Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Das Zentrum für Digitale Innovation (ZDI) Mainfranken feierte mit Stolz
seinen fünften Geburtstag als bedeutenden Meilenstein in der regionalen
Gründungsförderung. In den letzten Jahren hat das ZDI maßgeblich dazu
beigetragen, kreative Köpfe und innovative Ideen in der Region zu
unterstützen und eine Plattform für ihr Wachstum bereitzustellen. Die
Erfolge und Errungenschaften des ZDI wären ohne die Unterstützung und
den Beitrag vieler Partner nicht möglich gewesen.

Oberbürgermeister Schuchardt begrüßte die über 100 Gäste aus Politik,
Wissenschaft, Wirtschaft und Gründungsszene im Schatten des Cubes im
neuen Stadtteil Hubland. In seiner Rede hob er die Bedeutung des ZDIs
als wichtigen Baustein in der regionalen Gründerszene hervor. „Das ZDI
bietet einen Nährboden für kreative Ideen und Innovationen. Es schafft
mit dem Ideenlabor und dem Cube eine Umgebung, in der Gründerinnen und
Gründer ihre innovativen Konzepte entwickeln, testen und umsetzen
können. Damit stärkt diese Ideenschmiede direkt die Wirtschaft
Mainfrankens.“

Das ZDI Mainfranken wurde durch das Förderprogramm des Bayerischen
Wirtschaftsministeriums zum Aufbau von Digitalen Gründerzentren
unterstützt. In einer Video-Grußbotschaft gratulierte Staatssekretär
Roland Weigert dem ZDI und lobte Würzburg und ganz Mainfranken als eine
ausgesprochen aktive und attraktive Gründerregion. „Dies ist nicht
zuletzt die enge und vorbildliche Zusammenarbeit aller Akteure vor Ort“.
Mit einer Förderung von 5,2 Mio. Euro konnte das ZDI am Standort
Würzburg mit den drei Bausteinen, dem Ideenlabor im Tower,
Gründerlabor im Cube und dem Inkubator im Skyline Hill Center die
Infrastruktur errichten, um Gründerinnen und Gründer bei dem Aufbau von
digitalen Startups zu unterstützen. Die erfreuliche Botschaft aus
München passend zu den Feierlichkeiten: eine weitere Förderung über
fünf Jahre ist im Ministerium vorgesehen. Wie bisher würden diesen
Mitteln regionale Gelder gegenüberstehen. Dieses „Geburtstagsgeschenk“,
das aber eben auch noch mit einer regionalen Finanzierung zu unterlegen
ist, wird in der nächsten Stadtratssitzung auf der Tagesordnung stehen.

In den ersten fünf Jahren lief es so: Neben der Infrastruktur wurde
auch die Netzwerkarbeit am ZDI mit 1,25 Mio. Euro durch das bayerische
Wirtschaftsministerium gefördert. Diese Fördersumme musste durch
Unternehmen aus der regionalen Wirtschaft mit dem gleichen Betrag
gegenfinanziert werden. Klaus Walther, Wirtschaftsförderer der Stadt
Würzburg und in dieser Funktion Projektleiter des ZDI bedankte sich
in seiner Rede bei den ZDI-Netzwerkpartnern, 56 Unternehmen aus der
Region, die das ZDI seit Bestehen mit 1,3 Mio Euro finanziell
unterstützt haben. „Ohne Ihren Beitrag hätten wir das ZDI nicht
verwirklichen können. Sie leisten damit einen Beitrag Mainfranken noch
attraktiver zu machen und die innovativen Köpfe, ihre Ideen und das
Knowhow in der Region zu halten. ‚Vertrauen‘ war die entscheidende
Ressource von der ersten Idee bis zur Eröffnung. Dieses Vertrauen war
bei den Fördermittelgebern, Projektpartnern und auch beim Stadtrat im
großen Maße vorhanden und nur so gelang die Umsetzung in Rekordzeit.“

In einem Rückblick ging Dr. Christian Andersen, Netzwerkmanager am ZDI,
auf die Entstehungsgeschichte ein und freute sich darüber, dass das ZDI
in den letzten Jahren geschafft hat, sich zu einem bekannten Anlaufpunkt
für angehende Gründerinnen und Gründer zu entwickeln. Seit 2018 wurden
über 470 Veranstaltungen mit mehr als 11.000 Teilnehmenden vom und
mit dem ZDI durchgeführt. Das Ideenlabor im Tower wird durchschnittlich
mehr als 15 Tage pro Monat genutzt und bietet eine kreative Atmosphäre
für eigene Veranstaltungen und Netzwerkevents oder dient als Treffpunkt
und Raum für Workshops für die Hochschulen, Unternehmen, Startups und
diverse Initiativen.

Der im Jahr 2019 mit dem Deutschen Holzbaupreis ausgezeichnete Cube ist
eine Mischung aus Coworking- und Makerspace. Er hat seit seiner
Eröffnung im Mai 2018 bereits 37 Gründungsteams oder Einzelgründer
beherbergt, von denen seitdem 29 (78%) erfolgreich gegründet haben. Vier
Vertreterinnen und Vertreter von Startups, die mit ihren Unternehmen im
Cube gestartet haben, bestätigten auf der Bühne die inspirierende
Atmosphäre im Cube und die gute Unterstützung durch das ZDI Mainfranken.
Die ehemaligen Mieter FAAREN GmbH, Awesome Technologies Innovationslabor
GmbH und InstiKom GmbH sind seitdem erfolgreich gewachsen und haben
mittlerweile über 60 Arbeitsplätze geschaffen.

Seit dem Bestehen des ZDI ist die von Staatssekretär Weigert
angesprochene Zusammenarbeit der mainfränkischen Akteure noch intensiver
geworden. Nicht nur die enge Zusammenarbeit mit den anderen beiden
Würzburger Gründerzentren, TGZ und IGZ Würzburg, funktioniert gut.
Als ZDI Mainfranken versteht es sich als Teil des mainfränkischen
Gründungsökosystems und wirkt hier zusammen mit den weiteren ZDI
Kooperationspartnern, den beiden Hochschulen, der IHK sowie dem Rhön
Saale Gründerzentrum (RSG) in Bad Kissingen und dem Gründerzentrum GRIBS
in Schweinfurt zusammen. Durch regelmäßige Treffen und Austausch ist das
Gründungsökosystem in Mainfranken in den letzten Jahren so stärker
zusammengewachsen.

Das ZDI Mainfranken und seine Partner freuen sich über die erfolgreiche
Arbeit der letzten fünf Jahre und werden weiterhin das
Gründungsökosystem in Mainfranken fördern. Das ZDI steht
Gründerinnen und Gründern als wertvolle Ressource zur Seite und wird
sich auch in Zukunft für Innovation und Wachstum digitaler Startups in
der Region einsetzen.

 

BERLİN (AA) - Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, Ukrayna'yı gelecekte NATO'da kendileriyle birlikte gördüklerini söyledi.

Pistorius, NATO Savunma Bakanları toplantısı için gittiği Brüksel'de gazetecilerin sorularını yanıtladı.

 

NATO ülkelerinin Ukrayna ile işbirliği için yeni bir format üzerinde anlaştığı iddialarına Pistorius, bunun "yakınlaşmaya yönelik bir başka adım" olduğunu söyledi.

Savunma Bakanı Pistoruis, "Ukrayna'yı gelecekte NATO'da bizimle birlikte görüyoruz." dedi.

 

Aynı zamanda ülke topraklarında savaş olduğu sürece Ukrayna'nın ittifaka kabul edilmesinin söz konusu olamayacağına da dikkati çeken Pistorius, "Aslında herkes de bu konuda hemfikir." diye konuştu.

Pistorius, görev süresi sona erecek NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in görevinin bir süre daha uzatılmasına açık olduğunu ifade etti.

Yeni bir genel sekreter ismi üzerinde anlaşmaya varılamaması halinde ittifakın genel sekretersiz kalamayacağını belirten Pistorius, bu nedenle özellikle de Stoltenberg ile işbirliğini takdir ettiği için görev süresinin uzatılmasından yana olacağını söyledi.

 

Pistorius, Almanya'da düzenlenen "Air Defender" hava tatbikatında şu ana kadar hiçbir olay yaşanmadığını ve sivil hava trafiğinin neredeyse hiç aksamadığını belirterek "İlk sonuç çok ama çok olumlu." dedi.

 

 

BERLİN (AA) - Almanya'nın en gözde turistik mekanlarından Neuschwanstein Şatosu'nda saldırgan tarafından köprüden atılan iki kadından birinin hayatını kaybettiği, diğerinin ağır yaralandığı bildirildi.

 

Polis, saldırının dün Neuschwanstein Şatosu'nun yanındaki yüksek köprüde gerçekleştiğini ve saldırganın 30 yaşlarında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı olduğunu açıkladı.

Spiegel dergisi de saldırıya uğrayan iki genç kadının da ABD vatandaşı olduğunu ve saldırgan ile tesadüfen karşılaştıklarını yazdı.

Üç ABD'linin tanıştıktan sonra bir süre sohbet ettikleri ve saldırgan erkeğin iki genç kadınla beraber köprüye gittiği belirtildi.

 

Saldırganın köprü üzerindeyken iki genç kadından birine cinsel ve fiziksel saldırıda bulunduğu, diğerinin ise saldırıya uğrayan arkadaşına yardım etmek istediği kaydedildi.

Polis, arbede sırasında saldırganın genç kadınları bulundukları yüksek köprüden attığı ve birisinin yaşamını yitirdiği, diğerinin durumunun iyi olduğu bilgisini paylaştı.

 

Saldırganın gözaltına alındığı, savcılığın geniş çaplı soruşturma başlattığı duyuruldu.

Neuschwanstein Şatosu, 1869'da Bavyera Kralı II. Ludwig tarafından yaptırılmıştı.

 
 
Makedonya Türklerinin milli refleksi ve vicdanı olan Türk Milli Birlik Hareketi anavatanımız Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleşen cumhurbaşkanlığı bei milletvekilliği seçimi ile ilgili MHP lideri Devlet Bahçeli’ye kutlama mesajı göndermişti.
 
Türklerinin milli refleksi ve vicdanı olan Türk Milli Birlik Hareketi İletişim Başkanlığından M.Sc. Nagihan Abdiyi basına bir açıklama yaptı. Açıklamada;
MHP Genel Merkezinden  gelen  çağrı üzere, MHP Genel Başkanı, değerli devlet adamı Sayın Devlet Bahçeli, Genel Başkanımız Sayın Erdoğan SARAÇ’la bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiştir.” dedi ve şöyle devam etti;
     “14 Mayıs 2023 Türkiye seçimleri ile ilgili 15 Mayıs 2023 tarihinde gönderdiğimiz kutlama yazımıza istinaden ,Türk milliyetçilerinin ve Ülkücülerinin tek adresi olan MHP Genel Baskanı Sayın Devlet Bahçeli teşekkürlerini bildirmiş, giderek ilişkilerimizin genişlemesi için gayretlerini hiçbir zaman eksik etmeyeceğinin altını çizmiştir.  Genel Başkanımız  Sayın Erdoğan SARAÇ, değerli Başkanımız Devlet Bahçeliye aradıkları için teşekkürlerini ve memnuniyetini dile getirirek:
Sayın Başkan Büyük devlet adamına has davranışlarınızla, anavatanımızı parçalamak isteyen bütün taraflara  Türk’ün vatan sevdasını ve devlet anlayışını ortaya koyarak bu sürece dur dedirttiniz. Bu seçimlerde kilit parti olma konumunuz bizleri ayrıca sevindirmiştir.  Cumhur ittifakı,Millet aklı Türkiye Cumhuriyetinin ve dış Türklerin teminatı ve sigortası olmuştur.
      Sayın Dvelet Bahçeli tekrar teşekkürlerini dile getirerek bütün samimiyetiyle camiamıza ve soydaşlarımıza en kalbi selam ve hürmetlerini iletmesi için Genel Başkanımızı  memnun etmiştir.
 Konuşma böylece son bulmuştur” dedi.
 
Doğan Tufan (Makedonya Gostivar)
 
 
 

KÖLN (AA) - Almanya'nın gelecek yıl dünya çapında Holokost'tan kurtulanlara ödenecek tazminatı 1,4 milyar dolara yükselttiği duyuruldu.

Nazi döneminin Yahudi kurbanları adına talepleri ele alan kurum tarafından yapılan açıklamada, Alman Maliye Bakanlığı ile müzakereler sonucu zayıf ve savunmasız Holokost mağdurlarına evde bakım ve destek hizmetlerinin sağlanması için 888,9 milyon ABD doları ödenmesi kararlaştırıldı.

 

Buna ek olarak Almanya'ya Karşı Yahudi Mülkiyet Talepleri Konferansı'na göre dünya çapında 128 bin Holokost mağduru için Hurtship Fonuna yapılacak sembolik ödemelerde 175 milyon dolarlık artış sağlandığı bildirildi.

Çeşitli plan ve programlarla toplam 1,4 milyar dolar ödeme yapılacağı belirtildi.

Konferans Başkan Yardımcısı Greg Schneider, Holokost'tan kurtulan son nesil yaşlandıkça ve ihtiyaçları arttıkça bu müzakerelerin daha da önem kazandığını söyledi.

Schneider, "Hayatta kalanlara doğrudan ödeme yapılmasını ve sosyal yardım hizmetlerinin genişletilmesini güvence altına almak, her Holokost mağdurunun ihtiyaç duyduğu sürece bakım almasını ve her bir ihtiyacının karşılanmasını sağlamak açısından kritik önem taşıyor." dedi.

 

Hurtship Fonu ek ödemesi, başlangıçta Kovid-19 salgını nedeniyle tek seferlik bir ödeme olarak oluşturulmuş ve sonunda Holokost'tan kurtulanlara üç ek ödeme yapılmasına karar verilmişti.

Bu yıl Almanya, Aralık 2023'te sona erecek tasarruf ödemelerini 2027 yılına kadar uzatmayı da kabul etti.

Her ek yıl için kişi başına yapılacak ödeme 2024'te yaklaşık 1370 dolar, 2025'te 1425 dolar, 2026'da 1480 dolar ve 2027'de 1534 dolar olarak belirlendi.

 

Tazminat Konferansı, bu ödemeleri alanların genellikle emeklilik programlarına uygun bulunmayan Rus Yahudileri olduğunu ve bu kişilerin çocukken ölüm kamplarından kaçarak kurtulduklarını duyurdu.

Der Würzburger Hafensommer wird auch 2023 wieder traditionell mit der Sparda-Bank Classic Night eröffnet! Unter der musikalischen Leitung des Ersten Kapellmeisters und stellvertretenden Generalmusikdirektors Gábor Hontvári konzertiert das Philharmonische Orchester Würzburg am Freitag, 21. Juli 2023 an der Seite von Singer-Songwriterin und Gitarristin Gaby Moreno.

Von Soul, Folk, Blues, Rock über Bossa Nova und tropischer Musik bis hin zu lateinamerikanischen Einflüssen ihres Heimatlandes Guatemala reicht die musikalische Spannweite der mehrfachen Grammy-Gewinnerin Moreno. Sie hat die großen Bühnen dieser Welt bespielt und dabei mit Größen der Popmusik wie Bono, Ricardo Arjona, Andrea Boccelli, Tracy Chapman, Ani DiFranco, den Punch Brothers, Hugh Laurie, dem Buena Vista Social Club, Calexico, David Gray und vielen anderen geteilt. Dabei stattet Gaby Moreno ihre englischen und spanischen Songs mit eleganten Harmonien, bunten und unerwarteten Klangfarben und einer luftigen Instrumentierung aus.

Umrahmt werden die eigens für Orchesterbegleitung angefertigten Arrangements von Orchesterstücken, die spanisches Flair versprühen, wie das lebhafte Capriccio Espagnol von Nikolai Rimski-Korsakow, das sich an der Volksmusik der nordspanischen Region Asturiens anlehnt, sowie dem feurigen Intermezzo zu La boda de Luis Alonso des großen Zarzuela-Komponisten Gerónimo Giménez. Die zweite Konzerthälfte gestaltet das Philharmonische Orchester in kleinerer Besetzung zusammen mit Gaby Moreno und ihrer Band mit bekannten Songs wie „Blues de Mar“, „O, Me“ oder „Lost on a Cloud“. Ein Abend unvergesslicher musikalischer Höhepunkte wartet auf der schwimmenden Bühne im Alten Hafen!

Die Karten zur Sparda-Bank Classic Night können nicht käuflich erworben werden und sind ausschließlich im Rahmen einer Verlosung erhältlich. Die Teilnahme ist im Zeitraum vom 19.06. bis 30.06.2023 online auf www.hafensommer-wuerzburg.de möglich. Mitglieder der Sparda-Bank können auch in der Community und unter www.sparda-n.de/ClassicNight teilnehmen.

KÖLN, 25 Mayıs 2023: 29 Mayıs 1993 tarihinde Solingen‘de beş kişi ırkçı bir terör eylemi sonucu öldürülmüştür: Gürsün İnce (27), Hatice Genç (18), Gülüstan Öztürk (12), Hülya Genç (9) ve Saime Genç (4). 17 kişi de hayati tehlike arz edecek şekilde ağır yaralanmıştır. Yangın tüm kurbanları uykuda yakalamıştır. Bu eylemin alçaklığı ve insan düşmanlığı kadar, Mölln ve Solingen kurbanlarına sempati ve dayanışmayı çok gören ve “taziye turizmine düşmek istemiyoruz“ diyerek reddeden dönemin hükümetinin tutumu da bir o kadar dehşet vericidir.

 

Solingen’de 5 masum insanın gece vakti alevler arasında kalarak hayatını kaybettiği kundaklama saldırısı, yeni birleşmiş Almanya’yı kasıp kavuran şiddet dalgasının korkunç bir doruk noktası olmuştur. Hoyerswerda, Rostock-Lichtenhagen, Mölln ve Solingen’deki kundaklama saldırıları ve bunların kamuoyunda ele alınış biçimi, akıl almaz bir siyasi başarısızlığın ifadesidir. Saldırılar şiddetlendikçe, siyaset daha savunmacı hale gelmiş, güvenlik kurumları ve temel hakların savunulması zayıflamıştır.

 

1993’te Almanya’da yılın en çirkin sözü olarak “yabancılaşma” (Überfremdung) kavramı seçilmiştir. 1992 yılında ise “taziye turizmi” (Beileidstourismus: Mölln’deki cinayetler vesilesiyle düzenlenen cenaze törenleri için) ve şamarlamak (yabancılara yönelik fiziksel ve ölümcül saldırılar) tercihler arasında yer alan kavramlar olmuştur. 1991 yılında ise en çirkin sözler arasında “yabancılardan arındırılmış” (ausländerfrei), (Hoyerswerda’daki yabancı düşmanı slogan) ve ikinci sırada Almanların yabancılarla “karışımı“ (durchrasste Gesellschaft; CSU’lu üst düzey politikacı) yer almıştır. Ukraynalı savaş mültecileriyle bağlantılı olarak kullanılan “sosyal turizmi“ (CDU’lu üst düzey politikacı), 2022 yılının en çirkin sözü olarak ikinci sırada yer almıştır. Aynı kavram 2013 yılında da Almanya’nın en çirkin sözü olarak seçilmiştir.

 

Bu kavramlar gökten zembille inmemekte, daha ziyade kamusal bağlamlarda, özellikle de siyaset ve kampanya gazeteciliğinde, toplumsal algı ve müteakip tartışma ve gelişmeler üzerinde önemli bir etkiye sahip olacak şekilde kullanılmalarıyla tanım gereği ortaya çıkmaktadır. Yılın çirkin sözleri seçilen “Yabancılaşma” (Überfremdung) (1993) ile “sosyal turizmi” (Sozialtourismus) (2022) arasında neredeyse 30 yıl geçmiş olsa da, ortak mekanizmaların benzer şekilde etkisinin devam ettiği görülmektedir. Kısa vadeli siyasi ve medyatik ilgi uğruna, uzun vadede toplumsal barış, hatta sosyal güvenlik ve uyum feda edilmektedir.

 

Dönemin Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanı Herbert Schnoor (1980-1995), geriye dönüp baktığında “Gençler siyasetin mülteciler ve yabancılar hakkında nasıl konuştuğunu tecrübe ettiğinde, onların bu sözlü şiddeti acımasız fiziki şiddete dönüştürmesine şaşırmanıza gerek yok“ açıklamasında bulunmuştur. Bu cümle her zamankinden daha günceldir ve artık sadece gençler ile de sınırlı değildir. Gündelik ırkçılığın ötesinde, tırmanan yabancı düşmanlığı ve insan düşmanlığının toplumsal sapmaların ürünü ve yansıması olduğunu yaşıyoruz. Bunlar önce kavramlara, nadiren de olsa eylemlere ve bazen de teröre yol açmakladır.

 

1993’te Solingen’de meydana gelen terör saldırısında ailesinden 5 kişiyi kaybeden Mevlüde GENÇ, 2022 yılının sonunda hayatını kaybetmiştir. O her zaman toplumsal uyumun hüzünlü bir uyarıcısı ve barış ile uzlaşının sarsılmaz bir sembolü olmuştur. O bir Alman faciasının sembolü olarak, Almanya’daki Türk toplumunun annesi olmuştur. Zira Türk vatandaşlarının acısı, yarası ve kaybı da derin izler bırakmıştır. Mölln’de (11/1992) ve Solingen’de (05/1993) meydana gelen iki yangın, Türk kökenli vatandaşlar için algıda hala derin bir dönüm noktasını temsil etmektedir: Solingen’den ÖNCE ve SONRA diye bir zaman ortaya çıkmıştır. Söz konusu ırkçı terör dalgası ve devletin bunu ele alış biçimi, Türkiye kökenli insanların ev ve güvenlik duygusunu kalıcı olarak zedelemiştir. Bu durum onlarca yıl ve nesiller boyunca yankılanmaktadır. Ve 30 yıl sonra da, hala mültecilere, göçmenlere, Müslümanlara, onların örgütlerine ve ibadethanelerine yönelik saldırılar, siyasi ve sosyal iklimin kötü durumda olduğunu göstermektedir.

 

Poliste, silahlı kuvvetlerde veya federal makamlar içinde radikal sağcı sohbet gruplarının bulunduğu haberleri, radikal sağcı oluşumlardan kendini tehdit edilmiş hisseden öğretmenlerden gelen yardım çağrıları, örneğin Berg’deki (Spreewald) bir okulda Hitler selamları, gamalı haçlar ve sağcı müzik veya bir bahçedeki gamalı haçlı Nazi partisi (Döbeln) - tüm bunlar konunun hala ne kadar güncel olduğunun bir kesitidir (belgesidir). Kavramsal ve siyasi sapkınlıklardan bahsetmeye bile gerek bulunmamaktadır.

 

Tarihi hatırlamak aynı zamanda tarihten ders çıkarmak demektir. Bu umutla, Solingen’deki terör eyleminde hayatını kaybedenlere ve diğer tüm ırkçılık ve terör kurbanlarına Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar diliyoruz. Onlarla olan dayanışmamız her daim devam edecektir.

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

Ülkemizin gündemine ışık olması düsüncesiyle değerli ilim ve bilim adamı rahmetli üstadımız Seyyid Ahmet Arvasi hocamızın görüşleriyle sizleri başbaşa bırakmak istiyorum.

 
Gündemi aydınlatan Eğitimci – Yazar Mustafa Kuvancı beyin görüşlerini okuyucularımızla paylaşmak istedim. Bugün çok ciddi bir Doğu sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle bölgede ortaya çıkarılan terör, millet olarak hepimizi derinden yaralamaktadır.
 
 
Doğu Anadolu Gerçeği
 
Seyyid Ahmet Arvasi, 1985 yılında başlayan ve bugüne kadar gelen, binlerce insanımızın ölmesine, binlerce insanımızın evsiz, yurtsuz kalarak göç etmesine sebep olan, önlemek için yapılan harcamaları bir ülkeyi inşa edecek kadar para tutan hain terörü önceden görmüş ve 1986 yılında yayınladığı “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eseriyle problemi ortaya koymuştur.
 
O dönemde birkaç çapulcu, eşkıya hareketi olarak değerlendirilen PKK terörünün aslında dış destekli olduğunu Arvasi bu eseriyle ortaya koymuştur. Eserinde, terörü önlemek ve milli bütünlüğü sağlamak için alınması gereken tedbirleri de belirtmiştir.
Doğu Anadolu Gerçeği ilk olarak 1986 yılında Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. 12 Eylül Harekatı sonrası hapse atılan, MHP davasından Askeri Mahkemece yargılanan ve beraat eden Arvasi’nin bu kitabını zamanın genelkurmay başkanlığı taltif ederek Güneydoğu bölgesinde teröre ve bölücülüğe çare olarak dağıttırmış, okutturmuş ve tavsiye etmiştir. (1)
 
S. Ahmet Arvasi’nin Doğu Anadolu Gerçeği adlı kitabı başlı başına ele alınarak bir tez çerçevesinde değerlendirilirse, 8 başlık altında ortaya koyduğu “Doğu meselesinin faktörleri’nden 8 ayrı kitap çıkarmak mümkün olacaktır. Biz burada kendimizce önemli gördüğümüz bir iki maddeyi ele almaya çalışacağız.
 
Arvasi, kitabının giriş kısmında şöyle der: “Esefle belirtelim ki, bugün ülkemizde ister istemez bir şark meselesi vardır. Devletimizin ve milletimizin düşmanları, bu konuyu istismar ederek vahim boyutlara ulaştırmak için ne mümkünse yapmaktadırlar.
Kitabımızı yazarken meseleyi bir antropolog, bir etnolog, bir tarihçi, bir dilci gibi değil, bir eğitimci ve eğitim sosyologu olarak inceleyeceğiz. Türkiye’de şark meselesine vücut veren olumsuz faktörleri ortaya koyacak ve problemin çok boyutlu olduğunu göstermeye çalışacağız.”
 
 
Arvasi daha sonra bu faktörleri şöyle sıralıyor:
 
1. Tarihi faktörler: Yerli ve yabancı ilim, siyaset ve fikir adamlarının bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın kökeni hakkında öne sürdükleri teoriler.
 
2. Kültür Faktörü: Bu bölgede konuşulan ağızlar, farklı inançlar, milli kültüre yabancılaşma ve bunu farklılık olarak kullanan güçler.
3. Sosyal faktörler: Bölgedeki konargöçer halk aşiretler, aşiret sistemi ve bunun doğurduğu sebepler.
4. Coğrafi faktörler: Sert arazi yapısı ve sert iklimin sonucunda ulaşım ve irtibat sorununun milli irtibatı zayıflatması
5. Ekonomik faktörler: Bölge halkının üretim alanında geri kalması ve
komşu ülkelerle ticari ilişkiler.
6. Psikolojik faktörler: Kürtlük kompleksi.
7. İdari ve Siyasi faktörler: Bazı idareci ve siyasetçilerin hatalı
davranışları, tecrübesiz ve yetersiz kadroların hataları ve oy
avcılığı uğruna yapılan hatalar.
8. Milletlerarası çatışmalar ve Emperyalizmin oyunları: Türkiye ve
Ortadoğu üzerine oynanmak istenen emperyalist oyunlar.
 
Seyyid Ahmet Arvasi kitabını bu başlıklar altında sürdürüyor. Her
başlığı açıklıyor, örnekler veriyor. Ama az önce de söylediğimiz gibi
bu başlıkların her biri kendi içinde bir kitap oluşturacak
seviyededir.
 
Biz, kitaptan bazı bölümleri Arvasi’nin gösterdiği istikamette
yorumlayacağız.
 
Arvasi, Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu, Batılıların ileri sürdükleri
gibi ayrı bir kavim olmadıklarını belirtir. Bunları ifade ederken de
birçok batılı kaynağı delil olarak gösterir. Ayrıca Kürt kelimesinin
ilk kez Yenisey (Elegeş mezar taşları) yazıtlarında geçtiğini ifade
eder. Bu kitabe şöyledir:
 
“Kürt El-kan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde. Elim tokuz
kırk yaşım. (Kürt ilhanı Alp Urunguyum. Altunlu okluğumu bağladım
belime. Elim/ devletim otuz dokuz yaşımda öldüm.) (2)
 
Kürtlerin kökeninin Medler’e, Guttiler’e, Karduklar’,
Mervanoğulları’na vs. dayandırılamaya çalışıldığını halbuki bu
milletlerin dillerinde “Kürt” kelimesinin hiç geçmediğini, ayrıca Kürt
aşireti olarak ifade edilen Zaza, Kurmanç, Lur ve Kalhur ağızlarında
da böyle bir kelimenin olmadığını ifade eden Arvasi, “Kürt”
kelimesinin Türk boyları arasında kullanımını da bize aktarır:
 
Kazakçada ….. kürt ….. kalın kar yığını
….. Kürtlük….. yeni yağmış kar
Kazan Tatarcasında….. Kört….. kar yığını
Çuvaşçada….. kürt….. kar yığıntısı
Uygurcada ….. körtük….. kar yığını
Kırgızcada….. Körtük….. kar yığını
Yakutlarda ….. Kürtçük ….. kar yığını
Tarançilerde….. kürt….. yeni yağmış kar
Şor Türkçesinde ….. Kürt….. çığ
 
Arvasi, Osmanlı döneminde “Kürdistan” kelimesinin bilinçsizce
kullanıldığını, o dönemde sınırları belli bir Kürdistan olmadığını
ifade eder. Gerçi belli bir dönem sonra bu tabir özellikle kullanılır
hale gelmiştir. Ama kanaatimizce Osmanlı döneminde kullanılan
Kürdistan kelimesinin Kürt halkının yaşadığı bölge olarak kullanılması
söz konusu değildir.
 
Yukarıdaki Türk boylarında Kürt sözcüğünün anlamlarına bakarsak bunu
daha rahat anlarız. Hepimizin bildiği gibi Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da kışlar uzun sürmekte, kar yağışı fazla olmaktadır.
 
Ben üniversiteyi Van’da okudum, iyi bilirim. Kasım ortalarında yağan
kar, nisan sonuna kadar şehir merkezinden kalkmazdı. Hatta Van’ın
Bahçesaray ilçesi (eski adıyla Müküs) on bir ay kış, bir ay yaz yaşar.
Hepimiz TV’lerde görmüşüzdür. Aylarca yolu açılamaz. Sürekli kar
yağışı vardır. Aylarca ulaşılamadığı için Vanlılar Bahçesaray ilçesine
“Müküs Gezegeni” derler.
 
Eskilerden duymuşuzdur adam boyu karların yağdığını, bugün küresel
ısınma nedeniyle eski kar yağışı yok belki, ama o zamanlar özellikle
doğu ve güney doğuya iyi kar yağarmış. Böyle bir kar yığını altında
kalan bölgeye Türk lehçelerindeki Kürt kelimesinin anlamıyla Kürdistan
demek belki o dönemlerde doğru bir ifadeydi.
 
Arvasi, Kürtçe diye bir dil olmadığını, bölgede konuşulan ağızların
Türkçe-Farsça-Arapça kırması garip bir ağız olduğunu ifade ederek
önemli bir noktaya dikkat çeker:
 
“Herkesin rahatça müşahade edeceği üzere bugün Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’muzda yaşayan halkımızın çoğunluğunun konuştuğu dil kesin
olarak Türkçedir. Ancak, yol ve okul götüremediğimiz ve kültür
merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan topraklarındaki
vatandaşlarımız, bazen Kurmançi, bazen Zazaki, bazen Gorani, bazen
Sorani, bazen Lorani denen ve hepsine de ortak olarak Kürtçe tabiri
yakıştırılan ağızla konuşmaktadırlar. Ancak hemen belirtelim ki bu
ağızları konuşan gruplar birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde
ortak olan tek şey: “Yek, dü, se, çar, penç…” diye başlayan ve devam
eden Farsça sayı sistemidir. Oysa etnolojik araştırmalar göstermiştir
ki en ilkel dilin bile kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes
rahatça müşahede etmektedir ki emperyalistlerin ve bölücülerin
“Kürtçe” diye tabir ettikleri ağzın böyle bir hususiyeti yoktur. Bu
durum bile zorlama bir dil ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya
yeter. Bize göre Kürtçe tabir edilen ağız, kültür temaslarımızın
emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvesidir.” (3)
 
Arvasi, Kürtçe diye tabir edilen ağızdaki bazı kelimelerle bunların
Türkçe karşılığını vererek “Kürtçe, Hint Avrupa dil grubundandır.”
İddialarına da cevap verir. İşte birkaç örnek:
 
Aşiret ağzı….. Türkçe
Acar….. acar (yeni)
Baci….. bacı
Bibi….. bibi (hala)
Bizav….. buzağı
Bori….. boru
Çakuç….. çekiç
Dengiz….. deniz
Donguz….. domuz
Dışıman….. düşman
Eze….. teyze
Guleş….. güreş
İsot….. ıssı ot (biber)
Kantır….. katır
Kırtık….. kırıntı
Lepe….. lapa
Nene….. nene (nine)
Pembuk….. pamuk
Pıçuk….. küçük
Sobe….. soba
Vare….. var (gel)
Vardek….. ördek
 
Bunlar bizim Doğu Anadolu Gerçeği adlı eserden aldığımız sadece birkaç
örnektir. Arvasi yöre halkının sesine de kulak verir ve şöyle der:
“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda uydurma ve Türkten ayrı bir millet
ihdas etmek isteyen hainlere bir Doğu Anadolu çocuğu olan ve 17.
asırda yaşayan Ercişli Emrah’ın şu mısralarını hatırlatmak gerekir:
 
Bize Emrah derler, Karakoyunlu
Yiğitler içinde yiğit oyunlu
Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu
Biz Türküz, Türklükten fermanımız var.”
 
Arvasi, bu bölgedeki tehlikenin farkına ilk varan Osmanlı padişahının
Yavuz Sultan Selim olduğunu belirtir ve alınan tedbirlerden bahseder.
Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz bölge halkının eğitilmesidir.
Arvasi bu noktada şunları söyler:
 
“Esefle belirtelim ki imparatorluk dönemi dahil, ülkemizde asırlar
boyunca bütün cemiyeti içine alan, planlı, programlı ve hedefleri
belli bir talim ve terbiye teşkilatı yoktu. Dolayısıyla kuvvetli ve
başarılı bir dil ve din eğitimi gerçekleşmiyordu. İş, mahalli
idarelere ve halka bırakılmıştı. Bu yüzden birçok vatan evladı daha
yakın olduğundan dini talim ve terbiye için İran’a, Irak’a, Suriye’ye
ve Mısır’a gidiyordu.”
 
Arvasi’ye göre bu ülkelere, din eğitimi almaya giden Türk gençleri
misyonerlerin cirit attığı okullarda eğitim görmüş ve birçok konuda
beyni yıkanmış olarak ülkeye dönmüştür.
 
Arvasi’nin işaret ettiği bu nokta çok önemlidir. Hatta bana göre Doğu
meselesinin temelidir. İngiliz casusu Hampher anılarında şöyle diyor:
“1710 yılında Sömürgeler bakanlığı beni Müslümanları parçalamak için
gerekli bilgileri toplamak ve casusluk yapmak üzere Mısır, Irak, Hicaz
ve İstanbul’a gönderdi. Aynı tarihte aynı vazifeyle dokuz kişiyi daha
görevlendirdi. Bize lazım olacak para, bilgi ve haritaların yanında
bir de devlet adamlarının, kabile reislerinin ve alimlerin listesi
verildi. Ben önce İstanbul’a geldim. Asıl vazifemin yanında Türkçeyi
de çok iyi öğrenmem gerekiyordu. Londra’da Farsça, Arapça, Türkçe dil
eğitimi almıştım ama bu dilleri o halklar gibi konuşmalıydım. (4)
 
Hampher anılarının ilerleyen bölümlerinde diğer ajanlarla birlikte
Osmanlı topraklarında yaptıkları bölücülük ve kafa karıştırıcılığı
faaliyetlerini anlatıyor. Özellikle Muhammed bin Abdülvahhab Necdi ile
tanışmasını, onu muta nikahının mübah olduğuna ikna etmesini, şarap
içmenin mahzuru olmadığına ikna etmesini ve bunun gibi İslam’ın temel
prensiplerinden uzaklaştırarak Vahhabiliği kurdurmasını ve Arapların
Osmanlı’ya karşı kışkırtılmasını nasıl planlayıp gerçekleştirdiğini
anlatıyor.
 
Hampher bir örnektir. Bu çalışmayı yaparken bir kitap geldi aklıma.
1993 baskılı, Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu’nun “Osmanlı
İmparatorluğunda Yabancı Okullar” adlı çalışması. Arvasi’nin değindiği
eğitim meselesine bu kitaptan alıntılar yaparak devam edelim.
 
Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan
Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis,
Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. İzlemiştir. 1853-1925
arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır.
 
1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83
okul ve hastane olduğu ifade edilir.
 
1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu
okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz
atalım.
 
İstanbul….. Robert College (1863)
İstanbul….. Gedikpaşa Girls School
Adapazarı….. Girls Hing School
Bursa….. Girls Hing School
İzmir….. American Collegiate İnstitute For Girls
İzmir….. İnternational College
Kayseri….. Talas Boys School
Kayseri….. Talas Girls School
Sivas….. Girls Hing School
Merzifon….. Anotolia College
Merzifon….. Anotolia Girls School
Harput….. Euphrates College (1859)
Harput….. Girls Hing School
Diyarbakır….. Protestant School
Mardin….. Teachers School
Mardin….. Girls Hing School
Bitlis….. Girls Boarding School
Van….. Boys School
Van….. Girls School
Erzurum….. Girls Boarding School
Erzurum….. Boys Boarding School
Antep….. Seminary for Girls
Maraş….. Central Turkey College For Girls
Adana….. Seminary For Girls
Saimbeyli….. Hodjin Hom School For Girls
Tarsus….. Saint Paul’s İnstitute For Boys
Urfa….. İndustrial Training School
 
Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve
Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının
yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza,
kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır. Nitekim adı geçen
eserde yapılan inceleme sonunda bu okulların üç şeye önem verdikleri
tespit edilmiştir:
 
1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan
kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer
devletlere örnek olmuşlardır.
2. Siyasi faliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş
hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni
sorununda etkileri büyüktür.
3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Yazara göre bu
düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın
çöküşünde başlıca etkendir.
 
Üçüncü maddeyle ilgili bir not aynı eserde şöyle yer alıyor:
 
1928’de Bursa Amerikan okulunda üç kız Hıristiyan olmuş, bir
arkadaşlarının milli eğitim müdürlüğüne şikayeti ile durum ortaya
çıkmış, basının Amerikan okulları aleyhine yaptığı yayın neticesinde
okulun izni iptal edilmiştir. Hayat Dergisi 2 Şubat 1928 tarihli
sayısında “Hıristiyanlaştırma Faciası” diye olayı duyurmuş ve şu
soruyu sormuştur: “Neden bir tek Amerikan ailesi dahi olmayan Bursa’da
bir Amerikan okulu bulunmaktadır?” (5)
 
Bu “Neden?” sorusunun temeli aslında bizim konumuzdur. Bugünkü “Kürt
sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika,
Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri
uyguladığı bu eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.
 
İ. Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını
bakın nasıl veriyor:
 
“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de
huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı
çalışmalarından sadece biridir.
 
Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da
sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman
zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı
topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.
 
Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için
İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda
artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde
siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu
1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında
Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci
yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında
onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk,
Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.
 
Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi
ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde
başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı
görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul
açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da
değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler
yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.
 
II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan
gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir.
İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi
“Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından,
“Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey
tarafından yayınlanmıştır.” (6)
 
Tekrar Seyyid Ahmet Arvasiye dönelim ve son bir alıntıyla konumuzu
bitirelim:
 
“Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. 1950’li yıllarda Doğu Anadolu’da
bir ilk öğretmen okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyormuş.
Sınıfına bir idareciyle birlikte Amerikalı bir barış gönüllüsü gelmiş.
Barış gönüllüsü, bir müddet verilen dersi dinledikten sonra, bir hayli
güzel konuştuğu Türkçesiyle Öğretmenden izin isteyerek öğrencilere
bazı sorular sorup soramayacağını bildirmiş. Öğretmen “buyurun” demiş.
Barış gönüllüsü de sınıfı dolduran masum Doğu Anadolu çocuklarına şu
soruyu sormuş:
Çocuklar, siz Türkçeden başka bir dil biliyor musunuz?”
Çocuklar cevap vermiş:
“Şimdilik bilmiyoruz. Ama okulumuzda İngilizce, Almanca, Fransızca
okutuluyor. Biz de öğrenmeye çalışıyoruz.”
Barış gönüllüsü, sorusunu açmak zorunda kalmış:
“Öylesi değil… Mesela siz, evinizde başka bir dil konuşmuyor musunuz?”
Çocuklar şaşkın:
……..?
Barış gönüllüsü artık gizlemeye gerek duymamış:
“Canım, mesela Kürtçe bilmiyor musunuz?”
Öğretmen, idareci ve öğrenciler iyice şaşırmışlar. Barış gönüllüsü
riyakar bir tebessümle zehirli dişlerini göstermiş:
“Niçin şaşırdınız? Kürtçe bir dil değil midir?”
 
Evet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bugünkü yaşadığımız sıkıntının
nedenleri büyük ölçüde yukarıda adını saydığımız ülkelerin yaptığı
bölücü misyonerlik faaliyetleridir.
 
Bugün ülkeleri barış getirme vaadiyle istila eden Amerika, gelecekte
Türkiye’yi istila etmenin alt yapısını 1862 yılında Harput kolejiyle
oluşturmaya başlamış, bugün artık belli bir kıvama getirmiştir.
 
Ülkemizdeki Kürt sorunu bugün o hale gelmiştir ki Türk insanı artık
Doğu ve Güneydoğu’yu verip bu beladan kurtulma düşüncesine
sokulmuştur.
 
Yine öyle bir duruma getirilmiştir ki, ülkemizde tüm Kürtler hain
olarak algılanır olmuştur. Bu durum bir iç savaşın kaçınılmaz
olduğunun göstergesidir. Terör masum insanların canına kıymakta, canlı
bombalarla kalabalık meydanları hedef almakta, evinde sessiz sedasız
oturan insanların arabalarını ateşe vermektedir. İşte bu durum Türk
insanının gözünde tüm Kürtleri suçlu duruma sokmakta ve iç savaşın
ayak seslerini duyurmaktadır.
 
Bugün özgürlük isteyenlerin hangi özgürlükten bahsettiklerini hiçbir
zaman anlayabilmiş değilim. Birkaç yıl önce bir esnafın dükkanına
gitmiştim, alışverişimi yaparken yaşlı dükkan sahibinin yanındaki
yaşlı misafiriyle sohbetine kulak misafiri oldum: Dükkan sahibi
soruyordu misafirine:
 
“Bak, sen Muş’tan gelmiş, burada iş yeri açmışsın, kaç yıldır dükkanın
var Balıkesir’de?”
“Yirmi yıldır.”
“Peki, sen dükkan açarken kimse sana sen Muşlusun, burada dükkan
açamazsın dedi mi?”
” Demedi.”
“Şimdi niye burada dükkan açtın diyen var mı?”
“Yok.”
“Peki, ben şimdi gitsem, Muş’ta dükkan açmak istesem açabilir miyim?”
“Açamazsın, seni orada çalıştırmazlar.”
“Kim, devlet mi?”
“Hayır, Muş halkı, esnafı….”
“Peki, siz daha ne özgürlüğü istiyorsunuz, hangi özgürlükten
bahsediyorsunuz, size burada bu kadar özgürlük verilmişken daha ne
özgürlüğünden dem vuruyorsunuz?”
Misafirin söyleyecek sözü kalmamıştı artık!
 
Ülkemizde durum budur. Bu konuda elbette söylenecek çok söz vardır.
Buraya aldığımız konu Arvasi’nin çerçevesinden sadece küçük bir
kesitti. Sorunun ortaya çıkış yoluna değindik. Çözüm yollarını elbette
devletin ilgili birimleri düşünüyordur…
 
__________________________
 
1. Hakkı Öznur, Seyyid Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. S. 39, Ank. 2002
2. W. Radloff, Arberiten der Orchun, Expedition Atlas des Alterthümer
der Mongolei, Saintpetersburg, 1893
3. Seyyid Ahmet Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, s.32, Burak Yay, İst.
1993
4. M. Sıddık Gümüş, İngiliz Casusunun İtirafları, Hakikat Kitabevi,
İst. 2004
5. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
6. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
 
Balıkesir Aydınlar Ocağı Seyyid Ahmet Arvasi Anma Programı Konuşma
Metni
 
Haber: Dogan Tufan
Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

 

Mit einer Stele am Barbarossaplatz gedenkt die Stadt Würzburg den
Opfern der Messerattacke vom 25. Juni 2021. Die Stele soll, wie
Oberbürgermeister Christian Schuchardt bei der Einweihung betont, ein
Ruhepol sein, der jederzeit zum kurzen Innehalten einlädt. Denn die
Gewalttat vor zwei Jahren, bei der drei Menschen getötet und mehrere
schwer verletzt wurden, habe sich in das kollektive Gedächtnis der
Würzburger Gesellschaft gebrannt.

„Für eine große Zahl von Menschen ist der 25. Juni 2021 ein
persönlicher Einschnitt in ihrem Leben geworden. Für sie ist das
Leben nicht mehr so, wie es davor war und für einige wird es auch nie
mehr so werden“, sagte Schuchardt. Die Angehörigen der getöteten Frauen,
die Partner, Kinder, sie alle haben einen Verlust erlitten, der
unwiederbringlich ist.

Schuchardt dankte im Rahmen der Eröffnung den couragierten
Mitbürgerinnen und Mitbürgern, die ohne Zögern unter Einsatz ihres
Lebens durch ihr beherztes Eingreifen verhindert haben, dass noch mehr
Opfer zu beklagen sind. „Sie sind Ansporn für uns alle, ebenfalls nicht
wegzusehen, sondern zu helfen, wenn Mitmenschen in Not in
Ausnahmesituationen wie im Alltag sind“, so Schuchardt. Gleichzeitig
dankte Schuchardt den Einsatzkräften von Polizei, Feuerwehr und
Rettungsdiensten auf deren rasche und professionelle Hilfe man sich auch
in Extremsituationen verlassen könne.

„Verantwortungsbewusstsein füreinander, selbstlose Hilfs- und mutige
Einsatzbereitschaft sowie Zivilcourage gehören zu den Werten, ohne die
keine Gemeinschaft funktionieren kann. Einheimische und Zugewanderte,
Menschen verschiedener Religionen haben auf diese Weise vor zwei Jahren
gemeinsam gezeigt, was unsere Stadtgesellschaft ausmacht und
zusammenhält. Diesen Weg solidarischen und gemeinschaftlichen
Handelns müssen wir weiter gehen“, betonte Schuchardt.

Bild: Oberbürgermeister Christian Schuchardt weiht die Gedenkstele am
Barbarossaplatz ein. Foto: Christian Weiß