Açık ve seçik bir şekilde görülüyor ki Türkiye’de işler iyi gitmiyor. Euro ve doların nerede duracağı tahmin edilemeyen hesapsız yükselişi, enflasyonun hükümetçe ve Merkez Bankası’nca konan hedeflerin ve yapılan tahminlerin çok üzerinde oluşu, tatmin edicilikten uzak istihdam rakamları, yatırımların durma noktasına gelmesi gibi ekonominin belirleyici unsurları tedirginliği gittikçe arttırmaktadır.

Siyasetçiler kendi aralarında ekonomik krizin siyasi krizden mi kaynaklandığını veya ekonomik krizin siyaseti nasıl etkileyeceği gibi hususları tartışadursunlar, ortalama normal vatandaş her an yaşanan sıkıntıyı daha fazla hisseder durumdadır. Ne iktidarın çizmeye çalıştığı pembe tablolar ne muhalefetin umut vermeyen söylemleri mutfağı sarmakta olan ateşin sönmesine yardım etmiyor.

Bir ülkenin kriz dönemlerinde onun sıkıntılardan çıkışında en mühim etkenlerin başında birlik, dayanışma ve birlikte buhranları aşma ruhu gelir. Ne yazık ki ülkemizde bunu görmek pek mümkün değildir. Mutlu bir azınlığın hayat pahalılığı ve istikrarsızlık altında ezilen kitlelerin haline karşı gösterdiği umursamazlık ve hatta aşağılayıcı tutum, muhalefet cephesinde yer alanların her fırsatı siyasi maksatlar için değerlendirmeye yönelik tutumu ile birleşince müşterek bir noktada birleşme imkansız hale gelmektedir. İktidar kanadının ortamı yumuşatmak yerine yapılan her eleştiriyi düşmanca bir davranış olarak algılayıp gerilimi arttırması, sadece muhalefetin ekmeğine yağ sürmekle kalmamakta, ülkenin önündeki badireleri aşmak için gerekli birlik ve beraberliğe de mani olmaktadır.

Konuya ekonomik esaslar çerçevesinden bakıldığında, aslında içinde bulunduğumuz krizlerin sebeplerini görmek kolaylaşmaktadır. Türkiye, tarım ve hayvancılıkta kendisine yetmekten çıkmış, bir müddet öncesine kadar övünç kaynağı olan ‘kendine yeterli olma’nın yerini ithalata bağımlılık almıştır. Sanayi üretimini yeterli düzeye getirememiş, 84 milyonluk nüfusa ve ulaşması zor olmayan pazar imkanlarına rağmen, herhangi bir dalda iddialı, vazgeçilmez olma noktasına gelememiştir. İhraç ürünlerini ithalata bağımlılıktan kurtaramadığından, oluşan kısır döngüyü bir türlü kıramamıştır. İletişim, bilişim, dijitalleşme gibi konularda rakiplerinin önüne geçememiştir. Büyük ölçüde dışa bağımlı olduğumuz enerji alanındaki yatırımlar karşılığında beklenen verimliliğe bir türlü ulaşılamamıştır. Turizmde gerekli çeşitlilik sağlanamadığından salgın, boykot, ambargo gibi durumlarda sektörün önüne alternatif yollar sunulamamıştır. Bunların ve eklenebilecek diğer hususların özeti olarak 2023 hedefleri adıyla ülkenin önüne konan hemen hiçbir hedefe ulaşılamamış, bundan doğan açık ise prestij yatırımları denen maliyeti yüksek ancak getirisi az teşebbüslerle kapatılmaya çalışılmıştır. İktidarın elinde, -tamamı kendi düşünce ve uygulamalarının ülkeyi getirdiği ekonomik darboğaz ortamında-, faiz-kur ayarlamalarıyla vaziyeti kurtarmak dışında bir çözüm imkanı kalmamıştır. Yaşayarak görüldüğü gibi, bu da derde deva olmamaktadır.

Hemen her ülke, salgın sebebiyle içine girilen ekonomik daralmaya karşı objektif gerçekler ışığında uygulamaya koyabileceği reçeteler üzerinde çalışırken, bu hayati konu bizde iktidar ve muhalefetin üzerinden siyasi kazanç umduğu bir kavga ve çekişme konusuna dönüşmüştür. Türkiye, kaliteli üretimin ve ihracatın, tatmin edici istihdamın, güven veren milli paranın, istikrarlı yönetimin ve işleyen ekonomik kurumların bulunmadığı bir ülkeye dönüşmüştür. Bu durum sürdürülebilir değildir ve elbirliği ile çareler üretmeye yönelme zamanı çoktan gelip geçmiştir.

Her kriz dönemindeki gibi günümüzde de yurt dışında yaşayanlara düşen sorumluluklar vardır. Her şeyden önce, Türkiye’nin iç kamuoyunda zannedildiği gibi yurt dışındaki insanlarımızın ceplerindeki Euroların değer kazanmasından memnun olacak, ondan haz duyacak kadar egoist olmadıkları dosta düşmana gösterilmelidir. Diğer taraftan yurt dışındaki insanlarımız ufağından büyüğüne alışverişlerini Türkiye menşeli ürünlere yöneltmeli, ülkeye girecek her sentin hayati değerde olduğunun idrakinde olmalıdır. Politikacıların gereksiz söylemlerinden etkilenmeden, ülkenin hepimize ait olduğu gerçeğinden hareketle memleketine sahip çıkmalıdır. Bu, sadece yaraların sarılmasına bir nebze katkı sunmak değil, ülkeyi ve milleti bölmek üzerinden kendilerine politik çıkar alanı oluşturan sorumsuz, muhteris, kifayetsiz ve kibirli politikacılara da vurulan bir şamar olacaktır.

 

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

https://www.latifcelik.de