Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

KÖLN, 25 Mayıs 2023: 29 Mayıs 1993 tarihinde Solingen‘de beş kişi ırkçı bir terör eylemi sonucu öldürülmüştür: Gürsün İnce (27), Hatice Genç (18), Gülüstan Öztürk (12), Hülya Genç (9) ve Saime Genç (4). 17 kişi de hayati tehlike arz edecek şekilde ağır yaralanmıştır. Yangın tüm kurbanları uykuda yakalamıştır. Bu eylemin alçaklığı ve insan düşmanlığı kadar, Mölln ve Solingen kurbanlarına sempati ve dayanışmayı çok gören ve “taziye turizmine düşmek istemiyoruz“ diyerek reddeden dönemin hükümetinin tutumu da bir o kadar dehşet vericidir.

 

Solingen’de 5 masum insanın gece vakti alevler arasında kalarak hayatını kaybettiği kundaklama saldırısı, yeni birleşmiş Almanya’yı kasıp kavuran şiddet dalgasının korkunç bir doruk noktası olmuştur. Hoyerswerda, Rostock-Lichtenhagen, Mölln ve Solingen’deki kundaklama saldırıları ve bunların kamuoyunda ele alınış biçimi, akıl almaz bir siyasi başarısızlığın ifadesidir. Saldırılar şiddetlendikçe, siyaset daha savunmacı hale gelmiş, güvenlik kurumları ve temel hakların savunulması zayıflamıştır.

 

1993’te Almanya’da yılın en çirkin sözü olarak “yabancılaşma” (Überfremdung) kavramı seçilmiştir. 1992 yılında ise “taziye turizmi” (Beileidstourismus: Mölln’deki cinayetler vesilesiyle düzenlenen cenaze törenleri için) ve şamarlamak (yabancılara yönelik fiziksel ve ölümcül saldırılar) tercihler arasında yer alan kavramlar olmuştur. 1991 yılında ise en çirkin sözler arasında “yabancılardan arındırılmış” (ausländerfrei), (Hoyerswerda’daki yabancı düşmanı slogan) ve ikinci sırada Almanların yabancılarla “karışımı“ (durchrasste Gesellschaft; CSU’lu üst düzey politikacı) yer almıştır. Ukraynalı savaş mültecileriyle bağlantılı olarak kullanılan “sosyal turizmi“ (CDU’lu üst düzey politikacı), 2022 yılının en çirkin sözü olarak ikinci sırada yer almıştır. Aynı kavram 2013 yılında da Almanya’nın en çirkin sözü olarak seçilmiştir.

 

Bu kavramlar gökten zembille inmemekte, daha ziyade kamusal bağlamlarda, özellikle de siyaset ve kampanya gazeteciliğinde, toplumsal algı ve müteakip tartışma ve gelişmeler üzerinde önemli bir etkiye sahip olacak şekilde kullanılmalarıyla tanım gereği ortaya çıkmaktadır. Yılın çirkin sözleri seçilen “Yabancılaşma” (Überfremdung) (1993) ile “sosyal turizmi” (Sozialtourismus) (2022) arasında neredeyse 30 yıl geçmiş olsa da, ortak mekanizmaların benzer şekilde etkisinin devam ettiği görülmektedir. Kısa vadeli siyasi ve medyatik ilgi uğruna, uzun vadede toplumsal barış, hatta sosyal güvenlik ve uyum feda edilmektedir.

 

Dönemin Kuzey Ren-Vestfalya İçişleri Bakanı Herbert Schnoor (1980-1995), geriye dönüp baktığında “Gençler siyasetin mülteciler ve yabancılar hakkında nasıl konuştuğunu tecrübe ettiğinde, onların bu sözlü şiddeti acımasız fiziki şiddete dönüştürmesine şaşırmanıza gerek yok“ açıklamasında bulunmuştur. Bu cümle her zamankinden daha günceldir ve artık sadece gençler ile de sınırlı değildir. Gündelik ırkçılığın ötesinde, tırmanan yabancı düşmanlığı ve insan düşmanlığının toplumsal sapmaların ürünü ve yansıması olduğunu yaşıyoruz. Bunlar önce kavramlara, nadiren de olsa eylemlere ve bazen de teröre yol açmakladır.

 

1993’te Solingen’de meydana gelen terör saldırısında ailesinden 5 kişiyi kaybeden Mevlüde GENÇ, 2022 yılının sonunda hayatını kaybetmiştir. O her zaman toplumsal uyumun hüzünlü bir uyarıcısı ve barış ile uzlaşının sarsılmaz bir sembolü olmuştur. O bir Alman faciasının sembolü olarak, Almanya’daki Türk toplumunun annesi olmuştur. Zira Türk vatandaşlarının acısı, yarası ve kaybı da derin izler bırakmıştır. Mölln’de (11/1992) ve Solingen’de (05/1993) meydana gelen iki yangın, Türk kökenli vatandaşlar için algıda hala derin bir dönüm noktasını temsil etmektedir: Solingen’den ÖNCE ve SONRA diye bir zaman ortaya çıkmıştır. Söz konusu ırkçı terör dalgası ve devletin bunu ele alış biçimi, Türkiye kökenli insanların ev ve güvenlik duygusunu kalıcı olarak zedelemiştir. Bu durum onlarca yıl ve nesiller boyunca yankılanmaktadır. Ve 30 yıl sonra da, hala mültecilere, göçmenlere, Müslümanlara, onların örgütlerine ve ibadethanelerine yönelik saldırılar, siyasi ve sosyal iklimin kötü durumda olduğunu göstermektedir.

 

Poliste, silahlı kuvvetlerde veya federal makamlar içinde radikal sağcı sohbet gruplarının bulunduğu haberleri, radikal sağcı oluşumlardan kendini tehdit edilmiş hisseden öğretmenlerden gelen yardım çağrıları, örneğin Berg’deki (Spreewald) bir okulda Hitler selamları, gamalı haçlar ve sağcı müzik veya bir bahçedeki gamalı haçlı Nazi partisi (Döbeln) - tüm bunlar konunun hala ne kadar güncel olduğunun bir kesitidir (belgesidir). Kavramsal ve siyasi sapkınlıklardan bahsetmeye bile gerek bulunmamaktadır.

 

Tarihi hatırlamak aynı zamanda tarihten ders çıkarmak demektir. Bu umutla, Solingen’deki terör eyleminde hayatını kaybedenlere ve diğer tüm ırkçılık ve terör kurbanlarına Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabırlar diliyoruz. Onlarla olan dayanışmamız her daim devam edecektir.

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

Ülkemizin gündemine ışık olması düsüncesiyle değerli ilim ve bilim adamı rahmetli üstadımız Seyyid Ahmet Arvasi hocamızın görüşleriyle sizleri başbaşa bırakmak istiyorum.

 
Gündemi aydınlatan Eğitimci – Yazar Mustafa Kuvancı beyin görüşlerini okuyucularımızla paylaşmak istedim. Bugün çok ciddi bir Doğu sorunuyla karşı karşıyayız. Özellikle bölgede ortaya çıkarılan terör, millet olarak hepimizi derinden yaralamaktadır.
 
 
Doğu Anadolu Gerçeği
 
Seyyid Ahmet Arvasi, 1985 yılında başlayan ve bugüne kadar gelen, binlerce insanımızın ölmesine, binlerce insanımızın evsiz, yurtsuz kalarak göç etmesine sebep olan, önlemek için yapılan harcamaları bir ülkeyi inşa edecek kadar para tutan hain terörü önceden görmüş ve 1986 yılında yayınladığı “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı eseriyle problemi ortaya koymuştur.
 
O dönemde birkaç çapulcu, eşkıya hareketi olarak değerlendirilen PKK terörünün aslında dış destekli olduğunu Arvasi bu eseriyle ortaya koymuştur. Eserinde, terörü önlemek ve milli bütünlüğü sağlamak için alınması gereken tedbirleri de belirtmiştir.
Doğu Anadolu Gerçeği ilk olarak 1986 yılında Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. 12 Eylül Harekatı sonrası hapse atılan, MHP davasından Askeri Mahkemece yargılanan ve beraat eden Arvasi’nin bu kitabını zamanın genelkurmay başkanlığı taltif ederek Güneydoğu bölgesinde teröre ve bölücülüğe çare olarak dağıttırmış, okutturmuş ve tavsiye etmiştir. (1)
 
S. Ahmet Arvasi’nin Doğu Anadolu Gerçeği adlı kitabı başlı başına ele alınarak bir tez çerçevesinde değerlendirilirse, 8 başlık altında ortaya koyduğu “Doğu meselesinin faktörleri’nden 8 ayrı kitap çıkarmak mümkün olacaktır. Biz burada kendimizce önemli gördüğümüz bir iki maddeyi ele almaya çalışacağız.
 
Arvasi, kitabının giriş kısmında şöyle der: “Esefle belirtelim ki, bugün ülkemizde ister istemez bir şark meselesi vardır. Devletimizin ve milletimizin düşmanları, bu konuyu istismar ederek vahim boyutlara ulaştırmak için ne mümkünse yapmaktadırlar.
Kitabımızı yazarken meseleyi bir antropolog, bir etnolog, bir tarihçi, bir dilci gibi değil, bir eğitimci ve eğitim sosyologu olarak inceleyeceğiz. Türkiye’de şark meselesine vücut veren olumsuz faktörleri ortaya koyacak ve problemin çok boyutlu olduğunu göstermeye çalışacağız.”
 
 
Arvasi daha sonra bu faktörleri şöyle sıralıyor:
 
1. Tarihi faktörler: Yerli ve yabancı ilim, siyaset ve fikir adamlarının bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın kökeni hakkında öne sürdükleri teoriler.
 
2. Kültür Faktörü: Bu bölgede konuşulan ağızlar, farklı inançlar, milli kültüre yabancılaşma ve bunu farklılık olarak kullanan güçler.
3. Sosyal faktörler: Bölgedeki konargöçer halk aşiretler, aşiret sistemi ve bunun doğurduğu sebepler.
4. Coğrafi faktörler: Sert arazi yapısı ve sert iklimin sonucunda ulaşım ve irtibat sorununun milli irtibatı zayıflatması
5. Ekonomik faktörler: Bölge halkının üretim alanında geri kalması ve
komşu ülkelerle ticari ilişkiler.
6. Psikolojik faktörler: Kürtlük kompleksi.
7. İdari ve Siyasi faktörler: Bazı idareci ve siyasetçilerin hatalı
davranışları, tecrübesiz ve yetersiz kadroların hataları ve oy
avcılığı uğruna yapılan hatalar.
8. Milletlerarası çatışmalar ve Emperyalizmin oyunları: Türkiye ve
Ortadoğu üzerine oynanmak istenen emperyalist oyunlar.
 
Seyyid Ahmet Arvasi kitabını bu başlıklar altında sürdürüyor. Her
başlığı açıklıyor, örnekler veriyor. Ama az önce de söylediğimiz gibi
bu başlıkların her biri kendi içinde bir kitap oluşturacak
seviyededir.
 
Biz, kitaptan bazı bölümleri Arvasi’nin gösterdiği istikamette
yorumlayacağız.
 
Arvasi, Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu, Batılıların ileri sürdükleri
gibi ayrı bir kavim olmadıklarını belirtir. Bunları ifade ederken de
birçok batılı kaynağı delil olarak gösterir. Ayrıca Kürt kelimesinin
ilk kez Yenisey (Elegeş mezar taşları) yazıtlarında geçtiğini ifade
eder. Bu kitabe şöyledir:
 
“Kürt El-kan Alp Urungu, altunlug keşigim bantım belde. Elim tokuz
kırk yaşım. (Kürt ilhanı Alp Urunguyum. Altunlu okluğumu bağladım
belime. Elim/ devletim otuz dokuz yaşımda öldüm.) (2)
 
Kürtlerin kökeninin Medler’e, Guttiler’e, Karduklar’,
Mervanoğulları’na vs. dayandırılamaya çalışıldığını halbuki bu
milletlerin dillerinde “Kürt” kelimesinin hiç geçmediğini, ayrıca Kürt
aşireti olarak ifade edilen Zaza, Kurmanç, Lur ve Kalhur ağızlarında
da böyle bir kelimenin olmadığını ifade eden Arvasi, “Kürt”
kelimesinin Türk boyları arasında kullanımını da bize aktarır:
 
Kazakçada ….. kürt ….. kalın kar yığını
….. Kürtlük….. yeni yağmış kar
Kazan Tatarcasında….. Kört….. kar yığını
Çuvaşçada….. kürt….. kar yığıntısı
Uygurcada ….. körtük….. kar yığını
Kırgızcada….. Körtük….. kar yığını
Yakutlarda ….. Kürtçük ….. kar yığını
Tarançilerde….. kürt….. yeni yağmış kar
Şor Türkçesinde ….. Kürt….. çığ
 
Arvasi, Osmanlı döneminde “Kürdistan” kelimesinin bilinçsizce
kullanıldığını, o dönemde sınırları belli bir Kürdistan olmadığını
ifade eder. Gerçi belli bir dönem sonra bu tabir özellikle kullanılır
hale gelmiştir. Ama kanaatimizce Osmanlı döneminde kullanılan
Kürdistan kelimesinin Kürt halkının yaşadığı bölge olarak kullanılması
söz konusu değildir.
 
Yukarıdaki Türk boylarında Kürt sözcüğünün anlamlarına bakarsak bunu
daha rahat anlarız. Hepimizin bildiği gibi Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da kışlar uzun sürmekte, kar yağışı fazla olmaktadır.
 
Ben üniversiteyi Van’da okudum, iyi bilirim. Kasım ortalarında yağan
kar, nisan sonuna kadar şehir merkezinden kalkmazdı. Hatta Van’ın
Bahçesaray ilçesi (eski adıyla Müküs) on bir ay kış, bir ay yaz yaşar.
Hepimiz TV’lerde görmüşüzdür. Aylarca yolu açılamaz. Sürekli kar
yağışı vardır. Aylarca ulaşılamadığı için Vanlılar Bahçesaray ilçesine
“Müküs Gezegeni” derler.
 
Eskilerden duymuşuzdur adam boyu karların yağdığını, bugün küresel
ısınma nedeniyle eski kar yağışı yok belki, ama o zamanlar özellikle
doğu ve güney doğuya iyi kar yağarmış. Böyle bir kar yığını altında
kalan bölgeye Türk lehçelerindeki Kürt kelimesinin anlamıyla Kürdistan
demek belki o dönemlerde doğru bir ifadeydi.
 
Arvasi, Kürtçe diye bir dil olmadığını, bölgede konuşulan ağızların
Türkçe-Farsça-Arapça kırması garip bir ağız olduğunu ifade ederek
önemli bir noktaya dikkat çeker:
 
“Herkesin rahatça müşahade edeceği üzere bugün Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’muzda yaşayan halkımızın çoğunluğunun konuştuğu dil kesin
olarak Türkçedir. Ancak, yol ve okul götüremediğimiz ve kültür
merkezlerimizle irtibat sağlayamadığımız bazı vatan topraklarındaki
vatandaşlarımız, bazen Kurmançi, bazen Zazaki, bazen Gorani, bazen
Sorani, bazen Lorani denen ve hepsine de ortak olarak Kürtçe tabiri
yakıştırılan ağızla konuşmaktadırlar. Ancak hemen belirtelim ki bu
ağızları konuşan gruplar birbirlerini anlamamaktadırlar. Hepsinde
ortak olan tek şey: “Yek, dü, se, çar, penç…” diye başlayan ve devam
eden Farsça sayı sistemidir. Oysa etnolojik araştırmalar göstermiştir
ki en ilkel dilin bile kendine mahsus bir sayı sistemi vardır. Herkes
rahatça müşahede etmektedir ki emperyalistlerin ve bölücülerin
“Kürtçe” diye tabir ettikleri ağzın böyle bir hususiyeti yoktur. Bu
durum bile zorlama bir dil ihdas etme gayretlerini ortaya koymaya
yeter. Bize göre Kürtçe tabir edilen ağız, kültür temaslarımızın
emperyalizme dönüşmesinin acı bir meyvesidir.” (3)
 
Arvasi, Kürtçe diye tabir edilen ağızdaki bazı kelimelerle bunların
Türkçe karşılığını vererek “Kürtçe, Hint Avrupa dil grubundandır.”
İddialarına da cevap verir. İşte birkaç örnek:
 
Aşiret ağzı….. Türkçe
Acar….. acar (yeni)
Baci….. bacı
Bibi….. bibi (hala)
Bizav….. buzağı
Bori….. boru
Çakuç….. çekiç
Dengiz….. deniz
Donguz….. domuz
Dışıman….. düşman
Eze….. teyze
Guleş….. güreş
İsot….. ıssı ot (biber)
Kantır….. katır
Kırtık….. kırıntı
Lepe….. lapa
Nene….. nene (nine)
Pembuk….. pamuk
Pıçuk….. küçük
Sobe….. soba
Vare….. var (gel)
Vardek….. ördek
 
Bunlar bizim Doğu Anadolu Gerçeği adlı eserden aldığımız sadece birkaç
örnektir. Arvasi yöre halkının sesine de kulak verir ve şöyle der:
“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda uydurma ve Türkten ayrı bir millet
ihdas etmek isteyen hainlere bir Doğu Anadolu çocuğu olan ve 17.
asırda yaşayan Ercişli Emrah’ın şu mısralarını hatırlatmak gerekir:
 
Bize Emrah derler, Karakoyunlu
Yiğitler içinde yiğit oyunlu
Kaz gibi pısmazık, erkek boyunlu
Biz Türküz, Türklükten fermanımız var.”
 
Arvasi, bu bölgedeki tehlikenin farkına ilk varan Osmanlı padişahının
Yavuz Sultan Selim olduğunu belirtir ve alınan tedbirlerden bahseder.
Bu tedbirlerden en önemlisi şüphesiz bölge halkının eğitilmesidir.
Arvasi bu noktada şunları söyler:
 
“Esefle belirtelim ki imparatorluk dönemi dahil, ülkemizde asırlar
boyunca bütün cemiyeti içine alan, planlı, programlı ve hedefleri
belli bir talim ve terbiye teşkilatı yoktu. Dolayısıyla kuvvetli ve
başarılı bir dil ve din eğitimi gerçekleşmiyordu. İş, mahalli
idarelere ve halka bırakılmıştı. Bu yüzden birçok vatan evladı daha
yakın olduğundan dini talim ve terbiye için İran’a, Irak’a, Suriye’ye
ve Mısır’a gidiyordu.”
 
Arvasi’ye göre bu ülkelere, din eğitimi almaya giden Türk gençleri
misyonerlerin cirit attığı okullarda eğitim görmüş ve birçok konuda
beyni yıkanmış olarak ülkeye dönmüştür.
 
Arvasi’nin işaret ettiği bu nokta çok önemlidir. Hatta bana göre Doğu
meselesinin temelidir. İngiliz casusu Hampher anılarında şöyle diyor:
“1710 yılında Sömürgeler bakanlığı beni Müslümanları parçalamak için
gerekli bilgileri toplamak ve casusluk yapmak üzere Mısır, Irak, Hicaz
ve İstanbul’a gönderdi. Aynı tarihte aynı vazifeyle dokuz kişiyi daha
görevlendirdi. Bize lazım olacak para, bilgi ve haritaların yanında
bir de devlet adamlarının, kabile reislerinin ve alimlerin listesi
verildi. Ben önce İstanbul’a geldim. Asıl vazifemin yanında Türkçeyi
de çok iyi öğrenmem gerekiyordu. Londra’da Farsça, Arapça, Türkçe dil
eğitimi almıştım ama bu dilleri o halklar gibi konuşmalıydım. (4)
 
Hampher anılarının ilerleyen bölümlerinde diğer ajanlarla birlikte
Osmanlı topraklarında yaptıkları bölücülük ve kafa karıştırıcılığı
faaliyetlerini anlatıyor. Özellikle Muhammed bin Abdülvahhab Necdi ile
tanışmasını, onu muta nikahının mübah olduğuna ikna etmesini, şarap
içmenin mahzuru olmadığına ikna etmesini ve bunun gibi İslam’ın temel
prensiplerinden uzaklaştırarak Vahhabiliği kurdurmasını ve Arapların
Osmanlı’ya karşı kışkırtılmasını nasıl planlayıp gerçekleştirdiğini
anlatıyor.
 
Hampher bir örnektir. Bu çalışmayı yaparken bir kitap geldi aklıma.
1993 baskılı, Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu’nun “Osmanlı
İmparatorluğunda Yabancı Okullar” adlı çalışması. Arvasi’nin değindiği
eğitim meselesine bu kitaptan alıntılar yaparak devam edelim.
 
Osmanlı’da ilk yabancı misyoner okulu 1853’te İstanbul’da kurulan
Saint-Benoit Fransız okuludur. Bu okulu Saint-George, Saint-Luis,
Saint-Pierre, Notre Dame de Sion, Saint-Joseph…. İzlemiştir. 1853-1925
arasında İstanbul’da 72 Fransız okulu vardır.
 
1917 tarihli bir belgede de bu tarihte İstanbul’da İngilizlere ait 83
okul ve hastane olduğu ifade edilir.
 
1904 tarihinde Osmanlı topraklarında 465 Amerikan okulu vardır. Bu
okulların bugünkü Türkiye sınırları içerisindeki dağılımına bir göz
atalım.
 
İstanbul….. Robert College (1863)
İstanbul….. Gedikpaşa Girls School
Adapazarı….. Girls Hing School
Bursa….. Girls Hing School
İzmir….. American Collegiate İnstitute For Girls
İzmir….. İnternational College
Kayseri….. Talas Boys School
Kayseri….. Talas Girls School
Sivas….. Girls Hing School
Merzifon….. Anotolia College
Merzifon….. Anotolia Girls School
Harput….. Euphrates College (1859)
Harput….. Girls Hing School
Diyarbakır….. Protestant School
Mardin….. Teachers School
Mardin….. Girls Hing School
Bitlis….. Girls Boarding School
Van….. Boys School
Van….. Girls School
Erzurum….. Girls Boarding School
Erzurum….. Boys Boarding School
Antep….. Seminary for Girls
Maraş….. Central Turkey College For Girls
Adana….. Seminary For Girls
Saimbeyli….. Hodjin Hom School For Girls
Tarsus….. Saint Paul’s İnstitute For Boys
Urfa….. İndustrial Training School
 
Dikkat ederseniz Amerikan okullarının büyük bir çoğunluğu Doğu ve
Güneydoğu Anadolu illerinde kurulmuştur. Bir tek Amerikalının
yaşamadığı bu topraklarda Amerikalılar herhalde bizim kara kaşımıza,
kara gözümüze hayran oldukları için okul açmamıştır. Nitekim adı geçen
eserde yapılan inceleme sonunda bu okulların üç şeye önem verdikleri
tespit edilmiştir:
 
1. Eğitim: Modern eğitim sistemiyle hiçbir fedakârlıktan
kaçınılmaksızın eğitim verilmiş, bu yönüyle Türk eğitimine ve diğer
devletlere örnek olmuşlardır.
2. Siyasi faliyetler: Azınlıklar sorununa eğilmiş, onları desteklemiş
hatta azınlık sorunlarının çıkış nedeni olmuşlardır. Özellikle Ermeni
sorununda etkileri büyüktür.
3. Dine ve mezhebe din kardeşi kazandırma girişimi: Yazara göre bu
düşünce okulların başlangıçtan beri en büyük hedefidir ve Osmanlı’nın
çöküşünde başlıca etkendir.
 
Üçüncü maddeyle ilgili bir not aynı eserde şöyle yer alıyor:
 
1928’de Bursa Amerikan okulunda üç kız Hıristiyan olmuş, bir
arkadaşlarının milli eğitim müdürlüğüne şikayeti ile durum ortaya
çıkmış, basının Amerikan okulları aleyhine yaptığı yayın neticesinde
okulun izni iptal edilmiştir. Hayat Dergisi 2 Şubat 1928 tarihli
sayısında “Hıristiyanlaştırma Faciası” diye olayı duyurmuş ve şu
soruyu sormuştur: “Neden bir tek Amerikan ailesi dahi olmayan Bursa’da
bir Amerikan okulu bulunmaktadır?” (5)
 
Bu “Neden?” sorusunun temeli aslında bizim konumuzdur. Bugünkü “Kürt
sorunu” diye önümüze sürülen mesele, aslında İngiltere, Amerika,
Fransa, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin 1700’lü yıllardan beri
uyguladığı bu eğitimdeki haçlı seferinin sonucudur.
 
İ. Polat Haydaroğlu bu “Neden?” sorusunun hepimizin bildiği cevabını
bakın nasıl veriyor:
 
“Yabancı okulların siyasi faaliyetleri doğrultusunda günümüzde de
huzursuzluğu hissedilen “Kürtleri” etkileme çabaları okulların zararlı
çalışmalarından sadece biridir.
 
Selçuklular döneminden başlayarak Osmanlı devletinde Anadolu’da
sistemli bir Kürt-Türk ayrımı yapılmış değildi. Kaynaklarda zaman
zaman “Kürt beyi” ve “Kürdistan” deyimine rastlanmaktadır. Ama Osmanlı
topraklarında sınırları belli “Kürdistan” diye bir birim yoktur.
 
Yabancı devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için
İmparatorluğa bağlı halkaları kışkırtmaya başladıkları 19. yüzyılda
artık ayrı bir birim olduklarını düşünmeye başladılar. Yine bu dönemde
siyasi alana bir “Kürdistan” deyimi getirildi. Osmanlı İmparatorluğu
1831’de yapılan sayımda ve daha önceki tahrirlerde İslamiyet dışında
Kürtler ve Türkler diye bir ayrım yapmış değildi. 19. yüzyılın ikinci
yarısında konsolosluklar ve okullar Anadolu’ya yayılmaya başladığında
onların düzenlediği raporlarda cemaatlerden söz edilirken Kürt, Türk,
Arap gibi kısımlara ayrıldığı görülmektedir.
 
Avrupalılar koruyuculukları altında Kürtleri de bir azınlıkmış gibi
ele aldılar. ….. Kürt olduğu öne sürülen halkın yaşadığı bölgelerde
başta İngilizler olmak üzere Amerika ve Fransa’nın da okul açtığı
görülmektedir. Örneğin Diyarbakır ve Bitlis gibi yerlerde okul
açılması yalnız ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Bu, bir rastlantı da
değildir. Bütün bu çabaların sonunda Kürtler için çalışan dernekler
yanında basın yoluyla da faaliyetler sürdü.
 
II. Meşrutiyet döneminde basın sansürünün kalkmasıyla sayıları artan
gazeteler arasında iki Kürtçe gazetenin bulunması dikkat çekicidir.
İstanbul’da haftalık olarak yayınlanan bu iki gazetenin birinin ismi
“Kürt” adını taşımakta olup Süleymaniyeli Tevfik Bey tarafından,
“Kürdistan” adını taşıyan ise Bedirhanzade Ahmet Süreyya Bey
tarafından yayınlanmıştır.” (6)
 
Tekrar Seyyid Ahmet Arvasiye dönelim ve son bir alıntıyla konumuzu
bitirelim:
 
“Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı. 1950’li yıllarda Doğu Anadolu’da
bir ilk öğretmen okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalışıyormuş.
Sınıfına bir idareciyle birlikte Amerikalı bir barış gönüllüsü gelmiş.
Barış gönüllüsü, bir müddet verilen dersi dinledikten sonra, bir hayli
güzel konuştuğu Türkçesiyle Öğretmenden izin isteyerek öğrencilere
bazı sorular sorup soramayacağını bildirmiş. Öğretmen “buyurun” demiş.
Barış gönüllüsü de sınıfı dolduran masum Doğu Anadolu çocuklarına şu
soruyu sormuş:
Çocuklar, siz Türkçeden başka bir dil biliyor musunuz?”
Çocuklar cevap vermiş:
“Şimdilik bilmiyoruz. Ama okulumuzda İngilizce, Almanca, Fransızca
okutuluyor. Biz de öğrenmeye çalışıyoruz.”
Barış gönüllüsü, sorusunu açmak zorunda kalmış:
“Öylesi değil… Mesela siz, evinizde başka bir dil konuşmuyor musunuz?”
Çocuklar şaşkın:
……..?
Barış gönüllüsü artık gizlemeye gerek duymamış:
“Canım, mesela Kürtçe bilmiyor musunuz?”
Öğretmen, idareci ve öğrenciler iyice şaşırmışlar. Barış gönüllüsü
riyakar bir tebessümle zehirli dişlerini göstermiş:
“Niçin şaşırdınız? Kürtçe bir dil değil midir?”
 
Evet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bugünkü yaşadığımız sıkıntının
nedenleri büyük ölçüde yukarıda adını saydığımız ülkelerin yaptığı
bölücü misyonerlik faaliyetleridir.
 
Bugün ülkeleri barış getirme vaadiyle istila eden Amerika, gelecekte
Türkiye’yi istila etmenin alt yapısını 1862 yılında Harput kolejiyle
oluşturmaya başlamış, bugün artık belli bir kıvama getirmiştir.
 
Ülkemizdeki Kürt sorunu bugün o hale gelmiştir ki Türk insanı artık
Doğu ve Güneydoğu’yu verip bu beladan kurtulma düşüncesine
sokulmuştur.
 
Yine öyle bir duruma getirilmiştir ki, ülkemizde tüm Kürtler hain
olarak algılanır olmuştur. Bu durum bir iç savaşın kaçınılmaz
olduğunun göstergesidir. Terör masum insanların canına kıymakta, canlı
bombalarla kalabalık meydanları hedef almakta, evinde sessiz sedasız
oturan insanların arabalarını ateşe vermektedir. İşte bu durum Türk
insanının gözünde tüm Kürtleri suçlu duruma sokmakta ve iç savaşın
ayak seslerini duyurmaktadır.
 
Bugün özgürlük isteyenlerin hangi özgürlükten bahsettiklerini hiçbir
zaman anlayabilmiş değilim. Birkaç yıl önce bir esnafın dükkanına
gitmiştim, alışverişimi yaparken yaşlı dükkan sahibinin yanındaki
yaşlı misafiriyle sohbetine kulak misafiri oldum: Dükkan sahibi
soruyordu misafirine:
 
“Bak, sen Muş’tan gelmiş, burada iş yeri açmışsın, kaç yıldır dükkanın
var Balıkesir’de?”
“Yirmi yıldır.”
“Peki, sen dükkan açarken kimse sana sen Muşlusun, burada dükkan
açamazsın dedi mi?”
” Demedi.”
“Şimdi niye burada dükkan açtın diyen var mı?”
“Yok.”
“Peki, ben şimdi gitsem, Muş’ta dükkan açmak istesem açabilir miyim?”
“Açamazsın, seni orada çalıştırmazlar.”
“Kim, devlet mi?”
“Hayır, Muş halkı, esnafı….”
“Peki, siz daha ne özgürlüğü istiyorsunuz, hangi özgürlükten
bahsediyorsunuz, size burada bu kadar özgürlük verilmişken daha ne
özgürlüğünden dem vuruyorsunuz?”
Misafirin söyleyecek sözü kalmamıştı artık!
 
Ülkemizde durum budur. Bu konuda elbette söylenecek çok söz vardır.
Buraya aldığımız konu Arvasi’nin çerçevesinden sadece küçük bir
kesitti. Sorunun ortaya çıkış yoluna değindik. Çözüm yollarını elbette
devletin ilgili birimleri düşünüyordur…
 
__________________________
 
1. Hakkı Öznur, Seyyid Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. S. 39, Ank. 2002
2. W. Radloff, Arberiten der Orchun, Expedition Atlas des Alterthümer
der Mongolei, Saintpetersburg, 1893
3. Seyyid Ahmet Arvasi, Doğu Anadolu Gerçeği, s.32, Burak Yay, İst.
1993
4. M. Sıddık Gümüş, İngiliz Casusunun İtirafları, Hakikat Kitabevi,
İst. 2004
5. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
6. Yrd. Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda
Yabancı Okullar, s. 138, Ocak Yay. Ank. 1993
 
Balıkesir Aydınlar Ocağı Seyyid Ahmet Arvasi Anma Programı Konuşma
Metni
 
Haber: Dogan Tufan
Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

 

Mit einer Stele am Barbarossaplatz gedenkt die Stadt Würzburg den
Opfern der Messerattacke vom 25. Juni 2021. Die Stele soll, wie
Oberbürgermeister Christian Schuchardt bei der Einweihung betont, ein
Ruhepol sein, der jederzeit zum kurzen Innehalten einlädt. Denn die
Gewalttat vor zwei Jahren, bei der drei Menschen getötet und mehrere
schwer verletzt wurden, habe sich in das kollektive Gedächtnis der
Würzburger Gesellschaft gebrannt.

„Für eine große Zahl von Menschen ist der 25. Juni 2021 ein
persönlicher Einschnitt in ihrem Leben geworden. Für sie ist das
Leben nicht mehr so, wie es davor war und für einige wird es auch nie
mehr so werden“, sagte Schuchardt. Die Angehörigen der getöteten Frauen,
die Partner, Kinder, sie alle haben einen Verlust erlitten, der
unwiederbringlich ist.

Schuchardt dankte im Rahmen der Eröffnung den couragierten
Mitbürgerinnen und Mitbürgern, die ohne Zögern unter Einsatz ihres
Lebens durch ihr beherztes Eingreifen verhindert haben, dass noch mehr
Opfer zu beklagen sind. „Sie sind Ansporn für uns alle, ebenfalls nicht
wegzusehen, sondern zu helfen, wenn Mitmenschen in Not in
Ausnahmesituationen wie im Alltag sind“, so Schuchardt. Gleichzeitig
dankte Schuchardt den Einsatzkräften von Polizei, Feuerwehr und
Rettungsdiensten auf deren rasche und professionelle Hilfe man sich auch
in Extremsituationen verlassen könne.

„Verantwortungsbewusstsein füreinander, selbstlose Hilfs- und mutige
Einsatzbereitschaft sowie Zivilcourage gehören zu den Werten, ohne die
keine Gemeinschaft funktionieren kann. Einheimische und Zugewanderte,
Menschen verschiedener Religionen haben auf diese Weise vor zwei Jahren
gemeinsam gezeigt, was unsere Stadtgesellschaft ausmacht und
zusammenhält. Diesen Weg solidarischen und gemeinschaftlichen
Handelns müssen wir weiter gehen“, betonte Schuchardt.

Bild: Oberbürgermeister Christian Schuchardt weiht die Gedenkstele am
Barbarossaplatz ein. Foto: Christian Weiß

 

Der Förderverein des Lions Club Würzburg e.V. hat einen Scheck über 5.500 Euro an die Stadt Würzburg übergeben. Die Spende fließt in humanitäre und kulturelle Projekte der Ukraine-Hilfe in Würzburg wie auch vor Ort.

Die Stadt Würzburg hat bereits Anfang des letzten Jahres ein Spendenkonto für die Ukraine eingerichtet und mit Beschluss des Würzburger Stadtrates im März 2022 eine Million Euro bereitgestellt, um Organisationen zu unterstützen, die humanitäre Hilfe aus Würzburg in die Ukraine bringen. Bei seiner Reise nach Lviv und Lutsk in der Ukraine im Februar dieses Jahres hatte Oberbürgermeister Christian Schuchardt nicht nur mit seinem Lviver Amtskollegen Andryi Sadovyi die Partnerschaftsurkunde unterzeichnet. Die Reise nahm Schuchardt auch zum Anlass, u.a. das größte Warenverteillager in der Westukraine zu besuchen, aus dem Hilfsgüter auch aus Würzburg in die Kriegsregionen der Ukraine verteilt werden.

Die Spende des Lions Club Würzburg stammt aus dem Benefizkonzert Anfang April mit der aus Würzburg stammenden Mezzosopranistin Waltraud Meier. Insgesamt konnte der Lions Club 27.500 Euro aus diesem Konzert für gute Zwecke überreichen. Den gut besuchten Abschiedsauftritt der Künstlerin in Deutschland begleitete das Philharmonische Orchester unter der Leitung von GMD Enrico Calesso. Der Konzertabend in der Musikhochschule stand unter der Schirmherrschaft von Oberbürgermeister Christian Schuchardt. Waltraud Meier wurde bereits mit zahlreichen Preisen geehrt, sie ist Kammersängerin der Bayerischen Staatsoper und der Wiener Staatsoper und Ehrenmitglied der Wiener Staatsoper. Im Herbst 2023 wird sie ihre Bühnenkarriere beenden.

 

 
BERLİN (AA) - Avrupa Birliği (AB) üye ülkelerinin dün Lüksemburg’da üzerinde uzlaşma sağladığı ortak göç ve iltica kuralları Almanya’da tartışmalara sebep oldu.

Alman hükümet Sözcüsü Steffen Hebestreit, başkent Berlin’de yaptığı açıklamada, Lüksemburg'da dün gerçekleştirilen AB içişleri bakanları toplantısında "dayanışmaya dayalı bir çözüm" bulunmasının önemli bir adım olduğunu ifade etti.

Hebestreit, “Buna rağmen bu bir uzlaşmadır, yutulacak bazı acı haplar vardı. Alman hükümeti protokol kaydı düştü. Bu çocuklu ailelerin korunmasıyla ilgili.” dedi.

 

AB ülkelerinin göç ve iltica kuralları konusunda ortak tutum sergilemesini olumlu bulan Hebestreit, Alman hükümetinin, AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu arasında yürütülen görüşmelerde çocuklu aileler konusunda iyileşme sağlanacağından ümitli olduğunu kaydetti.

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser de Rheinische Post gazetesine yaptığı açıklamada, AB’de iltica sisteminin sertleştirilmesini savunarak, “Acilen ihtiyaç duyduğumuz ortak bir Avrupa iltica sistemine ulaşıyoruz. Bunu yaparken de yüksek insani standartları kabul ettirdik.” diye konuştu.

Faeser, uzlaşmanın önemine işaret ederek, anlaşmaya varılmaması durumunda dış sınırlarının güvenli bir şekilde kontrol edilmeyeceğini ve dolayısıyla AB içinde serbest dolaşımı öngören Şengen sisteminin tehlikede olacağını kaydetti.

 

- Hükümetin ortağı Yeşiller Partisi uzlaşmadan dolayı karıştı

Yeşiller Partili Aile, Yaşlılar, Kadın ve Gençlik Bakanı Lisa Paus ise Lüksemburg’da AB içişleri bakanlarının vardığı uzlaşmayı “çok sorunlu” olarak nitelendirdi.

Paus, Alman hükümetinin müzakerelerde, çocuklu ailelerin AB sınırlarında iltica işleminden geçirilmesinden muaf tutulmasının kabul ettiremediğine dikkati çekerek, “Bu nedenle bulunan uzlaşma benim için çok sorunlu.” ifadesini kullandı.

Ayrıca Paus, uzlaşmada Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine uyulması ve çocukların yararının dikkate alınması gerektiğini vurguladı.

Yeşiller Partili Dışişleri Bakanı Analena Baerbock da partisinin milletvekillerine mektup yazarak, uzlaşmaya destek vermeleri çağrısında bulundu.

 

Baerbock mektubunda, uzlaşmayı onaylama kararını kişisel, Yeşiller Partili ve Dışişleri Bakanı olarak zor verdiğini belirterek, ancak uzlaşmanın sığınmacıların mevcut durumunu iyileştireceği için doğru bulduğunu belirtti.

Alman hükümetinin müzakerelerde özellikle aileler için kısıtlamaları mümkün olduğunca düşük tutmak için mücadele ettiğini vurgulayan Baerbock, “Ancak, uzlaşmaya varılmaması, sığınmacıların (AB ülkelerine) dağıtılmaması, savaştan, işkenceden ve en ağır insan hakları ihlallerinden kaçan Suriyeli veya Afgan ailelerin ve çocukların kalıcı ve hiçbir perspektifi olmadan AB'nin dış sınırında sıkışıp kalmaları anlamına gelecekti.” değerlendirmesinde bulundu.

Yeşiller Partisi Eş Başkanı Ricarda Lang ise Lüksemburg’daki toplantıda önemli konularda başarı sağlanamadığını dile getirerek, “Bu yüzden Almanya’nın uzlaşmaya onay vermemesi gerekiyordu.” şeklinde görüş belirtti.

Yeşiller Partisi Avrupa Parlamentosu Milletvekili Rasmus Andresen, AB üyesi ülkelerin ahlaki pusulayı kaybettiğini söyleyerek, “Alman hükümetinin onayıyla Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser'in de bu öneriyi kabul etmesi utanç vericidir.” dedi.

 

- Sivil toplum örgütlerinden uzlaşmaya tepki

Sivil toplum örgütleri de AB’nin iltica sisteminin sertleştirilmesini eleştirdi.

Amnesty International Almanya Genel Sekreteri Markus Beeko, Alman hükümetinin uzlaşmayı bir siyasi başarı olarak kutlamasına tepki göstererek, uzlaşmanın bir başarı değil, insan hakları konusunda tabularının ihlal edilmesi, anayasal yetkinin hiçe sayılması ve koalisyon protokolünde verilen sözlerin yerine getirilmesi anlamına geldiğini vurguladı.

“Pro Asyl” Derneği Sözcüsü Karl Kopp, uzlaşmanın hukuk devletine ve mülteci haklarına bir saldırı olduğunu belirterek, sığınmacıların güvenli olmayan üçüncü ülkelere sınır dışı edilmek üzere sınırdaki işlemler için hapsedildiklerinde bunun insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile bir ilgisi olmayacağını söyledi.

Almanya Sınır Tanımayan Doktorlar Derneği Başkan Yardımcısı Parnian Parvanta da AB içişleri bakanlarının aldığı kararın savunmasız insanlar için ağır sonuçlar getireceğini vurgulayarak "Alman hükümetinin onayı bizi dehşete düşürdü." ifadesini kullandı.

Parvanta, ülkelerinden kaçan insanların çektiği acıların Lüksemburg'da varılan anlaşmayla daha da artacağını kaydetti.

 

- AB ülkelerinin uzlaştığı konular

AB ülkelerinin içişleri bakanları dün Lüksemburg’da ortak iltica sisteminde reform yapılması konusunda uzlaşmaya varmıştı.

Buna göre güvenli görülen ülkelerden gelen düzensiz göçmenlerin AB üyesi ülkenin sınırını geçtikten hemen sonra buralarda kurulacak ve sıkı kontrol edilecek ilk kabul merkezlerinde iltica işleminden geçmesi planlanıyor. Bu kişilerin iltica başvurusunun burada 3 ay içinde incelenmesi, başvuruları kabul edilmeyenlerin ivedilikle ülkelerine gönderilmesi isteniyor.

Uzlaşmada sığınmacıları kabul etmeyen üye ülkelerin her kişi başına, ev sahipliği yapan ülkelere 20 bin avro ödemesi de yer alıyor.

Almanya, çocuklu ailelerin sınırdaki ilk kabul merkezlerinde söz konusu işlemden muaf tutulmasını istemiş, ancak bu konuda başarılı olamamıştı.

 

BERLİN (AA) – Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ülkesinin Gürcistan’ı Avrupa Birliği (AB) yolunda desteklemeye devam ettiğini söyledi.

Alman Hükümeti Sözcüsü Steffen Hebestreit, Başbakan Scholz’un Gürcistan Başbakanı İrakli Garibaşvili ile Berlin’de gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yazılı açıklama yaptı.

 

Hebestreit, Scholz ve Garibaşvili'nin Almanya ile Gürcistan arasındaki çeşitli işbirliklerinin genişletilmesi, mevcut güvenlik, AB konuları ve Rusya-Ukrayna savaşının etkileri üzerinde görüş alışverişinde bulunduğunu aktardı.

Scholz’un Almanya'nın Gürcistan'ı AB yolunda desteklemeye devam ettiğini vurguladığını ve Gürcistan hükümetini gerekli reform adımlarını atmaya çağırdığını belirten Hebestreit, "AB Komisyonu'nun tavsiyeleri aday statüsüne giden yolu gösteriyor. Scholz, Gürcistan hükümetini, gerekli çabaları zamanında ve gelecek haftalarda kararlılıkla ele almaya çağırdı." ifadesini kullandı.

Hebestreit, Şansölye'nin Almanya’nın uluslararası kabul görmüş sınırlar içinde Gürcistan'ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklemeye devam ettiğini aktardığını belirtti.

 

Sözcü Hebstreit ayrıca Scholz ve Garibaşvili'nin açık ve sonuç odaklı görüşmeleri sürdürmeyi ve yakın temas halinde kalmayı kararlaştırdığını kaydetti.

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un Akdeniz üzerinden Almanya'ya gelen düzensiz göçmenlerle ilgili "esprisi" sosyal medyada eleştirildi.

Scholz, Nürnberg kentinde Protestan Kilisesince düzenlenen bir etkinliğe katılarak göç ve mülteci politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

 

Almanya’nın Avrupa Birliğinin (AB) dış sınırında bulunan bir ülke olmamasına rağmen en fazla iltica başvurusu yapılan ülke olduğunu belirten Scholz, Almanya'ya gelen düzensiz göçmenlerin büyük bölümünün başka AB ülkelerinde kayıt altına alınmadığını söyledi.

Scholz, Almanya gelen yüksek sayıdaki düzensiz göçmene işaret ederek, “Önceden Avrupa Konseyinde bu espriyi yaptım. Almanya'nın Akdeniz'e büyük bir sahili olmalı. Çünkü gerçekten Akdeniz'e kıyısı olan ülkelere göre, Akdeniz üzerinden Avrupa'ya gelen sığınmacıların çoğu Almanya'ya geliyor." şeklinde konuştu.

Almanya Başbakanı Scholz’un "espri" olarak nitelendirdiği sözleri sosyal medyada tepki çekti.

 

Akdeniz’de gemilerle düzensiz göçmenleri kurtarma çalışmaları yapan Alman sivil toplum kuruluşu Sea Watch, Twitter’dan yaptığı paylaşımda Scholz’u eleştirerek, "Sadece 2023’te Akdeniz'de 1150’den fazla ölüm yaşandı. Şansölyenin aklına gelen kötü bir espri. Bunun üzerine gülebilen ülkeyi yönetmemeli." ifadeleri kullanıldı.

Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Milletvekili Matthias Hauer de özellikle bir Alman başbakanının başkalarının acısıyla dalga geçmemesi gerektiğini belirtti.

 

Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Lilly Baudszun da "Sosyal demokrat bir başkan insanlar hakkında asla böyle konuşmamalı." şeklinde paylaşımda bulundu.

23 Haziran’a kadar sürecek tatbikata aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 25 ülkeden 250 savaş uçağı ve yaklaşık 10 bin personel katılıyor
 

BERLİN (AA) - Alman Hava Kuvvetlerinin ev sahipliğinde düzenlenen, "NATO tarihinin en büyük hava tatbikatı" olarak nitelendirilen "Air Defender 2023"ün başladığı bildirildi.

 

Alman Haber Ajansının haberine göre, Alman Hava Kuvvetlerine ait "A400M" tipi nakliye uçağının Aşağı Saksonya'daki Wunstorf Hava Üssü'nden havalanmasıyla tatbikata başlandı.

Daha sonra Schleswig-Hostein eyaletindeki Fliegerhorst Hohn Hava Üssün'den Alman Hava Kuvvetlerine ait F-18 savaş uçağı kalkış yaptı.

Tatbikatın ilk saatlerinde sivil uçuşlar etkilenmedi.

 

Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Ingo Gerhartz, kamu yayıncısı ARD’ye bağlı RBB radyosuna yaptığı açıklamada, tatbikatın öncelikle NATO’nun savunma yeteneğini kanıtlamasıyla ilgili olduğunu söyledi.

Gerhartz, Rusya’ya yönelik provokasyondan kaçınılacağına, tatbikatın gerilimi artırıcı görünmemesi için her şeyi yapacaklarına işaret ederek, Rusya’ya ait ancak bu ülkeyle kara bağlantısı olmayan, Polonya ile Litvanya arasında Baltık Denizi’ne kıyısı bulunan Kaliningrad’a doğru uçuş gerçekleştirilmediği bilgisini paylaştı.

Berlin-Bradnenburg Havalimanı yetkililerince yapılan açıklamada, şimdiye kadar hava trafiği için normal bir gün yaşandığı ve tatbikatın yolcuların üzerinde önemli bir etkisinin bulunmadığı belirtildi ancak tatbikat nedeniyle gün içinde ne ölçüde gecikme yaşanacağının henüz tahmin edilemediği bildirildi.

 

Frankfurt Havalimanı yetkililerince yapılan açıklamada da tatbikatın öğleden önce yolcular için fark edilebilir etkisinin olmadığı ve trafiğin normal seyrettiği belirtildi.

Korgeneral Gerhartz, tatbikattan dolayı sivil hava trafiğinde büyük kısıtlamaların yaşanmasını beklemediğini açıklamıştı.

 

- Tatbikatta Alman Hava Kuvvetlerine ait tüm üsler kullanımda olacak

23 Haziran’a kadar sürecek tatbikata aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 25 ülkeden 250 savaş uçağı ve yaklaşık 10 bin personel katılıyor.

Ülke genelinde Alman Hava Kuvvetlerine ait tüm üsler, tatbikat boyunca kullanımda olacak.

Haziran ortasındaki tatbikat dolayısıyla Almanya'nın güneyi, kuzeyi ve doğusunda hususi hava sahaları belirlendi. Avrupa hava sahası üzerinde birçok sivil uçuşun rotasının da değiştirileceği ifade ediliyor.

- Tatbikat boyunca günde 250 sorti yapılacak

Avrupa'daki NATO ülkelerinden 80 uçak ve uluslararası ortaklardan 60 uçağın tatbikatta yer alması öngörülüyor. Tatbikat boyunca günde ortalama 250 sorti yapılacağı belirtiliyor.

Alman Hava Kuvvetlerinin ev sahipliğindeki tatbikatla İttifak hava savunmasının güçlü tutulması, havadaki güçlü caydırıcılığın sürdürüldüğüne dair mesaj verilmesi ve Atlantik'in iki yakasının uyumunun sağlamlaştırılması hedefleniyor.

 Destatis Başkanı Ruth Brand:  "Gıda fiyatları, mayısta enflasyonun en büyük itici gücü olmaya devam etti"
 

BERLİN (AA) - Almanya’da yıllık enflasyon, toplu taşımada ucuz bilet ve daha ucuz petrol fiyatlarının etkisiyle mayısta yüzde 6,1’ geriledi.

Almanya Federal İstatistik Ofisi (Destatis), fiyat artışlarına ilişkin mayıs ayı nihai verilerini açıkladı.

Buna göre, Almanya’da nisanda yüzde 7,2 olan yıllık enflasyon, mayısta yüzde 6,1’e geriledi. Böylece ülkede enflasyon oranı Mart 2022'den bu yana en düşük değere geriledi.

Ülkede enflasyon oranı, aylık bazda ise yüzde 0,1 geriledi. Nihai veriler, daha önce yayımlanan öncü verileri teyit etti.

AB uyumlu TÜFE de mayısta bir önceki aya göre yüzde 0,2 gerilerken, yıllık bazda yüzde 6,3 yükseldi.

Almanya'da enerji ve gıda, aylardır en büyük fiyat belirleyici olarak öne çıkıyor. Gıda fiyatları mayısta bir yıl öncesine göre yüzde 14,9 ve enerji ürünleri yüzde 2,6 artış gösterdi. Gıda ve enerji fiyatları bir önceki aya göre düştü.

Destatis Başkanı Ruth Brand, konuya ilişkin değerlendirmesinde, "Enflasyon oranı, zayıflamaya devam etti. Ancak hala yüksek seviyede kalmaya devam ediyor. Mayıs ayında enerji fiyatlarındaki artış, geçen yılın aynı ayına göre önemli ölçüde düşüktü. Gıda fiyatları, mayısta enflasyonun en büyük itici gücü olmaya devam etti." ifadelerini kullandı.

Önde gelen Alman ekonomik araştırma enstitüleri, 2022'de ortalama yüzde 6,9 olan enflasyonun 2023 için ortalama yüzde 6'ya ineceği ve 2024'te 2,4'e düşeceği öngörüsünde bulunuyor.

Almanya Merkez Bankası (Bundesbank), ülkede enflasyonun 2024'te yüzde 4,1'e gerilemeden önce 2023'te yüzde 7,2'de kalmasını bekliyor.

Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) faiz artırımları konusunda ne kadar ileri gideceği ve hangi hızda ilerleyeceğini enflasyonun görünümü belirleyecek.

ECB, birkaç ay içinde ana faiz oranlarını 7 kez artırırken, analistler ECB'nin 15 Haziran’da faiz oranlarını tekrar artırmasını bekliyor.

Almanya ekonomisi, alışılmışın dışındaki yüksek enflasyon ve artan faiz oranlarının tüketici harcamalarını baskılamasının etkisiyle bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,3 daralarak, teknik olarak resesyona girmişti. Ekonomi geçen yılın son çeyreğinde yüzde 0,5 daralmıştı.

Ülke ekonomisi, Kovid-19 salgını sürecinde ortaya çıkan dar boğazlar hafiflese de faizlerin yükselmesi, ekonomiye güvenin azalması ve alışılmışın dışındaki yüksek enflasyon ortamında tüketicilerin satın alma gücünün düşmesi sonucu talepte yaşanan durgunluktan olumsuz etkileniyor.

 

PRİŞTİNE (AA) - Kosova Başbakanı Albin Kurti, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'e, ülkenin kuzeyindeki gerginliğin azaltılmasına yönelik hazırladığı 5 maddelik planı sunduğunu söyledi.

 

Başbakan Kurti, Quint ülkelerinin (ABD, Fransa, İtalya, Almanya ve Birleşik Krallık) büyükelçileri ile görüşmesinin ardından düzenlediği basın toplantısında, ülkenin kuzeyindeki gerilime ilişkin açıklamalarda bulundu.

Ülkenin kuzeyindeki gerilimin artmasına, Belgrad'ın yerel Sırplara seçimleri boykot etmesi yönündeki baskısının neden olduğunu belirten Kurti, "Gelişmelerin kronolojisinin de kanıtladığı gibi, geçen yıl 5 Kasım'dan bu yana, kararlarımız Kosova'nın kuzeyindeki durumun tırmanmasına ne katkıda bulundu ne de bunun kaynağı oldu. Cumhuriyet topraklarının tamamında anayasallığı ve yasallığı uygulama görevi içindeyiz." ifadelerini kullandı.

 

Kurti, kuzeydeki durumun düzelmesine katkıda bulunmak için Borrell'e beş maddelik somut bir plan içeren mektup gönderdiği bilgisini paylaşarak, şunları kaydetti:

"Kuzeydeki dört belediyede hukukun üstünlüğü, şiddet yanlısı grupların kuzeyden derhal geri çekilmesi, Kosova Polisi ve KFOR veya EULEX'in, güvenli bir ortamı garanti etmek için her 15 günde bir ortak güvenlik değerlendirmesi yapması, hükümetin tüm aktörlerle koordineli çalışarak kuzeydeki dört belediyede erken seçim ilan etmesi ve beşinci madde Kosova ve Sırbistan'ın AB'nin arabuluculuğunda diyalog sürecine geri dönmesi."

Kurti ayrıca Arnavutluk Başbakanı Edi Rama tarafından Kosova'da çoğunlukla Sırpların yaşadığı belediyelerde Sırp Belediyeler Birliği kurulmasına ilişkin sunulan taslağı, Sırbistan'ın güneydoğusunda yaşayan Arnavutlarla ilgili Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic'e sunması gerektiğini ifade etti.

 

- Kosova Savaşı ve bağımsızlık süreci

1998-1999 yıllarında yaşanan Kosova Savaşı'nda, çoğu Arnavut 10 binden fazla Kosovalı öldürüldü, 1 milyonun üzerinde farklı etnik gruplardan Kosovalı, evlerini terk etmek zorunda kaldı.

Kosova, 17 Şubat 2008'de Sırbistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan etti ancak Sırbistan, Kosova’yı hala "kendi toprağı" olarak görüyor.

 

Kosova bugün 117 ülke tarafından bağımsız devlet olarak tanınmasına rağmen kuzeyinde devam eden etnik gerginlikler ve Birleşmiş Milletlere (BM) üye olamaması nedeniyle Avrupa'nın "donmuş ihtilaf" bölgelerinden biri olarak nitelendiriliyor.

Kosova ve Sırbistan, AB arabuluculuğunda 2011'de başlatılan Belgrad-Priştine Diyalog Süreci kapsamında ilişkilerin normalleşmesi ve nihayetinde iki ülkenin birbirini tanıması için ortak yol bulmaya çalışıyor.​​​