Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

KÖLN (AA) - Almanya Dışişleri Bakanlığı, İran'daki vatandaşlarından ülkeyi terk etmelerini istedi ve İran'a seyahat edilmemesi uyarısında bulundu.

Almanya Dışişleri Bakanlığı, İsrail-İran gerilimine ilişkin seyahat uyarısı yayımladı.

 

Uyarıda, İsrail'in, İran'ın dün gerçekleştirdiği füze saldırısına yanıt olarak İran petrol platformlarına ve nükleer tesislerine saldırı planladığı belirtilerek, İran'daki vatandaşların ülkeyi terk etmesi ve İran'a seyahat planlayanların da vazgeçmesi istendi.

Bölge genelinde durumun gergin ve değişken olduğu belirtilen uyarıda, "1 Ekim 2024'te İran güçleri İsrail'e füze saldırısı düzenledi. İsrail silahlı kuvvetlerinden bir karşı yanıt bekleniyor. İran topraklarına yönelik saldırılar göz ardı edilemez." ifadesi kullanıldı.

 

- İran'ın İsrail'e saldırıları

İran, 1 Ekim Salı günü akşam saatlerinde İsrail'e yaklaşık 180 balistik füze fırlattı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından yapılan yazılı açıklamada, İran'ın ulusal güvenliğini hedef alan İsrail'e füze saldırısı düzenlendiği bildirilmişti.

 

Saldırının, Hamas lideri İsmail Heniyye, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve İranlı general Abbas Nilfuraşan'ın öldürüldüğü İsrail saldırılarına karşılık gerçekleştirildiği belirtilmişti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, füze saldırısının "büyük bir hata" olduğunu ve İran'ın "bunun bedelini ödeyeceğini" ifade etmişti.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier (sağda), Cumhurbaşkanlığı Sarayı Schloss Bellevue'da Kosovalı mevkidaşı (solda) Vjosa Osmani ile bir araya geldi.
 
 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Avrupa Birliği’nin (AB) ticari çatışmalarda kendisine zarar vermemesi gerektiğini belirterek, Çin ile elektrikli araçlar konusundaki müzakerelerin devam etmesi gerektiğini söyledi.

Scholz, Almanya Dış Ticaret Birliğinin (BGA) başkent Berlin’de düzenlediği "iş insanları gününde" yaptığı konuşmada, Alman ekonomisini haksız ticaret uygulamalarından korumak zorunda olduklarını dile getirdi.

Daha fazla ülkeden, daha fazla ortakla, daha fazla ticaretin, belirsiz bir dünyada mantıklı risk yönetimi olduğunu anlatan Scholz, "Bu nedenle Çin ile elektrikli araçlar konusundaki müzakereler devam etmeli ve çelik gibi ucuz Çin ithalatının ekonomimize zarar verdiği alanlarla mücadele etmeliyiz. Ancak AB olarak verdiğimiz tepki kendimize zarar vermemeli." dedi.

 

Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) küresel ticaret kurallarına daha fazla önem verilmesi gerektiğini vurgulayan Scholz, Çin’in gelişmekte olan ülke olarak DTÖ'de özel muamele görmeyi artık bırakması gerektiğini ifade etti.

Scholz'un değerlendirmesi, 4 Ekim’de AB üye ülkeleri tarafından Çin’den gelen elektrikli araçlara gümrük vergisi uygulanmasına ilişkin yapılacak oylama öncesinde geldi.

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, öğle saatlerinde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile Berlin'de görüştü. Macron, daha önce AB tarafından Çin'in elektrikli otomobillerine karşı cezai tedbirlerini desteklemişti.

 

AB Komisyonu, 5 Temmuz'da Çin'de üretilen elektrikli otomobillerin Birlik üyesi ülkelere ithalatında geçici ilave vergi uygulamaya başlanacağını açıklamıştı.

Karar öncesinde AB, Çin'den ithal edilen elektrikli araçlara yüzde 10 vergi uyguluyordu. Açıklanan son vergi oranları yürürlükteki yüzde 10'un üzerine eklenecek.

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde satılan elektrikli otomobillerde Çin üreticilerinin payı hızla yükseliyor. Çin'de üretilen düşük fiyatlı ve sübvanse edilmiş elektrikli otomobillerin satışları rakiplerini geride bırakıyor.

Çin'de, BYD, SAIC ve Geely gibi markalar ile Tesla ve farklı Avrupa şirketlerin araçlarının üretimi yapılıyor.

 

Avrupa'da, özellikle Fransa gibi bazı ülkelerdeki üreticiler, Çin yapımı modellerin iç pazarlarında hakimiyet kurmasından rahatsızlık duyuyor.

Alman üreticiler ise Çin'le ilişkilerin gerilmesinden ve bu pazardaki kayıplardan çekiniyor ve vergiye karşı çıkıyor.

Öte yandan, Alman otomotiv üreticisi Volkswagen de yaptığı açıklamada, AB’nin Çin'den ithal edilen elektrikli otomobillere uyguladığı ilave gümrük vergisinin otomobil endüstrisinin rekabet gücünü artırmadığını savunarak, Alman hükümetini söz konusu vergiye karşı oy kullanmaya çağırdı.

- Almanya Ekonomi ve İklimi Koruma Bakanlığının raporuna göre, hükümet yılın 9 ayında yurt dışına yaklaşık 11 milyar avroluk silah ve askeri malzeme satışına onay verdi
 

BERLIN (AA) - Almanya'nın silah ve askeri malzeme satışı, bu yılın ocak-eylül döneminde 11 milyar avroya yükselerek, neredeyse bir önceki yılın toplam silah ihracatına ulaştı.

Almanya Ekonomi ve İklim Koruma Bakanlığı, yılın ocak-eylül dönemine ilişkin silah ve askeri malzeme satışlarına ilişkin raporunu yayınladı.

Buna göre, Alman hükümeti yılın 9 ayında yurt dışına yaklaşık 11 milyar avroluk silah ve askeri malzeme satışına onay verdi.

 

Böylece Almanya'nın 9 aydaki silah ve askeri malzeme satışı, 2023’ün tamamındaki 12,2 milyar avroluk rekora yaklaştı.

Alman hükümeti, yılın ilk üç çeyreğinde toplamda yaklaşık 7,2 milyar avroluk savaş silahı ve yaklaşık 3,8 milyar avroluk diğer askeri teçhizat ihracatını onayladı.

Bakanlığın raporuna göre, yılın ocak-eylül döneminde askeri teçhizat satışının en fazla yapıldığı ülke, Rusya ile savaş halinde olan Ukrayna oldu. Berlin, Kiev'e 7,1 milyar avroluk silah ve teçhizat satışına onay verdi. 2023'ün aynı döneminde bu değer yaklaşık 3,3 milyar avro olarak kayıtlara geçmişti.

 

Alman hükümetinin Ukrayna'ya ihracat izinleri arasında Leopard 2 tankları, Patriot hava savunma sistemleri, Gepard tipi uçaksavar tankları, PzH obüsleri, stinger füzeleri, el bombaları, kasklar ve araçlar bulunuyor.

Ukrayna’yı 1 milyar 216 milyon avro ile Singapur, 558 milyon avro ile Cezayir, 246 milyon avro ile ABD ve 212 milyon avro ile Hindistan izledi.

 

Hükümetin yılın ilk 9 ayında onay verdiği 11 milyar avroluk silah satışının yüzde 87’sine karşılık gelen 9,5 milyar avroluk bölümü Avrupa Birliği (AB) ve NATO ülkelerine gerçekleşti.

Almanya'da silah ihracatı kontrollerinde İsviçre, Singapur, Ukrayna, Japonya, Avustralya ve Güney Kore, NATO ülkeleriyle aynı veya benzer şekilde muamele görüyor.

 

LONDRA (AA) - İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'le yaptığı görüşmenin ardından ülkesinin AB ile serbest dolaşıma, Gümrük Birliği'ne ve ortak pazara dönmeyeceğini söyledi.

Starmer, von der Leyen'le Brüksel'de görüştükten sonra düzenlediği basın toplantısında, görüşmede büyüme, refah, iklim değişikliği, enerji güvenliği, düzensiz göç, ortak güvenlik ve istikrar gibi alanlarda birlikte atılacak adımları ele aldıklarını söyledi.

 

AB-İngiltere ilişkilerinin daha sağlam temeller üzerine oturacağını dile getiren Starmer, gelecek yıldan itibaren düzenli olarak AB-İngiltere zirveleri düzenleme konusunda anlaştıklarını ifade etti.

Starmer, "Serbest dolaşıma, Gümrük Birliği'ne ve ortak pazara dönüş olmayacak. Ancak birlikte çalışmanın ve İngiliz halkına hizmet etmenin yapıcı yollarını bulacağız." dedi.

 

- "Kimse bölgesel bir savaş istemiyor"

Starmer, ayrıca von der Leyen'le G7 ülkeleri liderlerinin yer aldığı telekonferansa katıldıklarını, bu görüşmede İran'ın İsrail'e saldırılarını kınadıklarını belirtti.

G7 üyelerinin İsrail'in güvenliği ve kendisini savunma hakkına destek verdiğini ifade eden Starmer, "Tüm tarafları itidalli davranmaya ve tansiyonu daha da artıracak adımlardan kaçınmaya çağırıyoruz. Kimse bölgesel bir savaş istemiyor. Ayrıca Lübnan ve Gazze'de siyasi çözüme alan açmak için ateşkesin önemi konusunda da mutabık kaldık." diye konuştu.

 

 

LONDRA (AA) - İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'le yaptığı görüşmenin ardından ülkesinin AB ile serbest dolaşıma, Gümrük Birliği'ne ve ortak pazara dönmeyeceğini söyledi.

Starmer, von der Leyen'le Brüksel'de görüştükten sonra düzenlediği basın toplantısında, görüşmede büyüme, refah, iklim değişikliği, enerji güvenliği, düzensiz göç, ortak güvenlik ve istikrar gibi alanlarda birlikte atılacak adımları ele aldıklarını söyledi.

 

AB-İngiltere ilişkilerinin daha sağlam temeller üzerine oturacağını dile getiren Starmer, gelecek yıldan itibaren düzenli olarak AB-İngiltere zirveleri düzenleme konusunda anlaştıklarını ifade etti.

Starmer, "Serbest dolaşıma, Gümrük Birliği'ne ve ortak pazara dönüş olmayacak. Ancak birlikte çalışmanın ve İngiliz halkına hizmet etmenin yapıcı yollarını bulacağız." dedi.

 

- "Kimse bölgesel bir savaş istemiyor"

Starmer, ayrıca von der Leyen'le G7 ülkeleri liderlerinin yer aldığı telekonferansa katıldıklarını, bu görüşmede İran'ın İsrail'e saldırılarını kınadıklarını belirtti.

G7 üyelerinin İsrail'in güvenliği ve kendisini savunma hakkına destek verdiğini ifade eden Starmer, "Tüm tarafları itidalli davranmaya ve tansiyonu daha da artıracak adımlardan kaçınmaya çağırıyoruz. Kimse bölgesel bir savaş istemiyor. Ayrıca Lübnan ve Gazze'de siyasi çözüme alan açmak için ateşkesin önemi konusunda da mutabık kaldık." diye konuştu.

 

CANIM BABAM  ve  KARDEŞİM

 
 
FATMA HAŞATLI GÜNER’in mektubu 
 
Recep Haşatlı, (1930 - 1978), 4 Ekim 1978 tarihinde İstanbul’da, işinden evine döndüğünde arabasından inerken, 17 yaşındaki oğlu Mustafa Haşatlı ile birlikte tabanca ile vurularak öldürülen Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul il başkanıdır.
 
MHP İstanbul İl Başkanı Recep HAŞATLI’nın kızı, Mustafa Haşatlı’nın kız kardeşi  Fatma Haşatlı Güner yazdığı mektupta Canım babam ve kardeşim. Diye başladığı duygu dolu mektupunu  şehit edilişinin 46. Ölüm yıl dönümünde köşemde yayınlıyorum. Şehit Recep başkana ve Mustafa kardeşime rahmetler diliyorum. Mekanınız cennet makamınız ali olsun.
 
4-5 gün önce şehadetlerinin 46. yılını idrak ettiğimiz o zamanki MHP İl Başkanı Recep HAŞATLI ve Oğlu Mustafa HAŞATLI’nın ardından kızı Fatma Haşatlı GÜNER’in şehit babası ve kardeşi için kaleme aldığı ve ne var ki kendisi de kanserden rahmetli olan ve yazdığı yazı daha sonra Paradigma Yayınları’ndan yayınlanan “Kızlar ve Babaları” kitabında yer alan  ibret ve hüzün dolu yazısı.
 
– 47yıllık hayatını inandığı gibi dolu, dolu yaşadı. Yaşadığı gibi inanan tanrı tanımazlar polis kıyafeti giyinerek kurdukları hain tuzakla babamı ve henüz 17 yaşındaki biricik kardeşim Mustafa’yı canları kadar sevdikleri vatan toprağına düşürdüler. Babam ve kardeşim vatan, bayrak, millet, medeniyet, ilim, ahlak, hak, hukuk, adalet, demokrasi dedikleri için tanrı tanımazların ve arkalarındaki meşum güçlerin hedefi oldular. Sözde “halk iktidarı” istiyorlardı. Ama hedef seçtikleri insanların tamamı babam gibi halktan insanlar ve halkın çocuklarıydı…
 
…Bu zavallılığın ne kadar acımasız halde olduğunun daha iyi anlaşılması için babam ve biricik kardeşimi tuzağa düşüren tanrı tanımazların tespit edilen eylemlerinin bir kısmını anlatmak ne demek istediğimi izaha yetecektir.
 
…5 kişilik bu hücrenin eylemlerini bir kısmı 58 öldürme, 98 öldürme kastıyla yaralama (yaralananların bir kısmı ömür boyu felçli halde yatağa mahkûm durumdadırlar), 135 bombalama ve kundaklamadır. Allah’a inanan hiçbir aklıselim insan bu kadar acımasız olabilir mi? Bunları yapanlarda insani ölçüler olabilir mi? Onun için onlara “tanrı tanımazlar” diyorum…
 
…O dönemde siyasette yaşanan en vahim durum; Ecevit’in ve CHP’ye sızan bir kısım siyasetçinin bunlara zımnen hamilik yapmalarıydı. O dönemin iç işleri bakanının “Suikast MHP il başkanına değil, oğluna karşı düzenlenmiştir.” şeklindeki talihsiz beyanatı bu suikastı meşrulaştırmaya yöneliktir. Bu beyanat babamın müteaddit defalar “devlet koruması” talebinin aynı bakanlıkça ret edilmesi ile birlikte düşünüldüğünde o dönemdeki siyasilerin teröre ve terörizme duydukları sempati daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim avukatımız Sayın Mehmet Voyvodadevelioğlu’nun içişleri bakanlığı ve idare aleyhine açtığı davada idare ve bakanlık görevi kötüye kullanma ve görevi suiistimalden mahkûm olmuşlardı. Yüz kere mahkûm olsalar neye yarar ki?…
 
…Canım babam cenazesine katılan otuz binin üzerindeki dostlarının ve sevenlerinin omuzlarında ebedi âleme uğurlanırken geride hayatın zorluklarını tanımayan 80 yaşında bir anne, 50 yaşında bir eş, 13 ve 20 yaşında iki kız; kardeşim ve ben kala kalmıştık. Onun bıraktığı o ağır yükü artık ben çekecektim. Ama nasıl? Şairin dediği gibi “Kartalın yükünü nasıl taşır kanarya?”. Bu yükü nasıl taşıyacaktım? Hiçbir iş tecrübem, hiçbir fikrim yoktu. Ama kader bana bu yükü yüklemişti…
 
…Üç öğün babamın sofrasından kalkmayanların, henüz iş yerini açıp sayım yaptığımız ilk gün 2-3 kişiyi getirip “burayı artık siz kapatın, bu adamlara satın” diye müşteri getirmelerine, babamın işini adeta dağıtmak istemelerine o kadar üzüldüm ki. Onların bu tavrı beni babamın işini yürütmem için adeta kamçıladı. “20 yaşında kurtlar sofrasında genç bir kız ne yapacak” diyen bu adamları Allah’a şükür mahcup ettim. Onlar da mahcubiyetlerinden bir daha yüzüme bakamadılar…
 
…Babam dürüstlüğü, onuru şahsiyeti ve sözünün eri olması ile çevresine ve iş âlemine öyle bir isim bırakmıştı ki. O sayede Allah’ın izniyle her zorluğu aştım. Babamın bize bıraktığı en kıymetli miras adeta bayrak kadar temiz, bayrak kadar ulvi, her zaman gurur duyduğum ismi oldu. Hayatımın her veçhesinde ona, o isme layık olmaya gayret ettim. O zor günlerimde bana maddi, manevi her türlü desteği veren baba dostlarıma, özellikle Ahmet İyioldu, Emin Şaka, İhsanTekoğlu, Abdullah Baloğlu, Raif Dinçkök ve Ali Dinçkök beylere şükran ve minnet borcum vardır. Hepsinden Allah razı olsun. Umarım bana haklarını helal ederler…
 
…Babamın şehadetinden yaklaşık 14-15 ay sonra kabirlerini yaptırmak üzere mezarlıklar müdürlüğüne müracaat edip bir mezarcı ustası ile anlaştım. İşlemleri tamamlayıp yapacağı mezarları gösterdim…   
 
…Mezarcı işe başladıktan iki gün sonra biraz korkulu biraz heyecanlı bir sesle beni aradı. “Abla mezarları yaparken o kadar zamanda kefenlerinin çürümediğini görünce şaşırdım. Beni affedin merakımı yenmek için kefenleri açtım. Benim gördüklerimi siz de görmek istersiniz diye sizi aradım beni affedin. Naaşlar defnedildikleri gibi duruyorlar, kapatmadan gelip siz de görün istedim.” dedi. Adam korku ve heyecandan kekeliyordu. Kendisine hemen kabirleri kapatıp işini bitirmesini, gördüklerini de kimseye söylememesini rica ettim. Adam tekrar affedin diyerek telefonu kapattı. Biz babamın ve kardeşimin şehit olduğuna inanıyorduk. Mezarcının merak sonucu gördükleri sadece bizim inancımızın teyidi olmuştu…
 
…İşte benim babam RECEP HAŞATLI bu. Kanaryaya kartalın yükünü taşıtan gücün de bu manevi güç olduğuna hep inandım…
 
…Onun hayat düsturu “Elif gibi dosdoğru” olmaktı. Hep “Elif gibi dosdoğru olacaksın” derdi. Elif gibi dosdoğru yaşadı. Yalandan ve yalancıdan hiç hoşlanmadı. Onun bulunduğu yerde kimse gıybet yapamaz, kimse yalan söyleyemezdi. Kimsenin ardından konuşmaz, kimseyi başkasının ardından konuşturmazdı. İnsanlara nezaketli davranır kimseyi yalnız ismi ile çağırmaz “Ahmet Beyciyim” gibi nezaketli hitap ederdi. Güven veren bir kararlılığı vardı. Köyünde geçirdiği çocukluk ve gençlik yıllarında yakacak için dağdan getirdiği odunların bile doğru olmasına aynı boyda olmasına dikkat eder, eğri odun getirmezmiş. Köylülerimiz ve komşu köylüler ona “DOĞRU ADAM İRECEP BEY” adını koymuşlar. Babam insanları seven asla kin tutmayan biriydi. Onun bulunduğu yerde küslük olmazdı. Bayramlarda bayram namazından sonra köyde isek köyümüzden hatta komşu köylerden büyük bir kalabalık sabah kahvaltısına bize gelir; yenir, içilir kırgınlar barıştırılıp uğurlanırdı. İstanbul’da isek apartman komşuları kahvaltıya çağırılır 46 haneli apartman komşularımızın çoğu katılır aralarındaki sıkıntılar giderilip, kırgınlar barıştırılıp öpüştürülür, kahvaltıya katılmayanları da babam mutlaka din-mezhep ayrımı yapmadan ziyaret ederdi. Yeşidirek’de esnaf arasındaki problemlerin çözümünde babamın hakemliğine başvurulduğunu esnaftan öğrendim. Bazı zamanlarda Yeşildirek camiinde Cuma namazını kıldırır hutbeye çıkarmış. Esnaf bu yüzden de ayrı bir muhabbet gösterirmiş. O bu âlemden kılı kırk yararak kul hakkına ve insanlara gösterdiği saygının karşılığını insanlardan saygı ve sevgi olarak, yüce Allah’tan da şehitlik olarak alıp gitti…
 
…Babam çok çalışkan ve enerji dolu bir insandı. Ancak dünya malına tamah edip mal, mülk edinmek gibi bir kaygı taşımazdı. Türk sanayinin önderlerinden baba dostum, her zaman saygı ile andığım merhum Sayın Raif Dinçkök Bey “Recep Bey kaybından en çok üzüntü duyduğum insanlardan biriydi. Para biriktirmeyi hiç sevmedi. Eğer kazandıklarını biriktirseydi Türkiye’nin en zenginlerinden birisi olurdu, belki benden bile güçlü olurdu.” demişti.
 
…Babam parayı ihtiyaçlılara vermek, dağıtmak için kazanmayı seviyordu. Yazar ve siyaset adamı Sayın Nevzat Köseoğlu babam hakkında yazdığı bir yazısında “sürekli verdi; o kadarki sonunda canını da verdi.” diye yazmıştı. Gerçekten de öyleydi. Maddi, manevi her şeyini paylaşmaktan çok mutlu olurdu. Babamdan sonra çok değişik çevrelerden çok değişik fikirlerdeki belki yüzlerce insandan “Recep Haşatlı’dan aldığım bursla okudum. Recep Haşatlı elimden tutmasaydı okulu bırakmak zorunda kalırdım. Recep Haşatlı’nın verdiği sermaye ile fabrika kurdum.” gibi sözler, hatıralar dinledim. Bu insanların içinde bugün üniversite öğretim üyesi, rektör, dekan gibi bilim adamları, devlet katında üst düzey yöneticiler ve iş adamları var. Babam bütün yardımlarını gizli yapardı. Yardımlarının çoğunu bizi ziyarete gelen yardım yaptığı insanlardan öğrendik…
 
…Babam ile birlikte şehit edilen kardeşim Mustafa lise öğrencisiydi. Kardeşim okulda ve sokakta sürekli saldırıya uğruyordu. Babam üzülmesin diye bu saldırıları söylemezdi. Kardeşimin üzerine ateş açıldığını, dövüldüğünü gazetelerden öğrenir çok üzülürdük. Babam “benim yüzümden bu çocuğa bir şey olacak ömür boyu içime hicran olacak” der üzülürdü. Okusunlar diye düşünce farkı gözetmeden tanımadığı onca öğrenciye yardım eden babam biricik oğlunu bu saldırılardan koruyabilmek için okuldan almak zorunda kalmıştı. Ama ne çare düşman kavi tali zebundu. İkisini aynı pusuya düşürdüler…
 
…Şehit edildikleri 3 Ekim 1978 benim 20. doğum günümdü. Hazırlandık babamı bekliyorduk. Saat 20:00-20:30 arası camdan bakıyordum. Babamın far ışıkları otoparkın karşı duvarına vurdu. O anda yoğun bir silah sesi ve tarama başladı. Babamlara bir şeyler olduğunu hemen anladık. 7. kattan hemen merdivenlere koştum. Basamakları 3er 5er hızla iniyordum. Komşulardan bana engel olmaya çalışanlar oldu. Ben inene kadar açılan çapraz ateş sonucu babam arabada ruhunu teslim etmiş, kardeşimi ise komşular Göztepe SSK Hastanesine kaldırmışlardı. Çok geçmeden onun da acı haberi geldi. Kardeşimi hastaneye götüren komşulardan hastanedeki DİSK üyesi işçilerin yaralı, kan revan içindeki kardeşimi asansöre bindirmedikleri için 3. kattaki ameliyathaneye yürüyerek çıkmak zorunda kaldıklarını öğrendik. Bu ne kin ne düşmanlıktır anlaşılır gibi değil. 12 mermi yarası bulunan, kan kaybeden bir insana bunun yapılmasını kim nasıl izah eder bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; bunu yapanların insanlıkla ilgilerinin olmayacağıdır…”
Rahmet olsun.
Fotoğraf:  Eskişehir Ülkü Ocağı

Kürzlich verabschiedete Landrat Thomas Eberth mit Marlene Scholz und Julie Kremser zwei Mitarbeiterinnen des Landratsamtes Würzburg in den wohlverdienten Ruhestand. Auch Norbert Goth und Werner Reichert, die beide viele Jahre als Fachbereichsleiter tätig waren, beginnen nun ihren Ruhestand. Bei einem kleinen Zusammentreffen im Landratsamt bedankte sich Landrat Thomas Eberth bei den vier Mitarbeitenden für die geleistete Arbeit und sprach ihnen die besten Wünsche für den neuen Lebensabschnitt aus. 

 

Von 1981 bis 1982 leistete Norbert Goth seinen Grundwehrdienst und begann seine lange Karriere im öffentlichen Dienst anschließend als Finanzanwärter beim Finanzamt in München. Er wechselte 1988 von der Bayerischen Finanzverwaltung zum Landkreis Würzburg und wurde dort dem damaligen Sachgebiet II/1 (Kommunalaufsicht) zugewiesen. 1993 wurde Norbert Goth zum Leiter des damaligen Sachgebiets II/2 (Sonstige soziale Leistungen) ernannt, vier Jahre später wechselte er in die Kreiskasse und übernahm auch dort die Leitung. 2001 erfolgte ein weiterer Wechsel, nämlich zum Kreisrechnungsprüfungsamt, wo ihm gleichzeitig auch die stellvertretende Leitung übertragen wurde. Norbert Goth wurde dann 2006 zum Leiter des Kreisrechnungsprüfungsamtes berufen und verantwortete diesen Bereich über 15 Jahre lang. Er feierte 2021 sein 40-jähriges Dienstjubiläum und trat nun 2024 in die Freistellungsphase der Altersteilzeit ein.  

 

Werner Reichert leistete von 1979 bis 1980 seinen Grundwehrdienst und begann anschließend als Regierungsinspektoranwärter beim Landratsamt Schweinfurt. 1983/1984 wechselte er ans Landratsamt Würzburg. Er wurde dort dem damaligen Sachgebiet IV/3 (Personenstands- und Ausländerwesen) zugewiesen und übernahm drei Jahre später auch die stellvertretende Leitung des Sachgebiets. Anschließend wechselte Werner Reichert 1987 ins damalige Sachgebiet V/21 (Bauamt) und wurde dort noch im selben Jahr zum Sachgebietsleiter ernannt.  Nach einer Station in der Verwaltung der Jugendhilfe erfolgte 2010 die Zuweisung in den damaligen Fachbereich 16 (Straßenverkehrs- und Führerscheinwesen). Werner Reichert übernahm 2019 die Leitung der Fahrerlaubnisbehörde (heute FB 15, Führerscheinstelle), feierte dort auch sein 40-jähriges Dienstjubiläum und ließ sich 2024 nun auf eigenen Antrag in den Ruhestand versetzen.

 

Marlene Scholz begann 1979 als Stenotypistin im damaligen Sachgebiet IV/41 (Kfz-Zulassungsstelle, Dienststelle Ochsenfurt) beim Landkreis Würzburg. In diesem Bereich war sie lange tätig, bevor sie 2014 in den Zentralen Fachbereich „Finanzen und Controlling/Kasse“ wechselte. Dort feierte Marlene Scholz auch ihr 25-jähriges Dienstjubiläum, bevor sie 2019 erneut dem Bereich Verkehrswesen und Zulassungsstelle zugewiesen wurde. Im Herbst 2024 trat sie nun in den wohlverdienten Ruhestand ein.

 

Auch Julie Kremser wurde kürzlich in den wohlverdienten Ruhestand verabschiedet. Sie begann 2013 am Landratsamt Würzburg im damaligen Fachbereich 32 (Jobcenter Landkreis Würzburg). Diesem Bereich blieb Julie Kremser stets treu, später dann als Mitarbeiterin im Fachbereich 43 (Integration Jobcenter Landkreis Würzburg). 

 

Bei der kleinen Feier zur Umbenennung des „Graf-Luckner-Weihers“ am Sanderauer Mainufer in „Sander-Weiher“ flatterten am großen Stockanker weithin sichtbar die Fahnen des Modell-Sport-Clubs und der Stadt Würzburg im Spalier. Oberbürgermeister Christian Schuchardt freute sich über diesen Willkommensgruß und die große Abordnung des Clubs, die aus diesem Anlass auch eine Flotte ihrer Modellschiffe ausgestellt hatten. „Wir sind sehr dankbar, dass der MSC die Entscheidung zur Umbenennung des Weihers vollumfänglich mitgetragen hat. Der neue Name bedeutete für die Modellsportler einige Arbeitsschritte: in der Kommunikation und schließlich auch beim Austausch der Gedenktafel und weiterer Schilder rund um die Anlage, die man gemeinsam mit der Stadtverwaltung anging“, lobte Schuchardt die schnelle Umsetzung der Empfehlung der AG Straßenbenennung, der sich der Stadtrat angeschlossen hatte.

 

Warum musste der vertraute Name überhaupt weichen? Sensibilisiert durch die Arbeit der Straßennamenkommission seit 2015, die in ihrem Abschlussbericht in mehreren Biographien hinter Würzburger Straßennamen unterschiedlich schwere Verfehlungen in der NS-Zeit herausarbeitete, fiel der Blick der Stadtverwaltung schließlich auch auf den Namensgeber des Weihers in der Sanderau.

 

Felix Graf von Luckner werden Straftaten zur Last gelegt, die in der NS-Zeit nur unzureichend aufgearbeitet wurden. Konkret geht es um Sexualstraftaten (Sex mit Minderjährigen und ein eventuell inzestuöses Verhältnis), die aktenkundig geworden sind. Dass diese Taten von einem „Sonderehrengericht“ 1939 nicht geahndet wurden, muss man wohl so interpretieren, dass der bekannte Abenteurer mit dem Spitznamen „Seeteufel“, der im Ersten Weltkrieg beispielsweise durch versenkte feindliche Schiffe Heldenstatus errang, auch später unter einem besonderen Schutz stand. Seine Sexualstraftaten gerieten erst Jahrzehnte nach seinem Tod wieder in den Fokus. So wurde beispielsweise auch von der Stadt Halle 2005 ein Gutachten zu seiner Person beauftragt, das zu ähnlichen Schlüssen kam, wie dies in Würzburg der Fall war. In Halle war man Graf Luckner nach dem Zweiten Weltkrieg zunächst sehr dankbar, weil er eine wichtige Rolle bei der friedlichen und kampflosen Übergabe der Stadt an die Alliierten spielte. Es kam nicht zur angedrohten Bombardierung durch die amerikanischen Streitkräfte in den letzten Kriegstagen.

 

Aus Sicht der AG Straßenbenennung und des Stadtrats disqualifiziert sich der bisherige Namensgeber dennoch als Vorbild, weil die persönlichen Verfehlungen schwer wiegen. Der Name wird als unpassend für eine Freizeitanlage erachtet, die auch künftige Generationen für ein besonderes Hobby begeistern soll.

 

Der neue Name des Weihers geht hingegen auf die historische, Bezeichnung dieser Flurlage im Bereich der sandigen Flussauen des Mains zurück, die im Vorfeld des heutigen Stadtteils Sanderau in der Vergangenheit regional auch als „Sander-Vorstadt“ bezeichnet wurde. Viele Würzburgerinnen und Würzburg verbinden mit diesem Areal zwischen öffentlichem Grillplatz, Main-Radweg und Naturheilinsel Freizeitspaß und Naherholung.

 

 

Bei der kleinen Feier zur Umbenennung des „Graf-Luckner-Weihers“ am Sanderauer Mainufer in „Sander-Weiher“ flatterten am großen Stockanker weithin sichtbar die Fahnen des Modell-Sport-Clubs und der Stadt Würzburg im Spalier. Oberbürgermeister Christian Schuchardt freute sich über diesen Willkommensgruß und die große Abordnung des Clubs, die aus diesem Anlass auch eine Flotte ihrer Modellschiffe ausgestellt hatten. „Wir sind sehr dankbar, dass der MSC die Entscheidung zur Umbenennung des Weihers vollumfänglich mitgetragen hat. Der neue Name bedeutete für die Modellsportler einige Arbeitsschritte: in der Kommunikation und schließlich auch beim Austausch der Gedenktafel und weiterer Schilder rund um die Anlage, die man gemeinsam mit der Stadtverwaltung anging“, lobte Schuchardt die schnelle Umsetzung der Empfehlung der AG Straßenbenennung, der sich der Stadtrat angeschlossen hatte.

 

Warum musste der vertraute Name überhaupt weichen? Sensibilisiert durch die Arbeit der Straßennamenkommission seit 2015, die in ihrem Abschlussbericht in mehreren Biographien hinter Würzburger Straßennamen unterschiedlich schwere Verfehlungen in der NS-Zeit herausarbeitete, fiel der Blick der Stadtverwaltung schließlich auch auf den Namensgeber des Weihers in der Sanderau.

 

Felix Graf von Luckner werden Straftaten zur Last gelegt, die in der NS-Zeit nur unzureichend aufgearbeitet wurden. Konkret geht es um Sexualstraftaten (Sex mit Minderjährigen und ein eventuell inzestuöses Verhältnis), die aktenkundig geworden sind. Dass diese Taten von einem „Sonderehrengericht“ 1939 nicht geahndet wurden, muss man wohl so interpretieren, dass der bekannte Abenteurer mit dem Spitznamen „Seeteufel“, der im Ersten Weltkrieg beispielsweise durch versenkte feindliche Schiffe Heldenstatus errang, auch später unter einem besonderen Schutz stand. Seine Sexualstraftaten gerieten erst Jahrzehnte nach seinem Tod wieder in den Fokus. So wurde beispielsweise auch von der Stadt Halle 2005 ein Gutachten zu seiner Person beauftragt, das zu ähnlichen Schlüssen kam, wie dies in Würzburg der Fall war. In Halle war man Graf Luckner nach dem Zweiten Weltkrieg zunächst sehr dankbar, weil er eine wichtige Rolle bei der friedlichen und kampflosen Übergabe der Stadt an die Alliierten spielte. Es kam nicht zur angedrohten Bombardierung durch die amerikanischen Streitkräfte in den letzten Kriegstagen.

 

Aus Sicht der AG Straßenbenennung und des Stadtrats disqualifiziert sich der bisherige Namensgeber dennoch als Vorbild, weil die persönlichen Verfehlungen schwer wiegen. Der Name wird als unpassend für eine Freizeitanlage erachtet, die auch künftige Generationen für ein besonderes Hobby begeistern soll.

 

Der neue Name des Weihers geht hingegen auf die historische, Bezeichnung dieser Flurlage im Bereich der sandigen Flussauen des Mains zurück, die im Vorfeld des heutigen Stadtteils Sanderau in der Vergangenheit regional auch als „Sander-Vorstadt“ bezeichnet wurde. Viele Würzburgerinnen und Würzburg verbinden mit diesem Areal zwischen öffentlichem Grillplatz, Main-Radweg und Naturheilinsel Freizeitspaß und Naherholung.