Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Ticaret Bakanı Ömer Bolat:
- "Türk Devletleri Teşkilatı Rekabet Kurumları Konseyi resmen kurulmuş oldu. Bu konsey, ekonomik ilişkilerde, ticaret ilişkilerinde, üretimde ve dünyadaki gelişmeleri takip anlamında bilgi tecrübe paylaşımı olarak çok önemli bir misyon üstlenecek"
- "Gelişmekte olan ülkelerde rekabet kültürünün ve anlayışının yayılması, kurumsallaşmanın tesis edilmesi anlamında Rekabet Kurumumuz önemli faaliyetler göstermektedir. Biz de Ticaret Bakanlığı olarak tüm bu gelişmeleri takdirle izliyor ve destekliyoruz"
 

İSTANBUL (AA) - Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri arasındaki ticarette son yıllarda büyük artış olduğunu belirterek, "Üye ülkelerin kendi aralarındaki ticaret 2022 yılında 33 milyar dolar iken 2023 yılında 42 milyar dolara yükseldi. Bu bizim üye ülkelerimizin dünyaya yaptığı toplam ihracatlarının küçük bir payını oluşturuyor." dedi.

Ticaret Bakanı Bolat, Türk Devletleri Rekabet Konseyi 1. Toplantısı ve Seremonisi'nde yaptığı konuşmada, içinde bulunulan yüzyılda ülkeler ve devletlerin, bölgesel ve ekonomik gruplaşmalar içine girdiğine dikkati çekerek, dünyada güç birliği ve işbirliği yapmak istediklerini ifade etti.

Temelleri 3 Ekim 2009'da Nahçıvan Anlaşması ile atılan Türk Devletleri Teşkilatının her geçen yıl güçlendiğini, kurumsallaştığını ve dayanışmasını arttırdığını dile getiren Bolat, "Biz ne kadar gücümüzü birleştirirsek dayanışmamızı arttırırsak dünya arenasında daha etkin olacağız. Bizim birliğimiz gücümüzdür. Bu ilkeyi unutmamalıyız." diye konuştu.

Türk dünyasının birliği, beraberliği ve dayanışmasının çok büyük önem taşıdığına işaret eden Bolat, "Türk Devletleri Teşkilatı olarak 170 milyona yaklaşan genç ve çoğunluğu gençlerden oluşan nüfusumuz, 1,5 trilyon dolar seviyesindeki toplam milli gelirimiz, zengin doğal kaynaklarımız ve orta koridor dediğimiz dünyanın en önemli ticaret yolunda bulunmamız hasebiyle ticaret ve ekonomik işbirliğimizi daha fazla geliştirmemiz için hem büyük fırsatlar." ifadelerini kullandı.

Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkelerinin kendi aralarındaki ticarette son yıllarda büyük bir artış olduğunu belirten Bolat, "Üye ülkelerin kendi aralarındaki ticaret 2022 yılında 33 milyar dolar iken 2023 yılında 42 milyar dolara yükseldi. Bu bizim üye ülkelerimizin dünyaya yaptığı toplam ihracatlarının küçük bir payını oluşturuyor." şeklinde konuştu.

Bolat, 2021'de İstanbul'da yapılan Türk Devletleri Teşkilatı zirvesinin sonuç bildirisinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandığını anımsatarak, burada "Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi"nin ortaya konulduğunu söyledi.

Bu belgede birçok alanın yanında finansal bağımsızlık, yabancı paraların kullanımının azaltılması, yerel para birimlerinde ticaretin arttırılması ve bütünleşmiş ticari altyapının geliştirilmesi gibi önemli hedeflerin ortaya konulduğunu dile getiren Bolat, Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkelerinin dayanışma ruhuna uygun şekilde birbirlerinin yerli üretimlerini desteklemelerinin memnuniyet verici olduğuna işaret etti.

Bolat, "Türkiye olarak 61 yıllık bir rüyamız olan elektrikli yerli üretim otomobil Togg'un üretimi noktasında teşkilat üyesi ülkelerden çok ciddi ilgi ve talep görüyoruz, bu da bizi mutlu etmektedir." dedi.

Bakan Bolat, Rekabet Kurumunun dış ilişkiler noktasında son derece aktif olduğunu, Balkanlar'dan Orta Asya'ya, Kafkasya'dan Afrika'ya kadar geniş bir coğrafyada Türkiye'nin siyasi, ekonomik, kültürel yakın bağları olan ülkelerle rekabet konusunda tecrübe paylaşımı, eğitim ve bilgi desteği ile işbirliği anlamında her türlü yakın çalışmayı gösterdiğini anlattı.

Türk Devletleri Teşkilatı Rekabet Kurumları Konseyinin resmen kurulmuş olduğunu kaydeden Bolat, bu konseyin ekonomik ilişkilerde, ticaret ilişkilerinde, üretimde ve dünyadaki gelişmeleri takip anlamında bilgi, tecrübe paylaşımı olarak çok önemli bir misyon üstleneceğini bildirdi.

Bolat, "Gelişmekte olan ülkelerde rekabet kültürünün ve anlayışının yayılması, kurumsallaşmanın tesis edilmesi anlamında Rekabet Kurumumuz önemli faaliyetler göstermektedir. Biz de Ticaret Bakanlığı olarak tüm bu gelişmeleri takdirle izliyor ve destekliyoruz." diye konuştu.

- "Türk Devletleri Rekabet Konseyini uygun bir çatı olarak görüyoruz"

Rekabet Kurumu Başkanı Birol Küle de Türk Devletleri Teşkilatının ortak dil, tarih ve Türk kültürünün verdiği motivasyon ile Türk devletleri ve halkları arasındaki dayanışmayı geliştirme gayesiyle kurulduğunu söyledi.

Küle, "Türk Devletleri Teşkilatının amaçları arasında yer alan Türk dünyasının kendi içinde ticari canlılığı, endüstriyel hareketliliği, üretici ve yenilikçi olmayı ve nihayet ekonomik entegrasyonu gerçekleştirebilmesinin yolunun, işleyen bir serbest piyasa ekonomisinin ve bunun garantörü olan rekabet düzeninin oturtulmasından geçtiği fikri son derece makul ve gerçekçi bir ufuk olarak önümüzde duruyor." ifadesini kullandı.

Kurum olarak, bilgi ve tecrübelerini paylaşmak, diğer üye ülke otoritelerinin ne yaptıklarını ve nasıl yaptıklarını yakından takip etmek noktasında Türk Devletleri Rekabet Konseyini uygun bir çatı olarak gördüklerine dikkati çeken Küle, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Hem mesleki gelişim anlamında muhataplarımızla karşılıklı temaslar, çalışmalar ve ortak projeler yürütmeyi hem de teşkilatın amaçlarına bu şekilde katkı sunmayı tarihi bir görev olarak addetmekte, kardeş Türk dünyası rekabet otoriteleriyle girişilecek böylesi bir birlikteliğin kurumsallaşmasının işbirliğinin istikrarı açısından önemli olduğunu değerlendirmekteyiz."

- "Bu dönem bir Türk devri olacak"

Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreter Yardımcısı Merey Mukazhan da "Türkiye Yüzyılı"nın bu tür etkinlikle başlamasının sembolik bir manasının olduğunu belirterek, geçen yılın kasım ayında Türk Devletleri Teşkilatının Astana Zirvesi'nde bahsedildiği gibi bu dönemin Türk devri olacağını söyledi.

Mukazhan, Türk Devletleri Teşkilatı olarak ekonomik aktivitelerin çeşitlendirilmesi, dayanıklılığının arttırılması açısından dijital teknolojilere odaklanmak gibi ortak bir hedefleri bulunduğunu anımsatarak, "Son 10 yıllık zaman zarfında ülkelerimiz belirgin bir iyileşme gösterdi." dedi.​​​​​​​

Küresel ticaretin önemli bir kısmını dijitalleşme ve dijital kanalların oluşturduğunun altını çizen Mukazhan, güvenilir ticari dijital ortam oluşturacaklarını belirterek, ticaretin yalnızca büyük şirketlere değil, KOBİ'lere de fayda sağlayan bir şey olması gerektiğini vurguladı.

 

Gute Nachricht für viele Unternehmen: Die AOK entlastet im neuen Jahr Betriebe finanziell. Die Umlagesätze der Ausgleichskassen für Krankheit (U1) sinken um bis zu 0,6 Prozentpunkte, die für Mutterschutz (U2) um 0,24 Prozentpunkte. Das hat die Selbstverwaltung der AOK Bayern beschlossen. Fallen Mitarbeitende wegen Krankheit oder auch Mutterschaft aus, können sich Arbeitgeber bei der AOK wirksam gegen das finanzielle Risiko der Entgeltfortzahlung absichern. „Die deutliche Senkung der Umlagesätze bringt in diesem Jahr eine bayernweite Entlastung der Lohnzusatzkosten von über 260 Millionen Euro,“ so Walter Heußlein, alternierender Beiratsvorsitzender der Arbeitgeberseite bei der AOK in Würzburg. „Gerade kleinere Betriebe aus unserer Region profitieren davon und können so ihre Wettbewerbsfähigkeit stärken.“ Bei einer Lohnsumme von 50.000 Euro können Arbeitgeber bis zu 420 Euro im Monat sparen.

 

Bis zum 29. Januar Anpassungen möglich

An der Ausgleichskasse U1 sind alle Arbeitgeber verpflichtend beteiligt, die nicht mehr als 30 Arbeitnehmende beschäftigen. Bei der Umlage U1 gibt es bei der AOK Bayern vier Erstattungssätze von 50 bis 80 Prozent zur Auswahl. Bis zum 29. Januar können alle teilnehmenden Unternehmen ihren Erstattungssatz für das laufende Jahr anpassen. Die finanziellen Belastungen, die durch die Zahlung des Arbeitgeberzuschusses während der Mutterschutzfristen entstehen, wird durch das Ausgleichsverfahren U2 ausgeglichen. Hier sind alle Arbeitgeber beteiligt.

 

Weitere Informationen und Beratung zum Thema Umlage gibt es bei der AOK in Würzburg unter der Telefon-Nummer 0931 388-950, oder im Internet unter www.aok-business.de/bay.

 

Avrupa Türklüğüne hizmet etmeye devam eden değerlerimizi siz okuyucularımıza tanıtmaya devam ediyoruz. Bu hafta ki konuğumuz, Araştırmacı yazar, bizim büyük değerimiz, kıymetlimiz Dr Orhan Aras.
 
Kendisi Hessen eyaleti İGMetal sendikasında uzun yıllar hizmet etmiş, Iyi bir sendikacı olan Dr. Aras Sendika okullarında işcileri eğitmiş ve dersler vermiş, çok sayıda sendikacı yetişmiş bir akademisyen arkadaşımızdır. Gazete ve dergilerde makale ve yazılar yazan Dr. Orhan Aras Türkce, Almanca ve Azerbaycan Türkçesi ile yazmış olduğu eserleriyle kültürümüze büyük hizmetler etmektedir.        
Biz bu röpertajımızda Dr.Orhan Aras beyle, Avrupa Türklüğü, gurbet ve edebiyat üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Umarız faydalı olmuşuzdur.
 
 
Dr. Orhan Aras kimdir, efendim okuyucularımıza kendinizi  tanıtır mısınız? 
 
Anadolu'nun en güzel köşelerinden birinde Iğdır'da dünyaya geldim. Annem babam çiftçilik yapıyorlardı. O dönemde Iğdır'da pamuk, şeker pancarı, buğday gibi ürünler ekilirdi. Herkesin verimli toprakları, meyve bahçeleri olmasına rağmen hepimiz yoksulduk. Köye elektirik bile yeni okula başladığım 1970'li yılların sonlarına doğru gelmişti.
 
Ova dedim de, evimizin bahçesinden Türkiye'nin en yüksek dağı Ağrı Dağı'nın bembeyaz zirvesi görünürdü. Ama kocaman Iğdır ovasında tırmanabileceğimiz küçük bir tepe bile yoktu. Hatta kerpiç evlerin temelinde kullanılan taşlar bile uzaktan getirilir, para ile satılırdı.
 
Büyüdüğüm, okula gittiğim Kuzugüden köyü 250-300 hanelik bir köydü. Kerpiç evler ve toprak yollara rağmen çok şirin, yemyeşil bir köydü. Her yer kaysı ve kavak ağaçlarıyla doluydu.
 
Prof. Faruk Sümer'e göre Kuzugüden'liler bir yörük aşiretidir. Bir kısmı bizim Iğdır'da bir kısmı ise İç Anadolu'da yaşamaktadırlar. Yozgat, Kayseri, Sivas üçgeninde soyadı Kuzugüden'li olan çok sayıda insan vardır.
 
Iğdır bir sınır şehridir. Aras Nehri'nin ötesinde de akrabalar yaşardı ama o dönemler Sovyetler Birliği'ne gidişler yasaktı. Bu nedenle Iğdır'lılar bölünmüş ailelerin hasreti ve hüznü ile yaşarlardı. Belki de bu yüzden Iğdır'lıların Sovyetler Birliği'nde yaşayan Türklere bakışları daha farklıydı.
 
Ben o duygular içinde büyüdüm. Babam yetim büyümüştü, ava merakı vardı. Tüfek omuzunda dağ, bayır gezerdi. Kuşları, otları, çiçekleri çok iyi tanır ve anlatırdı. Annem bizim o bölgedeki insanların deyimiyle "sinesi dolu" kadındı. Yani çok türküler, şiirler, hikâyeler bilirdi. Bize akşamları o hikayelerden anlatır, şiirler okur, bazen de yanık yanık türküler söylerdi.
 
İlkokulu köyde, ortaokulu Iğdır'da bitirdim. Edebiyata merakım vardı. Iğdır'da aydınların oturdukları bir kahve vardı. Ortaokulda olmama rağmen o kahveye gider, merhum Av. İbrahim Bozyel'i, Öğretmenler Turgut Öcal'ı, Zeynelabidin Makas'ı, din alimi Hamza Gölali ve bizim yakın köyden olan bir halk aşığının sohbetlerini dinlerdim. Onları dinledikçe notlar alır, şiirler yazardım.
 
Ortaokul'dan sonra Artvin Öğretmen Okulu'nu kazandım. Ortalık karışık olmasına rağmen orada eğitim, öğretim çok iyiyidi. Özellikle zengin kütüphanesinden ve kaliteli öğretmenlerinden çok şey öğrendik.
 
Öğretmen okulundan sonra Almanya'ya geldim. Burada Bochum'da bir Türkolog'la (Hermann Vary) ile tanıştım ve beni yanına aldı. Orda hem dil öğrendim hem de onun başkanı olduğu Türkoloji bölümüne devam ettim. Türkoloji'nin yanısıra iktisat da okuyordum. Zaman geçtikçe Türkoloji ve edebiyatla daha çok ilgilendim. 1920'li yıllarda Berlin'de yaşayan ve Esad Bey (Kurban Said)
 adıyla meşhur olan Azerbaycan'lı yazar hakkında Berlin'de yaptığım araştırma doktora tezim olarak kitap halinde 2017 yılında Almanya, Türkiye ve Azerbaycan'da yayınlandı.
 
Okul sıralarında bile edebi çalışmalarım devam ediyordu ve peşpeşe Türkçe, Almanca kitaplarım yayınlanmaya başladı. Aynı zamanda çevredeki sivil toplum kuruluşlarıyla tanışıyor ve gençlere yönelik seminerler de veriyordum. Seminerler ve konferansların yanısıra Bakış adıyla bir de kültür gazetesi çıkarmaya başlamıştık. Ardından elli sayı devam eden Referans ve Almanca Art/Kultur dergilerini yayınladık.
 
1990'lı yıllarda Sovyetler Birliği çökünce Azerbaycan'nın bağımsızlık hareketi ve ordaki olaylarla ilgilenmeye başladık. 20 Ocak 1990 Bakü'deki Sovyet müdahalesini protesto için Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde mitingler düzenledik ve ardından da arkadaşlarla Azerbaycan Türkleri Federasyonu'nu kurduk ve bütün Avrupa'da teşkilatlandık. O dönemden sonra Avrupa'da faaliyet yapan sivil toplum örgütleriyle hep yakın ilişki içinde oldum.
 
Almanya'da sivil toplum kuruluşları için yayın organları en önemli tanıtım ve kültür vasıtası olmasına rağmen hiç bir sivil toplum kuruluşunun ciddi bir yayın organı yoktur. Bunun nedeni de örgütlerin yöneticilerinin yararsız övgüler, propogandalar, ideolojik saplantılardan bir türlü kurtulamamalırıdır. Tarafsız, sadece problemlere odaklı, Almanların da ilgisini çekecek yayın organlarının bu tür düşünceye sahip insanlar arasında ortaya çıkması, yaşatılması imkansızdır. Bizim belki de en büyük problemimiz budur.
 
 
Sosyal hizmetleriniz ve faaliyetlerinizi anlatır mısınız?
 
Avrupa'daki sivil toplum kuruluşları burada yaşayan halkın kendi çabası ve emekleriyle kurulmuştur. O güne kadar "sivil toplum kuruluşu" nedir bilmeyen insanlar el yordamyla cami dernekleri kurdular. Onların dışında Türkiye'de bazı işçi hareketleri içinde bulunmuş insanlar da işçi örgüt ve dernekleri kurdular. Zaman geçtikçe Türkiye'deki siyasi partilerin de müdahalesiyle kurulan dernek ve örgütler daha faal hale gelmeye başladı. Bazı kuruluşlar zaman zaman başarı göstererek büyük kalabalıklar toplasalar da ne yazık ki çok büyük hizmet dediğimiz şekilde hizmet yapamadılar. İçine kapalı çalışmalar yürütmeyi seçtiler. Kur'an kursları, din dersleri, sonralar ise çocuklara ders yardımı gibi kurslar açtılar. Ama bir Yunan, Ermeni veya Yahudi kuruluşları gibi köklü, siyasi ve sosyal etkisi olan çalışmalar yapamadılar. Nedeni de yönetici kadroları ya belirleniyor ya da seçimlerde "bizim adam" olsun mantığı ile hareket ediliyordu. Türk kuruluşlarının hiç birinde ne yazık ki yaşadıkları ülkelerin dikkatlerini çekecek şekilde sosyal bir faaliyete imza atılamıyordu. Örneğin bu kuruluşların içinden iyi bir eğitmen, bir sanatçı veya etkili bir politkacı çıkmadı. Nedeni de hep yerel ve Türkiye'ye dönük çalışmalar yapmalarıydı. Kendi içlerinde katı kurallar koymuş ve 1970'li yıllardan kalan çalışma esaslarına dayanarak birşeyler yapmaya çaba gösteriyorlardı. Bunu daha somut bir örnekle açıklamak istiyorum. Mart ayında bazı kuruluşlar Çanakkale ile ilgili proğramlar yaparlar. O proğramlara davet edildiğimde, ordaki çocukların aynen bizim çocukluğumuzda oynadığımız piyeslerde oynatıldıkları, aynı şiirleri okuduklarını gördükçe hayret ediyordum. Oysa zaman farklı, mekan farklı, kuşak farklı ve yöntemler farklıydı. Bunu kimse dikkate almıyordu. Dernekte görevli din hocası hem şair, hem yönetmen hem sunucu olmalıydı. O da Türkiye'de okulda öğrendiklerini burda çok farklı şartlarda büyümüş çocuğa öğretiyordu. Dernek, bir kaç yüz euro vereyim de bu konuda verimli olabilecek ve dikkatleri çekebilecek yetenekli, işini bilen birini getireyim diye düşünmemektedir. Bu nedenle de yapılan faaliyetlerin çok büyük kısmı etkisiz ve yararsız hatta zararlı faaliyetlerdir. Belki de bu sebepten zaman geçtikçe sivil toplum kuruluşlarının faaliyet alanı da daralmakta ve genç kuşaklar bu tür kuruluşlara itibar etmemektedirler.
 
 
Uzun yıllar kültür hizmeti içerisindesiniz destek ve ilgi görülüyor mu?
 
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın çok önemli sorunları vardı. Ama bunlara ne yazık ki ne Türkiye Cumhuriyeti ne de burdaki sivil toplum kuruluşları çözüm bulamamışlardır. Çözüm bulamamalarının bir çok nedeni vardır. Almanya'nın Türk toplumuna karşı tutumu ve Türkiye yetkililerinin attıkları yanlış adımlar bu problemlerin çözümünde en büyük engeldir. Daha göçün ilk yıllarından itibaren burada hem Türkçe hem Almanca eğitim veren okullar açılabilirdi. Çünkü sorunların başında anadil gelmektedir. Gençlerimiz artık aralarında Almanca konuşmaktadırlar. Emeklilerin problemleri, gençlik dairelerinin el koyduğu çocukların problemleri Türkiye'den gelecek buraya yabancı bürokratların işi değil burdaki sivil toplum kuruluşlarının mücadele etmesi gereken problemlerdir. Şimdiye kadar sivil toplum kuruluşlarının bu konulardaki başarısızlığı hâlâ profesyönel eleman çalıştırmaktan kaçınmalarından kaynaklanmaktadır.
 
 
Cemiyet ve Cami derneklerimizde, vatandaşlarımızın sorunları buralarda konuşulup çözümler bulunuyor mu?
 
Avrupa'daki gençlerden şahsen ben umutluyum. Bir kaç dil bilen, çeşitli şirketlerde yönetici olarak çalışan gençlerin gelecekte daha iyi olacakları konusunda iyimserim. Asimilasyona uğrayan, anadilini konuşamayan, hatta tamamen yabancılaşan bir kesim gençliğin dışında gittikçe kendi kimliği ile ilgilenen bir gençlik hâlâ vardır. Biz aileleri Almanca bilmeyen, kendisini bütün baskılar karşısında sahipsiz olarak gören bir gençliğin varlığını sürdürebilmesinden söz ediyoruz. Bu yine de başarıdır. Özellikle bazı Almanların yanlış tutumları, baskıları, dışlamaları da gençlerimizin kendilerini srogulamalarına, kimliklerini daha iyi tanımalarına yol açmıştır. Burada kendi yolunu bulmaya ve varlığını sürdürmeye çalışan bu gençliği Türkiye'nin problemleri ile yormaya, onları manasız siyasi çekişmelerin içine çekmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu büyük bir vebaldir. Burada kendi problemlerimizi görmeden Türkiye'deki gerilim ve siyasi söylemleri sahiplenmek Türkiye'deki insanların da tepkisine neden olmaktadır. Bunu geçen yıldaki izin sırasında bariz bir şekilde hissettim. Türkiye'deki şartları bilmeden Almanya'dan giderek orada "ekonomi uzmanı", "siyaset bilimcisi" rollerine bürünmek hem gülünçtür hem de çeşitli kızgınlıklara sebep olmaktadır. Bu nedenle Almanya veya Avrupa'da yaşayan Türkler önce kendi yaşadıkları ülkelerin sorunlarını tanımalı ve gençlere bu konuda öncülük etmelidirler. Gençlere fırsat verilmeli, onlara Türkiye'den getirdiğimiz ve 60'larda, 70'lerde kalmış ideolojik dogmalar aşılanmamlı, onların serbestçe düşünce üretmelerine, yeni bir vizyonla kültürümüzün değerlerini ortaya koymaları sağlanmalıdır.
 
Vatandaşlarımızın sorunları buralarda konuşulup çözümler bulunuyor mu?
 
Biz ne kadar geçmiş geride kaldı desek de geçmiş bizi sürekli takip edecektir. Yani Türkiye'deki alışkanlıklarımız, öğrendiklerimiz kısmen burada da devam etmektedir ve edecektir de...Ama geçmişten dersler çıkarmalı ve geleceğe farklı gözlerle bakanları dışlamamalıyız. Gençler iki kültür arasında kalmadan iki kültürün sentezi ile yeni bir kuşak olarak ortaya çıkarlarsa daha etkili olacaklardır.
 
Geçmişin yanılgıları, zorlukları bizleri hem meşgul ederek ümitsizliğe sevk etmemelidir.Farklı bir mekanda ve farklı bir zamanda yaşadığımızı idrak edersek çelişkileri azalacaktır.
 
 
Avrupada çözüm bekleyen sorunlarımız nelerdir ?
 
Yukarıda da söylediğim gibi Avrupa’da yarım asırdır yaşayan Avrupa Türklerinin ihmal edilen en önemli konularından biri de anadil konusudur. Anadili iyi bilmememk çocukları yabancılaşmaya ve kimlik bunalımına sokmaktadır. Ne yazık ki bu güne kadar ne ailelerimiz, ne sivil toplum kuruluşlarımız ne de devletimiz buı konuda yeterli çalışma yapmamıştır. Mesela Türkçenin Avrupa dili olarak tanınmaması da hukuki sahada bizleri zora sokmaktadır. Avrupa dili olarak tanınırsa eyaletlerde hukuki açıdan daha güçlü olarak Türkçe dersilerini sorunsuz alabileceğiz. Ben bir kaç madedede sorunları toplamak istiyorum:
 
1.Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Avrupa şehirlerinde ivedilikle Türk Kültür Merkezleri’nin açılması gerekmektedir. Bu merkezlerde binlerce Türkçe ve Almanca kitapla birlikte Türk resminden, Türk müziğinden, Türk folklöründen örnekler, sergiler olmalıdır. O merkezlerinde görevlilerin hepsi Avrupa’da yaşayan Türk gençlerinden seçilmelidir.
 
 
2.Çok dilliliğin çocuklara kazandırdığı avantajlar göz önüne alınarak en kısa zamanda bütün Avrupa’da iki dilli anaokulları açılmalıdır. Bu anaokullarının açılması için her şehirdeki Türk sivil toplum kuruluşları ile anlaşmalar ya- pılmalı ve maddi imkânlar oluşturulmalıdır.
 
3.Türk dilinin Avrupa Birliği’nde mutlaka resmi dil olarak kabul edilmesi sağlanmalıdır. Böylece aileler bu dili çocuklara öğretmede hukuksal açıdan daha haklı duruma geleceklerdir.
 
4.Kimlik bunalımı için iki ülkede de uyum merkezleri açılmalıdır. Bu merkezlerde iki dilli ve iki kültürlü olmanın önemi anlatılmalıdır.
 
5.Türkiye’nin üzerinde etkisi olduğu kurumlarda yönetici ve çalışan olarak Avrupa Türklerinden seçilmelidir. Türkiye’den gönderilen en iyi yöneticinin bile yabancı bir ülkede başarılı olması beklenemez.
 
6.Avrupa ülkelerinde iki dilli medya sektörünün başarı kazanması için altyapı hazırlanmalı ve bu yönde çalışabilecek uzmanlarla neler yapılabileceği konusu ele alınmalıdır.
 
7. Sivil toplum kuruluşlarının yeniden yapılanması için mevcut sivil toplum kuruluşlarına öneriler götürülmesi gerekmektedir. Onların artık sadece bayrak sallayan, Kur'an kursu düzenleyen, ideolojik nutuklar atan kurumlar olamkatan çıkarılarak sahada çalışan, profesyönel bir şekilde insanların problemlerine çözümler arayan kurumlar olmaları sağlanmalıdır.
 
8. Emekli olup da Türkiye'ye gitmeyen yaşlı kuşak için huzurevleri, kurslar ve onların resmi problemlerini halledecek kurumlar oluşturulmalıdır.
 
9. Ailelerinden alınan çocuklar için onları gençlik dairelerinden alarak kendi kültürleri ile yetişmeleri sağlayacak koruyucu aile kurumları oluşturmuladır.
 
 
Dr. Orhan bey eselerinizi de tanıtır mısınız?
 
Yayınlanmış Kitaplarım isim olarak.
Türkçe:
1. Karabağ'ın Gözyaşları
2.Azerbaycan Davamız
3.Ayrılığın Rengi Hüzün
4. Son Cennet
5.Kaşgar'dan Berlin'e Portreler ve Kitaplar
6.Oryantalist mi?
7.Aşklar Daha Ölmedi
8.Ah Türkiye Ah
9.Mavi Gözlerin Aşkı
10.Avrupa'da Türk Diasporası ve Lobisi
11.Avrupa Türklerinin Geleceği
Almanca
1. Deutschland Gib Mir Ein Wenig Liebe
2. Essad Bey
3.Die Liebe Der Blauen Augen
Azerbaycan Türkçesinde
1.Hoşgördük Gözel Yurdum
2.Son Cennet
3.Azerbaycan'nın Avropadaki Diasporu ve Lobbisi
 
 Dr. Orhan Aras hocam bize bu kıymetli bilgileri okuyucularımız için verdiniz.  Değerli vaktinizi bize ayırdınız size çok,çok teşekkür ediyorum.
 
Aziz Doğan Tufan kardeşim, bende size çok teşekkür ediyorum.Insanımıza faydalı,yararlı olabilirsek mutlu oluruz inşaallah. Başarılar diliyorum
 
Haber ve resim: Doğan Tufan 

Über 600 Schülerinnen und Schüler bei „It ́s a MATCH – Basketball meets Handwerk“ – gemeinsames Angebot der HWK für Oberfranken und der Bamberg Baskets zum „Tag des Handwerks an bayerischen Schulen“

 

Bamberg. Spannender Doppeleinsatz in der Brose Arena in Bamberg: Erst erlebte die Halle einen regelrechten Ansturm von Schülerinnen und Schülern, die sich bei über das Handwerk informierten; dann folgte das sportliche Duell der Bambergs Baskets gegen den amtierenden deutschen Basketballmeister Ratiopharm Ulm. Während das Basketballspiel leider verloren ging, war dieVeranstaltung „It`s a MATCH: Basketball meets Handwerk“ für die über 600 Jugendlichen und die Handwerksbetriebe ein Gewinn.

"It's a MATCH – Basketball meets Handwerk" vereinte geschickt beide Aspekte. Ab 15 Uhr probierten die Schülerinnen und Schüler aus Bamberg und dem westlichen Oberfranken verschiedenen Handwerksberufe aus und erlebten die Leidenschaft der vor Ort vertretenen Handwerkerinnen und Handwerker hautnah. Elf Betriebe, das Mittelstand Digital-Zentrum Handwerk, das Nachwuchsteam der HWK und die Fachhochschule des Mittelstands präsentierten insgesamt 13 Ausbildungsberufe und informierten und erklärten die Karriereperspektiven im Handwerk. Eine Challenge leitete die Jugendlichen zu jedem Stand, an dem sie Fragen beantworten mussten, um an einem Gewinnspiel teilzunehmen. Die positive Resonanz der über 600 Schülerinnen und Schüler sowie ihrer Lehrerinnen und Lehrer war beeindruckend.

 

Matthias Graßmann, Präsident der Handwerkskammer für Oberfranken (HWK), äußerte sich begeistert: "Mit unserer Aktion haben wir einen beeindruckenden 'Tag des Handwerks an bayerischen Schulen' hingelegt. Dass so viele Schülerinnen und Schüler zu Besuch kamen und in direkten Kontakt mit Betrieben und dem Handwerk gekommen sind, ist ein großer Erfolg."

Diese Veranstaltung markierte den Auftakt der HWK zum "Tag des Handwerks an bayerischen Schulen" in diesem Jahr. Seit dem vergangenen Schuljahr ist für Schülerinnen und Schüler aller allgemeinbildenden Schulen in Bayern ein verpflichtender "Tag des Handwerks" eingeführt worden. Das Ziel ist es, den Jugendlichen handwerkliche Tätigkeiten näher zu bringen und die attraktiven Berufsfelder des modernen Handwerks praxisnah neben dem regulären Unterricht vorzustellen.

 

Yurtdışında yaşayan çocuklarımızın dil ve kültür gelişiminde önemli bir işlev gören Türkçe çizgi filmlerinin en sevilen kahramanlarından olan Rafadan Tayfa Hayrimatör Pforzheim’da sevenleriyle buluştu.

Pforzheim ve Çevresi Türk Veliler Derneği Başkanı Mümin Karaca’nın hiç bir destek almadan, kendi girişimleriyle zorda olsa, 106 kişi kapasiteli Pforzheim Kommunales Kino’da, Cumartesi sadece Türkçe ve Türk Kültürü derslerine katılan çocukların izlediği, yoğun talep üzerine Pazar günü ikinci seansta minikler aileriyle birlikte filmi izledi.



İKİ SEANS YAPILDI

TRT Çocuk’un sevilen karakterlerinin oluşturduğu Rafadan Tayfa ekibinin 4'ncü filmi, Rafadan Tayfa: Hayrimatör büyük beğeni topluyor. 29 Aralık’ta vizyona giren TRT ortak yapımı çizgi filmi Pforzheim’da küçük hayranları miniklerden ve ailelerden tam not aldı.


Hayri ve arkadaşlarının son macerası izleyiciden tam not aldı. TRT ortak yapımı "Rafadan Tayfa:

Hayrimatör" şimdiden iki milyon izleyici sınırına yaklaştı. 29 Aralıkta vizyona giren filme ilgi gişeye de yansıdı. Ocak ayının başında yaklaşık 390 bin kişi tarafından izlendi.


Yönetmenliğini İsmail Fidan’ın üstlendiği TRT Ortak yapımı çizgi film Hayri’nin icadı sonrası yaşananları anlatıyor. İcat Hayrimatör’ün kötü adamların eline geçmemesi için ekip zorlu bir maceraya atılıyor. Sinema etkinliğine Türkçe ve Türk Kültürü dersleri öğretmenleri, koordinatör öğretmen Tacettin Keskin, Dr. Bayram Tamtürk, Abdulkadir Yavuz, Ali Uğra’de katılarak derneğe destek oldular çocuklarla filmi beraber izlediler. Dernek yönetim kurulu, Fatoş Öztürk, Özlem Aksoy, Hatice Bayırlı, Perihan Süer ve Hülya Karaca, annelerle ve velilerle yakından ilgilendiler. Çocuklar ve aileleri sinemadan mutlu ayrıldılar.

Haber ve resim: Dogan Tufan

 

 

Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Seçim Hakkı Girişimi başkanı eğitimci-yazar Bahattin Gemici, “SPD, Yeşiller ve FDP’den oluşan koalisyon hükümetini, çifte vatandaşlık yasasını kabul ettikleri için kutluyoruz. Yeni yasa uyum için atılmış cesur ve önemli bir adımdır.” dedi.

 

Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Seçim Hakkı Girişimi başkanı, yazar Bahattin Gemici,  “Koalisyonu oluşturan hükümet partilerini, Federal Meclis’te çifte vatandaşlık yasasını onayladıkları için kutluyoruz. Mücadelemizin başarıya ulaşmasından mutluyuz. Emeği geçen tüm kuruluşlarımıza teşekkür ediyoruz.” dedi.

 

Uzun yıllardır Seçim Hakkı Girişimi olarak azimli bir mücadele verdiklerini belirten girişim başkanı Bahattin Gemici, Dr. Aysun Aydemir ve Necla Marangoz, “Umutsuzluğa kapılmadan sabır ve sebatla mücadele ettik ve kazandık. Türk toplumu, eşit haklara kavuşmak için birlik ve beraberlik içinde mücadele ederek yeni kazanımlar elde edecektir.” görüşünü savundular.

Yeni yasanın yürürlüğe girmesiyle yurttaşlarımızın Almanya’daki yasal konumlarının güçleneceğini, kendilerini daha güvende hissedeceklerini ve seçimlerde oy kullanabileceklerini belirten girişim sözcüleri yurttaşlarımızı Alman siyasi partilerine üye olmaya ve aktif siyasete katılmaya davet etti.

 

 

YENİ BİR DÖNEMİN KAPILARI AÇILDI

 

Girişim başkanı Bahattin Gemici, “Çifte vatandaşlığın kabulü ile Almanya’da yeni bir dönem başlayacak, Almanya’nın kalifiye elemanlara duyduğu ihtiyaç karşılanacak, bu ülkede yaşayan göçmenlerin entegrasyonu ve demokratik yaşama katılımı kolaylaşacaktır.” görüşüne yer verdi.

   

Çifte Vatandaşlık Yasası’nın çoklu vatandaşlığın önünün açtığını, vatandaşlığa başvurmak için Almanya’da 8 yıl yaşamış olmak koşulunun 5 yıla, uyum için özel çaba gösterenler için ise 3 yıla indirildiğini belirten girişim sözcüleri, daha önce Alman vatandaşı olan ama kendi vatandaşlığından vazgeçmek zorunda kalan yurttaşlarımızın da tekrar Türk vatandaşlığına geçebileceklerini belirttiler.

 

 

MÜCADELE EDENLER KAZANIR

1985 yılından itibaren Prof. Dr. Hakkı Keskin’in ve Almanya Türk Toplumu’nun çifte vatandaşlık için yoğun bir kampanya başlattığını, 2015 yılında 75 kuruluşu biraraya getirerek kurdukları KRV- Seçim Hakkı Girişiminin yoğun çabaları ile mücadelenin hedefine yaklaştığını ifade eden Gemici şunları söyledi: “Almanya’daki demokratik göçmen örgütlerinin 40 yıldır verdikleri mücadele boşa gitmemiştir. Emeği geçen tüm kişi ve kuruluşlara teşekkür ediyoruz. Mücadele edenler bir gün mutlaka kazanır.” 

 

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann: Staatsangehörigkeitsreform ist großer Fehler - Durch integrationsfeindliche Weichenstellungen drohen Parallelgesellschaften - Bayern wird Gesetz im Bundesrat ablehnen

 

Bayerns Innenminister Joachim Herrmann hat das heute vom Bundestag verabschiedete Gesetz zur Modernisierung des Staatangehörigkeitsrechts als "großen Fehler" bezeichnet: "Doppelstaatsbürgerschaften zur Regel zu machen sowie die für die Einbürgerung notwendige Aufenthaltszeit zu verkürzen, sind die völlig falschen Signale. Sie passen überhaupt nicht zu den aktuellen Entwicklungen. Diese neuen Einbürgerungsregelungen der Bundesregierung sind in höchstem Maße integrationsfeindlich und belohnen eine fehlende Bereitschaft zu einem Bekenntnis zu Deutschland." Die Einbürgerung könne nach Herrmanns Worten nur am Ende eines gelungenen Integrationsprozesses stehen. Die Ampelregierung verkehre dieses Prinzip nun ins Gegenteil und vergebe die deutsche Staatangehörigkeit viel zu leichtfertig. "Bayern wird dieses Gesetz im Bundesrat daher ablehnen."

Für den bayerischen Innenminister ist klar, dass überhaupt kein Anlass dafür besteht, eine Einbürgerung zu gewähren, wenn Ausländer die erforderlichen Integrationsleistungen nicht erbringen. Ausreichende Sprachkenntnisse seien nach wie vor die Schlüsselkompetenz schlechthin für ein erfolgreiches Leben in Deutschland. "Ich sehe keinen Grund, Personen mit der deutschen Staatsbürgerschaft auszustatten, wenn sie über Jahrzehnte hinweg keine Sprachkenntnisse erworben haben. Genau das wird nun künftig aber möglich sein. Das ist keine Modernisierung des Staatangehörigkeitsrecht, sondern ein Rückschritt." Der Minister betonte: "Neben ausreichenden Deutschkenntnissen und dem Bestreiten des eigenen Lebensunterhalts müssen sich Migranten aber auch eindeutig zu Deutschland und seinen Werten bekennen. Wenn die Ampelkoalition mit ihrer Reform auf diese wichtigen Einbürgerungsvoraussetzungen verzichtet, stellt sie integrationspolitisch die Weichen falsch und das mit schwerwiegenden Folgen für die Gesellschaft." Herrmann warf der Bundesregierung vor, bewusst die Entstehung von Parallelgesellschaften in Kauf zu nehmen, besonders, wenn nun Doppelstaatsbürgerschaften die Regel werden.

Bayern wird nun eine Bundesratsinitiative zur Aberkennung der Staatsangehörigkeit antisemitischer Straftäter und Hetzer starten. "Wir fordern darin den Bund auf, alle notwendigen rechtlichen Möglichkeiten, einschließlich etwaiger Änderungen des Grundgesetzes, zu prüfen, damit antisemitische Straftäter und Hetzer ihre deutsche Staatsangehörigkeit verlieren, wenn sie dadurch nicht staatenlos werden. Es kann doch nicht ernsthaft gewollt sein, dass Doppelstaater in solchen Fällen die einmal erworbene deutsche Staatsangehörigkeit für immer behalten dürfen und sich auf die damit verbundenen Privilegien berufen können," kritisierte Herrmann.

Türkiye’nin uzaya gidecek ilk astronotu olacak olan Alper Gezeravcı hakkında bazıları astronot değil, turist falan demişler. Dünyada milletimiz kadar kendi insanımızı değersizleştiren başka millet var mı bilmiyorum, ama en üstlerdeyiz kesin!

İlk Türk uzay yolcusu Alper Gezeravcı, Ax-3 misyonunda İspanyol, İtalyan ve İsveçli astronotlarla birlikte görev alacak. 14 gün boyunca Uluslararası Uzay İstasyonu'nda çeşitli bilim misyonlarını gerçekleştirecek olan Gezeravcı aslen Mersin ili Silifkeli ilçesinden. Askeri pilot Gezeravcı, uzaya çıkacak ilk astronot olarak belirlendi. Gezeravcı, Türk Hava Harp Okulu'nda elektronik mühendisliği okudu ve ayrıca Dayton, Ohio'daki Hava Kuvvetleri Teknoloji Enstitüsü'nde eğitim gördü. Türk Hava Kuvvetleri'nde 21 yıllık tecrübeye sahip F-16 pilotudur.

2 Aralık 1979 tarihinde Mersin Silifke’de doğmuştur. Hava Harp Okulu’ndan elektronik mühendisi olarak mezun olan Gezeravcı, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Hava Kuvvetleri Teknoloji Enstitüsü’nde operasyon araştırmaları alanında yüksek lisansını tamamladı.

Hava Kuvvetleri’nde 21 yıl görev yapan Gezeravcı, F-16 dahil çeşitli uçaklarda pilotluk yapmış ve Türk Hava Yolları’nda kaptan pilot olarak yedi yıl görev yaptı.
Aynı zamanda Adana’daki 10. Ana Jet Üs Komutanlık görevlerinde bulundu.
Çeşitli spor ve açık hava aktivitelerine ilgisi olan Gezeravcı, kapsamlı askeri eğitimler ve hayatta kalma kurslarından geçmiştir.

Axiom Görev 3 Ax3 uzay istasyonununa gitme kapsamında uzay gemisinde görev uzmanı olarak mürettebattan birisidir. Bu tarihi anla Türkiye’nin uzaya giden ilk astronotu olmuştur yolu açık olsun....

 

Haber ve resim: Doğan Tufan

Weihnachtsbotschaft und Neujahrsgruß der Union Internationaler Demokraten (UID)

 

Das Weihnachtsfest 2023 steht klar im Zeichen der Kriege im Nahen Osten und der Ukraine. Auch die wirtschafts-, finanz- und haushaltspolitischen Belastungen beschäftigen uns weiter. Fest steht: Wir befinden uns inmitten einer tiefgreifenden Transformation und werden wohl noch weitere Einschränkungen hinnehmen müssen. Vor dem Hintergrund der aktuellen Kriege und demokratiegefährdender Risiken wie digitalem Hass, Hetze und gruppenbezogener Menschenfeindlichkeit blicken wir auf düstere Zukunftsaussichten. Somit stehen unsere Freiheit, Ordnung und unser Wohlstand mehr denn je zur Disposition.

 

Weiterhin ertrinken Flüchtlinge im Mittelmeer oder fliehen aufgrund von Hunger, Armut, Verzweiflung und Kriege nach Deutschland und Europa. Im Nahen Osten sterben ferner Frauen und Kinder, deren Zahl täglich in die Höhe steigt. Die internationale Gemeinschaft versagt, sieht diesem Konflikt tatenlos zu und führt sich damit selbst ad absurdum. Viele fragen sich, wozu es überhaupt noch die Vereinten Nationen (UN) gibt und hegen immer mehr Zweifel am Gerechtigkeitssystem und dem Rechtsparadigma der Welt. Somit steht eine Reform der UN mehr denn je zur Disposition.

 

Die Abstumpfung und Lethargie vor dem Hintergrund aktueller Ereignisse lassen uns erschaudern. Sowohl für den Krieg im Nahen Osten als auch für den Krieg in der Ukraine sind eine Rückkehr an den Verhandlungstisch, Dialog und Diplomatie das Gebot der Stunde. Die Menschheit darf dem Blutvergießen, diesem humanitären Chaos und der Zerstörung nicht gleichgültig gegenüberstehen. Sicherheit, Ordnung, Frieden und Menschlichkeit haben oberste Priorität. Dabei verbietet es sich, Trauer als Terror zu missdeuten. Was wir heute erleben, ist ein schmerzhafter Mangel an Stimmen humanistischer Einsicht.

 

Die Unsicherheit auf der Welt bereiten uns große Sorgen. Die weltweiten Kriege bedrohen nicht nur die Konfliktparteien selbst, sondern die Sicherheit auf dem ganzen Erdball. Auch unsere anfällige Wirtschaft und unsere labile Energieversorgung können durch diese Konflikte in Mitleidenschaft gezogen werden. Die Menschen sind zurecht verunsichert und nicht wenige fragen sich heute, wie es weitergeht in Deutschland, in Europa und der Welt. Die Inflation sowie die steigenden Kosten für Mieten, Energie oder Lebensmittel führen zu immer größeren Belastungen. Genauso sorgen sich viele traditionsreiche Unternehmen um ihre Existenz. Insolvenzen gehören bereits zum Alltag. Die Armut, der Hunger und das Elend nehmen auch bei uns zu. Zudem zeigt uns die Natur, dass wir in Sachen Klima und Umwelt über unsere Verhältnisse gelebt und gehandelt haben: Flutkatastrophen, Hitzewellen, Waldbrände und Dürren sind nur einige Phänomene, womit sich die Natur an uns rächt.

 

Wir müssen dennoch hoffnungsvoll sein, dass wir trotz der teilweise vorherrschenden Ängste und Unsicherheiten in unserer Gesellschaft auch diese Herausforderungen gemeinsam bewältigen werden. In den Weihnachtspredigten wird die Rede sein von Solidarität, Anteilnahme, Barmherzigkeit, Vergebung, Gerechtigkeit, Geduld, Zuversicht und nicht zuletzt Frieden.

 

Die Union Internationaler Demokraten (UID) wünschen allen Christen weltweit, unseren Mitmenschen, Freunden und Nachbarn friedvolle Festtage, Gesundheit sowie alles Gute für das neue Jahr 2024.

 

 

Köksal Kuş

Vorsitzender UID

 
 
Almanya'nın Pforzheim kentinin üç büyük salon turnuvasından ikisini kazanarak büyük bir başarı yakalayan Landesliga’da Lider olan Türkspor Calmbach şehir salon turnuvasının ardından Pforzheim kentinin en geniş kapsamlı ve prestijli salon futbol turnuvası olan ''Hahn Cup''  SV. Büchenbronn Futbol kulübü'nün ev sahipliğinde 33. Salon Futbol turnuvası Fritz-Erler Spor salonunda yapıldı. 15 dakika oynana maçlar, iki gün süren  ve 30 takımın mücadele ettiği turnuvada, Türkspor Pforzheim şampiyon oldu. Pforzheim Landesliga ve Kreisliga A'da mücadele eden ve iki takımla turnavaya katılan  Türkspor 1  ikinci günkü finallere direk katıldı. Yaklaşık 800 futbol severin izlediği turnuvanın yarı final karşılaşmalarında, Türkspor 1, salonda atmosferin yükselmesine neden oldu. Gruplarda namağlup çıkarak yarı finalde, SV.Kickers karşı oyuna çok hızlı başlayan Türkspor, karşılaşmasın daha ilk dakikalarında skoru 2-0 yaptı. Daha sonra kalesinde bir gol gören Türkspor son beş dakikada iki gol atarak durumu 4-1 yaparak finale kaldılar. Final karşılaşmasında iki Landesliga ekibi Türkspor ile Alem.
 
Wilferdingen’le karşılaştı. Karşılaşma karşılıklı atılan gollerle 1-1 bitti. Penaltı atışları sonucu Türkspor 5-3 kazanarak şampiyon oldular. Şampiyonluk kupası ve 800 Avro para ödülü kazanan. 33. Yılık turnuvada iki yıl üstüste ikinci kez şampiyon olan Türkspor bu kış katıldığı turnuvalarda şampiyon olarak 2 kupa kazandılar. Türkspor ikinci başkanı Hüseyin Eruslu, “Pforzheim'daki üç büyük salon turnuvasından ikisini kazandığımız için takım ve taraftar olarak çok mutluyuz. Her zaman prestij ve itibarlı bir kulüp olduğumuzu gösterdik. Bu elbette olağanüstüydü‘‘ hedefimiz Oberiga dedi.