Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Für Gartenliebhaberinnen und Hobbygärnter ist der Garten eine Möglichkeit, den Alltag und den Stress hinter sich und die Seele baumeln zu lassen. Spannend wird es für Gartenbegeisterte, wenn sie auch in fremden Gärten lustwandeln und das eine oder andere anregende Gespräch mit Gleichgesinnten führen können.
 
Dies wird in diesem Jahr wieder für zahlreiche Gartenbesucher im Landkreis Würzburg am Tag der offenen Gartentür, Sonntag 26. Juni 2022, möglich sein.
 
Hierfür suchen das Landratsamt Würzburg und der Kreisverband für Gartenbau und Landespflege Würzburg Gartenbesitzer, die ihren Garten zahlreichen Besuchern für einen Kurzurlaub im Grünen öffnen.
 
Jessica Tokarek, Kreisfachberaterin für Gartenkultur und Landespflege, freut sich über große und kleine Gartenparadiese, Küchen- und Kräutergärten, romantische Landhaus- und moderne Stadtgärten. Auch Gärten im Entstehen sind an diesem Tag gern gesehen, bieten sie doch Gesprächsstoff sowohl für Besitzer als auch für Besucher.
 
Wer also in diesem Jahr seine Gartenpforte am 26. Juni für interessierte Besucher öffnen möchte, sollte sich bis zum 27. Februar 2022 mit Jessica Tokarek in Verbindung setzen.
Wie schon in den vergangenen Jahren, besteht auch 2020 wieder die Gelegenheit, die Gärten individuell und je nach gestalterischem Schwerpunkt, Blütenfülle und unabhängig bzw. zusätzlich zum offiziellen „Tag der offenen Gartentür“ zu öffnen. Dies wird in einer Broschüre und in den Medien veröffentlicht.
Weitere Informationen und Anmeldung bei Jessica Tokarek, Kreisfachberaterin für Gartenkultur und Landespflege beim Landratsamt Würzburg, Friesstraße 5, 97074 Würzburg, Tel. 0931 8003-5463, E-Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!.
 
Bildunterschrift:
Der Tag der offenen Gartentür erfreut sich jedes Jahr großer Beliebtheit, wie hier in einem Privatgarten in Uettingen. Wer öffnet sein grünes Reich beim Tag der offenen Gartentür, der heuer am 26. Juni stattfindet? Kreisfachberaterin Jessica Tokarek nimmt ab sofort Bewerbungen an.
Foto: Eva Schorno
Dünyanın en büyük Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’in Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) düzenlediği programda,Azerbaycan Türkiye Mezunları ve Karabağ Şehit aileleri ile buluştu. Türkiye’nin Milli Teknolojik hamlesine ilişkin sunum yapan Bayraktar, İHA ve SİHA’ların yapılış hikâyesini anlatarak, Karabağ zaferindeki rollerine dikkat çekti. 
 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Azerbaycan Türkiye Mezunlarını ve Karabağ Şehit ailelerini dünyanın en büyük Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’in Yönetim Kurulu Başkanı ve Baykar Teknoloji firmasının Savunma Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar ile buluşturdu. Programda, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Diaspora Komitesi  Başkanı Fuad Muradov, Türkiye Cumhuriyeti Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı ve YTB Başkanı Abdullah Eren yer aldı. Bayraktar, programda Türkiye’nin Milli Teknolojik hamlesine ilişkin sunum yaptı ve İHA ile SİHA’ların yapılış hikâyesini anlattı. 
 
 
TÜRKİYE BURSLARI İLİŞKİLERE CİDDİ KATKILAR SAĞLIYOR 
 
Etkinlik çerçevesinde konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, 2011 yılından beri Türkiye Burslarını veren kurum olarak YTB'nin Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine ciddi katkı sağladığını belirtti. Eren, diğer taraftan Türkiye ve Azerbaycan diasporaları arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için de projeler hayata geçirdiklerini söyledi. 7 binden fazla Azerbaycanlı Türkiye Mezunu olduğu bilgisini paylaşan Eren, bunlardan 6 bine yakınının burslu olduğunu ifade etti. 1992 yılında yeni bağımsızlığını kazanmış Türk Cumhuriyetlerine katkı sağlamak için eğitim işbirliği alanında bu burs programının hayata geçirildiğini dile getiren Eren, “Şu anda hali hazırda 500’e yakın öğrencimiz Türkiye’de eğitim almakta. Bu seneki başvurularımız devam ediyor. 2500’e yakın başvuru almış durumdayız” dedi. 
 
 
TÜRKİYE TUZ VE EKMEK HAKKINI VERDİ
 
Toplumları ve milletleri birbirine bağlayan unsurlar içinde; ortak tarih ve kültürel yakınlıklar olduğu kadar gelecek vizyon perspektifleri de bulunduğunu belirten Eren, “Kafkas İslam Ordusu Gence’ye geldiğinde teyzelerimiz gelen askerlere tuz ve ekmek ikram etmişlerdi. Bizim kültürümüzde zor durumda kaldığınızda temel ihtiyaçlarınızı karşılamak için sormadan akrabanızdan tuz ve ekmek temin etme hakkı vardır. Kafkas İslam Ordusu’ndan 100 sene sonra, Karabağ’ın işgalinden 30 sene sonra Türkiye yine, Bayraktar ailesine ve milli teknoloji hamlesine nasip olacak şekilde Azerbaycan’a tuz ve ekmek hakkını verdi. Azerbaycan halkı Cumhurbaşkanımızın liderliğinde; siyasi, askeri, iktisadi ve her alanda Türkiye’nin kendi yanlarında oluşunun somut çıktısını Karabağ zaferinde görmüş oldu. Türkiye Mezunları olarak sizler de tuz ve ekmek hakkına tabisiniz” diye konuştu. 
 
 
MEZUNLAR TÜRKİYE VE AZERBAYCAN’A KATKI SAĞLAMAYA DEVAM EDECEK 
 
Türkiye Bursları ile eğitimlerine devam eden öğrencilerin Azerbaycan’ın ve Azerbaycan’ın geleceğinin emaneti olduğunun altını çizen Eren, “Onlar da siz mezunlar gibi Azerbaycan’a ve Türkiye’ye katkı sağlayama devam edecekler. Selçuk Bayraktar Bey ile sizleri buluşturmak istedik. Karabağ zaferinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu hepimiz biliyoruz. Milli Teknoloji hamlesi ve Bayraktar ailesinin içinde bulunduğu felsefe; madde ile mananın, anlam ile fiziğin bir araya geldiği bir felsefedir. Bunlar sadece teknolojik gelişmeler değil, içinde anlam ruh taşıyan gelişmelerdir. Türkiye ve Azerbaycan’ın gelişmesinde bu ruh var. Sizin gibi mezunlarımız bu ruhu muhafaza etme konusunda kararlılar” dedi. 
 
 
BİZİ BİZ YAPAN; KARDEŞLİĞİMİZ, DİLİMİZDİR, DİNİMİZDİR, KÜLTÜRÜMÜZDÜR
 
Türkiye, Azerbaycan ilişkilerini sadece belli bir döneme bağlamanın zor olacağını ifade eden Türkiye Cumhuriyeti Bakü Büyükelçisi Cahit Bağcı, “Türkiye, Azerbaycan ilişkilerini bir tarihe bağlamak, belli bir döneme bağlamak oldukça zordur. Fakat bizim hafızamız yakın döneme odaklanır. Bu yakın dönemde de Türkiye, Azerbaycan ilişkilerinin en büyük nişanesi; kurtuluş savaşında her cephede omuz omuza savaşılması, Kafkas İslam ordusunun Bakü’nün kuruluşundaki emeği ve zafere giden yoldaki katkısıdır. Bu açıdan biz bugün Türkiye, Azerbaycan ilişkilerini konuşurken, tek millet olduğumuzu vurgularken; tarihteki bu referans noktalarını, birlikteliği, en önemlisi bu mayayı korumak zorundayız. Bizi biz yapan; bu mayadır, kardeşlik duygusudur, dilimizdir, dinimizdir ve kültürümüzdür. Bizi birbirimize bağlayan bu bağlardır” diye konuştu.
 
 
TEKNOFEST’E BÜTÜN DÜNYADAKİ AZERBAYCANLI VATANDAŞLARI DAVET EDİYORUZ
 
Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Diaspora Komitesi  Başkanı Fuad Muradov da Türkiye ve Azerbaycan diasporaları arasındaki birlikteliğe dikkat çekti. Karabağ zaferinden sonra diasporalar arasındaki ilişkilerin daha da güçlendiğini dile getiren Muradov, “Azerbaycan ve Türkiye diasporası büyük istikrarla ilerliyor. Son iki yılda her iki kurum arasında 8 görüşme gerçekleştirildi. Karabağ savaşından sonra Türkiye ve Azerbaycan diasporaları birbirine daha yakın olmuştur. Bunun için her bir soydaşımıza teşekkür ediyorum. Bizim iki liderimizin hayata geçirdiği siyaset bütün kurumlarımız arasında da mevcuttur. Bu ilişkilerimizin temeli tarihimize gitmektedir. Bugün burada olan mezunlarımız Azerbaycan ve Türk dünyası için çok önemlidir. TEKNOFEST’e bütün dünyadaki Azerbaycanlı vatandaşları davet ediyoruz. Bugünkü görüşlerimiz gelecek istikametin ve Türk dünyasının daha da güçlenmesine yol açacaktır. Mezunlarımız gelecekte Türk dünyasının dostları olacaktır. YTB ile kurumumuz ilişkilerini uzun müddetli devam ettirecektir. Yaşasın Türk dünyası, yaşısın sizin gibi akıllı mezunlarımız” şeklinde konuştu. 
 
 
YURT DIŞINDAKİ İLK TEKNOFEST AZERBAYCAN’DA
 
Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST’in Yönetim Kurulu Başkanı ve Baykar Teknoloji firmasının Savunma Teknik Müdürü Selçuk Bayraktar programda Türkiye’nin Milli Teknolojik hamlesine ilişkin sunum yaptı. 
Azerbaycan’da yapılacak programın yurt dışında düzenlenecek ilk TEKNOFEST olduğunu aktaran Bayraktar, “TEKNOFEST; Türkiye’de 5’inci yılına ulaştığımız, toplumun her kesimiyle yürüttüğümüz bir paradigma dönüşümü ve adına milli teknoloji hamlesi dediğimiz, kültürel bir dönüşüm hamlesidir.  Yurt dışında bir TEKNOLFEST düzelmeyeceksek can kardeşlerimizin bulunduğu Azerbaycan’da olsun istedik. İnşallah tarih boyunca geliştirdiğimiz dostluk ve kardeşlik bu gibi etkinliklerle devam eder” dedi. 
 
 
POZİTİF BİLİMİN METODOLOJİSİNİ KURGULAYAN ECDADIN ÇOCUKLARIYIZ
 
Pozitif bilimin kurucusunun kendi medeniyetimiz olduğuna dikkat çeken Bayraktar, şunları kaydetti: “Biraz zamanı geri aldığımızda pozitif bilimin kurucusu olan bir medeniyetten bahsediyoruz. Benim de uzmanı olduğum robotik teknoloji alanının öncüsünün Cizre’de yaşamış Ceziri olduğunu görüyoruz. Pozitif bilimin metodolojisini dahi kurgulayan ecdadın çocuklarıyız. Bugün ise teknoloji ve bilim alanında gerekli dönüşümü sağlayamadığımızdan Batı’nın daha önde olduğunu görüyoruz. Ama inşallah bu dönüşümün de yeni nesillerle, bakış açımızı değiştirmemizle birlikte olacağını ümit ediyoruz. Bu alanda Türkiye Teknoloji Takımı olarak çalışmaya devam ediyoruz.” 
 
1900 yılarla başlayan havacılık serüvenine ilişkin Osmanlıda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında girişimler olduğunu belirten Bayraktar, bu girişimlerin bürokratik yaklaşımlar ve suikastlarla engellendiğine dikkat çekti.  Baykar ailesi olarak kendilerini geleceğe vakfettiklerini ifade eden Bayraktar, “Havacılık sektörüne baktığımızda Osmanlı’da ve Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli gelişmelerin olduğunu görüyoruz. Vechi Hürkuş ve Nuri Demirağ’ın yaptıkları işlerin maalesef önünün kesildiğini görüyoruz. Nuri Killigil’in girişimi de bunlardan bir tanesi... Kimileri 'suikast' diyor. 1950’li yıllara varmadan mühimmat ürettiği fabrikada şehit oluyor. Teknolojideki yeni dönüşümleri sörf dalgasına benzetebiliriz. Dalganın önünde olduğunuzda daha avantajlı durumda oluyorsunuz. Sörf dalgasının arkasına düştüğünüzde artık yakalamanız mümkün olmuyor.  İHA’lar yeni sörf dalgasına benziyor. Bizim Baykar’da ailecek verdiğimiz mücadele yeni dalganın doğuşuna denk gelen dönemde başlıyor. Aslında geleceğe kendini vakfetme mücadelesinden gelen başarı hikâyesi var çalışmalarımızda” diye konuştu. 
 
 
MİLLİ TEKNOLOJİ HAMLESİ OLACAKSA TOPLUMSAL SEFERBERLİKLE OLMALI 
 
Bayraktar, Türkiye'de gerçekten milli teknoloji hamlesi olacaksa adeta toplumsal seferberlikle, Baykar gibi sadece savunma sanayi değil diğer tüm alanlarda onlarca girişimle hatta kültürel bir değişimle olması gerektiğini sözlerine ekledi. Bu dönüşümün gerçekleşmesi için Türkiye Teknoloji Takımı Vakfını kurduklarını söyleyen Bayraktar, teknoloji hamlesinin toplumda 7’ten 70’e dip dalgayı hedefleyen dönüşüm rüzgarı olduğunu vurguladı. Bayraktar konuşmasının sonunda Karabağ Zaferinde şehit olanlara Allah’tan rahmet diledi. 
 
 
TÜRKİYE MEZUNLARI SARSILMAZ BİR KÖPRÜDÜR
 
Mezunlar adına konuşan Azerbaycan Türkiye Mezunları Derneği Başkanı Telman Nusretoğlu ise şunları kaydetti: “İki cumhurbaşkanının siyasi zekâsı ve devletlerimizin aklıyla bu coğrafyada, güney Kafkasya’da yeni bir denklem oluşturduk. Ortak bir güç ortaya koyduk. Böyle bir irade, böyle bir ortak ruh bizi böyle günlere getirdi. Bu ruhun merkezinde de Türkiye Mezunları bulunuyor. Türkiye Mezunları sarsılmaz bir köprüdür.” 
 
Dünyanın en büyük Havacılık, Uzay ve Teknoloji Festivali TEKNOFEST bul yıl 26-29 Mayıs tarihleri arasında Azerbaycan’da gerçekleştirilecek.
Regenstauf - 102 Rehabilitanden feierten jetzt ihren erfolgreichen Neustart in eine bessere berufliche Zukunft. Nach zwei Jahren Umschulung am Berufsförderungswerk Eckert haben die Absolventen mit ihrem neuen Fach- und Methodenwissen nun wieder die besten Voraussetzungen, um mit der Dynamik der modernen Arbeitswelt Schritt halten zu können. 
 
Über 100 Absolventen wagten vor zwei Jahren eine berufliche Umschulung - ein Schritt, der von Chancen und Risiken zeugt, da meist unter erschwerten Bedingungen eine berufliche Neuorientierung als zweite Chance ergriffen wird. Doch der Ehrgeiz und die Mühen der Teilnehmer des Berufsförderungswerks Eckert wurden belohnt. Die Absolventen freuen sich über ein berufliches Comeback und sind erfolgreich zurück auf Kurs.
 
Die Berufsfelder und Fachrichtungen in den Abschlusszeugnissen reichen vom Bauzeichner, Mediengestalter oder Fachinformatiker bis hin zur Kauffrau für Büromanagement und Qualitätsfachfrau. Acht der erfolgreichsten Absolventen und Absolventinnen (Christian Lugauer, Daniel Super, Wilhelm Sichert, Michael Schulz, Markus Freddy Eißmann, Bettina Dürnhöfer, Stefanie Zidorn und Sylvia Vollert) schließen ihre Umschulung sogar mit der Traumnote 1,0 ab. Insgesamt erhielten 29 Teilnehmer eine Auszeichnung für eine Abschlussnote im Bereich von 1,0 bis 1,5 und dafür auch die begehrte "Eckert Trophy", eine Glastrophäe der Eckert Schulen in Anerkennung der Bestleitung während der Umschulung. "Die Rehabilitanden werden mit den neu erworbenen Fertigkeiten zukünftige berufliche Herausforderungen mit Bravour meistern", ist sich Friedrich Reiner, Geschäftsführer des Berufsförderungswerks Eckert, sicher. 
 
Dass die Absolventen mit besten Voraussetzungen in den ersten Arbeitsmarkt eintreten, bestätigen auch die Integrationsquoten des Berufsförderungswerks: Selbst in Zeiten der Pandemie, in der sowohl Bildungsanbieter als auch der Arbeitsmarkt maßgeblich unter Druck standen, fanden 2021 dennoch knapp 90 Prozent der Teilnehmer direkt nach dem Abschluss der Umschulung eine Anstellung. "Die digitalen Kompetenzen unserer Absolventen überschreiten bei weitem das normale Maß", so Reiner. Er sieht in der Pandemie einen Antreiber der Digitalisierung und möchte das Potential dieser Transformation für das Berufsförderungswerk und alle Beteiligten voll ausschöpfen. 
 
Auf die traditionelle Feier mit Angehörigen und Ehrengästen wurde Corona-bedingt verzichtet. Die Verabschiedung für die einzelnen Klassen fand gemeinsam mit den Fachbereichs- bzw. Abteilungsleitern im kleinen Rahmen statt, sodass der persönliche Erfolg dennoch gefeiert werden konnte. 
 
Titelbild: 
 
Die Abschlussklassen wurden Corona-bedingt im kleinen Kreis verabschiedet und kehren mit Bestnoten gestärkt auf den ersten Arbeitsmarkt zurück. Foto: Eckert Schulen
 
 
 
 
An den Eckert Schulen legen heute jedes Jahr rund 9.000 Teilnehmer den Grundstein für einen erfolgreichen Karrieresprung oder für neue Karriereperspektiven. Die Unternehmensgruppe beschäftigt heute am großzügigen Lern- und Studiencampus vor den Toren Regensburgs sowie an mehr als 50 Standorten im gesamten Bundesgebiet rund 1.800 Mitarbeiterinnen und Mitarbeiter. Foto: Eckert Schulen

Neuer Premium-SUV schon jetzt ausgezeichnet...

 

Köln, 21. Januar 2022. Die Geschichte der Sicherheitsinnovationen von Lexus ist lang und eindrucksvoll – und wird mit dem neuen Lexus NX weitergeschrieben. Das SUV der Premium-Mittelklasse bietet neue Technologien zum Schutz aller Insassen und knüpft eine enge Verbindung zwischen Fahrer und Fahrzeug, um das Unfallrisiko weiter zu verringern.

 

 

 

Das hohe Maß an intelligenter Sicherheit verdeutlicht beispielsweise der neue Safe Exit Assist. Er ist mit der neuen elektromechanischen Türöffnung verknüpft und nutzt die Radarsensoren des Totwinkel-Assistenten. Erkennt dieser einen Fahrradfahrer oder andere Verkehrsteilnehmer, die sich von hinten nähern, wird eine optische und akustische Warnung ausgelöst und ein Entriegeln der Türen verhindert. Das System agiert damit wie ein Chauffeur, der sich zunächst vergewissert, dass der Weg frei ist, ehe er die Fahrgäste sicher aussteigen lässt.

Lexus war der erste Hersteller, der diese Sicherheitstechnologie mit einer elektromechanischen Türverriegelung kombiniert hat und dafür bei den prestigeträchtigen Automobile Awards 2021 des Automobile Club de France mit dem Preis „Sicheres Fahrzeug“ ausgezeichnet wurde. 95 Prozent der Unfälle, die durch ein Öffnen der Fahrzeugtüren verursacht werden, können mit dem Safe Exit Assist verhindert werden.

 

 

Der Safe Exit Assist ist Teil eines umfassenden Sicherheitspakets für den neuen NX, in dem auch die dritte Generation des Lexus Safety System + ihren Einstand feiert. Dieses bietet neue und erweiterte Funktionen, erkennt noch mehr Unfallrisiken als zuvor, warnt den Fahrer und nimmt notfalls Brems- oder Lenkeingriffe vor. Ziel ist es, noch mehr Kollisionen zu verhindern oder die Folgen eines unvermeidlichen Aufpralls zu verringern.

So können die Radar- und Kamerasysteme des Lexus Pre-Crash Safety Systems (PCS) jetzt auch Fußgänger und Motorräder erkennen, die sich im Fahrweg des Fahrzeugs befinden. Auch beim Abbiegen in Kreuzungsbereichen verhindert das System nun drohende Zusammenstöße mit entgegenkommenden Fahrzeugen oder kreuzenden Fußgängern. Außerdem gibt es einen neuen Notfall-Lenk-Assistenten. Dieser unterstützt den Fahrer beim Ausweichen eines Hindernisses – zum Beispiel einem Fußgänger oder einem stehenden Fahrzeug – und hält das Fahrzeug dabei sicher in der Fahrspur. Auch ein unbeabsichtigtes starkes Beschleunigen bei niedriger Geschwindigkeit wird erkannt und unterdrückt. All diese Verbesserungen sorgen dafür, dass nun wesentlich mehr Gefahrensituationen erkannt werden als bisher.

 

 

Das Lexus Safety System + bietet zudem viele Funktionen, die den Fahrer entlasten und damit zum Gefühl einer sicheren und zuverlässigen Partnerschaft zwischen Fahrer und Fahrzeug beitragen. Dazu gehört etwa die adaptive Geschwindigkeitsregelung, die sich automatisch an Kurven und die unterschiedlichen Geschwindigkeiten vorausfahrender Fahrzeuge anpasst und sich dabei noch natürlicher als bisher anfühlt. Sie beschleunigt gleichmäßig, wenn der Fahrer zum Spurwechsel ansetzt, und bremst automatisch ab, wenn er sich hinter einem langsameren Fahrzeug einordnet. Der Spurhalteassistent und der Spurführungsassistent sorgen dafür, dass das Fahrzeug sicher in der Spur bleibt.

 

Ausstattungsabhängig bietet Lexus einen digitalen Rückspiegel an, der das Echtzeitbild der Rückfahrkamera nutzt und damit dem Fahrer bei Nachtfahrten und schlechtem Wetter eine klarere Sicht als ein herkömmlicher Spiegel bietet. Hilfreich ist das System auch, wenn das Fahrzeug mit Urlaubsgepäck oder großen Gegenständen voll beladen ist. Darüber hinaus ist ein erweitertes Sicherheitspaket verfügbar. Es umfasst einen automatischen Spurwechselassistenten, der durch Setzen des Blinkers aktiviert wird, sowie einen vorderen Querverkehrs-Assistenten. Er erkennt beim langsamen Annähern an eine unübersichtliche Abzweigung Verkehrsteilnehmer, die sich von den Seiten nähern.

Das ultimative Ziel von Lexus ist es, Verkehrsunfälle sowie schwere und tödliche Verletzungen zu verhindern. Der neue NX zeigt, wie die clevere Anwendung innovativer Technologien den Fahrer unterstützt und eine enge Partnerschaft zwischen ihm und seinem Fahrzeug knüpft, die sich natürlich anfühlt und hocheffektiv ist.

 

 

 

 

 

 

Almanya’nın başkenti Berlin’de çiftçiler traktörleriyle eylem yaptı. “Wir haben es satt” (Artık bıktık) inisiyatifinin çağrısıyla Federal Meclis binasının önünde 25 traktörlerle toplanan göstericiler daha sonra Federal Gıda ve Tarım Bakanlığı’na kadar yürüdü. Bakanlık önüne traktörlerini park eden çiftçiler, burada Gıda ve Tarım Bakanı Cem Özdemir tarafından karşılandı. Çiftçiler, Bakan Özdemir'e taleplerini ileterek, pırasa ve minyatür traktör verdi.
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Almanya’da takriben 8 milyona (*Rakam: Federal İstatistik Kurumu 2019) yakın vatandaş engelli olarak istatistik kayıtlarında geçmekte, bu Almanya nüfusunda %9,5 demektir. Bunların takriben 3 milyonu evde ya bir aile yakını tarafından veya bir profesyonel bakıcı tarafından bakım görmekte. İstatistiklerde engelliler ırk veya dinine göre ayrılmamakta. Bu rakama genel nüfusta Türk kökenli vatandaşların oranını alacak olursak takriben 280 bin Türk kökenli vatandaş engelli olarak Almanya’da yaşamakta. Bunların içinde tüm engelliler, yani bedensel engelliler, zihinsel engelliler, ruhsal ve duygusal yani piskolojik engelliler, görme engelliler, dil ve konuşma engelliler, süreğen hastalar bulunmaktadır.

 

Ailesinde engelli bir aile ferti olan ailelerde maalesef bir çok yönden sıkıntı çekmekte. Bunları sıralayacak olursak, en başta 24 saat engellinin bakımı ile ilgilendiklerinden dolayı sosyal hayattan izole oluyorlar, bu da yalnız kalmalarına sebep oluyor. Bu yalnızlık ruhsal bunalıma yol açıyor. Ruhsal bunalımla ise bakımı üstlenenlerin sağlık sorunları başlıyor, dolayısıyla engellinin bakımı da sağlıklı bir şekilde yapılamaz hale geliyor.

 

Bunun yanısıra engellinin bakımı ile 24 saat ilgilenmek zorunda kalan aile yakınları bir de hem engelli olanın hem de bakımı üstlenenin haklarını ögrenmeleri gerekiyor. İşte bu konuda da maalesef ilgili kurumlar gerektiği kadar yardımcı olmuyorlar. Haklar kasıtlı bildirilmiyor ve bu şekilde kurumlar tasarruf ettiklerini düşünüyorlar.

Şüphesiz Almanya’nın sağlık sistemi dünyanın en iyi sağlık sistemlerinden sayılmaktadır. Ama buna rağmen Sağlık ve Sosyal kurumların koordinesiz çalıştığı aşikardır. Bunu da maalesef en çok engellinin bakımı ile ilgilenen aile fertleri hissetmekteler.

 

Bir insanda kronik hastalık veya engellilik teşhisi konulduğunda veya bir ailenin doğan çocuğunda herhangi bir engellilik teşhisi konulduğunda hem “Engellilik Ofisine” (Versorgungsamt) engellilik oranının belirlenmesi için hem de bakım hakları için bakım derecesine (Pflegegrad) hastalık sigortasına müracaat yapması gerekiyor. Eğer hastanede iken bu teşhis konulmuş ise, zaten hastanenin bakım ve sosyal hizmet bölümü hastamızı yönlendirerek ilk adımları atmış oluyorlar.

 

 

 

Öncelikle engellilik kimliğini ele alalım

Engelliliğin den dolayı birtakım günlük hayatta işlevleri yapamadığından veya sağlıklı bir insan gibi çalışamadığından dolayı‚ engellilik oranına yani (GdB= Grad der Behinderung) göre bazı avantajlar elde edebiliyor.

“Engellilik Ofisi’nin vermiş olduğu engellilik kimliğinde iki önemli teşhis vardır bunlardan birincisi engellilik oranıdır ikincisi de engelliliğin türüdür. Engellilik oranı %20 ile başlar %100’e kadar çıkabilir. Yüzde yirmi ile bir insan engelli sayılmaktadır burada sadece cüzi bir miktar vergiden düşürülmek de. %30 ve %40 engellilik oranlarında ağır engellilik ile eşitlik sağlama (Gleichstellung mit Schwerbehinderten Menschen) hakkı doğuyor bunu da işveren kurumuna müracaat yapılması gerekiyor. Bu durumda işten çıkarmaya karşı koruma elde edilmiş olunuyor.

%50 engellilik oranında‚ “Ağır Engellilik Kimliği” verilmekte (Schwerbehindertenausweis). Birden fazla sabit teefon hattında indirim elde ediliniyor. Ev teşvikinde ve kira yardımında gelirden bir miktarın hesaba katılmaması ve yine yol parası ve gelir hesaplamasında vergiden düşürülmesi ve ayrıca bakım derecesi alan vatandaşlarında yine ek olarak vergiden bir miktar düşürülmesi elde edilir. Yüzde 60 oranından sonra engellilik görme ve işitme ile alakalı ise yayın katkısından (Rundfunk Beitrag) bir miktar düşürülür. Vergi ödemelerinde düşürülen miktar engellilik oranı yükseldikçe yükselir, bu miktarlar engellilik 100 olunca 4500 € ya kadar yükselebiliyor.

Yüzde 50’den fazla engellilik oranı elde edildiğinde hastalığa göre engelliliğin tespiti yapılmakta bu da kimlik üzerinde belirli harflerle belirtilmekte. “G” harfi ile (Gehbehinderung) kısmi yürüme engeli olanlar, “aG” ile (aussergewöhnliche Gehbehinderung) tamamen yürüme engelli olanlara verilmekte. “B” (Begleitung) yani birinin eşlik etme gereksinimi, “H’ yardıma muhtaç, “Bl” (Sehbehinderung) görme engellilere, “Gl” (Gehörlose) işitme engellilere, “RF” (Ermäßigung des Rundfunkbeitrags) Televizyon vergisinden muafiyet ev son olarak da ‚TBl‘ (taubblind) yani işitme ve görme engelli demektir.

Engellilik kimliğinde işitme ve görme engellilik belirtilmiş ise toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanabilirler veya otomobil vergisinden muaf olabilirler. Aynı zamanda “RF” harfinide almış olurlar ve Televizyon vergisinden muaf tutulurlar. Görme engelliler ayrıca bulundukları eyaletlerden görme engelli yardımı (Blindengeld) alırlar. “H” harfini veya “aG” harfini elde edenler hem toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanırlar hem de üzerlerine kayıtlı olan otombil vergisinden muaf olurlar. Ayrıca “aG” harfini elde edenler belediyeye müracaat yaparak engelliler için aryılan otopark yerlerine araçları ile parkedebilirler ve yerel sakinlere (Anwohner) ayrılan park yerlerine durabilirler ve özel park yerleri olmaksızın belediyelerin ücretli olan otopark yerlerine de ücretsiz park edebilirler. ‚B‘ harfini elde edenlerde ise kendisine eşlik eden kişi toplu taşıma araçlarını kullanırken ücret ödemezler, tabiiki eşlik ettiği engelli kişi yanında olmak şartıyla.

 

Bir de Bakım haklarına gözatalım (Pflegeleistungen)

Kronik hastalığa yakalanmış, herhangi bir olaydan sonra engelli olan veya engelli olarak doğan bebekler için bakım derecesi (Pflegegrad) için hastalık sigortası veya bakım sigortasına (Krankenkasse/Pflegekasse) müracaat yapılır. Sigorta müracaatı MDK (Medizinischer Dienst der Krankenkassen) diye bağımsız bir kuruma yönlendirir ve buradan hastanın bakıma muhtaç durumunun tespiti için değerleme uzmanı (Gutachter) görevlendirilir. Bu tespiti hem bakıma muhtaç kişi ile hem de bakımı yapan kişi ile görüşerek ve ilglili kişinin doktor ve hastane raporlarını da inceleyerek tespit eder. Burada günlük yapılan işlemlerde ne kadarını yapabiliyor. Kendi başına mobilize olabiliyor, ilaşlarını kendisi alabiliyor mu, yakın ve uzak çevresindeki insanlar ile irtibatı nasıl, kendi öz bakımını ne kadar yapabiliyor, ruhsal ve piskolojik yönden olumsuz etkiler nelerdir noktalarını gözeterek hayatını nasıl etkilediğine dair tespitler yaparak bir puanlama sistemi ile bakım derecesi tespit edilmekte.

Eve gelen raporu hasta yakınları iyi incelemek zorundadır. Bu raporda genelde ihtiyaç olan bakım durumları, örneğin beden bakımı, beslenme ve mobilize ihtiyaçları ve bilhassa piskolojik durumlarda  eskik puanlama yapılma ihtimali yüksektir. Bundan dolayı bu puanlar iyi incelenmeli.

MDK denilen kurum genelde kendi öngördükleri puanları yazarlar rapora. Oysa bakım ihtiyacı her hastanın kendine özeldir, yani bireysel değerlendirme yapılmalıdır. Nitekim 2017 yılında yürürlüğe giren “Bakımı Güçlendirme Yasası” da (Pflegestärkungsgesetz) aynen bu şekilde öngörmektedir.  Yani her engelli ve her hastanın durumu genelleme değil de bireysel olarak değerlendirilmelidir.  Eğer engelli yakınları puanlamaları eksik buluyorlarsa, ki genelde ilk raporda bunu yapıyorlar. Bu durumda mutlaka bir ay içerisinde itiraz yazılması gerekiyor.

Tekrar “Bakımı Güçlendirme Yasası’nı değerlendirecek olursak; ilki 2015 ikincisi de 2017 yılında da yürürlüğe girdi. Bu yasa köklü değişiklikler getirdi. En önemlisi, bu yasa ile bedensel, zihinsel ve psikolojik engel ve hastalıklar nedeniyle bakım derece ve bakım ihtiyacını tespit sürecinde eşit muameleye tabii tutulmalarıdır ve tespit edilen hakların ve maddi imkanların daha adil sunulmasını öngörmekte. Yani psikolojik rahatsız olan vatandaşlar da bakıma müracaat yapabilirler. Yasada en önemli yenilik ise bakım kavramının yeniden tanımlanmasıdır. Bakım derece ve haklarının tespitinde bu yasa ile daha fazla kriterler dikkate alınmakta.

Bakım dereceleri 1 ile 5 arasındadır. Hafif bakıma muhaç olanlar Pflegegrad 1 alırlar ve engellilik durumu ağırlaştıkça bakım derecesı yükselir. Bakım derecesinin tamamında bakım yardımcı malzemeleri (Pflegehilfsmittel) ücretsiz alma hakkı vardır, engelliliğine göre evde banyo gibi kapıları genişletme gibi tadilat için bir defalığına 4000 €’ya kadar destek verilir. Ve bir kurum veya bakım şirketi tarafından da aylık 125 €’yu geçmeyecek şekilde ev işlerinde yardımcı olabilecek bir eleman talep edilebilinir.

Bakım parası bakım derecesi 2’den itibaren başlar. Bakım derecesi 2’de 316 €, derece 3’de 545 €, derece 4’de 728 € ve derece 5’de ise 901 € bakıma muhtaç olan kişiye bakım parası verilir. Bu meblağ hiçbir kurum tarafından verilen bir yardımı hesaplanırken hesaplamada değerlendirmeye alınmaz. Ayrıca bakım derecesi 2’den itibaren de bakıcının dinlendirilmesi için “Yedek Bakım” hakkı (Verhinderungspflege) vardır. Bu yedek bakıcı 3. dereceden itibaren bir akraba olabilir veya bir arkadaş komşu da olabilir. Bunun senelik bütçesi 1612 € ve bir de aynı miktarda “Kısa Süre Bakım” (Kurzzeitpflege) hakkı da vardır. Bu kısa süre bakımı bir bakım evinde belirli bir süre kalarak elde edilebilinir, örneğin bakıcı veya yakınları tatile gidinci bakıma muhtaç kişiyi bir bakım evine verilebilinir. Lakin genelde bu kısa süre bakımı kullanılmamakta bu durumda bu bütçenin yarısı otomatikmen yedek bakım bütçesine eklenmekte ve bu şekilde senelik yedek bakım miktarı 2418 € ya yükselmekte. Ve bir de bakım derecesi yükseldikçe bütçesi de yükselen “Gündüz Bakımı” (Tagespflege) yani haftada bir kaç gün sabah saatlerinden akşam saatlerine kadar bir gündüz bakım evine hastamızı bırakabiliriz ve bu zaman zarfında kendi işimize gidebiliriz.

Engelli olan kişi 18 yaşına geldiğinde yani reşit olduğunda eğer yakınları evrak işlemlerinde  sorumluluk alamıyorlarsa devlet tarafından, yani “Yerel Mahkeme’den” (Amtsgericht) bir “Yasal Koruyucu” (gesetzlicher Betreuer) tayin edilir. Evrak işleriyler bu yasal koruyucu ilgilenir. Yine reşit olan engelliler devlet tarafından ihtiyaşlarını giderebilmesi için “Temel Hak” (Grundsicherung) alma hakkı vardır. Bunu yaşından dolayı emekli olamayanlar ve engelliliğinden dolayı da çalışamayanlar elde etmektedir. Bu reşit olup ve okulu bitirmiş iseler “Engelliler Atölyelerine” (Behindertenwerkstatt) zaman geçirmek, sosyalleşmek ve bir takım kabiliyetlerini geliştirmek amacıyla gidebilirler. Bu hem engelliler için değişiklik olması hasebiyle hem de bakımı üstelenen kişilerin de dinlenmeleri ve kendileri ile ilgilenmeleri noktasında önemli bir hizmettir. Burada engelli kişilere cüzi miktarda biraz da gelir ödenmektedir.

Gördüğünüz gibi çok teferruatlı bir sistem ve haklar vardır. Bazı haklar eyaletlerde değişebilir. Haklarını bilmeyen aileler mutlaka bilen kişilere, bakım hizmet şirketlerine, belediyelerin sosyal bölümlerine danışmaları gerekir. Zira bir çok ailelerimiz ne gibi haklara sahip olduklarını bilmiyorlar, parasal haklardan tutun, taşımacılığa ve evde tadilat haklarına varana kadar bir çok haklara sahipler. Bu haklardan yararlanmakla kimsenin itibarı zedelenmez, bilakis hem engelli olanın hem de engelliye bakanların hayatları kolaylaşır. Kolaylaşmalı ki her gün bir inceki günden daha iyi bakabilelim.

 

İrtibat Bilgileri:

Niaht Cesur

Telefon: 0157/8624 3417

Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

Kaynaklar:

*https://www.destatis.de/DE/Themen/Gesellschaft-Umwelt/Gesundheit/Behinderte-Menschen/_inhalt.html

Ülkelerin ilişkileri bazen 10, bazen de 300 yılda oluşur. İkili ilişkiler bazen bir savaş ile, bazen kader ortaklıgı bazen de dostluk şarkıları içinde yetişen gençliğe uzatılan zeytin dallarının hatıraları ile şekillenir.

Var olan dostluk fidanına arada dökülen bir damla su bile dostluğun gelecek nesillerde devam etmesine bir önemli sebep olur. Türk-Alman lişkilerinin değişmez  perspektifi,  bu doğrultuda gelecek nesillerde hız kesmeden devam edecektir. Onun içindir ki, Fransa’nın açıklamaları sinek kadar, Yunanistan ayarındaki devletlerin karşı söylemleri ise sivri sinek gibidir. Türkler nesiller boyu bu ülkelerin karşı söylemlerine alışmışlardır. Ancak Alman siyasetinin zirvesinden yapılan Türkiye aleyhine  negatif açıklamalar Anadolu’nun en ücra kahvehanesinde yankıla narak bir üzüntü yumağına dönüşür. Almanya AB içinde, Türkiye’ye karşı dengeli-kucaklayıcı bir dil kullanmalıdır.

 

Avrupa Birliği önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilişkileri masaya yatıracak. Almanya’nıın dönem başkanlığındaki son zirve olacak olan bu zirvede, Türkiye ile ilgili önemli kararların da alınması-nın gündemde olduğu belirtiliyor. Alınacak kararlar ve varılacak sonuçlar ne olursa olsun Türkiye’nin siyasi, idari kültürel ve askeri ilişkileri Avrupa ile devam edecek ve gelecekte de Türklerin yönü Avupa’ya dönük olmaya devam edecek. Çünkü Türkiye Avrupa’nın kıtaya uzanan ilk köprü, sınırı ve doğuya açılan kapısıdır. Bin yııldır böyle olan bu jeopolitik durum gelecek bin yılda da böyle olacaktır.

 

Son yüzyılda kıtada gerçekleşen iki büyük dünya savaşına rağ-men  sadece Avrupa değil dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya’nın askeri stratejilerine bakıldığında, hep doğuya doğru bir açılma uğruna bunca büyük risklere girdiğini görüyoruz. Doğudaki iki güç ise Rusya ile Türkiye’dir. Sıcak ve soğuk iklimlerin güçlük devleri olan Rusya ve Türkiye geleneksel Alman siyaseti için hedef ülkeler idi ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Dolayısı ile “Drang nach Osten” siyaseti Almanya için hiç önemini kaybetmemiştir.

 

Ancak, Almanya’nın ilgi alanı-na giren bölgenin iki büyük devleti olan Rusya ve Türkiye arasında Almanya’nın farkına varması gereken ciddi bir ayrıntı da var. Rusları hep silah zoru ile yanlarına çekmek isteyen Almanya, Türkiye’nin 150 yıldır kendi yanlarında durduğunu maalesef farketmiyor. Türkiye’nin batıdan aldığı eğitim, silah, ekonomi başta olmak üzere tüm ürün ve bilgilerin Almanya kökenli olması sadece Türkiye değil Almanya için de çok önemlidir. Ruslar ile yapılan savaşlarda  birkaç neslini kaybeden Almanya, Türkiye’nin sağlam dostluğunu kavrayamamasında acaba dış etkenler mi bu ülkeyi yönlendiriyor diye düşünmemek elde değil.

     

Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya Türkiye’nin en çok destek beklediği ve bir çok konudaki ortak menfaati olan ülkelerdir. Görünürde Fransa ila eş başkanlık görüntüsü veren Almanya’nın AB politikalarına küçük devletlerin etkisini de anlayabiliyoruz. Türkiye’nin ve Almanya’nın birbiri ile olan çıkarlarını üst üste koyduğumuzda ilişkilerin ağır aksak giderek sürekli tartışma yaratılmasında etkili ülkelerin 15 tanesini yanyana getirip 2 ile çarpıp üçe bölündüğünde bile Türk-Alman Ticari ilişkilerin portföyüne ulaşması mümkün değil.

 

Türkiye’nin AB nezdinde eksik kriterleri olduğu doğrudur. En basitinden komşuları ile  olan sorun-larını hallet deniyor Türkiye’ye.  Ancak, aynı şekilde Türkiye’nin komşularına da “Türkiye ile olan sorunlarını hallet” denmiyor. Türkiye’nin kendi güvenliği için NATO dışı imkanları kullanmasına çok şaşıran AB ülkeleri, kendilerini biraz da Türkiye’nin yerine koyarak empati yapmalılar.  

 

Alman siyaseti, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın siyasi kaprislere bürünmüş  politikalarına Türk-Alman Dostluğu’nu kurban etmemelidir.

Sarıkamış harekatı olarak bilinen Kafkasya Cephesi ile ilgili açıklamalar arka arkaya gelirken Almanya Türkleri’nin önde gelen işadamlarından Mehmet Kocagöl, “Tarihi bilerek yetişen nesiller ülkesine sahip çıkacaklardır”

Birinci Dünya Savaşı’nda bozguna uğradığımız en önemli cephelerden biri olan Kafkasya Cephesi Osmanlı Devleti askeri güçleri tarafından son bir hücumla ele geçirilmek istendiği dönemde ağır kış şartları ve iyi mevzilenen Rus işgal güçleri tarafından kaybedilmiştir. Sayılar üzerinde tartışmalı kaynaklar olsa da, savaş içinde Osmanlı Ordusunun en büyük kayıplarından biri olarak tarihe geçti. 

Kültür tarihi konusunda ilginç açıklamalarda bulunan ve bu alandaki çalışmalara verdiği destek ile bilinen Kocagöl Grup Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kocagöl yaptığı açıklamada şehitlere saygıyı öne çıkararak tarih bilgilerinin eksikliğine dikkat cekti. Mehmet Kocagöl açıklamasında, “Gençlerin tarihi bilgileri iyi öğrenerek yetişmesi hayati öneme haizdir. Eğitim müfredatlarındaki tarih dersleri iki katına çıkarılarak gençlerimizin yaşadıkları coğrafyanın geçmişini ve bu bağlamda sayıları bilinmeyecek kadar çok olan şehitlerimizin efsanevi vatan mücadelesini iyi öğrenmeleri sağlanmalıdır” dedi.

Die Greifvögel werden selten in Europa gehalten

Der Tiergarten Nürnberg gehört – bezogen auf die Zucht von Harpyien – zu den bedeutendsten Zoos weltweit. Harpyien (Harpia harpyja) sind in ihrer südamerikanischen Heimat durch den Verlust ihres Lebensraums vor allem im Amazonasgebiet bedroht und werden von der Weltnaturschutzunion IUCN als „near threatened“, also potentiell gefährdet, gelistet. Die wohl mächtigsten Greifvögel der Welt mit einem Gewicht von vier bis neun Kilogramm und einer Flügelspannweite von bis zu zwei Metern sind auf den tropischen Regenwald angewiesen. Harpyien leben auf den hohen Urwaldbäumen, auf denen sie oft tagelang verharren und sich nur in die Lüfte schwingen, wenn sie sich auf Nahrungssuche begeben.

Bereits Anfang der 1980er Jahre begann in Nürnberg die erfolgreiche Zucht mit dem Harpyienpaar Esmeralda und Enrico. Das Paar zog elf Küken groß. Die Nachkommen dieses Nürnberger Zuchtpaares leben heute im Tiergarten Nürnberg. Das sind Evita, Jorge und Domingo. Weitere Nachkommen befinden sich in Zoos wie in Berlin, aber vor allem auch in Ecuador, Peru und Brasilien. Der Tiergarten konnte so einen großen Beitrag zur Zucht der Vögel in Deutschland wie auch in deren Herkunftsländer leisten. Im August überführte der Tiergarten die männliche Harpyie Vito in den Parque Condor in Ecuador. Im November kam ein weiteres Harpyienpaar nach Nürnberg. Diese Vögel aus Brasilien werden als Zuchtpaar auf dem tiergarteneigenen Gut Mittelbüg in Schwaig untergebracht. Beide Vögel stammen aus dem Zoopark Roberto Ribas Lange von Itaipu Binacional in Brasilien, wo sie als F2-Generation, also Enkel von Wildtieren, geschlüpft sind. Dem Transport der großen Greifvögel ging ein zweijähriges, internationales Genehmigungsverfahren voraus.

Der Tiergarten initiierte in diesem Jahr das europäische Zuchtbuch für Harpyien und kooperiert mit anderen Organisationen, um ein internationales Zuchtbuch aufzubauen. In Europa gibt es aktuell acht Harpyien, ein Paar im französischen Beauval, einen Terzel, also ein männliches Exemplar, in Berlin, sowie die fünf Vögel in Nürnberg. Außerdem werden im Tiergarten Nürnberg verschiedene Forschungsprojekte mit Harpyien durchgeführt. Dabei geht es um Verhaltensversuche, um Präferenzstudien zu Vorlieben der Tiere und um Studien zur Reproduktion, also Fortpflanzung.

Mit seinem umfangreichen Fachwissen zu Harpyien unterstützt der Tiergarten Nürnberg auch In-situ-Schutzprojekte im Lebensraum in Brasilien. Im Rahmen dieses Projektes wird die Genetik von Harpyien in Kooperation mit der brasilianischen Universität Federal do Espiritu Santo untersucht. Ein weiteres Projekt in Kooperation mit der Universität Gießen beschäftigt sich mit der assistierten Reproduktion bei Harpyien. Das dritte Projekt, das „Projeto Harpia“ in Brasilien, zielt darauf ab, durch ein langfristig angelegtes Monitoring der Nester die Harpyien vor Ort zu schützen. Der Tiergarten Nürnberg hat für dieses Monitoring Video- und Fotokameras bereitgestellt.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Antalya Limanı'na dönmesinin Doğu Akdeniz'de gerginliğin düşmesine yardımcı olacağını, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ayrıştırma usulleri konusunda ilerleme sağlanmasını kolaylaştıracağını söyledi.


Stoltenberg, 1-2 Aralık'ta yapılacak NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde basın toplantısı düzenledi.
Türkiye ile Yunanistan arasında NATO'da kurulan ayrıştırma usulleri mekanizması hakkında bir soruyu yanıtlayan Stoltenberg, Doğu Akdeniz'deki gelişmelerle ilgili endişelerinin devam ettiğini, bu nedenle çatışmayı önleme ve gerilimi düşürmeye yönelik çalışmalar yaptıklarını aktardı.


Oruç Reis araştırma gemisinin Antalya Limanı'na döndüğünü öğrendiğini belirten Stoltenberg, "Bu, gerginliği düşürmeye yardımcı olacaktır ve ayrıştırma konusunda da ilerleme sağlanmasını kolaylaştıracaktır." dedi.

"HEM TÜRKİYE HEM YUNANİSTAN'IN KABUL EDECEĞİ YOLLAR BULMALIYIZ"
Stoltenberg, Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan mekanizmayla olayları ve kazaları önleyecek bir iletişim hattının oluşturulduğunu, iki ülkenin milli bayramlarında bazı tatbikatları iptal ettiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:


"Bu mekanizmayı nasıl güçlendireceğimizi ve olaylarla kazaların oluşma riskini düşürmeye yönelik öneriler sundum. Hem Türkiye hem Yunanistan'ın kabul edeceği yollar bulmalıyız. Bu konu hakkında çalışmaya devam edeceğim çünkü benim için önemli olan müttefikler arasında farklılıklar olduğunda, NATO'nun bunları oturup konuşmak, anlaşmazlıkları ele almak ve doğru yönde olumlu adımlar bulmak için bir platform sunduğunu göstermek.

NATO'daki ayrıştırma usulleri Türkiye ile Yunanistan arasındaki esas sorunların ele alınacağı müzakerelerin başlamasına da yol açar. Bu konuda Almanya ve bazı başka ülkeler çalışmalar yürütüyor. NATO, bu müzakerelerin parçası değil ama bu çabaları kuvvetle destekliyor."

"KİMSE AFGANİSTAN'DA GEREĞİNDEN FAZLA KALMAK İSTEMİYOR"
Stoltenberg, "Afganistan’a 11 Eylül terör saldırısının ardından ABD’ye destek olmak için girdik. Amacımız, ülkelerimizi hedef alan uluslararası teröristlerin Afganistan’ı tekrar bir platforma dönüştürmesini engellemekti." ifadesini kullandı.
Afganistan’ın son 20 yılda önemli ilerleme kaydettiğini belirten Stoltenberg, barış için önemli bir fırsat yakalandığını ancak durumun hassasiyetini koruduğunu söyledi.
Stoltenberg, barış süreci çerçevesinde Afganistan’daki mevcudiyetin uyarlandığını kaydederek, ABD’nin ülkedeki asker sayısını azaltma kararı aldığını ancak NATO’nun misyonunun sürdüğünü dile getirdi.


Afganistan’da halihazırda 11 bin askerin bulunduğunu, bunların yarısından fazlasının Avrupalı müttefik ve ortaklardan oluştuğunu kaydeden Stoltenberg, şöyle devam etti:
"Hiç kimse gerektiğinden fazla Afganistan’da kalmak istemiyor. Gelecek aylarda, sahadaki duruma göre mevcudiyetimizi gözden geçireceğiz. Zor bir durumla karşı karşıyayız. Ülkeden ayrıldığımızda Afganistan’ın teröristler için tekrar güvenli bölgeye dönüşme riski bulunuyor. Eğer kalırsak, uzun bir misyon ve yeniden çatışmayla karşılaşabiliriz."


Taliban’ın saldırılarını kınayan Stoltenberg, tüm taraflara "barış anlaşması şartlarına uyma" çağrısını yineledi.

"RUSYA, ASKERİ MEVCUDİYETİNİ ARTIRIYOR"
Rusya’nın askeri yığınağını artırması konusunda ise Stoltenberg, Moskova’nın nükleer cephanesini modernleştirdiğini ve Suriye ile Libya dahil komşu bölgelere daha fazla asker sevk ettiğini ifade etti.
Stoltenberg, "Aynı zamanda Belarus ve Dağlık Karabağ bölgelerindeki kriz nedeniyle Rusya’nın artan mevcudiyetini gözlemliyoruz." dedi.


Dışişleri bakanlarının bu çerçevede Rusya’nın artan askeri faaliyetlerini ele alacağını belirten Stoltenberg, Karadeniz bölgesinde güvenlik durumunun da görüşüleceğini kaydetti.

"BIDEN, NATO'YU DESTEKLİYOR"
ABD’nin seçilmiş başkanı Joe Biden’la ilişkiler hakkında bir soru üzerine Stoltenberg, seçilmiş başkanın NATO ve güvenlik konularındaki geçmişinin ilişkilere önemli katkılar sağlayacağını ifade etti.
Stoltenberg, Biden, NATO’yu güçlü bir şekilde destekliyor. Kendisini gelecek sene düzenlenecek zirveye davet ettim." dedi.

NATO’nun her gün Kuzey Amerika ve Avrupa’yı aynı masa etrafında bir araya getiren önemli bir platform görevi gördüğünü ifade eden Stoltenberg, bunun daha güçlü transatlantik ilişkiler için katkı sağladığını kaydetti.