Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Avrupa’lılar kendileri rahatsız olma-dıkları sürece kriz bölgelerine fazla duyarlı olmazlar. Problem kendilerine yaklaşana kadar da ciddiye almazlar. Ne zaman otomobilleri benzinsiz, kalöriferleri yakıtsız kalır, ancak o zaman yavaş yavaş yerlerinden kıpırdamaya başlarlar. Tabiki o zaman iş işten geçmiş, atı alan Kiev’e ulaşmış olabilir.

Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, Rusya-Ukrayna savaşını engellemek için daha önce bir güvenlik mimarisi oluşturmada başarılı olunamadığını söyledi. Merkel bununla da kalmadı ve çok daha ileri itifraflarda bulundu. "Berliner Ensemble" salonunda gazeteci Alexander Osang’ın sorularını yanıtlarken verdigi cevaplar yukarıdaki tahminlerimizin nerdeyse Merkel’in ağzından düşen yeni bir versiyonu idi.  8 Aralık 2021'de görevini Olaf Scholz’a devrettikten sonra ilk kez kamuoyu önünde gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Rusya ile Ukrayna savaşı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve kendisiyle ilgili sorulara cevap veren Merkel, "24 Şubat’ta Ukrayna’ya yapılan bu saldırının haklı çıkarılacak hiç bir tarafı yok. Bu, hiçbir mazereti olmayan uluslararası hukuku ihlal eden vahşi bir saldırıdır " ifadesini kullandı.

Putin ile 2007 yılında Soçi’de gerçek leştirdiği buluşmayı anlatan Merkel, Putin’in kendisi için Sovyetler Birliği’nin çöküşünün 20. yüzyılda meydana gelen en kötü şey olduğunu söylediğini aktardı. Merkel, "Ben de ona bunun benim hayatımın şanslı bir durumu olduğunu söyledim. Böylelikle özgürlüğe ulaştım, bana zevk ve sevinç veren şeyleri yapabildim. Orada bu konuda büyük bir görüş ayrılığı olduğu açıktı" değerlendirmesinde bulundu.

Putin’in Ukrayna’ya saldırmasını "büyük bir hata" olarak nitelendiren Merkel, "Bu savaşı engellemek için bir güvenlik mimarisi oluşturmada başarılı olunamadı” diye konuştu.

 

Rusya ile ilgili izlediği politikayı savundu

 

Eski Başbakan görev süresi içinde neyi ihmal ettiğine ilişkin soruyu kendisine de sorduğunu belirterek, “Böyle bir trajediyi önlemek için daha fazlası yapılabilir miydi, önlenebilir miydi? Bu nedenle bunlar soruluyor ve elbette bu soruları kendime tekrar tekrar soruyorum” dedi.

Başbakanlığı döneminde Rusya ve Ukrayna ile ilgili izlediği politikayı savunan Merkel, "Şimdi bu yanlıştı diyebileceğim bir şey görmüyorum. Bu nedenle de özür dilemeyeceğim" ifadesini kullandı.

 

Angela Merkel, görev süresi içinde Rusya’ya yönelik hoşgörülü davrandığına ilişkin değerlendirmeleri de redde derek, "Diplomasi başarısız olduğundan dolayı yanlış olmaz" değerlendirmesini yaptı. Rusların Kırım‘ı işgaline ve yayılmacı emellerine de değinen eski başbakan Rusya ile gerilimin tırmanmaması için yeterince çalıştığını, ancak bunun başarılamamasının üzücü olduğunu kaydederek Alman hükümetine dış politikada güvendiğini belirtti.

 

Putin ile görüşüp arabulucu olup olmayacağına ilişkin soruya, “Alman hükümetinin benden yapmamı istemediği hiçbir şeyi yapmayacağım şeklindedir. Alman hükümetinin benimle temasa geçmesini de beklemiyorum. Bunun şu anda herhangi bir yararı olacağı izlenimine sahip değilim. Bana göre şu anda konuşulacak çok şey yok, özellikle de Ukrayna olmadan. Dünya mazlum ülkenin yanında saldır gan Rusya’ya karşı birlik olmalı” değerlendirmesinde bulundu.

 Merkel, kenardan yorum yapmayan, direk uyaran ve muhatabının yüzüne konuşan bir siyasetçidir. Ancak Ukrayna konusunda sadece kendinin değil, türm batılı siyasetçilerin de Rusya-Ukrayna  krizinin önemini çok geç anladığını itiraf ediyor.

 

Pahalı petrol ve gıda Almanya’da yaşayanların daha bir müddet en önemli başağrısı olmaya devam edecek. Enlasyon son 50 yılın en yüksek seviyesine ulaşırken rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor.

 

Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis), fiyat artışlarına ilişkin mayıs ayı nihai verilerini yayınladı. Nisan ayında yüzde 7,4 olan yıllık enflasyon, mayısta 7,9'a çıkarak, ilk petrol krizinin yaşandığı 1973-1974 kışından bu yana en yüksek orana ulaştı.

 

Ülkede enflasyon, aylık bazda ise yüzde 0,9 arttı. Nihai veriler, daha önce yayımlanan öncü verileri teyit etti. Enflasyon istatistikleri için en güvenilir verilere sahip olan  Destatis açıklamasında Ukrayna-Rusya savaşının başlamasından bu yana, özellikle enerji fiyatlarının gözle görülür şekilde arttığına ve bunun enflasyon üzerinde önemli bir etkide bulunduğuna dikkat çekildi. Gıda başta olmak üzere savaş ve teslimat darboğazları nedeniyle tüketiciler için giderek daha pahalı hale geldiğine vurgu yapıldı.

Destatis Başkanı Georg Thiel, konuya ilişkin değerlendirmesinde, enerji ürünlerindeki fiyat artışlarının hala yüksek enflasyonun ana nedeni olduğunu belirterek, "Enflasyon, iki Almanya'nın birleşmesinden bu yana üç aydır art arda en yüksek sevi-yeye ulaştı" ifadesini kullandı.

 

Gıda fiyatlarındaki artışlara dikkati çeken Thiel, Federal Almanya’da mayıstaki gibi yüksek enflasyonun ilk petrol krizinin yaşandığı 1973-1974 kışında görüldüğünü belirtti. Yıllık bazda % 38,3 artması dikkati çekerken, yıllık artış gıda fiyatlarında %11,1 olarak iki Almanya'nın birleşmesinden beri en yüksek artış olarak kayıtlara geçti. Bir önceki yılın aynı ayına göre doğal gaz fiyatları %55,2, akaryakıt fiyatları yüzde 41, elektrik fiyatları %21,5 arttı.

 

Yemeklik katı ve sıvı yağlarda yıllık artış 38,7 olurken, et ve et ürünleri 16,5 süt ürünleri ve yumurta 13.1 ve ekmek ve tahıl ürünlerinde %10,5 artış görüldü. AB uyumlu TÜFE, mayısta aylık bazda yüzde 1,1 ve yıllık bazda %8,7 yükseldi. Enerji fiyatları hariç, Almanya'da yıllık enflasyon mayısta %4,5 olarak gerçekleşti.

Enflasyon tüketicileri zorlu-yor, ekonomiyi yavaşlatıyor. Özellikle gıda ve enerji ürünleri başta olmak üzere tedarik dar boğazları ve önemli fiyat artışlarının enflasyonu yukarı yönlü baskılaması dikkati çekiyor. Enflasyon oranları, ülkede daha önce bu seviyeleri görmeyen nüfus için satın alma gücünü azalttığı için sıkıntılara neden oluyor. Enerji ve gıda fiyatlarındaki keskin artış bölgedeki savaş da bu eğilimi artırdı.

 

Ukrayna-Rusya savaşı ve Batı'nın Rusya'ya yönelik yaptırımları, enerji, ham madde ve gıda fiyatlarının yükselmesine neden oluyor ve bu da şirketleri ve tüketicileri zorlarken ekono-miyi yavaşlatıyor. Ekonomistler, 2022 yılı için yüzde 6,1'lik ortalama enflasyon beklerken, Rusya’dan enerji ithalatının durması halinde gelecek birkaç ay içinde Almanya'da enflasyonda çift haneli rakamların görülmesinin de mümkün olabileceğine işaret ediyor.

Nürnberger de faaliyet gösteren Nürnberg Metropol Türk Toplumu (TGMN) bayramlaşma programı düzenledi.
Nürnberg Sumach restoranda düzenlenen programın açılış konuşmasını yapan TGMN Başkanı Bülent Bayraktar, 2007 senesinde Nürnberg’deki kamuoyu yararına çalışmalar yapan 26 derneğin birleşmesiyle kuruldu. TGMN’nin hedefleri arasında, üyelerin müşterek çıkarlarını kamuoyunda savunmak, toplumunun hukuki, sosyal ve siyasi alanlarda Alman toplumuyla eşitliği, Türkiye kökenli gençlerin okul eğitimi ve meslek edinme konusu hedeflerimiz arasındadır” dedi. “Birlikten, beraberlikten ve dayanışmadan güç doğar” cümlesini toplum karşısında söyleyip de, insanlar ve dernekler arasında ayrımcılık, yapanları, insanları ötekileştirenleri sert bir dille eleştiren Bayraktar, “Vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkedeki sorunların çözümü, birlikteliğe bağlıdır” diye konuştu.


‘TÜRKİYE-ALMANYA DOSTLUK KÖPRÜSÜ’


TGMN’nin pandemi döneminde çalışmalarını dijital ortamda devam ettirdiğini belirten Bayraktar, ‘‘Nürnberg Başkonsolosu Serdar Deniz, Bavyera İçişleri Bakanı Joachim Herrmann, Bavyera milletvekili Arif Taşdelen, Nürnberg, Fürth ve Erlangen Belediye Başkanları, Belediye Meclis üyeleri, Baden Würtenberg eyaletinin Türk Toplum Başkanı Gökay Sofuoğlu, STK yöneticileri ve esnafların katıldığı canlı söyleşilerle Türk toplumunun sorunları ve çözüm yolları dile getirilerek Türkiye-Almanya dostluk köprüsü üstlenilmiştir” dedi. TGMN’nin daha aktif hale getirilmesi konusunda toplantıya katılanların düşünceleri alındı.


TGMN Başkanı Bayraktar’ın Bayramlaşma Davetine katılanlar:

Saadet Nürnberg Bölge Başkan Yardımcısı Musa Tamer, DİTİB Kuzey Bavyera Eyalet Yönetim Kurulu Üyesi aynı zamanda Fürth Mevlana Camii Başkanı Refet Avcı, Tük-Alman Özürlüler ve Entegrasyon Derneği Başkanı Kamile Erdemir,  Global Dernek Kurucu Başkanı Celalettin Avcı, Kuzey Bavyera Türk-Alman Kadınlar Kulübü (DTFC) Onursal Başkanı Gülseren Suzan Menzel, DTFC Başkanı Avukat Sevtap Oygün, DTFC Yönetim Kurulu Üyesi Hava Özel, Nürnberg Metropol Bölgesi Türk-Alman İşadamları Dernek Başkanı Dr.Ali Aydın, Dr.Nurcan Ayrdın,  Yönetim Kurulu Üyeleri Başkanı Dr. Ali Aydın ve Dr.Nurcan Aydın, SPD Nordostbahnhof  Bölge Başkanı Abdurrahman Gümrükçü, FDP Nürnberg Belediye Meclisi Üyesi  Ümit Sormaz, SPD Fürth Belediye Meclisi Üyesi Ayhan Yeşil, Hayat Gündüz Yaşlı Bakım Merkezi sahibi Mühübe Gürdoğan Serçe, Mevlana Restoran sahibi Ahmet Can, Sumach Restorant sahibi Muzaffer Gündoğdu ve iş insanları Mehmet Tozan, Hasan Karaali, Aydın Yüksel,Ceylan Aytugan ve Bayern Ses Gazetesi ile Euro İmaj Dergi sahibi Ali Boz katıldı.

Haber: ilhan Baba-Nürnberg

 

 

Der Haushaltsausschuss des Bundestages hat diese Woche das Denkmalschutz-Sonderprogramm XI mit 66 Millionen Euro für den Denkmalschutz in den Kommunen ausgestattet. 

„Ich weiß, wie schwer es für Kommunen ist, die wunderschönen Denkmäler in unserer Region aus eigener Kraft zu erhalten. Dieses Programm ist daher eine tolle Chance“, freut sich der Schweinfurter Bundestagsabgeordnete Markus Hümpfer (SPD). Im Rahmen des Sonderprogramms beteiligt sich der Bund an der Sanierung bedeutsamer Kulturdenkmäler mit bis zu 50 Prozent der Kosten. Die Sanierung muss der Substanzerhaltung oder Restaurierung im Sinne der Denkmalpflege dienen.

Länder und Kommunen, Kirchen, Stiftungen, Vereine oder auch Privatpersonen können ab sofort Anträge über das Bayerische Landesamt für Denkmalpflege stellen, welches diese bis zum 9. September prüfen und weiterleiten muss. Eine frühe Einreichung der Unterlagen ist daher ratsam.

Weitere Informationen hat der Abgeordnete auf www.markus-huempfer.de/foerderprogramme/ zusammengestellt.

Türk Toplumunun sosyo-kültürel meselelerinde  uzun yillardan bu yana Almanya’dan bakış açısı ile sorunlara getirdiği çözüm önerileri ile Türk Toplumunun sesi olmaya çalışıyoruz.  Ne kadar dinleniyor ve ya anlaşılıyoruz bilemiyorum ama özellikle sıla yolu öncesi yetkilileri olası problemler ile ilgili şimdiden uyarmaya çalışıyoruz. Kapıkule, Pazarkule, İpsala karayolu geçiş noktaları ve sınır gümrüklerinde  yığılma olursa, Avrupalı Türklerin bu sefer sesini yükselterek “yapamayan geri çekilsin” tepkisine yöneleceğini tahmin edebiliyorum. Çünkü korona döneminde insanların mecbur kalmadıkça uçak yerine otomobil ile yola düşeceğini tahmin edebilliyorum. Sıcak havada, uzun yolda ve tam vatana girecek iken basit sorunlarda bile insanların sinirli olacağı şimdiden kabul edilmelidir.

 

İzin öncesi uyarıların önemini bir kere daha hatirlatalım. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları Türkiye’nin kara yolu geçiş noktaları olarak milyonların akın ettiği kapılardır. Bunun hazırlığı ise Şubat, Mart aylarında yapılmalıdır. Bizim insanımız Bulgaristan’da bir saat fazla kalmadan Türkiye’ye girerek bayrağının dalgalanmasını bir kaç dakikada görebilmelidir. Benim devletim bunu başarmalı ve Avrupa gurbetinde yıllarını geçiren insanımızın vatan hasretini yaşamayan bilemez. Ama onların vatan sevgisine saygı duymayan memur herşeyden önce görevini yapmalı ve vatandaşın zorunu kolaylaştırmalıdır. Bu düzenlemeleri yapamayan birinin özellikle bu aylarda bu önemli noktalarda görev yapmamalıdır. Binlerce kilometre yolculuktan sonra insanın kendi vatanına girebilmek için çile çekmesini kimse bize izah edemez.

 

THY biletlerinin de son derece pahalı olmasının sebebini bir türlü anlayabilmiş değilim. Dünyanın en büyük havalimanı bizde, ama uçak eksikliği olmalı. Fiyatlar yeniden gözden geçirilerek Sıla-i Rahim yolculuğu vatandaşımız için çekici hala gelmelidir. Avrupa’da yaşayan milyonlarca GöçTürk’ün önündeki tüm seyahat engelleri kaldırılmalıdır. Onlar Türkiye’nin en sadık turistleri en iyi yatırımcıları gerekerse savunucularıdır. Türkiye GöçTürkleri sakın ola kırmadan ve onları küstürmeden ülkesini ziyaret etmelidir. İnanın ülkesine sırf destek olsun diye bir yerine üç defa gelecek, hatta krediler çekip ülkesine yatırım olarak geri getirecektir. Türkiye Göçtürklerin değerini iyi bilmelidir. Çünkü dünyada onlar kadar ülkesine bağlı başka bir göçmen grup yoktur. Türkiye insanına sahip çıkmalı bir konuda yapılabilecek herşeyi yapmalıdır. Avrupali Türkler ülkelerine sadece rahat bir giriş yaparak bir bayram tatilininin sonunda huzurla işinin başına dönmek istiyor. Bunu istemek en tabi hakkimiz; Ülkemizin sınır kapıları sevgi kapısına dönüşmeli…

Sevgili okuyucular, bu hafta ki yazımızı otomobil dünyasındaki son dönem lerin en büyük haberi ile açmak istiyorum. Avrupa Parlamentosu, dizel ve benzinli araç satışı yasağını onayladı. Bunun sonucu bizler için ne olacak?

 

2035 için hazırlanan adım

Dediğimiz gibi, AP, 2035 yılından itibaren dizel ve benzinli binek otomobillerin ve hafif ticari araçların satışının yasaklanmasına dair öneriyi onayladı.

Avrupa Parlamentosu (AP), Avrupa Komisyonu’nun önerisini oyalayarak AB’nin sıfır emisyon politikası çerçevesinde 2035 yılından itibaren dizel ve benzinli yeni binek otomobillerin ve hafif ticari araçların satışını yasaklayan bir öneriyi onayladı. Alınan karar ile 2035 yılından itibaren içten yanmalı motorlu araçlar yerine sadece elektrikli ya da hidrojenli yeni araç-ların satışına izin verilecek. Avrupa Konseyi’nin de yıl sonuna kadar kararı onaylaması ile yürürlüğe girmesi bekleniyor.

Avrupa Birliği’nin (AB) 2050 yılına kadar karbon nötrlüğü elde edebilmesi için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltmayı hedefleyen iklim paketi nin bir parçası olarak alınan karar ile otomobil üreticileri, yeni otomobillerinin karbon emisyonlarını 2030'dan itibaren binek otomobiller için yüzde 55 ticari araçlar için %50 azaltmaları gerekecek.

 

2022 İlk Çeyreğinde görülen araba satış sayıları

Türkiye otomotiv sanayisine yön veren Otomotiv Sanayii Derneği (OSD), 2022 yılı Ocak-Mart dönemine ait üretim, ihracat adetleri ile pazar verilerini açıkladı. Bu kapsamda ilk çeyrekte toplam taşıt araçları üretimi, bir önceki yılın aynı dönemine göre %12,4 azaldı. Otomobil üretimi ise %21,5 azalarak 166 bin 363 adet oldu.

Almanya piyasasında da bir azalma görüyoruz. Ocak ve şubat ayları 2021 seviyesinde giderken, Marttaki düşüş göze çarptı. Ûlk 3 ayda piyasaya sürülen araç sayısı geçen senenin aynı dönemine göre %4,6 civarı geriledi. Bunun sebebi sadece talep azlığı değil, aynı zamanda üreticilerin Cip, kablo donanımı gibi eksikliklerden dolayı sata madığı araçlar da olduğu bildirildi.

Elektrikli otomobil satışları da göze çarpıyor. geçen senenin ilk 3 ayına göre elektrikli otomobil satışları %10 civarı artmış bulunuyor. BMW geçen yılın son çeyreğine göre elektrikli otomobil satışlarını %150 civarı artırırken, Mercedes Benz % 210 arttırdı.

 

KARARA İKİNCİ EL ARAÇLAR DAHİL DEĞİL

 

Söz konusu karara ikinci el araçların dahil olmadığı belirtilirken, ikinci el araçların fiyatının artması bekleniyor. AP milletvekili Ale-xandr Vondra yaptığı açıklamada, “Yeni karar ile 2035 yılından itibaren sadece elektrikli ve hidrojenli otomobiller satılacak. Elbette elektrikli otomobillerin fiyatları batar yaları ile orantılıdır ve fiyatlar içten yanmalı motorlu otomobil fiyatlarına göre pahalıdır. İkinci el otomobillerin satışına ise bir engel getirilmediğinden piyasada geçici de olsa bir belirsizlik olacaktır. Bu nedenle fiyatlar orada da artışa geçecektir” dedi.

Yayınlanan raporlara göre günümüzde, dünyada bir milyardan fazla fosil yakıtlı araç bulunmakta ve dünyanın karbondioksit emisyonlarının yüzde 30'undan fazlasını üretmektedirler. Araç emisyon kurallarının sıkılaştırılması, AB'nin 1990 yılına kıyasla 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 55'lik bir azalma elde etmek istediği “Fit for 55” iklim paketinin bir parçası olarak yer alıyor.

 

Avrupa Birliği'nin "yanmalı" yasasına Mercedes ve VW'den destek

 

Almanya ve Fransa, planın çok iddialı ve maliyetli olduğunu, bunun yanında planın sektör üzerinde oldukça ciddi derece olumsuz bir etkisi olacağını söyledi. Buna rağmen Avrupa'nın en büyük otomobil üreticilerinden olan Mercedes-Benz ve Volkswagen, planın gerçekleştirilebilir olduğuna inandıklarını duyurdu.

Wolfsburg merkezli üretici Volkswagen, önümüzdeki on yılın ortasından itibaren içten yanmalı motor yasağına desteğini ifade eden ilk marka oldu. Avrupa Birliği'nin karbondan arındırma stratejisinin "iddialı ama ulaşılabilir" olduğunu belirten Volkswagen, elektrikli mobiliteye geçişin geri döndürülemez olduğunun da altını çizdi. Automotive News tarafından aktarılan bilgilere göre, VW ayrıca, "yanmalı motorları mümkün olan en kısa sürede değiştirmenin ekolojik, teknolojik ve ekonomik olarak tek mantıklı yol" olacağını iddia ediyor.

Mercedes'in genel merkezi nin bulunduğu Stuttgart'tan da destek sesleri yükseliyor. Otomobil üreticisi, Avrupa Birliği'nin koyduğu bu hedefe yeni yasanın gerektirdiğinden daha önce gelebileceğini bile söylüyor. Mercedes'in dış ilişkiler başkanı Eckart von Klaeden, Alman Basın Ajansı'na (DPA) yaptığı açıklamada, "2030 yılına kadar, piyasa koşullarının izin verdiği her yerde tamamen elektrikli olmaya hazırız. Karar, gerekli altyapının oluş turulmasını sağlamak üzere politikacılara sorumluluk yüklüyor" ifadelerini kullandı.

Yasağı destekleyen tek otomobil üreticileri ise Volkswagen ve Mercedes değil. Ford, Stellantis ve Jaguar da 2035'ten itibaren Avrupa'da içten yanmalı motorun sonunu genel minvalde destek-leyen şirketler arasında yer alıyor. Yeni yasanın kesinleşmeden ve onaylanmadan önce 27 AB ülkesinin tamamı tarafından imzalanması gerektiğini hatırlatmak isteriz. Almanya, Fransa ve İtalya gibi büyük ekonomiler şayet bu yasaya olumsuz yaklaşırlarsa, 2035 yılında içten yanmalı motorların sonunu görmek çok da mümkün olmayacaktır.

 

 

Size hep öğrencilik yıllarımın okul hatıralarını anlattım daha çok. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki insanların arasında çok derin ve uzun yıllara dayanan ilişkiler vardır. Hele bunlar Türkler ve Almanlar ise asırlar öncesine uzanan köklü ilişkiler vardır.

Bunu nasıl farkettiğimi siz sormadan ben söylemek isterim. Hepimiz biliyoruz 1933 yılından itibaren Almanya üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştı. Ûlerleyen dönemde ülkedeki Yahudi azınlığa karşı uygulanan politika giderek sertleşti ve ülkemizde çok kötü olaylar oldu. Komşularımız olan insanlara haksızlık yapılıyor ve biz Alman halkı onlara yardımda bulunamıyorduk. Size uzun uzun anlatmak istemiyorum, neyi anlatmak istediğimi çok iyi anlıyorsunuz. Çünkü ülkemizdeki baskılar Almanya’yı yaşanmaz hale getirdi ve insanlığın en büyük enerjisi olan insanlar artık mutsuz olma ya başlamıştı. Milyonlarca entelektüel Almanya’yı terkediyordu.

Ülkeden giden beyin göçü önemli ölçüde Okyanus ötesine, yani uzaklardaki Amerika’ya gidiyordu. Yani başımızdaki bir ülke ise bu akademisyenlere sahip çıkarak onlara vatan olarak kullanabilecekleri bir ülke ve çalışabilecekleri imkanlar sunuyordu. Bu ülke Türkiye idi. Türk lider Atatürk Alman akademis yenlere verdiği imkan ve özgürlük dönemin fakir Türkiyesi’nde çok büyük bir jest idi. 1930‘ların başından itibaren Türkiye’deki tüm üniversite, fakülte ve enstitülerde çok sayıdaAlman akademisyen çalışmaya başladı. Tercüman yardımı ile de olsa derslerini verebiliyorlardı. Atatürk’ün tek şartı vardı onlar için; En kısa zamanda Türkçe’yi öğrenerek derslerini Türkçe verebilmeleri idi. Duydum ki en başarılısı Ernst Reuter imiş ve daha birinci yılı dolmadan derslerini Türkçe vermeye başlamış. Atatürk’ün bu politikası önünde saygı ile eğiliyor, bilim insanlarına olan desteğini takdir ediyorum.

Esas konu detaylar değil, Atatürk’ün politikası ile Türkiye, yeni yüksek öğretim kurumları, enstitüler ve fakülteler kazanmış. Alman akademisyenler de ciddi anlamda çalışmalarına ara vermeden devam ederek öğrenciler yetiştirip insanlığa hizmet etmişlerdi. Ûki tarafın da zor yılları kendi imkanları ile kolaya çevirmeyi başardığını farkediyoruz. Bunları geçen akşam Münih’de Altes Rathaus’da Türk Tarih Kurumu ile IKG Enstitüsü tarafından düzenlenen “Alman akademisyenlerin Modern Türkiye’ye Katkıları” adlı çalıştayda öğrendim. Hep derim Türkler ve Almanlar tarihlerini okurlarsa birbirlerini daha iyi tanırlar. Bu bağlamda arkadaşım Latif Çelik’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Ukrayna konusu Alman dış siyasetinin bir numaralı konusu olmaya devam ediyor. Almanya sınırlarından birkaç yüz kilometre uzaklıktaki kriz şu an için direkt olmasa bile dolaylı olarak çok sayıda tedarik zincirinde hasar oluşmasına sebep olmuş durumda. Almanya Başbakanı Olaf Scholz geçtiği-miz fhafta mecliste yaptığı ko-nuşmanın nerde ise tamamını Ukrayna-Rusya arasındaki krize ayırarak, Rusya bu savaşta kesinlikle başarılı olmamalı” şeklinde mesaj vererek yeni dönemdeki Alman dışiç politikasının yönünü belirlemiş oldu. Başbakanın her ne olursa olsun Rusyanın kazanmasını engellemeliyiz sözleri ise, kararlılık vurgusunun dışa yansıması idi. Başbakanın,  Ukrayna’nın kazanmasını AB ülkeleri ile birlikte sağlayacaklarını belirtmeleri ise topluluk için ayrı bir mesaj olarak kaydedildi.

 

Şubat ayında başlayan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın ortaya çıkaracağı risklere işaret eden Scholz, bu savaşın kuşkusuz bu zorlukların en büyüğü olduğunu ifade ederek, AB'nin burada kararlı ve birlik içinde hareket ettiğini, hatta savaşın hızının kesilmesi ve Ukrayna savunmasının güçlenmesine olumlu etki yaptığını ifade etti. Alman başbakan Ukrayna'ya silah yardımı yapılmasını savunarak, "Vahşice saldırıya uğra yan bir ülkeye kendisini savunmak için yardım etmek gerilimi tırmandırmaz. Ancak bu saldırıyı püskürtmeye ve böylelikle mümkün olan en kısa zamanda şiddeti sona erdirmeye katkı sağlar" değerlendirmesinde bulundu.

 

Almanya başbakanı burada ciddi anlamda NATO’yu da arkasına almaya çalışarak Transatlantik ittifakının önemine değindikten sonra "Hepimizin tek hedefi var. Rusya bu savaşı kazanmamalı, Kiev yönetimi kesinlikle başarılı olmalı ve hür Ukrayna kendisine saldıranları ülkesinden çıkarabilmelidir" ifadesini kullandı.

 

Şansölye Scholz, Alman hükümetinin NATO'nun bu savaşın bir tarafı olmasına izin verecek hiçbir şey yapmayacağını yinelerken, NATO’nun güçlü kalmasına vurgu yapararak, Finlandiya ve İsveç’in NATO'ya yaptıkları üyelik başvurularını memnuniyetle karşıladığını, iki ülkenin NATO'ya üyeliğiyle ittifakın ve Avrupa'nın daha güçlü ve güvenli olacağını söyledi. Ancak iki ülkenin  üyelik başvurularına Ankara’dan gelen olası vetoya hiç değinmeyerek deyim yerinde ise es giçmeye çalıştı. Oysa Ankara’nın iki ülke için ortaya koyduğu argümanlara askeri ittifakın genel sekreteri tarafından da haklı bulunmaktadır. Yakın gelecekte konunun nereye evrileceğini hep beraber görecek ve iki ülkenin üyelikleri ile ilgili söylenecek sözleri daha net duyacağız.

 

Almanya’nın savunmaya yönelik yatırım ve harcamaları için önemli açıklamalarda bulunan Başbakan Olaf Scholz, Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşın diğer ülkeleri de güvenliklerini düşünmeye sevk ettiğini ifade ederek, birçok devletin savunmasına daha fazla yatırım yaptığını anımsattı. Almanya'nın da savunmasına önümüzdeki dönemde ciddi anlamda yatırımlarını artıracağını belirten Scholz, "Bir şeye dikkat edeceğiz. Savunma sistemlerimizin ve yatırımlarımızın Avrupa genelinde çok daha iyi koordine edilmesi lazım. Ülkemizin savunmasının şimdi daha iyi koordine edilerek  teknolojik imkanların bir arada kullanılması ve Avrupa savunma sanayisinin birbirine daha da yakın  olması" diye konuştu. Savaş sonrası Ukrayna'nın yeniden inşa edilmesinin milyarca avroya mal olacağını ifade eden başbakan, şimdiden "dayanışma fonu" kurulması için AB'de ön çalışmaların başlatılmasını ve bu yönde adımlar atılmasını istedi.

 

Savaş öncesinde Ukrayna' nın üyelik için başvurduğunu anımsatan Scholz, AB Komisyonunun bu konuda değerlendirmesini muhtemelen haziran sonunda açıklayacağını ifade ederek, “Emmaneul Macron'un üyelik sürecinin birkaç ay ve birkaç yılın meselesi olmadığına işaret ederken haklı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden şimdi Ukrayna'yı hızlı ve pragmatik bir şekilde desteklemeye konsantre olmak istiyoruz" dedi.

 

Olaf Scholz sessizliği ile suçlansa da, geçmişteki Maliye Bakanı içgüdüsü ile şimdiden ileride ortaya çıkabilecek şans ve fırsatları kollayarak şimdiden savaş sonrası fırsatlara hazırlanıyor.

 

Almanya, Fransa ve İtalya’nın  Başbakanları Kiev’e bir moral ziyareti yaptılar. Elbette Rusyayı da kızdırmama ya dikkat ederek açıklamalarda bulundular. Ancak somut olarak Ukrayna’ya “AB üyeliği” verilmesi için çalışacaklarını açıklayarak döndüler. Her üç lider  "adaylık" statüsü verilmesini destekledik-lerini açıkladı. Almanya Başbakanı Scholz, Ukrayna’nın Avrupa ailesine ait olduğuna ilişkin net mesaj vermek için mevkidaşlarıyla Kiev’de bulunduğunu söyledi. Hatta Ukrayna ve Moldova’ ya AB üyeliği için adaylık statüsü verilmesini savunan Scholz, “Almanya, Ukrayna lehine olumlu bir karardan yana. Bu aynı zamanda Moldova için de geçerlidir” dedi.

 

AB’ye üye olmak isteyen Batı Balkan ülkelerini işaret eden Scholz, “Batı Balkan ülkelerine verdiğimiz sözü yerine getirmemiz Avrupa'nın inandırıcılık meselesidir” değerlendirmesinde bulunurken, aslında AB’nin söz verdiklerinden istediklerini yerine getirip istemediklerini tozlu raflara kaldırabileceğini ortaya koyuyor. Aynı AB’nin, hatta Almanya’nın ve dahi SPD’li Íansölye Gerhard Schröder’in Türkiye için verdiği sözler şimdiki Alman yönetimini anlaşılan pek ilgilendirmiyor.

 

Şansölye Scholz, AB’ye katılım için tüm adayların yerine getirmesi gereken net kriterlerin bulunduğunu anımsatsa da, Putin bastırınca AB’nin siyasi değerler borsası da alt üst oldu. Birçok ülkeye artık AB üyeliği AB liderleri tarafından teklif veya tavsiye edilmeye başladı. AB’nin lider ülkeleri Brexit sonrası üye sayısını artırarak güç olabilmenin pek de kolay olmadığını artık görmeye başladı-lar. Uluslararası siyasetin bilinen gerçekle- rinden olan askeri gücün kadar sözün olur gerçeği AB’nin sanayi ülkelerinin de bu krizde anladıkları bir gerçek olarak ortaya çıktı.

 

AB ülkeleri uzunca bir süre daha ABD’nin kontrolündeki NATO şemsiyesi altında yaşamaya devam edecekler. Güvenlik ile zenginliğin tek elde toplanması halinde siyasi ağırlığın olabileceğini AB liderliği farkederken, hızlı bir şekilde Ukrayna’ya “bize gel” teklifi götürdüler. Brüksel ile Kiev arasında her ne kadar çok önceleri böyle bir görüşmeler olduysa da, Rus saldırısı sonrası herkes duvarını yeniden tahkim edip savunma bütçelerini yeniden hesaplamaya koyuldu. AB üyeliği için herkesin önüne değişik kriterler koyan Almanya-Fransa ikilisi, bu sefer hızlı bir şekilde çok sayıda Avrupa ülkesine teklif etmeye başladıar.     

         

Ukrayna - Rusya krizi Avrupa’nın yeniden yapılanması için milat görüntüsü verse de, yeni dönemde Ûngilteresiz bir Avrupa’nın kendi içinde ABD hegomanyasına boyun eğmelerinin yolunu açmış görünüyor. Bundan sonra paranın ve gücün babası ABD yeni dönemde dikte edecek ve  diğer ülkelerden isteyecektir. Türkiye gibi sistemin dışında oynamak isteyen, sizden şu silahlar dışında birşey almam ve etrafımdaki kurulu düzenleri değiştirmek isterken bana da sorulması gerek diyen ülkeler, yeni dönemin yeni sisteminde kara kedi ilan edileceklerdir. Türkiye’nin oynadığı rolü hangi Avrupa ülkesi izlese aynı muameleye maruz kalacak ve demokrasi suçlusu ilan edilecektir.

 

AB liderliğini elinde bulunduran Almanya - Fransa ikilisi Ukrayna’yı yanına almak için adeta rica ederken Chirac - Schröder ikilisinin “Türkiye Avrupa’nın en önemli parçasıdır” sözlerini unutmuş görünüyorlar. Geçmiş 10 yılda adeta mülteci deposuna dönen ve 100 milyar Euro civarında harcama yapan Türkiye’ye balkan ülkeleri kadar  değer verilmediğini farkediyoruz. Türkiye frenleyerek Avrupa’ya mülteci akınını durdurmasa, en az 10 ülkede iktidarlar değişirdi diyen Angela Merkel’in vizyonu şu anki AB liderliğinde maalesef yoktur. Ûkinci sınıf bir üyelik almak için kapı önünde 60 yıldır bekletilen Türkiye’den önce Moldavya, hatta Gürcistan üye olursa bu yazıdaki öngörü ve eleştiriler daha iyi anlaşılacaktır. Sürekli Türkiye’ye “Komşuların ile sorunlarını hallette gel” diyenler sorunlu Hırvatistan, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ve benzeri ülkeleri üye yaparak  kendilerini siyasi anlamda hep yalanlayarak geldiler. Demekki  söz verilse bile  Avrupa’nın bunu tutmayacağını her zaman düşünmek gerek. AB Üyeliği ve Avrupa’nın siyaseti böyle birşey.

Gazete sayfalarında ise piyasa müziğinin, bir  - başka bir deyişle Osmanlı- müziğinin popüler kanadının klişeleşmiş ismi meyhane musikisi, hatta alkolik musikidir. Aynı gazetelerde bir yandan eski musikiyi devam ettirenlerin mürteci sayılmaları gerektiği savunulurken, bir yandan da bu musikinin içki alışkanlığını teşvik ettiğinden yakınılması ve Türk müziğini meyhanelerden kurtarmak için seferberlik ilan edilmesi trajikomiktir. Türk müziğinin yasaklanması kararında imzası olan Cemal Reşit Rey mesela, meyhane musikisi olduğunda eski musiki bilgisiz alaturka erbabından, Itri’leri meyhanelerden kurtarmak gerek diyerek Türk müziğinin kurtarıcılığına soyunur

 

Meyhane müziği söylemi, Türk müziğine en ağır hakaretlerde bulunurken bile hakiki Türk müziğine sahip çıkmıyormuş izlenimini vermeye de yarar. Örneğin Peyami Safa Türk müziğini Meyhaneden kurtarmak için birbiri ardına yazılar yazarken, bir yandan da resmi müzik politikalarının en hareketli savunucusu olmaya devam edebilmektedir. Safa’ya göre meyhaneler alaturka musikinin mezarıdır.

 

Türk müziğinin resmi kurumlardan dışlanmasına karşı tek bir ciddi itirazda bulunmayan safa, onun mezarı başında ağıt yakmakta ve bu ölümünden meyhane müziğini sorumlu tutmaktadır. Adeta klasik Türk müziğini mezara koyan, onu eğitim kurumlarından kovanlar, radyoda  icra edilmesini yasaklayanlar değil, piyasada icra edenler olmaktadır.

 

Türkiye’de yerli Nadir Nadi müzikleri sınıflandırılırken bir tarafa halk müziğini diğer tarafa tekke ve meyhane Mûsikisi’ni koyar. Tekke ve meyhane gibi birbirine bu kadar zıt görünen iki ortamın aynı Musikiyi tanımlamak için kullanılması bir yandan resmi söylemin tutarsızlığına işaret ederken, bir yandan da bu eski musikinin hiç de öyle olmadığını, aksine çok farklı toplum kesimleri arasında canlı bir şekilde varlığını öldürdüğünü gösterir. Her müziğin farklı kesimleri ve mekanlara hitap eden farklı üslupları vardır, bunların da bu mekanların isimleriyle tanımlanması anlaşılır bir durumdur.  Fakat burada mesele bu müziğin farklı kollarını sınıflandırılmak değil, onu bir bütün olarak aşağılayacak bir damga yapıştırmaktır.

 

Bu yüzden de konu tartışılırken nesnel  ifadelere pek rastlanmaz, zaman zaman son derece öfkeli ve aşağılayıcı bir nefret dili kullanılır. Mesela Nadir Nadi tamamıyla ölü ve manasız bulduğu bu musikiden nefret ettiğini ve işittiği zaman adeta hastalandığını belirtir. 1930 lu yıllarda alaturka meyhane özdeşliği hakim söylem tarafından o kadar yerleşik hale getirilmiştir ki, Yeşilay cemiyeti 1933’te insanları içki özendirdiği gerekçesiyle alaturkanın yasaklanmasını önerebilmiştir. Meyhane müziğine karşı açılan kampan yanın anlamını daha iyi kavramak için onun pratikte ne ifade ettiğini kısaca hatırlamak gerekir. Sözgelimi meyhanelerde ağırlıklı icra edilen repertuarın en önde gelen bestecilerinden biri olan Şevki bey, Hacı Arif Bey’in açtığı şarkı çağının en büyük temsilcisidir. Bugün klasik Koro konserlerinde bile meyhane bestecisi Şevki Bey’in eserlerinin kendine yer bulması ilginçtir. Keza eserleri meyhanelerde hep zevkle dinlemiş olan Selahattin Pınar, 20. yüzyılda saadettin kaynak ile birlikte Türk müziğini içeriden yenileyen en önemli bestecilerden biridir, Atatürk’ün sofrasına sık sık davet edilir ve büyük saygı görüş, besteciliğe Mesut Cemil gibi piyasa musikisine karşı en sert tutumları benimseyen bir klasikçi tarafından bile övgüyle karşılanmıştır. Keza müzeyyen Senar gibi gözünü programları ile ön plana çıkmış bir ses sanatçısı, Zeki Arif Ataergin gibi klasik üslupta çok üst düzeyde eserler besteleyen bir ismin kendi eserlerini ilk kez geçtiği sanatçılardan biridir. Yani bu musikinin farklı dalları arasında sanıldığı kadar kutuplaştırıcı bir ilişki söz konusu değildir. Türk müziğini camiası birbiriyle pek çok noktada kesişen bir sanat dünyasını paylaşmaktadır. Meyhane Musukisi suçlamasının içki tüketimi ile pek ilgisi olmadığını bazı gazete haberlerinden ve anılarında da anlayabiliriz. Zira Türk müziği icra edilen bir çok mekanın içkisiz olduğunu, buna karşın burada icra edilen müziği meyhane müziği denmekten vazgeçilmediğini görürüz. Sırf bu bile meyhane müziği söyleminin, Türk müziğinin mevcut durumuna dair nesnel bir gözlemi  yansıtmaktan ziyade, bir sembolik şiddet aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Kaldıki eğitim kurumlarından ve resmi kamusal alandan dışlanan, kültürel elit tarafından sürekli aşağılanan bir müzik geleneğinin kendini sürdürebilmek için meyhanelere sığınmasını da herhalde anlayışla karşılamak gerekir.

Ne olursa olsun bir gün aynı çevreler tarafından hem saray müziği, hem meyhane müziği, hem tekke müziği, hem piyasa müziği olarak adlandırılabiliyorsa, bunun tek bir anlamı olabilir. Bu müzik toplumun bütün kesimlerinde nüfuz etmeyi başarmıştır. Alaturka alafranga çatışmasını bu kadar şiddetli kılan da bu gerçektir.