Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
BERLİN (AA) - Avro Bölgesi'nde yatırımcı güven endeksi, üç aylık düşüşün ardından ekimde yükseldi.
Piyasalara ilişkin araştırmalar yapan ve merkezi Frankfurt'ta bulunan Sentix, ekim ayına ilişkin Avro Bölgesi Genel Yatırımcı Güven Endeksi verilerini açıkladı.
Buna göre, eylülde 15,4 puan olan Avro Bölgesi Genel Yatırımcı Güven Endeksi, bu ay 1,6 puanlık artışla eksi 13,8'e yükseldi. Üç aylık düşüşün ardından ekimde yükselen endekse ilişkin beklenti, eksi 15,9'a düşmesi yönündeydi.
Yatırımcıların gelecek 6 aya ilişkin beklentilerini ölçen Beklentiler Endeksi, Avrupa Merkez Bankasının (ECB) faiz indirimleri ve Çin hükümetinin son dönemde açıkladığı teşviklerin etkisiyle eksi 8 puandan eksi 3,8 puana çıktı.
Mevcut Durum Endeksi de eksi 22,3 puandan eksi 23,3'e gerileyerek, art arda düşüşünü dördüncü aya taşıdı.
Sentix açıklamasında, "Ekonomideki düşüş eğilimi şimdilik durdu. Dolayısıyla Avro Bölgesi ekonomisi ekonomik durgunluktan çıkmak için bir girişime başlıyor." ifadeleri yer aldı.
Yatırımcı güveni anketi, 3-5 Ekim'de 1150 yatırımcının katılımıyla gerçekleştirildi.
- Alman ekonomisi "resesyon" modunda
Öte yandan, Avro Bölgesi'nin en büyük ekonomisi olan Almanya için Sentix Yatırımcı Güven Endeksi, ekimde 3,2 puanlık artışla eksi 31,5 puana çıktı. Endeksin art arda 3 aydır gerilemesinin ardından yükselmesi dikkati çekti.
Almanya'da Mevcut Durum Endeksi ise eksi 48 puandan eksi 47,8 puana yükseldi.
Alman ekonomisinin "halen resesyon modunda" olduğunu belirten Sentix, "Şimdiye kadar iyileşen ekonomik görünüm sadece dünya ekonomisinden gelen küresel teşviklere dayanmakta. Özellikle Çin'deki son büyüme ivmesi Almanya'daki beklentiler üzerinde etkili oluyor. Bununla birlikte, tepki hala mütevazı kalıyor." değerlendirmesinde bulundu.
BERLİN (AA) - Almanya'da Başbakan Olaf Scholz'un liderliğindeki hükümetin büyük ortağı Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Genel Sekreteri Kevin Kühnert'in görevinden istifa ettiği bildirildi.
Kühnert, parti üyelerine yazdığı mektupta birkaç gün önce partinin eş başkanları Saskia Esken ve Lars Klinbeil’e görevinden istifa edeceğine dair bilgi verdiğini belirtti.
İstifana sağlık sebeplerini gerekçe gösteren Kühnert, "Görevim ve seçim kampanyası için gerek duyduğum enerjiye öngörülebilir bir gelecekte tekrar sağlığıma kavuşmak için ihtiyacım var." ifadesini kullandı.
Kühnert, Eylül 2025'te yapılacak genel seçimlerde de milletvekilliği için de tekrar aday olmayacağını kaydetti.
2021'de milletvekili ve SPD Genel Sekreteri seçilen ve Kühnert, öncesinde SPD'nin gençlik teşkilatı olan Jusos'un Genel Başkanlığını yapmıştı.
BERLİN (AA) - Almanya'nın başkenti Berlin'de İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının birinci yılı dolayısıyla düzenlenen Filistin'e destek gösterisinde polis sert müdahalede bulundu.
Neukölln ilçesinde bulunan Südstern metro istasyonunun yanındaki meydanda Filistin'e destek gösterisi için yüzlerce kişi toplandı.
İsrail'in Gazze ve Lübnan'a yönelik saldırılarına tepki gösterilen eylemde Filistin ve Lübnan bayrakları ile "Soykırımı fonlamayı durdurun", "Almanya, 16 binden fazla çocuğun öldürülmesine yardım etti", "Hiçbir can diğerinden daha değersiz değil her yerde cinayetleri durdurun" ve "Gazze, Batı Şeria, Lübnan-kitlesel cinayetleri durdurun" yazılı dövizler taşındı.
Göstericiler, "İsrail terör devleti", "Almanya finanse ediyor, İsrail bombalıyor", "Kadın katili İsrail", "Hepimiz Filistinliyiz", "Filistin’e özgürlük", "Tüm Berlin polisten nefret ediyor" ve "Lübnan’a özgürlük" sloganları attı.
Geniş güvenlik önlemleri alan polis, eylemi sonlandırarak göstericilere sert müdahalede bulundu ve gösteriye katılanlara karşı biber gazı kullandı.
Çok sayıda göstericinin gözaltına alındığı eyleme İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg de katıldı.
„Wir helfen unseren Partnern, ihr Kerngeschäft einfach, profitabel und nachhaltig zu betreiben.“ Dieses Versprechen steht nicht nur im Zentrum des sich derzeit in der Überarbeitung befindlichen Franchise-Angebots von Vergölst, sondern ist auch die zentrale Aussage der diesjährigen Franchise-Jahrestagung. Viele Partner machten sich auf den Weg nach Berlin, um am 17. September mit Mitarbeitenden von Vergölst sowie von verschiedenen Geschäftsbereichen der Continental AG und strategischen Partnern Informationen auszutauschen und gemeinsam Lösungen für die Zukunft zu diskutieren.
„Wir haben dabei bewusst den Fokus auf die Themen gelegt, die uns von unseren Partnern immer wieder gespiegelt werden: Recruiting von neuen Mitarbeitenden für die Werkstatt, den Auf- und Ausbau des eigenen Autoservice-Portfolios, die Veränderungen im Lkw-Markt und wie wir als Unternehmen darauf reagieren sowie welche Unterstützung wir unseren Partnern in diesem Segment bieten können – um nur einige Bereiche zu nennen“, erklärt Franchise-Leiter Emanuel Buddensiek. Das BrewDog DogTap Berlin bot dafür den idealen Veranstaltungsort.
„Der Franchise-Bereich ist ein essenzieller Baustein unseres Geschäfts. Gleichzeitig sehen wir unser Franchise-System insgesamt auch als Versprechen an unsere Partner“, vertieft Vergölst-Geschäftsführerin Frauke Wieckberg. Daher nutzen wir solche Tagungen nicht nur, um sich mit einzelnen Personen auszutauschen, sondern auch, um global und umfassend über Veränderungen im Unternehmen, auf dem Markt und in der Branche zu informieren und unsere Lösungen aufzuzeigen. Nur so können wir gemeinsam mit unseren Partnern nachhaltig erfolgreich sein.“
İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırılarını izlerken aklıma hep Vietnam geliyor.
Dönemin güçlü devi, önünde hiçbir gücün duramayacağına inanılan ABD, bu savaşta 58 bin askerini kaybetti. Savaşın son yıllarında ABD’li anneler ABD hükümetini eleştiren ve suçlayan büyük bir protesto düzenlediler. Sloganları çok manidardı ve gerçekleri yansıtıyordu: “Bizim evlatlarımızın Vietnam’da ne işi var, niye başkasının toprakları için ölüyorlar.”
Vietnam savaşı ardından yaşanan bu infial “Vekalet Savaşları”nı ortaya çıkardı.
ABD Vietnam savaşından sonra hiçbir savaşında veya işgalinde ABD askerlerini göndermedi, gönderdiyse de ön saflara kendi askerini değil, para ile tuttuğu “paralı askerleri” öne sürdü. Kendi evlatlarını kurban etmemek için paralı askerlere maaş, lojistik destek, silah desteği ve savaş araç gereci vermeyi tercih etti.
Vietnam savaşından alınacak çok dersler var.
Askeri stratejist değilim ama düz mantıkla bile bazı hesapları görmek mümkün.
Vietnam Savaşı raporlarını okurken, dikkatimi çeken en önemli askeri strateji konularından biri, işgal edilen toprakların elde tutulabilme çabasıydı. Bunun için gereken insan sayısı, harcanan enerji, silah, lojistik destek, gıda, ilaç, yakıt ve benzeri destekler inanılmaz boyutta idi.
Örneğin ABD ordusunun bir Vietkong köyünü yaka yıka ele geçirmesi için 500 asker gerekiyor idiyse bu köyün topraklarını ve bu köyü Güney Vietnam’a bağlayan yolları, sızma olmaması, tuzaklar kurulmaması için koruyabilmesi ancak asgari 10 misli (5 bin) askerle olabiliyordu.
Gelelim günümüze; İsrail’in Türkiye’nin sınırlarına kadar gelebilmesi ve Doğu Akdeniz’den Irak sınırına kadar bu bölgeyi koruyabilmesi için önce Lübnan sonra da Suriye topraklarını yakıp yıkarak ve düşmanı sıfırlayacak düzeyde yok ederek ilerlemesi gerekiyor. Bu bağlantısını İsrail’in kuzey hududuna kadar da kuş uçurtmayacak şekilde koruması için de on binlerce piyade askerine, askeri araca, silaha ve elektronik cihazlara ihtiyacı var.
İsrail’in hedefi büyük olasılıkla ABD’nin 2012’de işgal ettiği ve halen kontrolünü elinde tuttuğu Suriye’nin petrol yatakları. Her ne kadar bu petrol yatakları ABD’nin vekalet güçlerinin yönetimindeyse de ana kontrol ABD’nin elinde. Söz konusu ABD yönetimindeki Petrol yataklarının büyük bir bölümü, Suriye’nin doğu bölgelerinde Irak sınırı ile kuzeydoğuda Haseke yakınlarındaki Deyr ez Zor vilayetinde yer almakta.
Zaten sorun da burada başlamakta.
İsrail’in bu bölgeye korunaklı bir şekilde ulaşabilmesi için Suriye-Lübnan sınırının kuzeyinde ve doğusunda yer alan Rus Askeri Üslerinin arasından geçmesi gerekmektedir ki, Suriye-Rusya Stratejik İsbirliği Anlaşması nedeni ile bunu başarması neredeyse olanaksız gibi.
Bu nedenle de İsrail’in, ABD’den aldığı askeri harekat desteği hangi boyutta olursa olsun, Suriye’yi güneyden kuzeye veya güneyden kuzey-doğuya ulaşacak şekilde yarıp ilerlemesi ve de geçtiği yerleri koruması, konvansiyonel silahlarla olanaksız.
Bu koşullarda Orta Doğu’nun yeniden oluşturulması, şekillendirilmesi ve sınırların yeniden düzenlemesi hedefli yaşanmakta olan acımasız savaşın, Türkiye’yi de içine alması neredeyse imkansız gibi.
Tabi bu söylediklerim normal savaş koşulları içinde geçerli varsayımlar. İsrail’in şeytani planlarını ve niyetlerini okuyabilen bir teknolojiye sahip olmadığımız için mevcut enstrümanlar üzerinden yorum yapabiliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırılarını izlerken aklıma hep Vietnam geliyor.
Dönemin güçlü devi, önünde hiçbir gücün duramayacağına inanılan ABD, bu savaşta 58 bin askerini kaybetti. Savaşın son yıllarında ABD’li anneler ABD hükümetini eleştiren ve suçlayan büyük bir protesto düzenlediler. Sloganları çok manidardı ve gerçekleri yansıtıyordu: “Bizim evlatlarımızın Vietnam’da ne işi var, niye başkasının toprakları için ölüyorlar.”
Vietnam savaşı ardından yaşanan bu infial “Vekalet Savaşları”nı ortaya çıkardı.
ABD Vietnam savaşından sonra hiçbir savaşında veya işgalinde ABD askerlerini göndermedi, gönderdiyse de ön saflara kendi askerini değil, para ile tuttuğu “paralı askerleri” öne sürdü. Kendi evlatlarını kurban etmemek için paralı askerlere maaş, lojistik destek, silah desteği ve savaş araç gereci vermeyi tercih etti.
Vietnam savaşından alınacak çok dersler var.
Askeri stratejist değilim ama düz mantıkla bile bazı hesapları görmek mümkün.
Vietnam Savaşı raporlarını okurken, dikkatimi çeken en önemli askeri strateji konularından biri, işgal edilen toprakların elde tutulabilme çabasıydı. Bunun için gereken insan sayısı, harcanan enerji, silah, lojistik destek, gıda, ilaç, yakıt ve benzeri destekler inanılmaz boyutta idi.
Örneğin ABD ordusunun bir Vietkong köyünü yaka yıka ele geçirmesi için 500 asker gerekiyor idiyse bu köyün topraklarını ve bu köyü Güney Vietnam’a bağlayan yolları, sızma olmaması, tuzaklar kurulmaması için koruyabilmesi ancak asgari 10 misli (5 bin) askerle olabiliyordu.
Gelelim günümüze; İsrail’in Türkiye’nin sınırlarına kadar gelebilmesi ve Doğu Akdeniz’den Irak sınırına kadar bu bölgeyi koruyabilmesi için önce Lübnan sonra da Suriye topraklarını yakıp yıkarak ve düşmanı sıfırlayacak düzeyde yok ederek ilerlemesi gerekiyor. Bu bağlantısını İsrail’in kuzey hududuna kadar da kuş uçurtmayacak şekilde koruması için de on binlerce piyade askerine, askeri araca, silaha ve elektronik cihazlara ihtiyacı var.
İsrail’in hedefi büyük olasılıkla ABD’nin 2012’de işgal ettiği ve halen kontrolünü elinde tuttuğu Suriye’nin petrol yatakları. Her ne kadar bu petrol yatakları ABD’nin vekalet güçlerinin yönetimindeyse de ana kontrol ABD’nin elinde. Söz konusu ABD yönetimindeki Petrol yataklarının büyük bir bölümü, Suriye’nin doğu bölgelerinde Irak sınırı ile kuzeydoğuda Haseke yakınlarındaki Deyr ez Zor vilayetinde yer almakta.
Zaten sorun da burada başlamakta.
İsrail’in bu bölgeye korunaklı bir şekilde ulaşabilmesi için Suriye-Lübnan sınırının kuzeyinde ve doğusunda yer alan Rus Askeri Üslerinin arasından geçmesi gerekmektedir ki, Suriye-Rusya Stratejik İsbirliği Anlaşması nedeni ile bunu başarması neredeyse olanaksız gibi.
Bu nedenle de İsrail’in, ABD’den aldığı askeri harekat desteği hangi boyutta olursa olsun, Suriye’yi güneyden kuzeye veya güneyden kuzey-doğuya ulaşacak şekilde yarıp ilerlemesi ve de geçtiği yerleri koruması, konvansiyonel silahlarla olanaksız.
Bu koşullarda Orta Doğu’nun yeniden oluşturulması, şekillendirilmesi ve sınırların yeniden düzenlemesi hedefli yaşanmakta olan acımasız savaşın, Türkiye’yi de içine alması neredeyse imkansız gibi.
Tabi bu söylediklerim normal savaş koşulları içinde geçerli varsayımlar. İsrail’in şeytani planlarını ve niyetlerini okuyabilen bir teknolojiye sahip olmadığımız için mevcut enstrümanlar üzerinden yorum yapabiliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
BOLU (AA) - Bolu'da milli futbolcu Melih Demiral'ın heykeli, törenle açıldı.
Demiral'ın 2024 Avrupa Şampiyonası'ndaki Türkiye-Avusturya maçında "bozkurt" işareti yaptığı anı simgeleyen heykel, Karaçayır Mahallesi Şehit Selen Paşa Caddesi'ndeki dönel kavşağa yerleştirildi.
Heykelin açılış töreninde konuşan Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, o dönem UEFA tarafından Demiral'a 2 maç ceza verilmesini tepki gösterdiklerini belirterek, futbolcunun heykelini dikeceğini söylediklerini hatırlattı.
En büyük tepkisinin emperyalizme olduğunu dile getiren Özcan, "Hep çifte standartlılar. İspanyol sporcu gol atıyor, boğa işareti yapıyor buna ceza yok çünkü boğa İspanyolların simgesi. Türk dünyasının simgesi de bozkurt. Bu hareketi yapınca niye ceza veriliyor?" dedi.
Heykelden bazı kesimlerin rahatsızlık duyduğunu söyleyen Özcan, "sözde değil, özde milliyetçi" olduklarını, verdikleri sözü tuttuklarını sözlerine ekledi.
MANNHEIM. Seit Ende Juni 2024 gilt das „Gesetz zur Modernisierung des Staatsangehörigkeitsrechts“ (StARModG). Wer Deutscher:in werden will, muss seine bisherige Staatsbürgerschaft nicht aufgeben. Das bedeutet zum Beispiel: Viele neue Doppelstaatler:innen können künftig in zwei Ländern wählen. In Deutschland und in Europa ist es keine Seltenheit, in verschiedenen Kulturen gleichzeitig aufzuwachsen. Doch was passiert eigentlich, wenn sich das auch in zwei Pässen niederschlägt – wenn man ganz offiziell zu zwei Ländern gehört? Wer darf überhaupt zwei Pässe besitzen und was bedeutet das für den Alltag – in Bezug auf Reisefreiheit, Arbeit oder politische Teilhabe? Im Rahmen der ersten Langen Nacht der Demokratie in Baden- Württemberg veranstaltete das Deutsch-Türkische Institut für Arbeit und Bildung e.V. (DTI) eine spannende Diskussionsrunde im Studio Werkhaus des Nationaltheaters Mannheim (NTM). Rund 80 Teilnehmende versammelten sich, um die weitreichenden Folgen der Doppelstaatlichkeit zu erörtern.
„Als gemeinnütziger Verein engagieren wir uns seit vielen Jahren aktiv im Bereich der Demokratiebildung, denn wir sind fest davon überzeugt, dass demokratische Teilhabe und Bildung das Fundament für eine starke, inklusive Gesellschaft bilden. Für unser Engagement wurden wir kürzlich mit einem der Mannheimer Demokratiepreise ausgezeichnet, eine Ehre, die uns bestärkt, diesen Weg weiterzugehen. Und JA: Wir lieben die Demokratie und insbesondere die Werteordnung des Grundgesetzes. Es gibt nichts Besseres!“, so Franz Egle, geschäftsführender Vorstand des DTI e.V.
Dirk Grunert, Bürgermeister für Bildung, Jugend und Gesundheit, würdigte das neue Gesetz als bedeutende Erleichterung und Chance für viele Menschen zur aktiven politischen Teilhabe: „Diese Entwicklung ist ein großer Schritt nach vorne, nicht nur für die Betroffenen, sondern auch für unsere Stadtgesellschaft. Mehr Menschen werden nun die Möglichkeit erhalten, voll und ganz Teil unserer demokratischen Gemeinschaft zu werden. Sie können wählen, politisch aktiv werden und die gleichen Rechte und Pflichten wie alle deutschen Staatsbürger wahrnehmen.“
Zahra Alibabanezhad Salem, Vorsitzende des Mannheimer Migrationsbeirats, hob hervor: „Das neue Gesetz zur Mehrstaatlichkeit ist ein riesengroßer Fortschritt für Deutschland. Der deutsche Pass bedeutet für mich, die gleichen Rechte wie alle anderen Deutschen zu haben. Denn die Pflichten, von denen wir sprechen, gelten auch für alle Menschen ohne Staatsangehörigkeit, die hier leben. Das wichtigste Recht, wenn wir über demokratische Teilhabe reden, ist das Wahlrecht. Für mich bedeutet das, zur Gesellschaft zu gehören.“
An der Diskussionsrunde nahmen Expert:innen wie der Heidelberger Rechtsanwalt Mehmet Kılıç, die Übersetzerin Hülya Ayağlar, die CDU-Stadträtin Sengül Engelhorn sowie Andrea Baroncioni, Leiterin des Fachbereichs Bürgerdienste, teil. Kılıç erläuterte die juristischen Aspekte des neuen Gesetzes und teilte seine eigene Einwanderungserfahrung mit den Anwesenden. Moderiert wurde die Diskussionsrunde von Bahar Deniz, die 1998 in Istanbul geboren wurde und seit 2016 in Deutschland lebt. Im vergangenen Jahr initiierte sie gemeinsam mit Akın Demircioğlu und weiteren Engagierten im Zusammenhang mit der Kommunal- und Europawahl einen „Weckruf“ zur politischen Partizipation.
Kabarettist Omurca: Doppelpass oder Doppellast?
Muhsin Omurca, Kabarettist und Cartoonist, bekannt für die Prägung des Begriffs „biodeutsch“, thematisierte auf humorvolle Weise die Herausforderungen der doppelten Staatsbürgerschaft.
In den 1980er Jahren kam er nach Deutschland und wurde später zum „staatlich geprüften Deutschen“.
In seinem unterhaltsamen Programm, das er mit eigenen Cartoons bereichert, schilderte Omurca seinen Werdegang und reflektierte über die Schwierigkeiten, die ihm beim Erlernen der deutschen Sprache begegnet sind. Er beleuchtete, was ihn von einem „Biodeutschen“ unterscheidet und erzählte von einer amüsanten, aber auch herausfordernden Begegnung mit einem Taxifahrer in Brasilien, der den Hitlergruß zeigte. Mit einem Augenzwinkern kommentiert er seine Identität als „Neudeutscher“: „Jetzt muss ich mich auch zu meiner deutschen Vergangenheit bekennen. Als ob meine türkische Herkunft nicht genug wäre. Ich wollte nur den Doppelpass – jetzt trage ich die Doppellast.“
Die Veranstaltung fand im Rahmen der Veranstaltungsreihe ‚Bildung,Beteiligung, Demokratie‘ des DTI e.V. und der einander.Aktionstage des Mannheimer Bündnis sowie der Langen Nacht der Demokratie 2024 in Kooperation mit dem NTM statt.