mesajından pasajlar okuyarak sözlerine başladı. Kalbarczyk, “Birbirimizin kardeşleri olmaya, birbirimiz ile dayanışma göstermeye ve birbirimizi kollamaya çağrılıyoruz. Dünyamızın böyle bir kardeşlik tutumuna her zamankinden daha fazla ihtiyacı var” dedi.

Köln DİTİB Merkez Camii ilk kez ziyaret ettiğinde caminin şeffaflığı ve içerinin kubbeden yansıyan gün ışığı ile aydınlanmasının kendi içinde çok güzel duygulara neden olduğunu ifade eden Kalbarczyk, cami, sinagog ve kilise gibi ibadethanelerin kriz ve savaşlar önünde barışın simgeleri olduğuna vurgu yaparak, iftar davetlerinin yeni dostluklara vesile olduğuna ve insanların tanışmasına vesile olduğunu söyledi.

 

Alman Piskoposlar Kurulu Sekreteryası ve İslam, Orta ve Doğu Avrupa ile Uluslararası Çatışma Alanları Sorumlusu Dr. Andreas Herrmann da Almanya Protestan Kilisesi Başkanı Annette Kurschus’un selamlarını ileterek söze başladı. Ramazan’ın artık Almanya’daki hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğunu vurgulayan Herrmann, Müslümanların oruç tutmasının Protestanlar için de önemli bir ilham kaynağı olduğunu ifade etti.

 

Diğer dinlerde de oruç ibadetinin olduğunu ancak Müslümanlarda ise bu ibadetin çok daha içtenlikle ve sağlam yapıldığını söyleyen Herrmann, Ramazan ayının köprüler inşa ettiğini ve başka zaman bir araya gelmesi düşünülemez olan insanları bir araya toplayabildiğini ifade etti.

Köln Liberal Musevi Cemaati Başkanı Rafi Rothenberg’de, ‘Dost zor günde belli olur’ diye konuştu. Türkiye’de yaşanan depremde İsrail’den gelen yardım kurtarma ekiplerini gördüğünde bir İsrail’li olarak çok duygulandığını söyleyen Rothenberg, “İnanıyorum ki burada veya İsrail’de böyle bir felaket olsa Türkler de aynı şekilde yardımda bulunurlardı” dedi. Cemaatle depremden dolayı Türk halkı için topluca dua ettiklerini de söyleyen Rothenberg, “Umarım en kısa zamanda yıkılan yerler tekrar inşa edilir” diye konuştu.

 

İftar programı okunan akşam ezanınını ardından hep birlikte oruçların açılmasıyla sona erdi.

Öte yandan, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Niedersachsen Eyalet Birliği tarafından düzenlenen iftar programına Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı Stephan Weil, Nürnberg DİTİB Eyüp Sultan Camii tarafından düzenlenen iftar programına Bavyera eyalet Başbakanı Dr. Markus Söder, eski Eyalet Başbakanı Dr. Günther Beckstein ve Bavyera SPD milletvekili Arif Taşdelen katılırken, Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Başbakanı Hendrik Wüst, Düsseldorf kentinde düzenlediği iftar yemeğine de NRW DİTİB Eyalet Birliği ve Düsseldorf Bölge Birliği Başkanı Ersin Özcan iştirak etti.

 

 

Ab dem 17. April 2023 wird ein Schalter in der KFZ-Zulassungsstelle des Landratsamts Würzburg in der Zeppelinstraße 15 auch für Bürgerinnen und Bürger der Stadt Würzburg geöffnet. Mit diesem zusätzlichen Angebot des Landratsamts nehmen Stadt und Landkreis Würzburg die Kooperation aus den Jahren vor Corona wieder auf.

 

Eingeschränkte Dienste und Kapazitäten

 

Bürgerinnen und Bürger der Stadt Würzburg können den Schalter am Landratsamt zu den Öffnungszeiten der Dienststelle Würzburg ohne Terminvereinbarung nutzen. Da schon jetzt mit einem hohen Aufkommen zu rechnen ist, kann es bereits frühzeitig zu einem Aufnahmestopp kommen. Die Mitarbeitenden der Zulassungsstelle am Landratsamt bitten schon vorab um Verständnis.

 

Folgende Dienste werden für Stadtbürger angeboten:

· Zulassung von Neu- und Gebrauchtfahrzeugen

· Umschreibungen mit und ohne Halterwechsel

· Änderungen von Halter- oder Fahrzeugdaten

· Außerbetriebsetzungen (Abmeldungen) und Wiederzulassung

 

Wichtig: Die Zulassungsstelle für Stadtbürger am Landratsamt ist nur für Privatpersonen geöffnet. Händler und Zulassungsdienste müssen weiterhin Termine im Bürgerbüro der Stadt Würzburg vereinbaren.

 

Die Zuteilung von Wechselkennzeichen sowie roten Dauerkennzeichen, Vorgänge, die Ausnahmegenehmigungen erforderlich machen und das Ausstellen von Ersatzdokumenten nach Verlust oder Diebstahl sind ebenfalls nur mit Termin im Bürgerbüro der Stadt Würzburg möglich.

 

Bürgerinnen und Bürger, die die Dienstleistungen in der Zulassungsstelle des Landratsamts wahrgenommen haben, sollen etwaige Termine bei der Stadt nach erfolgter Zulassung stornieren, um die Wartezeit dort auch für andere Kundinnen und Kunden zu verkürzen.

 

Die Öffnungszeiten der Zulassungsstelle am Landratsamt Würzburg sind:

 

· Montag bis Freitag von 7:30 Uhr bis 12:00 Uhr (vorzeitiger Annahmeschluss möglich) sowie

· Montag und Donnerstag von 14:00 Uhr bis 16:30 Uhr (vorzeitiger Annahmeschluss möglich)

· Dienstag und Mittwoch am Nachmittag nach telefonischer Vereinbarung

In der Dienststelle Ochsenfurt in der Kellereistraße 8 sind Zulassungen weiterhin nur für Landkreisbürgerinnen und – bürger möglich.

 

 

 

Die Männer und Frauen der Feuerwehren verdienen in höchstem Maße Respekt und Anerkennung für ihre Arbeit. Manche von ihnen zeichnen sich allerdings durch ein besonders außerordentliches Engagement aus: Winfried Weidner ist einer von ihnen. Für sein Wirken als Feuerwehrmann ernannte Landrat Thomas Eberth Weidner wenige Tage vor dessen 66. Geburtstag zum Ehren-Kreisbrandinspektor des Landkreises Würzburg.

 

Winfried Weidner füllte mehr als vier Jahrzehnte lang verantwortungsvolle Führungsaufgaben im Feuerwehrwesen mit Leben, unter anderem als erster Kreisjugendwart des Landkreises Würzburg, Unterfrankens Bezirksjugendwart, als Kreisbrandmeister und schließlich als Kreisbrandinspektor (KBI) des Landkreises Würzburg im Inspektionsbereich West. Im Kreis von Familienangehörigen und mehreren Dutzend Wegbegleitern aus Feuerwehr und Politik erwiesen ihm Landrat Eberth und Kreisbrandrat Michael Reitzenstein dafür in einer ganz persönlichen Feierstunde am Landratsamt Würzburg die Ehre.

 

Besondere Verdienste um die Nachwuchsarbeit der Feuerwehren

 

„Dein Engagement insbesondere im Bereich der Ausbildung, der Nachwuchsgewinnung oder der Ausstattung unserer Feuerwehren mit Fahrzeugen und modernem Gerät hat zweifellos zum Entstehen einer leistungsfähigen und einsatzstarken Feuerwehr in unserem Landkreis beigetragen“, lobte Thomas Eberth. „Du hast das Feuerwehrwesen zum Schutz von Mensch, Tier, Haus und Hof weiterentwickelt und dir dabei auch über die Grenzen des Landkreises Würzburg ein hohes Ansehen erworben.“

 

Der frühere Bezirksjugendwart und Kreisbrandinspektor West im Landkreis Würzburg Winfried Weidner (Mitte) wurde von Kreisbrandrat Michael Reitzenstein und Landrat Thomas Eberth zum Ehren-Kreisbrandinspektor ernannt.

Foto: Christian Schuster

 

Denn mit dem Beitritt Weidners zur Freiwilligen Feuerwehr Hettstadt am 1. Januar 1976, mit knapp 19 Jahren, habe eine Feuerwehr-Laufbahn begonnen, „die ihresgleichen sucht“, lobte Landrat Thomas Eberth in seiner Laudatio. Nach einem Wohnortwechsel nach Waldbrunn und dem Übertritt in die dortige Freiwillige Feuerwehr folgten eine Vielzahl von Weiterbildungen. Nach der Ernennung zum Löschmeister, der Wahl zum 2. Kommandanten der FFW Waldbrunn und der Ernennung zum Kreisbrandmeister folgte schließlich im Jahr 2001 die verantwortungsvolle Aufgabe als Kreisbrandinspektor. Seit 2010 wirkte Weidner zudem als Kontingentführer HLK Landkreis Würzburg sowie als Örtlicher Einsatzleiter.

 

Ein besonderer Fokus Weidners galt seit jeher der Jugendarbeit. Auf sein Wirken hin wurde im Landkreis Würzburg die Stelle des Kreisjugendwartes geschaffen, die Weidner ab 1993 über viele Jahre hinweg bekleidete und nach dessen Vorbild auch das Amt des Bezirksjugendwartes für den Regierungsbezirk Unterfranken entstand.

 

Und die professionelle und leidenschaftliche Jugendarbeit zeigte Erfolg: Aus den 1993 rund 260 Feuerwehranwärtern in 40 Feuerwehren des Landkreises Würzburg waren schon im Jahr 2005 mehr als 1000 Feuerwehr-Jugendliche geworden. In den 113 Freiwilligen Feuerwehren des Landkreises Würzburg können bis heute fast 90 Jugendgruppen gezählt werden.

 

Für seine Verdienste wurde Winfried Weidner schon zuvor vielfach ausgezeichnet, unter anderem mit der Ehrennadel der Deutschen Jugendfeuerwehr (DJF) in Silber und Gold, dem Deutschen Feuerwehr-Ehrenkreuz in Silber sowie dem Feuerwehr-Ehrenzeichen als Steckkreuz. Mit dem Blick auf Ehrungen, Danksagungen und Auszeichnungen drückte Landrat Thomas Eberth sein Bedauern aus: Vieles sei seit dem Jahr 2020 pandemiebedingt nicht möglich gewesen, wichtige Treffen hätten nicht stattfinden können. Umso mehr freue es ihn, dass man jetzt die Zeit habe, eben diese Dinge nachzuholen. „Die Ernennung zum Ehren-Kreisbrandinspektor ist etwas Besonderes und die hast du dir redlich verdient“, so Eberth.

 

Winfried Weidner dankt Wegbegleitern, Unterstützern und Familie

 

Der neu ernannte Ehren-Kreisbrandinspektor Winfried Weidner bedankte sich in einer bewegenden Ansprache bei Landrat Thomas Eberth, Kreisbrandrat Michael Reitzenstein und Altlandrat Eberhard Nuß sowie auch den zahlreichen Bürgermeisterinnen und Bürgermeistern, Feuerwehrbrüdern und –schwestern sowie Wegbegleitern.

 

Weidner betonte den Wert der Gemeinschaft und der Kameradschaft in den Kreisen der Feuerwehr. „Ohne die Kameradschaft läuft nichts in der Feuerwehr! Wenn die aber stimmt, dann läuft der Rest von alleine“, gab Winfried Weidner den Anwesenden mit auf den Weg. Der Ehren-KBI betonte, dass im Landkreis Würzburg alle Beteiligten stets im Sinn hatten, die Feuerwehren in ihrer Entwicklung voranzubringen.

 

Weidner erinnerte sich hauptsächlich an die schönen Zeiten vor allem in der Jugendarbeit, aber auch bedrückende Erfahrungen. Denn die Arbeit als Retter in Notsituationen sei auch eine Belastung für die Seele, wenn Unglücksfälle manchmal nicht glimpflich ausgingen. Am Ende blieben ihm aber vor allem die Momente in lebhafter Erinnerung, wenn Einsätze gut geendet hatten. „Einmal hat mich nach einem Einsatz einer der Geretteten gesucht und umarmt. Ich war sehr stolz, das war der schönste Dank von allen.“ Letztlich könne der Landkreis Würzburg die Früchte aller Anstrengungen tragen: Am Ende seiner Feuerwehr-Karriere im Jahr 2021 habe sich Weidner über die aktive Arbeit in 87 Jugendgruppen gefreut. „Ich bin stolz auf das, was wir gemeinsam erreicht haben.“

 

Weidners innigster Dank galt allerdings seiner Familie. In den rund vier Jahrzehnten seines Schaffens blicke er rund 500 Termine alleine für die Abnahme von mehr als 7500 Leistungsprüfungen zurück, 43 Mal habe er sich selbst in zum Teil mehrtägigen Kursen fortgebildet. Seine Frau Manuela und die gesamte Familie seien ihm dabei stets zur Seite gestanden. „Ohne meine Unterstützer wäre das nicht gegangen“, so Weidner in die Runde. Und mit festem Blick auf seine Frau schloss er: „Ich bin euch unendlich dankbar.“

 

Türk-Alman Kültür tarihi alanında yaptığı çalışmalar ile tanınan Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik son eserinde “Türk Kahvesi’nin 300 Yıl Önce Almanya Coğrafyasına Yansıyan İzleri”ni ortaya koydu.

 

Würzburg Türkleri‘nin en önemli alışveriş merkezi AHSA Şirketler grubu merkezini ziyaret eden tarihçi Dr. Latif Çelik, Ahmet ve Asım Baştürk kardeşlere kültür tarihi araştırmalarını içeren son eserini hediye etti. Dr. Çelik ziyaretinde, “Tarih ve kültür bir milletin varlığı ile ilgili bir konudur. Dolayısı ile bu eserin milli kültür mensubu tarihsever okuyucuya ulaşması benim için çok önemlidir. Baştürk kardeşlerin kültürel değerlerimize olan samimiyetini 40 yıldır yakından takip eden biri olarak kendilerini tebrik ediyorum. Baştürk Ailesi kültürün siyasetinin olmadığını, ama sahip çıkınca Türk Milleti‘nin tamamının bundan faydalanacağını bilen insanlardır” şeklinde konuştu.

 

Kitabı yarın hediyesi olarak alan Ahmet ve Asım Baştürk ise, “Harika bir çalışma olmuş. Bilim insanları bizim kültürümüzde saygıyı hakeden toplumsal değerlerimizdir. Yazarın emeğinin ne kadar kutsal olduğunun da farkındayız. Hepimiz biliyoruz ki, çocuklarımız ve torunlarımızın gelecek nesilleri bu topraklarda yaşayacaklardır. İnanç ve kültüründen uzaklaşmamak adına nesiller öncesi bize ait olan kültür tarihi izlerinin gün yüzüne çıkarılmasını önemli buluyoruz. Bu alanda yapılan çalışmaları saygı ile karşılıyor ve Dr. Latif Çelik‘i bu önemli emeğinden dolayı kutluyoruz” dediler.

 

Yazar Dr. Latif Çelik tarafından imzalanan kitap Baştürk kardeşlere takdim edilirken imzalı kitap ile hatıra resmi çekildi.

 

 

 

 

 

 

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin geçmiş tüm liderleri ve bugünkü lideri hep aynı siyasi hatayı yaptılar hala daha da yapmaya devam ediyorlar.

Hem Kıbrıslı Türklerle “sözde” ortak bir devlet kurmak ve birlikte yaşamak istediklerini söylüyorlar, hem de Kıbrıslı Türklere yaşam hakkı tanımamak için her tür girişimi yapmaktan çekinmiyorlar.

 

En basit örneği, geçmiş hafta içinde yaşanan iki siyasi boyutlu olayda, Rumların Kıbrıslı Türklerin ve KKTC’nin varlığına tahammül edememeleri ve ortaya koydukları düşmanca tavırları.

 

Bilmiyorlar ki, uluslararası siyasi ortamlarda KKTC’nin yer almaması ve varlığının yok sayılması için yaptıkları akıl almaz girişimler ve düşmanlıklar, adada yaşamlarını sürdürmekte olan Kıbrıs Türk ve Rum halklarının arasını her seferinde biraz daha açmakta ve aralarındaki düşmanlığı körüklemekte.

 

Kıbrıslı Türklerin yok sayılması için ortaya koydukları bu düşmanca tavırlarla, adada kurulmak istenen barışı darbelediklerinin, bir müddet sonra da, kendilerine dostça el uzatacak, güler yüzle karşılayacak ve ellerini sıkacakları bir tek Kıbrıslı Türk bulamayacaklarını fark ettiklerinde de kendileri için çok geç olacağını elbet bir gün anlayacaklar.

 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Meclis Başkanı Annita Dimitriu’nun, Bahreyn’de 146’ıncısı gerçekleştirilen Parlamentolar Arası Birlik Toplantısı çerçevesindeki bir toplantıda KKTC bayrağının açılması ile ilgili Bahreyn Temsilciler Meclisi Başkanı’na mektup göndermesi, bayrağın kaldırılmasını istemesi ve yaptığı KKTC’yi aşağılayıcı açıklama, Kıbrıslı Türkler için hiçte sempati duyulacak bir davranış olmadı.

 

Devamla, Güney Kıbrıs, AB üyesi Macaristan’ın yetkililerinin de huzurunda Ankara’da düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı’nın olağanüstü toplantısında KKTC bayrağının kullanılmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmesi ve Macaristan’dan hesap sorması bir başka çirkin siyasi davranıştı.

 

Bırakın geçmişte Rumların, Kıbrıslı Türklere yaptıkları insanlık dışı davranışları, bu her iki olayda bile Kıbrıslı Türklerin aklında, “bizi ezmek için ellerinden geleni yapan, bizlere yıllarca insanlık dışı ambargo uygulatan bu Rumlarla biz nasıl ortaklık yapacağız, nasıl birlikte yaşayacağız” sorusu geldi.

 

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın artık AB’nin, BM’nin ve ABD’nin sadece Rumları var sayan tutumlarına tahammülü kalmadı. Kıbrıs adasında, Kıbrıslı Türklerin de var olduğunu ve Rumlarla eşit haklara ve statüye sahip olduğunu her koşul ve yerde anlatmaya kararlı. Yıllardır Kıbrıs konusunda sadece Rumların dinleniyor olmasını ve Kıbrıslı Türklere söz hakkı verilmemesini sineye çekmek gibi bir niyeti yok artık.

 

Türk Devletleri Teşkilatı Zirve Bildirisinde de ifade edildiği gibi, Kıbrıs Türk halkı, Türk dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır ve bundan sonra geleceğin de, -Rumların tüm itirazlarına rağmen- geçmişten daha farklı olacağı kesin…

 

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

Türkiye’de 14 Mayısta yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 28.Dönem Milletvekilliği seçimi Türkiye’de olduğu gibi Yurt dışında yaşayan milyonlarca vatandaşımızın bulunduğu başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde de  seçim heyacanı başladı. Göppingen’in sevilen hocası Salih Sevil MHP Kütahya şehrimizden milletvekilliği için aday, adayı oldu.
 
 
Almanyanın Göppingen şehri Süssen kasabası DİTİB Camiinde kadrolu din görevlisi olarak görev yaptığı yıllarda tanıdığımız Salih Sevil hoca görev süresi dolunca Süssen'li cemaatinde bir burukluk  yaşanmıştı, görevinin bitmesine üzülenler olmuştu. Geride hoş bir seda bırakanlardan olan Salih Sevil hoca,Türkiyemizdeki görevinden 29 yıl sonra  emekliye ayrılınca, kendisini sevenler, Türk Federasyon üyesi Göppingen Türk Milli Kültür Cemiyeti, Yunus Emre Camimizde görev yapmak üzere davet edildi. Burada kanuni işlerinde haledilerek oturumu alındı, uzun yıllar Göppingen'de  görev yaptı. Çok sayıda öğrenciye ilmihal bilgilerini öğretti,onlarca gencimizi camilerde imamlık etme derecesinde yükselti, yetiştirdi. Yetişen gençlerin arkasında zaman, zaman  namazlar kılındı dualar edildi. Salih hoca dini eğitimle birlikte Tiyatro eğitimiyle gençlere piyes, skeçlerle tarihi, dini, sanatla sevdirmeye çalıştı.Gençlerle Spor yaptı geziler organize edilmesine ön ayak oldu. Kısacası yarınlarımızın  emaneti olan gencliğimizle arkadaş oldu onlara bir ağbi,amca oldu, gençleri hep Cami teşkilatında bir arada tuttu.
 
 
Uzun yıllar güzel hizmetlere imza attığına şahit olduk.  Salih hoca  kalbimizde sevginizi daima muhafaza edeceğiz.  Bu gurbet vatana  sevilerek geldiniz burada sizi hatırlatacak dostlar edindiniz öğrenciler yetişirdiniz bu kubbede hoş bir seda bıraktınız, yine severek, sevilerek Türkiyemize döndünüz. Böyle geliş ve gidişler her kula nasib olmaz. Gönüllerimizde hizmetlerini hep hatırlayacagız .
 
 
Anavatanımıza dönen Salih Sevil inandığı, sevdiği, güvendiği Türkiyemizin umudu olan Ülkücü gençliğin ocağı, ülkemizin ümidi olan MHP den 28. dönem Kütahya 'dan aday oldu. Kendi deyimiyle. "Biz Benlikten, kibirden uzak, art niyetsiz samimiyetle ülkemize, memleketimize hizmet edebilme yolunda adım attık”diyen Salih Sevil, “Biz Ekip Olarak Halkımızla, Gönüldaşlarımızla Birlikte Başaracağız İnşallah” dedi. Yolun açık vekilliğin şimdiden hayırlı olsun Salih hocam.
 
Haber ve Resim: Dogan Tufan