Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG) Kuzey Bavyera Bölge Teşkilatı tarafından Nürnberg Seren Event Saal’da yapılan iftar programına katılan IGMG Genel Başkanı Kemal Ergün, “Bizler nasıl Ukrayna’daki sivillerin ölmesine karşı sesimizi yükselttiysek, aynı şekilde dünyanın neresinde olursa olsun, masum sivillerin ölmesine her zaman karşı çıkarız” dedi.
IGMG Kuzey Bavyera Bölge Teşkilatı’nın düzenlediği iftara Nürnberg Başkonsolos Yardımcısı Adnan Zafer Bekçekaral, IGMG Kuzey Bavyera Bölge Başkanı İsmail Satır, Din Hizmetleri Ataşesi Necmettin Saydam, DİTİB Kuzey Bavyera Birliği Başkanı Uğur Cankurt, Kuzey Bavyera eyaletinin değişik kentlerinde faliyet gösteren IGMG şubelerinden, Türk sivil toplum başkanlarından, siyasetten, akademisyenlerden insanlar katıldı. Programda konuşma yapan IGMG Genel Başkanı Kemal Ergün, “Orucun sadece İslam’la ilgili olmadığını, Hazreti Adem’den Hazreti Musa’ya, Hazreti Musa’dan Hazreti İsa’ya tüm dinlerde orucun temel bir ibadet olduğunu Kur’an-ı Kerim bize ifade etmektedir. Oruç sadece pasif ibadet değildir. Oruç eylem isteyen amel isteyen iş isteyen bir ibadettir. Hazreti Muhammed Mustafa Aleyhisselam da orucu şöyle tarif eder: Su içeceğiz suya ihtiyacımız var hayır içmeyeceğiz diyoruz, yemek yiyeceğiz yemeğe ihtiyacımız var nefsimizi muhafaza ediyoruz. Dolayısıyla oruç sadece sudan sadece yemekten uzak olmaya kalkan değil, oruç tüm kötülüklere, zulme, nefislerimizin içinde geçirmiş olduğumuz isyana, haramlara, hukuksuzluğa, insan hakları ihlallerine karşı kalkandır. Savaşlar nedeniyle hastaneler yıkılırken kiliseler bombalanırken camiler yıkılırken sokaklar, pazar yerleri tahrip edilirken, oruç tutan bizlerin, savaştan, zulümden kurtulmak için memleketlerini terk eden aç susuz kalan insani koşullar dışında yaşayan bir lokma ekmek peşinde koşturarak insan dışı muamele gören insanlar oruç tutanların insanım diyenlerin düşünmesi gerekir. Savaşın da bir ahlakı bir kaidesi var. Yaşadığımız bu toplumun çoğu hoşgörülüdür. Hoşgörülü olmasalardı 3 bin caminin olmasına izin vermezlerdi. Burada eğitimin, siyasetin içinde olacağız, komşularımızla iyi iletişim içinde bulunacağız. Ön yargılardan uzak kalarak İslam’ı, İslam düşmanlarından değil bizden öğrenmelerini sağlayacağız.


‘MAZLUMUN YANINDA OLMALIYIZ’
Bizler nasıl Ukrayna’daki sivillerin ölmesine karşı sesimizi yükselttiysek, aynı şekilde dünyanın neresinde olursa olsun, masum sivillerin ölmesine her zaman karşı çıkarız. Filistin’de, insanın en temel hakkı olan su temel gıda maddesi elektrik yaşam malzemesi elinden alınıyor. İbadet mekânları tahrip ediliyor, hastaneler bombalanıyor. Çocuklar kaçırılıyor, bebekler öldürülüyor. Gazze de binlerce bebek öldürüldü. 17 bin bebek anasız babasız kaldı. Bugün insanlar ‘köpek leşi yiyebilir miyiz’ diye soruyorlar. Bu noktada çifte standart asla kabul edilemez. Müslümanlar olarak mazlumun yanında yer almalı, zalime dur demeli ve mazlumun elinden tutmalıyız” dedi.


RAMAZAN AYI BEREKET MERHAMET AYIDIR
Fatih Maraşlı’nın Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan iftar programın açılış konuşması yapan IGMG Kuzey Bavyera Bölge Teşkilat Başkanı İsmail Satır şunları söyledi: “Bugün Yemen’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Arakan’da olduğu gibi dünyanın birçok bölgesinde insanlığa yakışmayan hak ihlalleri görüyoruz. İnsanlık için utanç verici manzaralar ile karşı karşıya kalıyoruz. Özellikle Gazze’de yaşananlar bizleri derinden üzmüştür. Gazze’deki trajedi artık tüm insanlığın hukuk, ahlak ve vicdan sınavı hâline gelmiştir. Masum insanların haykırışları dünya genelinde yankılanmış, her taraftan ateşkes çağrıları yapılmasına rağmen bir sonuç alınamamıştır. Huzurun ve barışın diyarı olan, Allah’ın yeryüzünde mübarek kıldığı mekânı kalbinde bulunduran Filistin, maalesef acının ve gözyaşının diyarı hâline gelmiştir. Bir halkın çocukları açlıktan ölüyorsa, artık bir savaş değil, zulüm söz konusudur. Vicdan ve merhamet sahibi hiçbir insan bu duruma seyirci kalamaz.”


NEFRET VE AYIRIMCILIKTAN UZAK DURALIM
Nürnberg Başkonsolos Yardımcısı Adnan Zafer Bekçekaral da, “Bereket ve paylaşım ayı olarak bilinen iç huzurumuzu kuvvetlendiren ramazan ayının, bizleri dayanışma yardımlaşma ve değerlerimizi yeniden fark etme imkânı sunar. Almanya’nın ayrılmaz parçası olan ve her alanda başarılı çalışmalar yapan Türk toplumun inançlarının temel direklerinden biri olan kutsal aydaki vecibelerinin böyle güzel bir atmosfer içinde gerçekleştirmesi takdire şayandır. İslam’ın kamuoyunda tehdit olarak algılanması talihsiz bir gelişmedir. İslam’ın ötekileştirilmesi aracı görülmesi toplumda ayırım duvarı haline getirilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunu yerine karşılıklı anlayış, diyalog, kucaklaşma birlikte yaşamak kültürünün ön plana çıkarılmasına özen gösterilmedir. Nefreti, ayrımcılığı, yabancılığı düşmanlığı ve İslam karşıtlığına dışlayan yaklaşım, entegrasyonu da iyileştirici ve teşvik edici bir etki yaratacaktır. Savaşların olmadığı, çocukların ölmediği yaşanılır bir dünya olmasını temenni ederken herkesin Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutluyorum” diye konuştu.

 

Haber ve resimler: İlhan BABA/NÜRNBERG

 

 

 

 

 

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Kuzey Bavyera Dini Danışma Kurulu Başkanlığı “Gençlik İftarı” başlığı altında öğrencilere yönelik iftar yemeği verdi.

 

Fürth şehrinde "Gençlik İftarı" başlığı altında düzenlenen programda, Kuzey Bavyera DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Necmeddin Saydan, DİTİB Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Muhammed Şahin, Eyalet Birliği Başkanı Uğur Cankurt, Gençlik Koordinatörü Ali Osman Gürbüz’ün yanı sıra dernek başkanları, cami dernekleri gençlik kolları yönetim kurulu üyeleri ile bine yakın genç ve davetli bir araya geldi.

 

Program, Kur’an-ı Kerim tilavetinin ardından Eyalet Birliği Başkanı Uğur Cankurt ve eyalet dini danışma kurulu gençlik koordinatörü Ali Osman Gürbüz’ün selamlama konuşmalarıyla başladı. 

Kuzey Bavyera DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Necmeddin Saydan, gençlerle bir araya gelmenin ve sadece gençlere özel bir programda buluşmanın önemine vurgu yaparak, gençlerin DİTİB için ne kadar değerli olduğunu ifade etti. Saydan, ‘genç’ kelimesinin ‘cevher’ kelimesiyle eş anlama geldiğini belirterek, peygamberimizin de gençlere büyük önem verdiğini ve İslam'ın gençlerin omuzlarında yükseldiğine dikkat çekti. Saydan, bu özel buluşmanın, gençlerin kaynaşması ve Ramazan ayının manevi atmosferini birlikte yaşamaları için güzel bir fırsat olduğunu dile getirdi.

 

DİTİB Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Muhammed Şahin, Ramazan ayının rahmet dolu bir zaman dilimi olduğunu belirterek, bu ayın birlik ve beraberliği pekiştirdiğini ve günahlardan arınarak ömrümüze daha güçlü bir şekilde katkı sağladığını ifade etti.

Şahin, iftarların en güzelinin genç kardeşlerle yapılan iftar olduğunu vurgulayarak, onlarla bir arada olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. DİTİB'in 40’ıncı kuruluş yıl dönümünde yürütülen hizmetlere katkı sunan gençlerden gurur duyduklarını ifade eden Şahin, ancak bu gururun bir yükümlülük de beraberinde getirdiğini belirtti. Şahin şöyle devam etti: “Dedelerimizin ve babalarımızın inşa ettikleri camileri yaşatma ve daha ileriye taşıma görevi bizlere düşmüştür. Her bir kardeşim Müslüman birey olarak Almanya’da İslamiyet’i temsil ettiğini unutmamalı ve bu kapsamda yaşamalı ve çalışmalıdır.”

 

Program içerisinde yapılan dini bilgiler ve genel kültür yarışmasında dereceye giren gençler ödüllendirildi ve hediyeleri takdim edildi.

Okunan akşam ezanıyla birlikte oruçların açıldığı iftar programı yemek duasının ardından musiki dinletisi ile devam etti.

 

 

 

 

 

 

Mit etwa 400.000 Betroffenen in Deutschland und rund sechs Millionen weltweit ist Morbus Parkinson nach der Alzheimer-Krankheit die zweithäufigste Erkrankung des Nervensystems mit einem fortschreitenden Verlust von Nervenzellen. „Die Diagnose Parkinson ist ein Schock für Betroffene und das Umfeld“, so Alexander Pröbstle, Direktor bei der AOK in Würzburg. Doch mittlerweile lässt sich die Erkrankung gut behandeln: Der überwiegende Teil der Betroffenen kann heute dank moderner Medikamente und zusätzlicher Therapien wie Ergotherapie, Krankengymnastik und Entspannungstechniken gut leben und die Beschwerden sehr lange in Schach halten. Dabei gilt: Je früher die Krankheit erkannt wird, desto besser lässt sich die Behandlung planen. „Deshalb ist es wichtig, dass Menschen, die typische Symptome an sich feststellen, zum Arzt oder zur Ärztin gehen“, sagt Alexander Pröbstle.

 

Ursache oft unklar, Verlauf meist schleichend

Das Anzeichen, das die meisten Menschen mit Parkinson in Verbindung bringen, ist das Zittern einer Hand. Hinzukommen können Steifheit, Langsamkeit, eine monotone leise Stimme, ein ausdrucksloses Gesicht sowie Schwierigkeiten beim Gehen und mit dem Gleichgewicht. „Warum Menschen Parkinson bekommen, ist bis heute in vielen Fällen ungeklärt“, so Alexander Pröbstle. Auch wie die schleichende Krankheit im Einzelfall verläuft, kann sehr unterschiedlich sein. Bei der Krankheit werden Nervenzellen geschädigt, die den Botenstoff Dopamin produzieren. Das Dopamin sorgt unter anderem dafür, dass elektrische Impulse vom Gehirn über die Nerven zu den Muskeln übertragen werden. So werden etwa Bewegungen gesteuert. Die Zerstörung der Zellen beeinträchtigt die Fähigkeit, Bewegungen in Gang zu setzen oder zu koordinieren. Hat der Neurologe oder die Neurologin eindeutig festgestellt, dass es sich um Parkinson handelt, bekommen die Betroffenen Medikamente, die den Dopamin-Mangel im Gehirn wieder ausgleichen sollen.

 

Vielfältige Unterstützung erforderlich

Betroffene haben meist Angst, mit der Zeit unselbstständig und pflegebedürftig zu werden. „Daher ist es sinnvoll, dass sich Erkrankte und Angehörige auf die Zeit einstellen, in der zunehmend Unterstützung nötig sein wird“, empfiehlt Alexander Pröbstle. Eine gute ärztliche Begleitung ist wichtig. Zudem sollten die Erkrankten soweit wie möglich aktiv sein und bleiben. Auch psychologische Betreuung oder der Austausch mit anderen Betroffene, zum Beispiel in einer Selbsthilfegruppe, helfen dabei, schwierige Situationen im Alltag besser zu meistern und das veränderte Leben durch die Krankheit zu akzeptieren.

 

Mit Unterstützung der Weltgesundheitsorganisation begründete Parkinson’s Europe 1997 den Parkinsontag. Er geht auf den Geburtstag des englischen Arztes James Parkinson am 11. April 1755 zurück; er beschrieb erstmals 1817 die Symptome der Krankheit.

 

Weitere Informationen unter: www.gesundheitsinformation.de  > Suche: Parkinson und http://www.aok.de/pp/unser-engagement/gesundheitstage/welt-parkinsontag

 

KÖLN (AA) - Almanya'da emniyet teşkilatları içinde halihazırda görevli olan 400'den fazla polis memuru hakkında aşırı sağ görüşe sahip olduğu şüphesiyle soruşturma yürütüldüğü bildirildi.

Stern ve RTL tarafından 16 eyaletin içişleri bakanlığından elde edilen bilgilerle yapılan araştırma sonucuna göre, eyaletlerde görevli 400 polisin aşırı sağ görüşlü olduğu ya da çeşitli komplo teorileri ürettikleri şüphesiyle soruşturma veya disiplin soruşturması geçirdikleri belirtildi.

Araştırmada Berlin, Mecklenburg-Batı Pomeranya, Bremen ve Thüringen olmak üzere 4 eyaletten güncel rakamlar sağlanamadığı için söz konusu sayının çok daha yüksek olabileceği aktarıldı.

Ülkenin en kalabalık eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanı Herbert Reul, araştırmacılara yaptığı açıklamada, "Anayasa temelinde hareket etmeyen, bunun yerine aşırılıkçı görüşlerin peşinde koşan polis memurları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından büyük bir tehlikedir." ifadelerini kullandı ve bu tür kişilerin polislik mesleği için başvurmaması gerektiğini vurguladı.

Alman Federal Meclisi federal polis komiseri Uli Grötsch ise muazzam bir tehdit potansiyeli gördüğünü ifade ederek, "Aşırı sağcıların kasıtlı olarak polisi istikrarsızlaştırmaya çalıştığı bir zamanda yaşıyoruz. Tehlike her zamankinden daha büyük. Tüm ülke için ve dolayısıyla bu polis için de geçerli." değerlendirmesinde bulundu.

BERLİN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Ukrayna'nın Rusya'ya karşı kendisini savunamaması durumunda savaşın Avrupa ve NATO sınırlarına doğru ilerleme riski bulunduğunu söyledi.

Baerbock, NATO Dışişleri Bakanları toplantısı için bulunduğu Brüksel'de gazetecilere yaptığı açıklamada, Ukrayna'ya verilen desteğe devam edilmesinin önemini vurgulayarak, "Ukrayna'ya destek devam etmezse, kendini savunmaya devam edemez. O zaman Rusya bu savaşı Avrupa sınırlarına, bizim NATO sınırlarımıza doğru ilerletme tehdidinde bulunur." dedi.

Ukrayna'nın (Avrupa'nın) özgürlüğünü savunmaya devam edememesi durumunda savaşın Berlin'den ve Avrupa Birliği'nin (AB) merkezi Brüksel'den sekiz saat mesafeye gelme tehdidinin ortaya çıkacağına işaret eden Baerbock, "Bu nedenle Ukrayna'ya desteğimizi arttırmamız, özellikle de NATO'nun 75. yıl dönümünde, sadece bir savunma ittifakı değil, özgürlüğümüzü ve barışımızı güvence altına alan bir ittifak olarak mutlak çıkarımıza olacaktır." diye konuştu.

Baerbock, Rusya'nın Avrupa'ya karşı hibrit savaş yürüttüğünü de savunarak, şunları kaydetti:

"Bu durum özellikle Moldova ve Baltık ülkeleri gibi ülkeleri etkiledi. Bu saldırıların geçmişte dezenformasyon ve siber saldırı amacıyla Almanya'ya da yapıldığını görebiliyoruz ve bu nedenle şimdi daha da dikkatli olmalı ve kendimizi çeşitli düzeylerde bu hibrit savaşa karşı korumalıyız. Bu aynı zamanda dezenformasyona ve siber saldırılara karşı korunma anlamına gelir."

Baerbock, NATO'nun sadece güvenlik ve barış için değil, aynı zamanda demokrasi için de en iyi koruyucu kalkan olduğunu sözlerine ekledi.

Genel merkezi Ankarada olan,1980 öncesi Ülkü Ocakları ve 1980 sonrası Almanya Türk Federasyon genel başkanlarımızdan, Avrupa Türk İslam  Birliği teşkilatının kurucularından Dr. Ali Batman, Başbuğ Alparslan Türkeş'in 27. ölüm yıl dönümü munasebetiyle milliyetci ülkücü camiaya ya  cağrıda da bulunarak şöyle konuştu;
 
"Kıymetli ülküdaşlarım! 
 
Bugün malum olduğu üzere Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in 27. Ahirete irtihal yıl dönümüdür. Her ülkücü  ve ülkücü olmasa da vicdan sahibi her insanımız gibi ben de Allah'tan rahmet diliyor,minnet,şükran,hayır ve dua ile anıyorum. Mekanı Cennet Olsun (âmin).
 
Kabul etmeliyiz ki O sadece yıldönümünde kısaca hatırlanıp birkaç cümlelik dua etmekle anılıp geçilecek birisi değildir. O'nun bıraktığı dâvâyı resmi temsil durumunda olanlar bana göre 27 yıldır O'na layık ve hakettiği  "Anma Proğramları"düzenlemekte hep yetersiz kalmaktalar. Bunda Türkeş isminin büyüklüğü ve ağırlığı karşısında kendi pozisyonlarının belki arka planda kalacağı gibi kişisel kaygıların rolü olacağı gibi,her konuda olduğu gibi bu konuda da, birebir hatıraları, bilgi ve birikimleri  olan arkadaşlarımızı çevrelerine yaklaştırmak istemeyişlerinin de şüphesiz rolü vardır. Burda maksadım polemik yapmak değildir. Başbuğ'umuza layık anmaların yapılmadığı,kendisinin ve bayraklaştırdığı dâvânın yeni kuşaklara yeteri kadar ulaştırılmadığından duyduğum üzüntüdür.
 
Her fâni gibi şüphesiz Başbuğ'un da zaman zaman yanlışları,hareketi yönetirken yer yer hatalı karar ve uygulamaları da olmuştur. Bu hususlar da O'na layık her yönüyle tanıtıldığı,anlatıldığı,her türlü sosyal bilim dallarının devreye konarak incelendiği durumlarda iyi niyetli ve dâvâya fayda maksatlı kritikler de yapılabilir. 
 
Ama bunlar O'nu Türk Milletine (ve dolaylı olarak İslam âlemine ve insanlığa)sağladığı hizmetleri bakımından en yüksek sevgi,saygı ve şükran dolu duygu ve düşüncelerle anmamıza engel teşkil etmez.
 
Genç nesiller 60 lı 70 li yılların dünya ve Türkiyesini yaşayarak öğrenmediler. 
 
Yazılanları okuyarak  ve anlatılanları dinleyerek öğreniyorlar.İşte sorun da burda. O dönemlerin en önemli ideolojik ve siyasi aktörü Alparslan Türkeş ve O'nun liderliğinde yürütülen dâvâ ve verilen mücadelelere hiçbir zaman hakettiği şekilde yer verilmemektedir. Kaç kitap ,kaç akademik araştırma var,kaç  film yapıldı-bırakın başkalarını-  o kadar okumuş ve eli kalem tutan her bölümden yetişmiş o kadar insanımıza rağmen kendi içimizden kaçımız yazdık,yorum yaptık,şerh yazdık..?
 
Gerçekten esef verici.
 
40 'larda dünya artık çoktan kamplaşmıştı.
 
Ortada Komünizm ve Kapitalizm varken Avrupa ve paralelinde Türkiye 60 'larda derin ideolojik savrulmaları yaşarken Türkeş ve ortaya koyduğu  milli,islami ve insani esaslara dayalı Türk Milliyetçiligi Dünya Görüşü ve ondan esinlenerek hazırlanmış Dokuz Işık Doktrini Türkiye için Üçüncü Yol olarak milletin huzuruna çıktı. İyi ki çıktı. Ve bizler Can Simiti gibi bu milli ve yerli fikirlere sarıldık. 
 
Bunun için Türkeş sadece bir parti genel başķanı değildi. Bunun için sadece Ülkücüler değil sağıyla soluyla tüm toplum O'nun ve fikirlerinin  kıymetini bugün de anlayıp takdir etmeyi bilmelidir. Zira Türkeş ortaya çıkmakla bugün sayıları milyonlara ulaşan,bilhassa da okumuş ağırlıklı millet evlatlarını yanlış yollara yönelmekten kurtarmıştır. Bu bile Türkeş'i hayırla anmaya yeter.
 
O yıllar için insanlıģı ve tabiiki Türkiye'yi de doğrudan ,dıştan ve içten tehdit eden komünizme karşı verdiģi haklı,şanlı şerefli ve milli mücadeleye yaptığı liderliğiyle tarihte bu millete hizmet eden en büyük kahramanlardan olarak tarihe kaydedilmelidir. Resmi tarihçiler savsaklamak istese de O'nun millet vicdanında ve tarihteki yerini alacağına inanıyorum.
 
Ve bunların sonucu ve devamı olarak;yetiştirdiği milyonlar -şimdilik kendi siyasi partileri çatısında toplanıp hakettikleri siyasi gücü teşkil edemeseler,ve gerektiği gibi soyasi etkinlik oluşturamasalar bile-Türk Milletinin gelecek onyıllarında varolmaya;fikir  ve politik hayatında,akademik ve kültür calışmalarında varolup fikri renklerini vurmaya devam edeceklerdir inşaallah.Böyle bir hareket bugünkü dağınıklığı asla haketmiyor.Toparlanabilmek için şuan bir formül gösteremiyebiliriz.Ama politik olarak hangimiz nerede duruyor olsak bile ileride Ülkücülerin Birlik ve Beraberliģini sağlama idealini sürekli içimizde taşıyalım.Fırsat buldukça bunu konuşalım,yazalım...(Mealini şu an yaklaşık olarak hatırlayabildiğim  Ra'd Suresinde bir àyet var; bir kavim kendi gidişatını değiştirmedikçe biz onu deģiştirmeyiz.)Hareketimizin gidişatını olması gereken yöne değiştirebilmek için kişisel çabaları küçümsemeyip çabalamalıyız.
 
Bu yolda şüphesizki en büyük ortak değerimiz Başbuğ Türkeş'tir.Vefat yıldönümü münasebetiyle kısaca bunları söylemek istedim. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.Ruhu şad mekanı cennet olsun".
 
Haber ve Resimler: Doğan Tufan
 
 
 

 

Uzun yıllardan beri Türk mutfağının başarı ile temsil eden Nürnberg Çeşme Restaurant Türkiye’nin yemek kültürürnün leziz çeşitlerini misafirlerine sunuyor.

 

Çeşme Restaurant sahibi Niyazi Koç yaptığı açıklamada, “Yemeklerimizin çeşitleri geniş ve letzzetleri özeldir. Gastronomi olarak bizim hedefimiz ise gelen her misafirlerimizi memnun olarak göndermektir. Bizden aldığı servis ve yemekten memnun olarak ayrılan herkes, özellikle de Alman müşteriler Türk restaurantında yemek yedim diye ülkemizin genel mutfağını tanıtacaktır. Bu bağlamda işimizi en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz” şeklinde konuştu.

Würzburg Türklerinin yakından tanıdığı Vrergölst firması Ayhaber’e yaptığı açıklamada, “Yaz lastiğini şimdi değiştirmek için bir randevu alanlar en doğru zamanda en doğru işi yapıyorlar. Bence bundan sonra havalar düzelecek ve kesinlikle artık yaz lastiği ile sürmek  sürüş zevkini de yaşamaktır. Çünkü bu mevsimde kış lasttiği kullanmayı TÜV ve diğer otomobil teknisyenleri de tavsiye etmiyorlar. Yaz lasigini takarak yolların sizi beklediğinin de farkına varacaksınız” şeklinde konustu.

 

Bilindiği gibi Roger Eckel uzun yıllardan bu yana Türklerin dostu ve işini iyi yapan bir otomobil lastiği işletmecisi olarak biliniyor.

 

 

 

 

Uzun yıllardan bu yana Nürnberg ve çevresinde Anadolu mutfağının her türlü lezzetini dağıtan Ahmet Can, “Artık Almanların tercihininin Türk mutfağının vazgeçilemez letzzzetleri olduğunu herkes biliyor” şeklinde konuştu.

 

Almanların artan ilgisini Ayhaber’e açıklayan Ahmet Can, “Hepimiz biliyoruz ki bizim lezzetlerimiz gerçekten vazgeçilmezdir. Her yörenin her yemeğini sunarak ülkemizin ve yemek kültürümüzün tanıtımını yapıyoruz. Almanların kaliteyi ve lezzeti takip ederek sürekli müşteri konumuna gelmeleri de mutfağımızın Almanya’da tutulduğunu ve kendine özgü bir yer edindiğini göstermektedir. Bizim mutfağımız bizim tadımız, bizim tadımız ise bizim adımızdır” şeklinde sözlerini tamamladı.

 

 

 

 

 

 

Uzun yıllardan beri Avrupa pazarında giderek artan TOYOTA modelleri Almanya’da Alman ve göçmenlerin tercih ettiği otomobillerin başında geliyor.

 

Würzburg’un önemli TOYOTA bayilerinden Autohaus Stumpf Genel Müdürü Andreas Mücke Ayhaber’e yaptığı açıklamalarda TOYOTA’nın her geçen gün kendisine yeni pazarlar buluduğunu belirterek, “Bu marka bir dünya harikasıdır. Bu bağlamda giderek artan deneme sürüşleri ve hemen her markaya artan ilgiden de anlıyoruz ki Pazar payı giderek genişliyor. Her şeyden önce bir Japon harikası olduğunu hempimizin bildigi TOYOTA modellerimiz için sanırım fazla konuşmaya gerek yok. Sadece deneme sürüşü yapmak gerek” şeklinde konuştu.

 

TOYOTA sever Türklere de müjdemiz var diyen Autohaus Stumpf Genel Müdürü Andreas Mücke; “C-HR modellerinin yeni versiyonu Türkiye fabrikamızda imal ediliyor. Özellikle Türk hamşerilerimiz bu modellleri  Made in Türkiye olarak sürebilirler. Reklam kampanyamız da aynı bu bu isimle tanıtılmıştır.” şeklinde konuştu.