Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Bundesiegerinnen und -sieger 2024 geehrt

 

In Berlin wurden am vergangenen Samstag, 7. Dezember 2024, die diesjährigen Bundessiegerinnen und Bundessieger in der Deutschen Meisterschaft im Handwerk – German Craft Skills geehrt. Zu Deutschlands bestem Handwerksnachwuchs zählen in diesem Jahr auch sechs unterfränkische Junghandwerkerinnen und Junghandwerker, die in ihrem Beruf den ersten Platz auf Bundesebene erreicht haben. Insgesamt freut sich das regionale Handwerk 2024 über neun Bundessiege in der Deutschen Meisterschaft im Handwerk, denn auch ein zweiter sowie zwei dritte Plätze gehen nach Unterfranken.

 

Sie stehen ganz oben auf dem Siegertreppchen: Sechs unterfränkische Junghandwerkerinnen und Junghandwerker haben in diesem Jahr in ihren Berufen den 1. Platz in der Deutschen Meisterschaft im Handwerk – German Craft Skills auf Bundesebene erreicht. Eine weitere Platzierung als 2. Bundessieger sowie zwei Platzierungen als 3. Bundessieger 2024 gehen ebenfalls nach Unterfranken. „Mit insgesamt neun erfolgreichen Bundessiegerinnen und Bundessiegern zeigt das Handwerk in Unterfranken in diesem Jahr erneut seine starke Ausbildungsleistung. Dieser Erfolg ist nicht nur für den Handwerksnachwuchs persönlich, sondern auch für die Ausbildungsbetriebe ein weithin strahlendes Qualitätssiegel“, gratuliert Michael Bissert, Präsident der Handwerkskammer für Unterfranken.

 

Die Bundessiegerinnen und Bundessieger haben in der Deutschen Meisterschaft im Handwerk auf allen Ebenen ihr Können bewiesen. „Unter den Besten als Siegerin oder Sieger hervorzugehen, darauf können Sie wirklich stolz sein! Und mit Ihrem Erfolg im Gepäck können Sie nun die Karrierechancen nutzen, die Ihre Ausbildung im Handwerk Ihnen eröffnet hat“, appelliert Handwerkskammer-Präsident Michael Bissert an die Bundessieger.

 

Festakt in Berlin

Bei einem Festakt in Berlin wurden am vergangenen Samstag, 7. Dezember 2024, die diesjährigen Bundessiegerinnen und Bundessieger offiziell geehrt. Insgesamt dürfen sich 2024 bundesweit 256 junge Handwerkerinnen und Handwerker über einen Platz auf dem Podium im Bundeswettbewerb der Deutschen Meisterschaft im Handwerk freuen. „Mit ihrem großen Ehrgeiz, ihrer Leidenschaft für das Handwerk und ihrem exzellenten Können haben sie eindrucksvoll bewiesen, wie viel Innovationskraft, kreatives Potenzial und Gestaltungswille in unserer Branche steckt. Sie sind Vorbilder für die nächste Generation Handwerk und zeigen, dass das Handwerk zukunftsfähig ist und immer wieder neue Maßstäbe setzt“, so Jörg Dittrich, Präsident des Zentralverbands des Deutschen Handwerks (ZDH), über die erfolgreichen Bundessieger.

 

Einer der größten Berufswettbewerbe Europas

Die Deutsche Meisterschaft im Handwerk – German Craft Skills zählt zu den größten Berufswettbewerben in Europa. Sie hat bereits eine über 70 Jahre lange Tradition. Rund 3.000 Ausbildungsabsolventinnen und -absolventen aus rund 130 verschiedenen Handwerksberufen stellen sich jedes Jahr den Wettbewerben. Beginnend von der Kammer- bzw. Innungsebene geht es für die Besten jeweils auf Landes- und schließlich auf Bundesebene weiter. Die Siegerinnen und Sieger werden je nach Beruf durch Vergleich der Noten in der Abschluss- oder Gesellenprüfung, die Bewertung des Gesellenstücks oder in einer praktischen Arbeitsprobe ermittelt.

Die Deutsche Meisterschaft im Handwerk steht unter der Schirmherrschaft von Bundespräsident Frank-Walter Steinmeier. Ausrichter sind der Zentralverband des Deutschen Handwerks (ZDH) und die Stiftung für Begabtenförderung im Handwerk. Dabei werden sie vom Bundesministerium für Wirtschaft und Klimaschutz (BMWK) unterstützt.

 

 

Türkiye’nin güneyindeki gelişmeleri dikkatle takip ederek Suriye insanlarının yaşam standartlarının gelişmesi ve bölgede barışın hâkim olmasını dilediklerini belirten Saadet Avrupa Başkanı, “Barış Suriyeliler kadar bölgenin genel kalkınması için ve Suriye’nin komşuları için de önemlidir,” dedi.


13 yıl süren Suriye savaşındaki baş döndürücü gelişmeleri yorumlayan Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel, “Emperyalizmin en önemli aparatı ülkeleri önce fikri, sonra da silahlı bir şekilde bölmektir. Suriye’nin mevcut yapısı içerisinde bir azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiğini herkes biliyordu. Doğru yapılmayan seçimler, ülkeyi dışarıdan sıkıştıran emperyalistler ve Suriye’nin bölünmesini isteyen komşularının ülkeyi ne hale getirdiğini gördük. Acil bir iç barışı sağlayacak siyasetçiler, on yıllar boyunca Suriye’de acı çeken geniş halk kitlelerinin duasını alacaktır. Bütün dünya insanları gibi Suriyeliler de acıların son bulmasını ve barışın gelmesini bekliyorlar,” şeklinde konuştu.


Saadet Avrupa Başkanı Samet Sami Temel açıklamasının devamında, “Her köken ve inançtan Suriyeliler de ülkenin geldiği durumdan çıkmak için geçmişte yaşananlardan çok geleceği düşünerek barış çabalarına destek vermelidirler. Artık eski dönemin acısı yerine geleceğin barış ve refah hayallerini kurmaya kendilerini zorlamalıdırlar. Kader, tarih ve şartlar kendilerini buna mecbur etti. Bitmek bilmeyen acılar ve savaşlar sonrası Suriye topraklarının sinsi emperyalistlerin işgaline uğrayacağının da farkında olmalıdırlar. Barıştan herkesin kendi payını alması için samimi dualarımız bu toprakların insanı iledir,” şeklinde konuştu.

Almanyada doğmuş yetişmiş pırıl, pırıl gençlerimizden, gazeteci genç, gururumuz olan Siyaset ve tarih bilimcisi  Yasin Baş’ın TRT Deutsch’da  Almanya Trafik Işık’larıyla hatırlanan koalisyon hükümetinin erken seçim karar almasını değerlendiren makalesini Almanca olarak yazdı.

Almanya’da yapılacak 2025’in Şubat ayındaki genel seçime dikkat çekti. Almanca yazdığı makalesini bizde Türkçe tercümesini okurlarımıza sunuyorum.
Almancasını bu lingten okumanız dileğimle. Yasin Baş’ı kutluyorum.
 
Almanca olarak yayın yapan TRT Deutsch’da siyaset ve tarih bilimcisi Yasin Baş’ın bir makalesi yayınlandı. TRT Deutsch sayfalarında yayınlanan Yasin Baş’ın makalesi
 
Bir seçim kampanyası stratejisi olarak korku ve popülizm
 
Almanya’da üçlü ‘Trafik Işığı’ Koalisyonunun iflasının ardından erken seçim kampanyası tüm hızıyla sürüyor. Neredeyse tüm partiler halkın belirsizliğinden faydalanıyor ve korku temelli bir seçim kampanyasına odaklanmış durumda. Ancak bu durum toplumsal uyumu tehlikeye atıyor.
ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ünlü bir konuşmasında “Korkmamız gereken tek şey korkunun kendisidir” diye konuşmuştu. Ancak tam da bu korku duygusu, siyasette seçmenleri etkilemek ve toplumsal bölünmeleri derinleştirmek için sıklıkla kullanılan bir araç haline gelmekte. Günümüzde pek çok siyasetçi vizyon ve çözümlere odaklanmak yerine, yabancı korkusu, toplumsal ve ekonomik çöküş, savaş ya da belirsiz bir gelecek gibi insanların korkularına oynuyor.
Bu olgu yeni olmamakla birlikte, son yıllarda yeni bir yoğunluk düzeyine ulaşmış görünüyor. Bu da siyasi söylemi korku ve korkutmayla şekillenen bir toplumun nereye gittiği sorusu akla getiriyor.
 
Ekonomik korkular ve siyasetten duyulan memnuniyetsizlik
Almanya’da R+V Sigorta Şirketi tarafından kısa süre önce yayınlanan “Die Ängste der Deutschen” (Almanların korkuları) başlıklı bir araştırma, ekonomik endişelerin 2022 yılından bu yana Almanya’daki insanlar için en büyük endişe kaynağı olduğunu ortaya koyuyor. Artan yaşam maliyetleri ve insanların hala ev kiralarını veya kredilerini karşılayıp karşılayamayacakları sorusu en önemli endişeler arasında yer alıyor. Örneğin, katılımcıların yüzde 57’si fiyatların artmaya devam etmesinden korktuklarını ifade ediyor (ilk sırada). Buna ek olarak, Almanların yüzde 52’si kiraların çok pahalı hale gelmesinden korkuyor (üçüncü sırada).
Araştırmaya göre Almanların siyasete olan güveni de büyük ölçüde sarsılmış durumda. Siyasetten duyulan memnuniyetsizlik yüksek. Genel seçimlere sadece birkaç hafta kala, Almanların neredeyse yarısı politikacıların genel olarak görevlerini gereğinden fazla yerine getirdiğinden endişe ediyor (listede altıncı sırada). Araştırmaya danışmanlık yapan Marburg’lu siyaset bilimci Prof. Dr. İsabelle Borucki, “Siyasetçiler bu memnuniyetsizliği ciddiye almalı” diye uyarıda bulunuyor. Siyasi yöneticilik hakkındaki değerlendirmeler de bir o kadar kötü: Katılımcıların yüzde 66’sı hükümet ve muhalefet temsilcilerine kötü bir not veriyor - bu yıkıcı bir sonuç.
 
Aşırılık yanlısı partiler göç korkusundan faydalanıyor
Göç konusu Almanya’da en önemli konuların başında gelmeye devam ediyor ve ikinci en büyük endişe kaynağıolarak algılanıyor. Ankete katılanların yarısından fazlası (yüzde 56) toplumun ve yetkililerin mülteci sayısı karşısında ezilmesinden korkuyor. Yüzde 51’lik bir kesim ise yurtdışından daha fazla göçün toplumsal gerilimlere yol açabileceği endişesini dile getiriyor (dördüncü sırada).
Araştırmacı Prof. Borucki ayrıca Almanya’da göç ve entegrasyonla (uyumla) ilgili temel sorunların uzun süredir ihmal edildiğine inanıyor. Uzman, tam da bu noktada politikacıların acilen harekete geçmesi gerektiğini belirtiyor.
 
Ancak gerçekler ortada: Bazı partiler objektif çözümler sunmak yerine konuyu kasıtlı olarak korkuları körüklemek ve siyasi avantaj elde etmek için kullanıyor. Sık sık göçü bir tehdit olarak gösteriyorlar, kontrol kaybından ve aşırı taleplerden bahsediyorlar ve böylece halk arasında güvensizliği ve tehdit algısını kasıtlı olarak körüklüyorlar. Bu Almanya’da sadece sosyal uyumu tehlikeye atmakla kalmıyor, aynı zamanda göçün zorlukları, fırsatları, faydaları ve gerekliliklerinin farklı bir şekilde tartışılmasını da engelliyor.
Güncel araştırmalar Almanya’ya kalifiye göçmenlere ve göçeciddi bir şekilde ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Bununla birlikte, uçlardaki aşırı partiler korkulardan başlıca faydalanıyor. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak göçmenlik korkularını körükleyen Demokrat partiler ise izledikleri göçmen karşıtı siyasetle aslında tam da aşırılık yanlılarını destekleme eğiliminde oluyorlar.
 
Korku kampanyası
Alman Ekonomist ve siyaset danışmanı Marcel Fratzscher ‘Bir iktidar aracı olarak korku’ başlıklı makalesinde “500 yıl önce bile popülistlerin stratejisi korkuları kışkırtmak ve bunları kendi amaçları için kötüye kullanmaktı. Bugün bu yöntem zirveye ulaşmış durumda” diyor. Bu, demokratik ana akım partilerin neredeyse tüm önde gelen adaylarının popülist olduğu anlamına mı geliyor acaba?
Trajik olan şey, neredeyse tüm partilerin bu yöntemi kullanıyor olması. Artık ana akım partiler de halkın güvensizliğinden yararlanıyor ve insanların korkularına hitap eden bir seçim kampanyasına odaklanıyorlar. Örneğin şu anki Şansölye Olaf Scholz (SPD) kendisini “barış şansölyesi” olarak tanıtıyor ve sık sık Rusya’nın nükleer silahlarının oluşturduğu tehdide atıfta bulunuyor. Uluslararası basın da dahil olmak üzere tüm Alman basını, Şansölye’yi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “korku tellallığına” karşı çıkmak yerine bunu seçim kampanyasında kullanmakla suçluyor.
 
Scholz’un tutumuna tüm siyasi kamplardan eleştirilergeliyor
Olaf Scholz “korku kampanyası” nedeniyle sadece diğer merkez partilerden değil, kendi SPD meclis grubundan da sert eleştirilere maruz kalıyor. CDU lideri Friedrich Merz de Şansölye’yi seçim kampanyası sırasında kasıtlı olarak halk arasında korkuları körüklemekle suçluyor. Merz, Scholz’u kendisini bir “barış şansölyesi” olarak göstermek ve diğer partilerin sağduyusunu inkar etmekle suçluyor. CDU/CSU’nun başbakan adayı Merz, SPD’nin halkın savaş korkusunu siyasi puan toplamak için kullandığını ve dikkatleri artan işsizlik gibi iç sorunlardan başka yöne çekmek istediğini iddia ediyor. Eleştiriler eski ve mevcut koalisyon ortaklarının saflarından da geliyor:
Merz gibi FDP Meclis Grup Başkanı Christian Dürr de Şansölye’yi seçim kampanyası sırasında kendisini “barış Şansölyesi” olarak göstermekle suçluyor. Dürr, Scholz’un savaşı siyasi amaçlar için araçsallaştırdığını, ancak aynı zamanda Ukrayna’ya kış aylarında acil ihtiyaç duyulan yardımı sağlamaya hazır olmadığını alaycı daha doğrusu iki yüzlü buluyor. Scholz’a mevcut koalisyon ortağı Yeşiller’den de sert sözler yöneltiliyor. Federal Meclis Avrupa İşleri Komisyonu Başkanı Yeşiller Partisi politikacısı Anton Hofreiter, Şansölye’yi “seçimi kazanmak” için “halkın korkuları ile oynamakla” suçluyor. Hofreiter, Berlin merkezli Tagesspiegel gazetesine verdiği mülakatta şöyle diyor: “Vladimir Putin’in ekmeğine yağ süren bu tür sorumsuz açıklamalar biz Yeşiller için bir koalisyon ortağı olarak kabul edilemez.”
 
 
Ancak Yeşiller de insanların endişeleriyle oynuyor
 
Scholz, Almanların korkularına oynayan tek başbakan adayı değil. Diğer adaylar da insanların endişelerini kendi siyasi amaçları için araçsallaştırıyor. Bir zamanlar barış partisi olarak bilinen Yeşiller, uzun zamandan beri tamamen pasifist bir güç olmaktan çıkmış durumda. Joschka Fischer liderliğinde 1990’ların sonunda Alman ordusunun Kosova savaşına katılmasını desteklemelerinden ve daha sonra Afganistan’da yabancı operasyon ve işgalleri kabul etmelerinden bu yana partinin profili önemli ölçüde değişti. Almanya’da 1998 ile 2005 yılları arasında SPD ile Yeşiller’den oluşan Kırmızı-Yeşil Koalisyon Hükümeti 2003 yılında Irak savaşını resmi olarak reddetmiş olsa da, Alman hükümeti o dönemde müttefikleri lojistik ve siyasi olarak desteklemiş ve bu durum eleştirilere neden olmuştu.
Bugün Yeşiller’de reelpolitik hakim. ‘Realos’ olarak adlandırılan partinin çizgisini yöneten ve yönlendiren transatlantikçi ekip güçlü bir şekilde Avrupa-Atlantik çıkarlarına yönelmiş durumda. Yeşiller seçim kampanyasında Avrupa güvenliğine özellikle Rusya’dan gelen tehdidi giderek daha fazla vurguluyor. Bazıları bunu, askeri çatışma korkularını körükleyen ve partinin “realpolitik” bir savunma stratejisine geçişini haklı çıkaran yoğunlaştırılmış bir söylem olarak görüyor.
 
Başka bir deyişle, “çevreci-parti” korkuyu kullanarak siyasi hedeflerini gerçekleştirme konusunda bir istisna değil. Bu durum özellikle iklim değişikliği söz konusu olduğunda açıkça ortaya çıkıyor: Yeşiller ideolojisi geleceği genellikle dramatik senaryolarla özetliyor; Örneğin Yeşillerin kullandığı “iklim felaketi” veya “son nesil” gibi terimleri ve söylemleri bu felaket senaryolarını karakterize ediyor. İklimin korunmasının aciliyeti tartışılmaz. Bunu kabul ediyorum. Ancak bununla birlikte, koronavirüs düzenlemelerine benzer şekilde, sert önlemler ve yasaklar talep ediliyor ve nihayetinde uygulanıyor. Yani korku ile siyaset yapılıyor.
Enerji arzına ilişkin tartışmalarda da durum benzer. Yeşiller sık sık arz darboğazları ya da otokratik devletlere bağımlılık konusunda uyarılarda bulunuyor. Ancak burada da korkular, her zaman uygulanabilir alternatifler sunmadan ya da karşı önerileri reddetmeden ideolojik olarak renklendirilmiş bir enerji dönüşümünü ilerletmek için araçsallaştırılıyor.
 
Merkel sonrası CDU tarafından korkuların araçsallaştırılması
Korkularla siyaset yapma konusunda Friedrich Merz’in yaklaşımı da benzerlikler gösteriyor. O da özellikle entegrasyon (uyum) ve göç söz konusu olduğunda Almanya’daki insanların korkularına oynuyor. CDU/CSU bir dereceye kadar ırkçı, yabancı ve İslam düşmanı AfD’nin pozisyonlarını kopyalamaktan çekinmiyor. Ancak Merz, seçmenlerin taklit yerine aslına yani orjinale oy vermeyi tercih edeceğini bilecek kadar akıllı. CDU, Aralık 2023’te Almanya’daki Müslümanlarla ilişkilerin sıkılaştırıldığı temel programının bir taslağını kamuoyu ile paylaşmıştı.
“Leitkultur” yani “öncü kültür” terimi ve dayatması da yine çeyiz sandığından çıkarılmıştı. Parti, toplumun bazı kesimlerinde hakim olan Müslüman karşıtı önyargıları ve İslam dinine yönelik korkuları kasıtlı olarak kullandı ve böylece sadece Almanya’daki önemli bir dini topluluğu damgalamakla kalmadı. Hayır, CDU toplumun çoğunluğunu azınlığa karşı kışkırtmaya çalışıyordu. Bu çok çirkin bir siyaset anlayışı, çok çirkin bir siyaset tarzı. Bu tam anlamıyla popülizm. Fratzscher yukarıda adı geçen makalesinde, “Bu tür popülizm kimliği ve uyumu güçlendirebilir, ancak sorunlarıçözmez, yeni çatışmalar üretir” diyor.
 
Enerjiyi sosyal uyum için kullanmak daha yapıcı olacaktır
Evet. Endişeli insanları manipüle etmek ve yönlendirmek daha kolay. Şu anda insanların korkularına oynayan partiler bunu öncelikle kendi iktidarlarını güvence altına almak ya da genişletmek için yapıyor. Ancak bu seçim kampanyası stratejisinin toplumsal uyum, dayanışma ve barış için pek bir faydası bulunmuyor. Bu nedenle demokratik ana akım partilerienerjilerini popülist bir korku kampanyasına harcamak yerine içerik ve çözümlere daha fazla odaklanmalı. Zira halihazırdaki kampanya taktiği popülist ve ikiyüzlüdür.

 

Der Kreistag des Landkreises Würzburg hat am heutigen Montag, 9. Dezember, in nichtöffentlicher Sitzung Kandidaten für den Vorstandsposten des Kommunalunternehmens des Landkreises Würzburg kennengelernt und nach deren Vorstellung und anschließender Debatte den Verwaltungsrat angewiesen, Robert Scheller in der Verwaltungsratssitzung am 16. Dezember 2024 offiziell zum neuen Vorstand zu bestellen.

 

Ab April 2024 war der Verwaltungsrat mit der Personalberatungsagentur Hapeko auf dem Weg, die Position des Vorstandes neu zu besetzen. Nach Auswahl der geeigneten Bewerberinnen und Bewerber in verschiedenen Vorstellungsgesprächen im Verwaltungsrat wurden dem Kreistag die drei besten Bewerber vorgestellt.

 

Zu Beginn der öffentlichen Sitzung gab Landrat Thomas Eberth die Entscheidung bekannt: „Der Kreistag hat mit breiter Mehrheit beschlossen, dass Robert Scheller in der Sitzung des Verwaltungsrates am 16. Dezember 2024 zum Vorstand bestellt wird.“

 

Der 52-jährige Robert Scheller ist seit 2014 Kämmerer der Stadt Würzburg. Als Vorstand des Kommunalunternehmens wird er Verantwortung tragen für die Main-Klinik Ochsenfurt, die Senioreneinrichtungen, das Medizinische Versorgungszentrum Waldbrunn, das Team Orange, Zweckverbände zur Trinkwasserversorgung sowie für den öffentlichen Nahverkehr im Landkreis. Rund 1.400 Mitarbeitende sind beim Kommunalunternehmen beschäftigt.

 

Landrat Eberth zeigte sich erfreut über die Personalie: „Mit Robert Scheller gewinnen wir einen Vorstand, der durch seine bisherige Tätigkeit in vielen Themen der Daseinsvorsorge vertieftes Wissen mitbringt und der in der Region gut vernetzt ist. Mit ihm sehe ich das Kommunalunternehmen für die kommenden Herausforderungen gut aufgestellt. Ich freue mich auf die Zusammenarbeit.“ Außerdem hofft Eberth mit dem Kreistag – auch im Sinne des Miteinanders zwischen Kommunalunternehmen und Landratsamt – auf eine gute Zusammenarbeit und eine Weiterentwicklung des Unternehmens für die Menschen in der Region.

 

Uzun yıllardan bu yana Schweinfurt ve çevresindeki göçmen kökenli gençlere verdiği başarılı eğitim ile bilinen Wirtschaftsschule O. Pelzl, entegrasyona da önemli katkı sağlıyor.

Schweinfurt eğitim tarihinde 70 yıla yaklaşan geçmişiyle yüzlerce genci hayata hazırlayan bir eğitim sürecinin lokomotifi konumundaki Wirtschaftsschule O. Pelzl, başta Türkler olmak üzere şehirdeki göçmen kökenli ailelerin ilgi odağı olma konusunda başı çekmeye devam ediyor.

Türklerin Almanya’ya geldiği 1960’lı yılların başından itibaren hızla gelişen ve bir sanayi metropolü konumundaki Schweinfurt’ta ara eleman ihtiyacına yönelik gerekli eğitimleri veren Wirtschaftsschule O. Pelzl, şehirdeki çok sayıda göçmen kökenli gence eğitim vererek onların hayata hazırlanmasında birinci derecede etkili oldu.

Wirtschaftsschule O. Pelzl Okul Müdürü Dominik Steinruck, Ayhaber’e yaptığı açıklamalarda şu ifadeleri kullandı:
“Okulumuza göçmen kökenli ailelerin ilgisinden çok memnunuz. Yerliler ile göçmenler arasında kurulan köprülerin ve başlayan samimiyetlerin küçük yaşta başladığını hepimiz biliyoruz. Buradan hareketle, çocuklarına iyi bir eğitim aldırarak geleceğe hazırlayan ailelerin okulumuzu tercih etmesi bizim için önemlidir. Okul, aile, öğretmenler ve öğrenciler dörtgenindeki başarı, bizim için entegrasyona giden sürecin de başarısıdır.”

 

 

 

 

 

 

Sieger beim Wettbewerb „Energie Start-up Bayern 2024“ mit neuem Batterierecycling.

Mit dem ersten Platz beim internationalen Wettbewerb „Energie Start-up Bayern“ erhält CellCircle eine wichtige Auszeichnung für sein neuartiges Verfahren zum besonders ressourceneffizienten Recycling von Lithium-Ionen-Batterien. Auch Bayerns Wirtschafts- und Energieminister Hubert Aiwanger lobte bei der Preisverleihung in München das große Engagement für die nachhaltige Energiezukunft des Freistaats.

Vor allem die im Vergleich mit bisherigen Prozessen um bis zu 60 % geringeren CO2- Emissionen des innovativen CellCircle-Recyclings überzeugten die Jury. Das von Gründer Dr. Andreas Bittner in Zusammenarbeit mit dem Fraunhofer ISC entwickelte Verfahren für Lithium-Ionen-Batterien sorgt zudem noch für geschlossene Wertstoffkreisläufe innerhalb Europas und verbraucht weniger Energie sowie Chemikalien.

 

Die Preisverleihung im Rahmen der Start-up Demo Night in München mit über 800 Teilnehmenden bildete den Höhepunkt des renommierten Gründer-Wettbewerbs „Energie Start-up Bayern“, der alle zwei Jahre stattfindet. Gemeinsam initiiert vom Bayerischen Wirtschaftsministeriums, der Bayern Innovativ GmbH, der BayStartUp GmbH sowie der Bayernwerk AG, dem Verband der Bayerischen Energie- und Wasserwirtschaft (VBEW) und der Verbund AG sollen damit Ideen, Technologien und Start-ups für die Energiezukunft Bayerns gefördert werden.

 

„Der Preis motiviert uns nun noch mehr bei Investorengesprächen und der zeitnahen industriellen Umsetzung unseres Verfahrens“ kommentiert Bittner die Auszeichnung. „Eine Pilotanlage dafür wollen wir in Süddeutschland aufbauen. Wir sehen hier beste Voraussetzungen und durch die Marktstudien großes Potenzial für eine europaweit agierende Batterie-Kreislaufwirtschaft. Diese wird unser Land wirtschaftlich unabhängiger machen“ resümiert der Unternehmer aus Würzburg.

Auch Oberbürgermeister Schuchardt würdigt die Auszeichnung: „Ich freue mich sehr, dass kurz nach dem Gewinn des Deutschen Gründerpreises durch unser Würzburger Start-up WeSort.AI nun auch CellCircle mit diesem Erfolg erneut zeigt, wie hochwertig die Ideen und vielversprechend die Aktivitäten der Würzburger Gründerszene sind. Auch CellCircle wurde durch unsere High-Tech-Gründerzentren (IGZ, TGZ und ZDI-Mainfranken) unterstützt und beraten. Dies unterstreicht die Bedeutung dieser grundlegenden Arbeit. Ich gratuliere dem Start-up herzlich und bin überzeugt, dass es – wie viele andere in unserer Stadt – erfolgreich weiterwachsen wird und unseren Standort überregional, national und vielleicht sogar weltweit bekannt machen kann.“

 

CellCircle wurde 2022 als Spin-off des Fraunhofer-Instituts für Silicatforschung ISC gegründet und hat seinen Sitz in Würzburg. Das Start-up entwickelt innovative Batterierecyclingprozesse, um Funktionsmaterialien von Lithium- Ionen-Batterien zerstörungsfrei in hoher Reinheit zurückzugewinnen. Dies spart im Vergleich mit bisherigen Verfahren bis zu 60 % der CO2-Emissionen ein. Vorteile sind geschlossene Wertstoffkreisläufe innerhalb Europas sowie niedriger Energie- und Chemikalienbedarf. CellCircles Mission ist es, die Ressourceneffizienz der europäischen Batterieindustrie zu verbessern sowie zu einer nachhaltigen und vor allem unabhängigen Kreislaufwirtschaft beizutragen. Darüber hinaus engagiert sich CellCircle für eine verlässlichere Ökobilanzierung, um grüne Lösungen besser von Standardprozessen unterscheiden zu können.

 

Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Av. Osman Develioğlu, Macaristan Fahri Konsolosu Osman Şahbaz, Macaristan'ın Başkenti Budapeşte'nin 11. Bölge Újbuda Belediye Başkanı Dr. László Imre ve Semmelweis Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Béla Merkely'i ayrı ayrı makamlarında ziyaret etti.
 
Başkan Dr. László ve Rektör Prof Dr. Merkely, Budapeşte'ye gelen Başkan Av. Develioğlu ve Konsolos Şahbaz'ı makamlarında kabul ederek ikili işbirliklerini değerlendirerek ilişkileri artırma ve derinleştirme hususunda düşüncelerini paylaştılar.
Ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade eden Başkan Dr. László  ve Rektör Prof. Dr. Merkely, misafirlerine, “Hoş geldiniz. Sizleri Budapeşte'de görmekten keyif alıyoruz, onur duyuyoruz. Aynı zamanda Budapeşte'ye geldiğiniz ilk günün ilk saatinde bizi ziyaret etmeniz bizler için sevindirici olmuştur. Emeğinize, sizlere ayrı ayrı teşekkür ediyoruz'' dediler.
 Dr. László, Macaristan Türkiye dostluğuna vurgu yaparak, “Zaten Macaristan ve Türkiye özelde de Újbuda Belediyemiz ve İstanbul Bahçelievler Belediyesi ile 2016 yılında imzaladığımız dostluk kardeşlik ilişkilerimiz çok mühim. Sizlerle ortak geçmişimiz ve kültürümüz var. Bu ziyaretin gerçekleşmesinde ısrarla gayret gösteren, bugün bizleri burada Újbuda Belediyemizde bir araya getiren  Konsolos Osman Şahbaz beye teşekkür ediyorum.
 
Ziyarette iki dost ülke arasında gelişen ilişkiler hakkında güzel temennilerde bulunuldu
 
Ziyarette iki dost ülke arasında sürekli gelişen ilişkiler hakkında güzel temennilerde bulunuldu. Karşılıklı hediyeleri sunulduğu zıyarette Başkan Dr. László ve Rektör Prof. Dr. Merkely özellikle Türk Milli takım formasına beğenerek çok büyük ilgi gösterdiler.
Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Av. Osman Develioğlu ve Macaristan Fahri Konsolosu Osman Şahbaz'da her iki ev sahibi, Újbuda Belediye Başkanı Dr. László Imré ve Semmelweis (Egyetem) Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Béla Merkely'ye misafirperverliğinden dolayı teşekkür ederek, “Sağ olun Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum davetiniz için, bizi ağırladığınız için. Budapeşte’ye geri gelmek bizim için her zaman büyük bir zevk.  Budapeşte önemli kardeş şehir ve kardeş üniversite olduğundan dolayı bizim için önemli. Öbür yandan İstanbul Bahçelievler şehrimizin kardeş şehri olarak da öneminiz var. Bir de 2024 Macar-Türk Kültür Senesi kapsamında Budapeşte’yi ziyaret ediyoruz.
Bundan sonraki iş birliğimizin de devam etmesini diliyorum” şeklinde konuştular.
 
 
 
 
 
 
 
 

Tarihi süreçte Türk toplumundaki değişimi incelemeyi ve Türklerdeki nesiller arası ilişkiyi ortaya koymayı amaçlayan “4 Nesil Türkler” adlı projenin resim sergisi ayağı Almanya’nın Würzburg şehrinde start aldı. Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik tarafından organize edilen sergi, Alp Media ve Haydi Ayran firması tarafından desteklendi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Christian Schuchardt’ın himayesindeki resim sergisi, Türklerin ve Almanların büyük ilgisiyle karşılandı.

Sparkasse Mainfranken fuayesinde açılan sergide, 1961 yılından 2021 yılına kadar olan dönemi yansıtan 50 resim yer aldı. Serginin açılışında farklı kesimlerden insanlar konuşma yaptı.

Sparkasse Mainfranken Yönetim Kurulu Başkanı Bernd Fröhlich, “Türklerin Almanya’nın kalkınmasına yaptığı katkıyı biliyoruz. Özellikle 60’lı yıllardaki iş gücü açığımız büyüktü. Würzburg ve çevresine çok sayıda Türkiye kökenli aile geldi ve bunların tarihimizin bir parçası olduğunu biliyorum,” dedi.

Würzburg Belediye Meclisi CSU Grup Başkanı Wolfgang Roth ise yaptığı konuşmada, “Bizim nesil Türklerle büyüdü. 60 yaş altındaki hemen her Alman’ın bir iş ya da okul arkadaşı vardır. Bunlar az şey değil; tüm bu dostluk ve arkadaşlıklar entegrasyona kadar uzanan bir sürecin satır aralarıdır,” ifadelerini kullandı.

Şehir idaresinden Yabancılar Meclisi Başkan Yardımcısı Agata Stopinska ise kısa konuşmasında, “Yabancılar Meclisi’nin kuruluşundan bu yana kültür danışmanı olarak görev yapan Dr. Çelik’in çalışmaları şehrimiz için çok önemlidir. Bu resimlerdeki birçok kişi artık yaşamasa da onların izleri tarihçilerin arşivlerinde, resim sergilerinde ve belleklerde muhafaza edilmektedir. Bu açıdan serginin önemi büyük ve yerliler ile göçmenler arasında unutulmayacak bir köprüdür,” dedi.

Daha sonra mikrofona gelen Almanya IKG-Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, “İki milletin ortak tarihi vazgeçilemeyecek güzelliklerle dolu. Ancak bu ortak değerlerin ortaya çıkarılması için tarihçilerin desteğe ihtiyacı vardır. Sparkasse Mainfranken Yönetim Kurulu Başkanı Bernd Fröhlich’e, Würzburg Büyükşehir Belediye Başkanı Christian Schuchardt’a ve Haydi Ayran temsilcisi Hakan Elmalı’ya çok teşekkür ediyoruz. Türk-Alman ortak tarihinin gün yüzüne çıkarılmasına destek verenleri tarih en güzel ve en özel yerde muhafaza edecektir,” dedi.

Son olarak, “Zamanın Şahidi” olarak mikrofona gelen emekli iş insanı Osman Çat ise, “Almanya’ya 9 yaşında geldim. İlk tanıdığım ihtiyar Alman’a ‘Oma’ ve ‘Opa’ diyeceğimi annem babam söyledi. O yıllarda ilk fark ettiğim şey, Alman köylüler ile Türk köylüler arasındaki büyük benzerliklerdi. Çünkü köylülerin şehir toplumu kadar kültürleri yok edecek bir değişime uğramadığını fark ettim. Mesleğin en altından başladık. On yıllar boyunca çok sayıda insana iş ve aş verdim. Almanya’da 44 yıllık arkadaşım Dr. Latif Çelik’in tüm çalışmalarına destek verdim. Çünkü Dr. Çelik’in çalışmaları, biz ölsek de bizi ölümsüzleştiriyor. Annem babam hayata veda etti ama bakın onlar bu resimlerde yaşıyor.” şeklinde konuştu.

 

     

 

 

 

 

 Konuyla ilgili olarak Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habipoğlu, yayınladığı basın bildirisiyle,”vatandaşı olduğumuz  Yunanistan bize üvey evlat muamelesi yapıyor” ded. 

ABTTF Başkanı Habib Oğlu şöyle devam etti; “1981’den beri AB üyesi olan ülkemiz, AB’ye katılım sürecindeki Arnavutluk’u sınırları içerisindeki Yunan azınlığının haklarına tam saygı göstermeye çağırıyor ama tüm mensupları hem Yunan hem de AB vatandaşı olan Batı Trakya Türk toplumunun Türk ulusal kimliğini inkar ediyor, ‘Türk’ ve hatta ‘Batı Trakya’ isimli dernekleri yasaklıyor.”

 

Selanik metrosunun açılması vesilesiyle güzergahta bulunan Venizelu durağında özel bir röportaj veren Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Fredi Beleri davası nedeniyle Yunanistan’ın Arnavutluk ile ilişkilerinin çok fazla türbülanstan geçtiğini belirterek, Arnavutluk’taki Yunan azınlığına atıfta bulundu.

Arnavutluk’un Avrupa Birliği’ne (AB) girebilmek için bir süreç başlatmış olduğunu hatırlatan Miçotakis, Yunanistan’ın Arnavutluk’u bu uzun yoldaki çabalarında desteklemek için tek şartının Arnavutluk’un ülkedeki Yunan ulusal azınlığının haklarına tam saygı göstermesi olduğunu ve onun sorunlarını kesin olarak çözmesi gerektiğini dile getirdi.

 

Konuyla ilgili olarak Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habip Oğlu, “Başbakan Miçotakis’in bir kez daha gündeme getirdiği gibi ülkemizin Arnavutluk’taki Yunan azınlığının anavatanı olarak onun haklarını gözetmesi ve sorunlarının çözüme kavuşturulmasını istemesi gayet normal ve anlaşılır. Ancak bu noktada ülkemizin insan ve azınlık haklarına bakışındaki çifte standardı açıkça görüyoruz. 1981’den beri AB üyesi olan ülkemiz, AB’ye katılım sürecindeki Arnavutluk’u sınırları içerisindeki Yunan azınlığının haklarına tam saygı göstermeye çağırıyor ama tüm mensupları hem Yunan hem de AB vatandaşı olan Batı Trakya Türk toplumunun Türk ulusal kimliğini inkar ediyor, ‘Türk’ ve hatta ‘Batı Trakya’ isimli dernekleri yasaklıyor. Üç derneğimiz ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını 16 yılı aşkın süredir uygulamayan ülkemiz, AB’nin en temel değerlerinden biri olan hukukun üstünlüğünü sistematik olarak ihlal ediyor, hiçe sayıyor. Sonra da ülkemizin yöneticileri kalkıp ülkemizin insan ve azınlık hakları alanındaki kötü siciline bakmadan Arnavutluk’a ders vermeye kalkıyor! Ülkemiz başka ülkelere örnek olmak istiyorsa hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkelerini önce kendisi tam ve eksiksiz şekilde yerine getirmelidir.” dedi.

Haber: Doğan Tufan 

Fotoğraf:ABTTF

 

BERLİN (AA) - Avrupalı havacılık ve uçak üretim şirketi Airbus, kasım ayında 84 ticari uçağın müşterilere teslim edildiğini duyurdu.

Airbus’tan yapılan açıklamada, şirketin kasımda 42 ülkeden müşterilere 84 uçak teslim ederek 2024 yılının en iyi teslimat performansını gösterdiği belirtildi.

Kasım 2023’te şirket 64 uçak teslimatı gerçekleştirmişti.

Şirket yavaş motor teslimatları nedeniyle yaz aylarında bu yılki üretim hedefini düşürmüştü.

Airbus, bu yılın başından beri 82 müşterisine 643 uçak teslim ederken, şirketin yıllık 770 uçak hedefine ulaşmak için Aralık'ta 127 uçak daha teslim etmesi gerekiyor. Aralık 2023’te şirket 112 uçak teslimatı yapmıştı.

Avrupa basınında ise Airbus’ın savunma ve uzay bölümünde toplam iş gücünün yaklaşık yüzde 5’ine denk gelen 2 bin 43 kişiyi işten çıkarma planları yaptığına yönelik haberler yer aldı.