Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
“Birlikte Kalkınma ve Birlikte Büyüme” İlkesiyle “Kazan-Kazan” Merkezli Açılım
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı (YTB) Abdullah Eren’in III. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi kapsamında kaleme aldığı makale Gana’nın en önemli medya kuruluşlarından olan Ghananews’de yayımlandı. Eren makalesinde Türkiye’nin “birlikte kalkınma ve birlikte büyüme” ilkesiyle “kazan-kazan” merkezli açılımına dikkat çekerken; YTB’nin Afrika kıtasına yönelik çalışmalarına vurgu yaptı.
YTB Başkanı Abdullah Eren makalesinde Uluslararası düzlemde kapsadığı alan, küresel arenada üstlendiği rol, sahip olduğu jeo-stratejik konum ve taşıdığı ekonomik/ticari potansiyelle Afrika’nın, 21. yüzyılın en önemli aktörlerinden biri haline geldiğinin altını çizdi. Eren, kıta olarak barındırdığı avantajlı yatırım fırsatları ve son dönemde farklı bölge ve ülkelerle geliştirdiği ilişkilerin, Afrika’yı her alanda bir cazibe merkezine dönüştürmeye başladığını belirtti.
Türkiye’nin Batılı diğer birçok ülkenin aksine, geçmişte Kıta ile kurduğu ilişkilerde sömürgecilik odaklı bir yaklaşımı asla benimsemediğini aktaran YTB Başkanı Eren, özellikle son 15-20 yılda, “birlikte kalkınma ve birlikte büyüme” ilkesiyle “kazan-kazan” merkezli ve karşılıklı faydaya dayanan yeni Afrika açılımıyla ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkilerin derinleştiğini ifade etti.
1998 yılında başlatılan “Afrika Açılımı” ve sonrasındaki sürecin, Türkiye ve Afrika ilişkilerini günden güne daha da ilerlettiğini anlatan Abdullah Eren, Türkiye’nin 2005’te Afrika Birliği’ne (AfB) “Gözlemci Üye” olduğunu hatırlattı. Akabinde ise Türkiye’nin 2008 yılında Afrika Birliği’nin “Stratejik Ortağı” ilan edildiğini bildiren Eren bu süreçten sonra güvenlik, ticaret, kültür ve siyaset alanlarında yoğunlaşan ilişkilerin, 2013’ten sonra yeni bir evreye taşındığını vurguladı ve bu yıldan itibaren Türkiye’nin “Afrika Ortaklık Politikası”’ın başladığını aktardı. YTB Başkanı Abdullah Eren bu politikayla ülkemizin, Afrika’nın kalkınmasını önceleyen, kıtanın ekonomik, ticari ve sosyal yönlerden mesafe kat etmesini hedefleyen politika izlemeye başladığına dikkat çekti.
Eren YTB’nin ise Türkiye’nin Afrika’ya yönelik çalışmalarını Türkiye Bursları, Türkiye Mezunları, Akademik ve Bilimsel İş Birliği Programları, Medya Eğitimi Çalışmaları ve Kültürel Hareketlilik Programlarıyla sürdürdüğünün altını çizdi. Abdullah Eren makalesinde halihazırda 145 ülkeden 15 bini aşkın uluslararası öğrencinin faydalandığı ve sunduğu avantajlı imkanlarla artık bir dünya markası haline gelen Türkiye Bursları kapsamında bugün, 52 Afrika ülkesinden 4 bin 265 uluslararası öğrencinin ülkemiz üniversitelerinde yükseköğrenim gördüğünü paylaştı.
Hoher Repräsentant Christian Schmidt beim Erstflug an Bord..
Nach pandemiebedingtem Aussetzen nimmt Wizz Air die Verbindung zwischen Nürnberg und Tuzla wieder auf. So können in der Metropolregion Nürnberg lebende Bürgerinnen und Bürger mit Wurzeln am Balkan bzw. in Bosnien und Herzegowina Freunde und Familie auf direktem Weg besuchen oder von diesen besucht werden. Auch touristisch hat Tuzla viel zu bieten.
Inmitten einzigartiger Naturlandschaften gelegen, besticht das im nördlichen Bosnien und Herzegowina gelegene Tuzla durch sein vielfältiges geschichtliches und kulturelles Erbe. Einen Namen gemacht hat sich die Universitätsstadt durch ihren Salzabbau und die daraus entstandenen Salzseen mit weißem Kieselstrand, heute beliebte Ausflugsziele. Einzigartig in Europa bietet die Seenlandschaft Naturliebhabern an heißen Sommertagen eine kühle Erfrischung. Auch sonst hält das reizvolle Umland für Reisende viel Abwechslung parat, etwa im Majevica-Gebirge mit kristallklaren Flüssen und saftigen Wiesentälern. Die Stadt selbst besticht durch ihr überschaubares, pittoreskes Zentrum, das auch wegen des studentischen Lebens zahlreiche Möglichkeiten zur Einkehr bietet. Als Tagesausflug lässt sich ein Abstecher nach Sarajevo mit seinem orientalischem Flair einrichten.
Hoher Repräsentant an Bord auf dem Flug nach Nürnberg
An Bord des Erstfluges war Christian Schmidt, Hoher Repräsentant für Bosnien und Herzegowina und Bundesminister a.D. mit Ehefrau Dr. Ria Schmidt.
„Bosnien und Herzegowina auch in der Infrastruktur noch enger in Europa einzubinden ist ein weiterer wichtiger Schritt zur Vertiefung der Beziehungen. Bosnien und Herzegowina ist nur eine Flugstunde entfernt und perspektivisch ein wichtiger Partner auf dem West-Balkan“, betonte Hoher Repräsentant Schmidt. So könnten in der Metropolregion Nürnberg lebende Bürgerinnen und Bürger mit Wurzeln am Balkan bzw. in Bosnien und Herzegowina leichter Freunde und Familie besuchen und auch der wirtschaftliche Austausch intensiviert werden.
Seit 1995 überwacht der Hohe Repräsentant die Umsetzung des Dayton-Abkommens, das für die Befriedung des bürgerkriegsgeschüttelten Gebietes Sorge tragen soll.
„Wir sehen in unserem wieder wachsenden Flugangebot nach Südosteuropa einen wichtigen Beitrag für den europäischen Integrationsprozess“, bekräftigt Flughafengeschäftsführer Dr. Michael Hupe.
Die auf Südosteuropa spezialisierte Fluggesellschaft Wizz Air fliegt seit 17. Dezember mit einem Airbus A320 nach Bosnien und Herzegowina. Als zweites Ziel in Bosnien und Herzegowina wird ab 31. März Banja Luka von Ryanair angeflogen.
Almanya’da yaşıyoruz. Müslümanız. Hristiyan olan bir toplum içinde azınlıktayız. Kabul ettiğimiz bir fıkhımız var. 1500 yıldan beri değişik coğrafyalarda hâkim güç olan Müslümanlar tarafından üretilen bu fıkıh Almanya’da azınlıkta olan Müslümanların problemini çözmüyor. Bundan dolayı Almanya’da yaşayan Müslümanların azınlık fıkıhlarını acilen üretmeleri gerekiyor. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar için de aynı sıkıntı vardır, yazdıklarım onlar için de geçerlidir.
“Fıkıh: Fıkıh, kelimesi İslam’ın ilk yıllarında bu günkü terim anlamında yaygın bir kullanıma sahip değildi. O zaman Araplar daha çok “fehm” kelimesini kullanıyorlardı. Şu var ki, ele alınan meselenin hassas ve derin bir incelemeyi gerektirdiğini görürlerse, muhtemelen o zaman bunu “fehm” yerine “”fıkıh” kelimesiyle ifade ediyorlardı.
İbn Haldun Mukaddime’sinde bu duruma şu sözleriyle işaret eder:
“Fıkıh, Allah Teâlâ’nın mükelleflerin fiillerine ilişkin vücub, yasaklama, nedb, kerâhe ve ibâha şeklinde koyduğu hükümlerin bilinmesidir. Bu hükümler Kitap, Sünnet ve Şâri’in onların bilinmesi için vazettiği diğer delillerden elde edilir. Hükümler bu delillerden çıkarıldığı zaman onlara “fıkıh” adı verilir.”
Azınlık: Azınlık (Ekalliyât) kelimesi de uluslararası terminolojide kullanılan siyasi bir terimdir. Bu kavram, herhangi bir devletin vatandaşı olup, o devletin hâkim çoğunluğundan farklı din, dil veya ırk özelliklerine sahip bir grubu veya topluluğu ifade eder.
Azınlık Fıkhı: Şer’î hükmün, cemaatin koşulları ve yaşadığı mekân ile irtibatını göz önünde bulunduran özel bir fıkıh türüdür. Bu fıkıh, özel koşulları olan ve başkaları için uygun olmayan hükmün kendisi için uygun olacağı sınırlı bir cemaatin fıkhıdır.”*
Genellikle azınlıklar, medeni ve siyasi haklarda hâkim çoğunlukla eşit haklara sahip olmayı, inanç ve değerler alanında ise farklı ve ayrıcalıklı kabul edilmeyi talep ederler. Azınlığa önderlik eden birtakım oluşumlar azınlık üyeleri adına onların ihtiyacı olan konularda fıkıh üretirler.
İlk vahyin inmesiyle birlikte, putperest bir toplum içinde Müslümanlar ‘azınlık‘ durumuna düştüler. Yıl 611. Müslümanlar o tarihten itibaren Tevhid inancının kurallarına uygun olarak yaşamak zorundaydılar. Azınlıkların nasıl yaşayacaklarına dair buyruklar vahiy aracılığıyla Peygamberimize ulaştırılıyordu. O da aldığı vahiyleri Allah’ı bir ve kendisini de Peygamber olarak kabul edenlere mevcut şartları göz önünde bulundurarak aktarıyordu, açıklıyordu.
Böylece, azınlık (Ekalliyât) Fıkhı oluşmaya başladı. 615 yılında Habeşistan’a 15 Müslüman hicret etti. 616 yılında bu sayı 100’e yükseldi. Onlar da orada kendi fıkıhlarını oluşturdular.
622 yılında ise yaklaşık 400 kişi ile birlikte Peygamberimiz tebdil-i mekân yaptı. Müslüman azınlığın putperest toplum içinde yaşama şansı kalmamıştı. Onlar da hicret ettikleri yerlerde kendi fıkıhlarını oluşturdular. Çünkü yeni yerleşim bölgelerinde de azınlık durumundaydılar.
622 yılında Medine’nin nüfusu 12.000 idi. Müslümanlar 400 kişi. Medine yönetimi ve halkı Müslüman azınlığa imkân verdi. Onların inandıkları gibi yaşamalarına müsaade etti. Eman verdi.
Müslüman azınlığın lideri Peygamberimiz (s) idi. Şartları iyi analiz ediyor, vahiyleri çok iyi okuyor ve Müslümanların zarar görmemesi için yaşam standartlarını dikkatli bir şekilde belirliyordu. Nerede olduğunu biliyor ve nereye gideceğinin planını o bilgiler ışığında yapıyordu. Çok iyi bir planlamacıydı. Peygamberimizin yaptığı bu planlamanın sonucu olarak çok kısa denebilecek sürede Müslümanlar azınlık durumundan kurtuldular ve sonraki süreçlerde hâkim güç haline geldiler. Azınlık statüsünden çıktılar. Genele şamil fıkıh oluşturmaya başladılar.
632 yılından sonraki süreçte ise Müslümanlık hızla yayılmaya başladı ve gittiği coğrafyalarda yine azınlıklar hep var olageldi. Peygamberimizin uygulamalarını esas olan o coğrafyaların Müslümanları kendi fıkıhlarını (Azınlık Fıkhı) oluşturmayı başardılar.
Emevilerin, Abbasilerin, Selçukluların ve Osmanlıların dönemlerinde hâkim güç Müslümanlardı. Fıkıh hâkim güç olan Müslümanlar tarafından oluşturuluyordu. Hristiyan, Yahudi ve diğer dinlerin mensupları Müslümanların içinde yaşayan azınlıklardı. Onlar için de zimmî fıkhı oluşturuldu.
1923 yılına kadar bu böyle devam etti. 1923 yılında Müslümanlar hâkim güç olma özelliklerini kaybettiler. İşler tersine döndü. 1961 yılından itibaren de Müslümanlar tekrar azınlık durumuna düştüler. Avrupa ülkelerinde, Hristiyan toplum içinde yaşamaya başladılar. O ülkeler Müslümanlarla ahidleşti. Eman verdi onlara. Böylece Müslümanlar Avrupa ülkelerine geldiler ve oralarda yerleştiler, çoğalmaya başladılar. Kendileri azınlık olmalarına rağmen, ihtiyaçları olan fıkıh hâkim güç oldukları dönemde üretilen fıkıhtı. Bu fıkıh Müslümanların yaşamlarını zorlaştırıyordu.
Ayrıca, Avrupa ülkelerine gelen Müslümanlar, Mekke’den hicret eden Müslümanlar gibi aynı kültürün Müslümanı da değillerdi. Değişik coğrafyalardan gelen ve değişik kültürlerden beslenen ve çeşitli dilleri konuşan Müslümanlardı. Hâkim güç olan Hristiyanlarla birlikte yaşıyorlardı. Müslümanlar hem kendilerine yabancı hem de yaşadıkları topluma yabancıydılar. Önlerinde liderleri de yoktu. Dili diline, dini dinine uymayan bir toplumun içinde Müslüman azınlık olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Her cemaat, kendi ülkesinden getirdiği fıkıhla yaşamanın daha doğru olduğunu savunuyordu. Bu anlayış Müslümanları parçalayan bir anlayıştı.
Azınlık Fıkhı
Yeni bir coğrafyada Hristiyan bir toplumda yaşamaya mahkûm olan Müslümanlar mutlaka kendi fıkıhlarını, (Azınlık Fıkhı) oluşturmalıydılar. Ancak kimse böyle bir yolu yürümeye cesaret edemiyordu. Yamalı bohça gibi yaşamayı tercih ediyorlardı, Müslümanlık bilinciyle hareket etmiyorlardı. Aynı coğrafyadan gelen Müslümanlar bile bir araya gelerek istenilen birliği, cemaati inşa edemiyorlardı. Cemaatler halinde yaşamayı, ayrı ayrı camilerde ibadet etmeyi çıkarlarına daha uygun görüyorlardı.
Avrupa Birliği ülkelerinde bugün(2021) itibariyle 30 Milyona yakın Müslüman yaşıyor. Son yıllarda gelen mültecilerle bu sayı daha da artacaktır. Hâlihazırda 495 milyon olan Avrupalı nüfus, 30 yıl sonra 463 milyona düşerken; 25 milyon olan Avrupa’daki Müslüman nüfus üç katına çıkarak 75 milyona yükselecektir. Bu ülkelerde ‘Azınlık Fıkhı’nın oluşturulması zaruridir. Avrupa’da yeni bir nüfus oluşmaktadır. Müslüman nüfus; 2050 yılında bu nüfusun 75 Milyona ulaşacağı varsayılmaktadır. (İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER))
Müslümanlar geleceğe yatırım yapmalıdırlar
Müslüman nüfus, asimile olmadan ve fakat marjinalleşmeden gayrimüslim toplumlarla nasıl bir arada yaşanılacağının alt yapısını oluşturmalıdırlar. Dinî duyguların, asimilasyona karşı motive ettiği entelektüel bir refleks oluşturmalıdırlar. Bunun yolu azınlık fıkhını oluşturmaktan geçer. Hedef böyle konulmalıdır.
Azınlık Fıkhı; iyi bir Müslüman olmakla, iyi bir komşu, iyi bir tüccar ya da iyi bir siyasetçi olmanın yolunu gösterecektir.
Azınlık Fıkhı; Müslüman bireyin ötekiyle sağlıklı ilişkiler kurmasına rehberlik edecek ve yanı sıra, farklılıklarının da bilincine varmasını sağlayacaktır.
Avrupa ülkelerinde Azınlık olarak yaşamlarını sürdüren Müslümanların çözüm bekleyen yığınla problemleri vardır
Gayri Müslimler ile evliliklerde sıkıntı vardır. Gayrimüslim bir erkekle Müslüman bir kızın evlenemeyeceği, din farkının evlilik engeli sayılacağı,
Gayri Müslim’in kestiği hayvanın etinin yenilemeyeceği,
Gayrimüslimlerin dinî bayramlarına iştirak edilemeyeceği,
Müslüman cenazelerinin gayrimüslim mezarlığına gömülemeyeceği,
Haram mal veya hizmet tedariki yapan işyerlerinde çalışılamayacağı,
Organ nakli yapılamayacağı,
Bugünkü Hristiyan ve Yahudi toplumunun Ehl-i Kitap olarak görülemeyeceği
gibi anlayışlar, sıkıntı yaratan anlayışlardır. Bu anlayışlar dinin buyruklarından kaynaklanan anlayışlar değildir. Örfidir veya maslahat icabı şartların oluşturduğu anlayışlardır. Bu anlayışların kendi zamanlarında makul bir açıklaması vardır elbet. Ancak bugün bu anlayışlar sorunludur, düzeltilmesi gerekir. Bunun için yapılması gereken öncelikli çalışma azınlık fıkhını oluşturmaktır.
İbadetler ve zamanları ile ilgili problemler vardır
Günlerin uzun olmasına bakılmaksızın, orucun ve namazın güneşin doğuşu ve batışıyla vakitlendirilmesi,
Cuma namazlarının rekât sayısı,
Seferilik anlayışının gidilecek yolun uzunluğu ile alakalı olarak düşünülmesi,
Kadın ve erkek arasında haklar açısından eşitsizliğin olması,
Helal gıda anlayışı, tesettür ölçüleri, yaşam tarzı ve dünya görüşü hakkındaki düşünce farklılıkları, bu ve benzeri konular Müslümanların yaşamlarını zorlaştırmaktadır. Azınlık fıkhı oluşturarak bu sıkıntıların üstesinden gelmek mümkündür.
Azınlık fıkhıyla; özellikle gençlere öteki toplumlarla ‘bütünleşme‛ iradesi göstermelerini tavsiye etmek ve aynı zamanda da onlardan ‘farklılaşma‛ lüzumuna yönelik şuur aşılamak mümkündür.
Azınlık Fıkhıyla; baskın doku(ırkçılık, kapitalizm, emperyalizm) içinde yavaş yavaş eriyen genç nesillerin İslâm ile bağlarını koparmamaları gerektiğini anlatmak mümkündür.
Azınlık Fıkhıyla (fıkhu’l-ekalliyyât); bireysel ve toplumsal düzeyde Müslüman azınlığın dinî ihtiyaçları, inançlarından taviz vermeden ancak korunabilir. Azınlık fıkhı, içinde yaşanılan toplum ile Müslümanlar arasında katalizör işlevi görür.
Azınlık Fıkhıyla Müslümanlar; aynı coğrafi mekânı paylaşan, ancak demografik bakımdan onlardan üstün olan gayrimüslimler içinde İslâmi değerleri yaymanın ideal yöntemlerini belirlerler.
Azınlık Fıkhı; Müslüman bireyin kimlik erozyonuna maruz kalmasını önler, onun çevresiyle sağlıklı ve tutarlı bir iletişim kurmasını temin edici bilgiler sunar.
Müslüman azınlığın kimlik problemini çözmenin yolu, onların Allah’a olan imanlarını ve İslâm’a olan güvenlerini sağlamlaştırmaktan geçer. Bu yolun adı azınlık fıkhıdır.
Azınlık Fıkhı; özellikle Batı ülkelerinde yaşayan göçmenlerin içinde yaşadıkları toplumlarda, Müslüman olmanın özgün dilinin üretilmesini sağlayarak, İslâm’a yönelik olumsuz imaj taşıyan basmakalıp söylemlere geçit vermez.
Azınlık Fıkhı sayesinde; İslâm doğru anlaşılacak ve doğru anlatılacaktır. Böylece getirdiği mesajların kuşatıcı karakteri, evrenselliği, tatbiki mümkün olan temel enstrümanları, kimlik problemlerinin üstesinden gelmeye yeterli olacaktır.
‘Azınlık Fıkhı’ bilinçli bir şekilde oluşturulur ise, Müslüman azınlıklar beraber yaşadıkları sosyal dokuya sağlıklı bir şekilde entegre olacaklardır. Zamanla sivil toplum kuruluşları, diğer din mensuplarıyla yapıcı ilişkiler içine girecek ve bu ilişkileri geliştireceklerdir.
Gayrimüslimlerin, İslâm’ın temel ilkelerine dair bilgi düzeyleri sağlıklı bir şekilde arttıkça İslâmofobik saldırılar ve tehditler hafifleyecektir.
Eğer yaklaşan tehlikenin farkına varılmaz da ‘Azınlık Fıkhı’ oluşturulmaz ise; herkes yapmakta olduklarını yapmaya devam edecektir ve Müslümanlar Allah rızası için birbirlerinin ayağına basmakta sakınca görmeyeceklerdir. Helal ve haram sarmalından kurtulamayacaklardır. Dolayısıyla Gayrimüslimler İslâm’ı sosyal medyadan öğrenmeye devam edeceklerdir. Müslümanları da yine aynı kanallardan tanıyacaklardır. Böylece İslâmofobi artacak ve Müslümanlar marjinal bir şekilde her zaman toplumun dışında kalmaya mahkum olacaklardır.
Unutulmaması gereken temel kural şu olmalıdır: İslâm tek bahçede yetişen bir çiçek değildir, her bahçede ayrı ayrı yetiştirilen çiçekler demetidir.
………..
*Azınlık Fıkhına Giriş (Temellendirici Bazı Mülahazalar) Tâhâ Cabir el-ALVÂNÎ, Çev. H. Mehmet GÜNAY)