Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Das Bayerische Netzwerk der Lehrkräfte mit Migrationsgeschichte (LeMi Bayern) wurde 2010 vom Institut für Pädagogik und Schulpsychologie Nürnberg sowie vom Bayerischen Staatsministerium für Unterricht und Kultus ins Leben gerufen. Etwa hundert Lehrkräfte gründeten das Netzwerk, das seitdem als lebendige Plattform für den Austausch von Erfahrungen und für die Beratung in interkulturellen pädagogischen Fragen dient. LeMi Bayern setzt sich aktiv für die interkulturelle Schulentwicklung und Integration im Bildungsbereich ein und fördert die interkulturelle Kompetenz in der Bildung.
Das LeMi-Netzwerk der Lehrkräfte mit Migrationsgeschichte ist strukturell in vier Bereiche gegliedert, wie die folgende Abbildung zeigt:
LeMi-Netzwerk: Das LeMi-Netzwerk vereint derzeit rund 150 engagierte bayerische Lehrkräfte mit Migrationsgeschichte. Es steht auch Lehrkräften ohne Migrationsgeschichte offen, die sich leidenschaftlich für die Themen Migration, Integration und Interkulturalität in ihrem schulischen Alltag einsetzen.
LeMi-Bundesnetzwerk: Da Bildung Ländersache ist, entstanden regionale Netzwerke. Das Bundesnetzwerk sieht jedoch die Notwendigkeit, bestimmte Bildungsanliegen national zu besprechen und die Akteure stärker zu vernetzen. Das LeMi-Bundesnetzwerk sammelt wissenschaftliche Erkenntnisse und praktische Erfahrungen, um sie Lehrkräften zur Verfügung zu stellen und in der Praxis anzuwenden.
LeMi e.V.: Der LeMi e.V. ist ein gemeinnütziger Verein, der von den engagierten Mitgliedern des LeMi-Netzwerks gegründet wurde. Über den LeMi e.V. werden verschiedene inspirierende Projekte, wie zum Beispiel der Schülercampus, finanziert. Im Sommer 2024 setzt sich der Vorstand aus folgenden vier Mitgliedern zusammen: Elvira Marković (Vorsitzende), Dr. Hasan Gençel (stellvertretender Vorsitzender), Nora Youssef (Kassenwartin) und Vasiliki Dourakaki (Schriftführerin). Als gemeinnütziger, eingetragener Verein ist LeMi e.V. in der Lage, Spenden anzunehmen und finanzielle Mittel für Projekte zu beantragen.
AK LeMi am ISB: Der Arbeitskreis „Lehrkräfte mit Migrationsgeschichte“ am ISB – Staatsinstitut für Schulqualität und Bildungsforschung – vertritt das LeMi-Netzwerk gegenüber dem Bayerischen Staatsministerium für Unterricht und Kultus. Der Arbeitskreis besteht aus Mitgliedern verschiedener Schularten: Nora Youssef (Gymnasium), Dr. Hasan Gençel (Berufliche Schulen), Dr. Matthias Holl (Grundschule) und Elvira Markovic (Förderschule). Zu den Hauptaufgaben gehören die jährliche Organisation des Schülercampus und einer mehrtägigen Fachtagung zu Migration und Integration an der ALP Dillingen, wo auch die Vollversammlung des LeMi-Vereins stattfindet.
Welche Ziele verfolgt das LeMi- Netzwerk?
Durch das Reflektieren ihrer Migrationsgeschichte können sie schulische Strukturen verbessern und die Integration sowie Chancengleichheit der Schüler*innen im bayerischen Schulsystem erleichtern. Der Austausch erstreckt sich auch über Bayern hinaus, bis hin zu Netzwerken anderer Bundesländer und dem Bundesministerium für Bildung und Forschung (BMBF).
LeMi setzt sich leidenschaftlich für verschiedene Ziele ein, wobei die folgenden besonders im Fokus stehen:
Welche Projekte und Angebote bietet das LeMi-Netzwerk Bayern zur Förderung von Vielfalt und Bildung an?
LeMi Bayern unterstützt oder organisiert eine Vielzahl inspirierender Projekte, um den interkulturellen Austausch und die Integration im Bildungsbereich voranzutreiben. Eines dieser Projekte ist der Schülercampus „Mehr Migranten werden Lehrer“, ein Programm, das speziell darauf abzielt, Migrantinnen und Migranten zu ermutigen, den Lehrerberuf zu ergreifen. Dadurch sollen mehr Menschen mit Migrationshintergrund in den Lehrberuf gebracht werden, um die Vielfalt im Bildungssystem zu stärken.
Ein weiteres bedeutendes Angebot sind Fachtage an Hochschulen und pädagogischen Instituten. Diese Veranstaltungen fördern den Austausch zwischen Fachkräften und unterstützen deren berufliche Weiterbildung durch Vorträge, Workshops und Diskussionsrunden zu interkulturellen Themen.
LeMi organisiert zudem Lehrgänge an der Akademie für Lehrerfortbildung und Personalführung (ALP) in Dillingen, die speziell auf die berufliche Weiterentwicklung von Lehrkräften ausgerichtet sind. Diese Fortbildungen helfen Lehrkräften, sich mit aktuellen pädagogischen und interkulturellen Themen auseinanderzusetzen und ihre Kompetenzen zu erweitern.
Das Projekt Talent im Land – Bayern ist ein Förderprogramm des Bayerischen Kultusministeriums für talentierte Jugendliche mit und ohne Migrationsgeschichte unterstützt. LeMi-Mitglieder sind bei der Organisation und Durchführung des Projektes beteiligt.
Neben diesen Projekten bietet LeMi Information und Beratung für Schulen und andere Bildungseinrichtungen an. Die Mitglieder des Netzwerks stehen als kompetente Ansprechpartner*innen zur Verfügung und bieten Unterstützung in Form von Beratung und Workshops an. Viele Mitglieder sind auch als Referenten*innen an Pädagogischen Tagen tätig und geben ihr Wissen an verschiedene Zielgruppen weiter, um interkulturelle Themen in den Fokus zu rücken und Schulen in der interkulturellen Schulentwicklung zu begleiten.
Ayten Hanım Konağı, tarihî dokusuyla Ermenek’in saklı hazinelerinden biridir. 1900’lerin başında Emin Hami Koçaş’ın rahmetli babası tarafından inşa edilen bu konak, Konya Koruma Kurulu tarafından 2. derece koruma altına alınmış olup, yaklaşık 125-130 yıllık bir geçmişe sahiptir. Yıllara meydan okuyan yapısı, sadece taş ve ahşaptan değil, tarihin derinliklerine kök salmış anılardan da örülmüştür.
1930’ların başında Ermenek’in ilk elektrik santralini kuran Emin Hami Koçaş ve ailesinin yaşadığı bu konak, Türkiye’nin elektrikle aydınlanan üçüncü ilçesi olan Ermenek’in de ilk ışıkları yakan yapılarındandır. Üç dönem boyunca Belediye Başkanlığı yapan Koçaş’ın resmi konutu olarak da hizmet vermiştir.
1950’li yıllarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kurduğu Mevlevi dergâhında eğitim görmüş olan Şıh Hüsamettin’in büyük oğlu Mustafa Fevzi Sevimli, konağı satın almış ve ailesiyle birlikte burada yaşamaya başlamıştır. 1963’te Mustafa Fevzi Bey’in vefatından sonra, eşi Emine (Ayten) Sevimli dört çocuğuyla bu konağın duvarları arasında hayat mücadelesi vermiştir. Emine Hanım, ekonomik zorluklar içinde dahi, evinin alt katını kiraya vererek çocuklarının eğitimine ve geçimlerine katkı sağlamış, aynı zamanda çevresine yardım elini uzatmaktan da geri durmamıştır. Onun bu yardımseverliği ve fedakârlığı, mahallelinin gönlünde taht kurmuş, onu ‘Ayten Hanım’ olarak tanımalarına vesile olmuştur.
Yıllar geçse de çocuklar büyüyüp önemli yerlere gelseler de bu aile yadigârı konak, asla elden çıkarılmamış; her bir taşına, her bir köşesine emek verilmiştir. 2019 yılında Kemal Sevimli, Ermenek ekonomisini canlandırmak ve ilçeyi Safranbolu ya da Beypazarı gibi bir turizm merkezi yapmak amacıyla bu konağı satın alıp restore etmeye karar vermiştir. TKDK desteğiyle butik otele dönüştürülen Ayten Hanım Konağı, geçmişin izlerini modern dokunuşlarla birleştirerek misafirlerine kapılarını açmıştır.
Konakta derin bir huzur ve dinginlik hâkimdir. Geçmişin fısıltılarını duyarken, günümüzün konforuyla buluşan misafirler, her sabah kuş cıvıltılarıyla uyanır. Konağın restoranında sunulan açık büfe kahvaltı, yöresel lezzetlerin yanı sıra taze deniz ürünleriyle zenginleştirilmiştir. Ayrıca, Ermenek mutfağının eşsiz tatlarını sunan restoran, sıkma, bazlama, batırık, ovmaç çorbası, Ermenek pekmezli helvası gibi geleneksel yemeklerle konuklarına unutulmaz bir gastronomi deneyimi yaşatmaktadır.
Konağın hemen yanında duran tarihî çeşme, belki de zamanında Ayten Hanım’ın defalarca su taşıdığı o eski günlerin hatırasıdır.
Ermenek, çağlayan sularıyla dört mevsim canlı kalır. İlçenin dört bir yanına serpilmiş buz gibi akan çeşmeleri, doğanın cömertliğini gözler önüne serer. Ayten Hanım Konağı da bu huzur dolu atmosferin tam ortasında, geçmişle bugünü buluşturan bir köprü gibidir. Büyük şehirlerin gürültüsünden kaçıp, birkaç günlüğüne de olsa iç huzurunu bulmak isteyenler için adeta bir sığınak.
Ayten Hanım Konağı, sadece bir konaklama yeri değil; tarihin içinde bir yolculuk, ruhu dinlendiren bir duraktır. Ermenek’e yolu düşen herkesin bu eşsiz deneyimi yaşaması ve tarihin tozlu sayfalarını aralamak için Ayten Hanım Konağı’na uğraması şart.
Ayten Hanım Konağı, tarihî dokusuyla Ermenek’in saklı hazinelerinden biridir. 1900’lerin başında Emin Hami Koçaş’ın rahmetli babası tarafından inşa edilen bu konak, Konya Koruma Kurulu tarafından 2. derece koruma altına alınmış olup, yaklaşık 125-130 yıllık bir geçmişe sahiptir. Yıllara meydan okuyan yapısı, sadece taş ve ahşaptan değil, tarihin derinliklerine kök salmış anılardan da örülmüştür.
1930’ların başında Ermenek’in ilk elektrik santralini kuran Emin Hami Koçaş ve ailesinin yaşadığı bu konak, Türkiye’nin elektrikle aydınlanan üçüncü ilçesi olan Ermenek’in de ilk ışıkları yakan yapılarındandır. Üç dönem boyunca Belediye Başkanlığı yapan Koçaş’ın resmi konutu olarak da hizmet vermiştir.
1950’li yıllarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kurduğu Mevlevi dergâhında eğitim görmüş olan Şıh Hüsamettin’in büyük oğlu Mustafa Fevzi Sevimli, konağı satın almış ve ailesiyle birlikte burada yaşamaya başlamıştır. 1963’te Mustafa Fevzi Bey’in vefatından sonra, eşi Emine (Ayten) Sevimli dört çocuğuyla bu konağın duvarları arasında hayat mücadelesi vermiştir. Emine Hanım, ekonomik zorluklar içinde dahi, evinin alt katını kiraya vererek çocuklarının eğitimine ve geçimlerine katkı sağlamış, aynı zamanda çevresine yardım elini uzatmaktan da geri durmamıştır. Onun bu yardımseverliği ve fedakârlığı, mahallelinin gönlünde taht kurmuş, onu ‘Ayten Hanım’ olarak tanımalarına vesile olmuştur.
Yıllar geçse de çocuklar büyüyüp önemli yerlere gelseler de bu aile yadigârı konak, asla elden çıkarılmamış; her bir taşına, her bir köşesine emek verilmiştir. 2019 yılında Kemal Sevimli, Ermenek ekonomisini canlandırmak ve ilçeyi Safranbolu ya da Beypazarı gibi bir turizm merkezi yapmak amacıyla bu konağı satın alıp restore etmeye karar vermiştir. TKDK desteğiyle butik otele dönüştürülen Ayten Hanım Konağı, geçmişin izlerini modern dokunuşlarla birleştirerek misafirlerine kapılarını açmıştır.
Konakta derin bir huzur ve dinginlik hâkimdir. Geçmişin fısıltılarını duyarken, günümüzün konforuyla buluşan misafirler, her sabah kuş cıvıltılarıyla uyanır. Konağın restoranında sunulan açık büfe kahvaltı, yöresel lezzetlerin yanı sıra taze deniz ürünleriyle zenginleştirilmiştir. Ayrıca, Ermenek mutfağının eşsiz tatlarını sunan restoran, sıkma, bazlama, batırık, ovmaç çorbası, Ermenek pekmezli helvası gibi geleneksel yemeklerle konuklarına unutulmaz bir gastronomi deneyimi yaşatmaktadır.
Konağın hemen yanında duran tarihî çeşme, belki de zamanında Ayten Hanım’ın defalarca su taşıdığı o eski günlerin hatırasıdır.
Ermenek, çağlayan sularıyla dört mevsim canlı kalır. İlçenin dört bir yanına serpilmiş buz gibi akan çeşmeleri, doğanın cömertliğini gözler önüne serer. Ayten Hanım Konağı da bu huzur dolu atmosferin tam ortasında, geçmişle bugünü buluşturan bir köprü gibidir. Büyük şehirlerin gürültüsünden kaçıp, birkaç günlüğüne de olsa iç huzurunu bulmak isteyenler için adeta bir sığınak.
Ayten Hanım Konağı, sadece bir konaklama yeri değil; tarihin içinde bir yolculuk, ruhu dinlendiren bir duraktır. Ermenek’e yolu düşen herkesin bu eşsiz deneyimi yaşaması ve tarihin tozlu sayfalarını aralamak için Ayten Hanım Konağı’na uğraması şart.
Almanya Cumhurbaşkanlığı Ofisinden yapılan açıklamada, Köhler’in "kısa süren ağır bir hastalıktan" sonra başkent Berlin’de hayatını kaybettiği belirtildi.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Köhler’in eşi Eva Luise Köhler’e gönderdiği taziye mesajında "Ülkemiz için ve dünyada büyük işler başarmış, çok saygın ve son derece sevilen bir insanı kaybettik." ifadesini kullandı.
Polonya'nın Skierbiszow kasabasında 22 Şubat 1943 tarihinde doğan Köhler, Mayıs 2004'te Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU ve Hür Demokrat Parti'nin (FDP) adayı olarak Almanya'nın 9. Cumhurbaşkanı seçilmiş, Mayıs 2009'da yapılan seçimlerde ikinci kez Cumhurbaşkanı olmuştu.
Köhler, Mayıs 2010’da Alman askerlerinin Afganistan’daki misyonuyla ilgili sözlerine yönelik yapılan eleştirilerin ardından görevinden istifa etmişti.
Eski Cumhurbaşkanı Köhler, söz konusu dönemde Afganistan'daki Alman birliklerini ziyaretinde, Almanya'nın ticari çıkarlarının korunmasında Alman askerlerinin görev alabileceği yönündeki bir açıklaması Alman medyasında yer almış ve yoğun eleştirilmişti.
Köhler 2000-2004 yıllarında Uluslararası Para Fonu'nun başkanlığını, 2017-2019 yıllarında ise Birleşmiş Milletler (BM) Batı Sahra Özel Temsilcisi olarak görev yapmıştı.
NATO Genel Sekreteri Rutte, Bild am Sonntag gazetesine yaptığı açıklamada Rusya - Ukrayna savaşı ve NATO üyelerinin savunma harcamalarını değerlendirdi.
Rutte, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in NATO topraklarına saldırmasını caydırmak için daha fazla para ve daha fazla endüstriyel üretim gerektiğini belirterek, "Amerika'dan Türkiye'ye kadar tüm NATO topraklarında ek üretim hatlarına, ek vardiyalara, daha fazla mühimmata, daha fazla Leopard 2 tankına, daha fazla F-35 savaş uçağına ve daha fazla silaha ihtiyacımız var. O zaman bize saldırmaya asla cesaret edemez." ifadelerini kullandı.
Rusya'nın NATO'ya saldırabilecek konumda olup olmadığını sorulan Rutte, "Putin bunu bir an bile düşünmemeli. Bu onun için yıkıcı sonuçlar doğurur. Şu anda devlet bütçesinin yüzde 40'ını savunmaya harcıyor, bu da Rusya'nın milli gelirinin yüzde 10'una denk geliyor. Bizim o kadar harcamamız gerekmiyor ama yüzde 2'den çok daha fazlası gerekiyor." yanıtını verdi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın, Avrupalı NATO üyelerinden gayrisafi yurtiçi hasılalarının yüzde 5'ini silahlanmaya ayırmalarını talep etmesine ilişkin olarak da Rutte şu değerlendirmede bulundu:
"Trump son görev süresi boyunca bu talebinde genel olarak haklıydı. Bu girişim sayesinde daha fazla yatırım yaptık. Avrupalı müttefikler ve Kanada 2014'ten bu yana savunma için 600 milyar doların üzerinde harcama yaptı. NATO ortaklarının üçte ikisinden fazlası artık savunmaya yüzde 2'den fazla harcama yapıyor yine Trump sayesinde. Ancak daha da fazla yatırım yapmamız gerekiyor ve bunu nasıl ölçeceğimize önümüzdeki aylarda müttefiklerimiz karar verecek. Ancak sizi bir konuda temin edebilirim: Bu oran yüzde 2'den çok, çok, çok daha fazla olacaktır."
- "Savaştan kaçınmanın en iyi yolu"
Özellikle Alman ekonomisinin büyüklüğünün göz önüne alındığında, silah ve mühimmat üretimi konusunda çok daha fazlasını yapabileceğini belirten Rutte, Almanya'nın savunma harcamalarını artırması gerektiğini kaydetti.
Gelecek aylarda pek çok Avrupa ülkesinde savunma harcamalarının artırılmasının tartışılacağına işaret eden Rutte, "Çok açık konuşayım. Savaşa hazırlıklı olmalıyız. Savaştan kaçınmanın en iyi yolu budur." diye konuştu.
Almanya’da federal seçimlere üç hafta kala partilerin çeşitli sosyal gruplara verdikleri mesajlar artarak devam ediyor.
Würzburg’da Yeşiller Partisi adayı Jessica Hecht, Ayhaber’e yaptığı açıklamalarda, “Bizim siyasetimiz toplumun genel mutluluğunu gözeten bir çizgidir. Uzun yıllardan bu yana çok sayıda göçmen kökenlinin siyasette yer aldığı bir ülke inşa ettik. Belediye meclislerinden belediye başkanlıklarına, eyalet parlamentolarından federal meclise hatta eyalet ve federal bakanlıklara kadar göçmen kökenli arkadaşlarımızın yer aldığını gururla belirtmek isterim. Daha 90’lı yıllarda göçmenlere siyasette yer verilmesini ilk dile getiren parti biz olduk. Samimiyetimizi göstermek için onları meclise taşıyan da yine bizdik. Toplumun farklı gruplarının seçimlere katılımı, seçerek ya da seçilerek siyasette yer alması, entegrasyonun temel parametresidir,” dedi.
Uzun yıllardır göçmen kökenli toplumla iç içe yaşayan bir neslin temsilcisi olduğunu belirten Jessica Hecht, iş ve okul hayatında göçmenlerle bir arada yaşadığını vurgulayarak, konuşmasına şöyle devam etti:
“Herkes biliyor ki göçmen toplumu en çok Yeşiller Partisi’ne sorunlarını açabiliyor. Partimizin entegrasyon ve bir arada yaşama konusundaki çalışmaları çok önemlidir. Şehrimizin ve bölgemizin federal parlamentoda sadece yerlilerin değil, hemen herkesin temsil edildiği bir yer olması gerektiğine inanıyoruz. Toplumun genel mutluluğu için siyaset yapıyoruz. Göçmen çocuklarının eğitim konusundaki eksikliklerini yakından tanıyorum. Göçmen kökenlilerin oylarını bekliyor ve sevgilerimi sunuyorum.”
Bilindiği gibi Yeşiller Partisi adayı Jessica Hecht, öğretmen kimliğiyle göçmen çocuklarının özellikle eğitim hayatlarının ilk yıllarındaki sorunları konusunda özel bir ilgi alanına sahiptir ve bu konuda çözüm üretmek için çalışmalar yürütmektedir.
BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs Türk halkının kan, gözyaşı ve binlerce şehit verdikten sonra 42 yıl evvel kurduğu KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ne (KKTC) sormadan, bilgilendirmeden ve de görüşlerini dikkate almadan Kıbrıs'ta 61 yıldır görev adı altında tatil yapan BM Geçici Barış Gücü'nün (UNFICYP) görev süresini bir yıllığına daha uzatması tam bir Rum yandaşlığı ve adaletsiz bir karar.
KKTC devleti, BM Güvenlik Konseyinin tek taraflı ve yanlı bu kararını ve kararın içinde yer alan “iki toplumlu, iki kesimli federasyon”a atıf yapılmasını kabul etmiyor. Kıbrıs’ta yaşanan son 61 yıl siyasi olarak değerlendirildiğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bu kararın ve karar içinde yer alan atıfın ne denli yanlı ve gerçeklerden uzak olduğu açık ve net ortada. Ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, BM’deki her konuşmasında ve açıklamalarında “Dünya Beş’ten Büyüktür” cümlesini BM Güvenlik Konseyi’nin taraflı kararlarından dolayı dile getiriyor.
Tamam, yıllar önce adaya sözde barış gücü gelmesine karar verilmiş ama günümüzde dünya sisteminin yeni dinamikleri ve oluşmuş yeni siyasi dengeler, eski düzenin sürdürülebilirliğini imkânsız hale getirdiğinden günümüz koşullarına uygun uygulamalar gerekiyor. Bu uygulamaların en önemli alanı ise Birleşmiş Milletler (BM) olmalı. BM’nin daha adil ve istikrarlı bir uluslararası düzen oluşturulması yönünde yeniden yapılanması, birçok ülkenin talebi ve ısrarlı isteği ile artık gündeme gelmek zorunda. Birçok ülke, BM’nin günün koşullarına uygun yapılandırılmasını ve Güvenlik Konseyi’nin Beş daimi üyesinin iki dudağının arasından çıkacak veto uygulamasından kurtarılmasını istiyor.
Zira BM ve Güvenlik Konseyi’nin Beş Daimi Üyesinin, zorda kalınca kendi çıkarları uğruna kullandıkları “Veto” hakları, özellikle son zamanlarda, Birleşmiş Milletler meşruiyetini ve adaletini hepten yitirtmiş ve sorgulanır hale getirmiş durumda.
Güvenlik Konseyi üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in kendi ulusal çıkarları doğrultusunda veto ettikleri kararların toplamı 249. Yani BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan 2,446 yasa tasarısının 249'u çeşitli nedenlerle veto edilmiş olup Rusya 112, ABD 81, İngiltere 29, Fransa 16 ve Çin 11 konuda veto haklarını kullanmışlar. Matematiksel oran olarak veto edilen kararlar, tüm kararların yüzde 10’undan fazla.
BM Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda veto ettikleri kararların içinde, 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’ta, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde ayrı ayrı oylanan ve Kıbrıs Rumlarının Yüzde 75.38 “Hayır” oyu reddedilen Annan Planı sonrasında, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargolar kaldırılsın” içerikli önerisi yer almamakta. Bırakın bu kararın veto edilmesini, “Güvenlik Konseyine sunulursa veto edilecek” ihtarı ile sunulamamıştır bile.
Tekrar başa dönecek olursak, BM Güvenlik Konseyi tarafından görev süresi KKTC hükümetine sorulmadan 1 yıl daha uzatılan BM Barış Gücü (UNFICYP) 61 yıldır adamızda ödenekli tatil yapmakta, turistler gibi gezip dolaşmakta, yazın plajlarımızı doldurmaktadırlar. Bugüne değin hiçbir çatışmaya müdahale etmemişler, 1963-1974 yılları arasında soykırıma uğrayan Kıbrıs Türklerinin şehit edilmelerine göz yummuşlar, taşınır ve taşınmaz tüm mallarını arkalarında bırakarak evlerini, köylerini terk eden Kıbrıs Türklerine hiçbir destekte bulunmamışlardır.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında ikinci harekâtının başlatıldığı 14 Ağustos 1974'te Taşkent (Tohni) köyünün erkeklerinin topluca şehit edildiği katliamda, BM Barış Gücü, Kıbrıs Türklerini korumak vaadi ile silahlarını toplayıp Taşkent köyünde yaşayan Kıbrıs Türk erkeklerini adeta Rumlara teslim ederek, katliamın BAŞROLÜ’nü oynamıştır.
Bundan sonrası, görevi Kıbrıs adasındaki Rumları korumak olan zoraki misafire misafirliğinin bittiğini hatırlatmak, istenmediğini çeşitli dillerde ve platformlarda ifade etmektir.
16 Ağustos 1974 tarihinde itibaren fiilen adaya barışı getiren ve çatışmaları önleyen Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri olması nedeni ile adamızda boşu boşuna konuşlanan ve hiçbir işe yaramayan BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) KKTC’de konuşlanmasına ve KKTC makamlarından izin almadan toprağımızda faaliyet göstermesine artık izin verilmemelidir. BM Barış Gücü’nün sorumluluğu altında olan ARA BÖLGE’ye yerleşmeli ve KKTC Hükümetinden izin almadan topraklarımıza ayak basamamalıdırlar.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs Türk halkının kan, gözyaşı ve binlerce şehit verdikten sonra 42 yıl evvel kurduğu KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’ne (KKTC) sormadan, bilgilendirmeden ve de görüşlerini dikkate almadan Kıbrıs'ta 61 yıldır görev adı altında tatil yapan BM Geçici Barış Gücü'nün (UNFICYP) görev süresini bir yıllığına daha uzatması tam bir Rum yandaşlığı ve adaletsiz bir karar.
KKTC devleti, BM Güvenlik Konseyinin tek taraflı ve yanlı bu kararını ve kararın içinde yer alan “iki toplumlu, iki kesimli federasyon”a atıf yapılmasını kabul etmiyor. Kıbrıs’ta yaşanan son 61 yıl siyasi olarak değerlendirildiğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bu kararın ve karar içinde yer alan atıfın ne denli yanlı ve gerçeklerden uzak olduğu açık ve net ortada. Ki, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, BM’deki her konuşmasında ve açıklamalarında “Dünya Beş’ten Büyüktür” cümlesini BM Güvenlik Konseyi’nin taraflı kararlarından dolayı dile getiriyor.
Tamam, yıllar önce adaya sözde barış gücü gelmesine karar verilmiş ama günümüzde dünya sisteminin yeni dinamikleri ve oluşmuş yeni siyasi dengeler, eski düzenin sürdürülebilirliğini imkânsız hale getirdiğinden günümüz koşullarına uygun uygulamalar gerekiyor. Bu uygulamaların en önemli alanı ise Birleşmiş Milletler (BM) olmalı. BM’nin daha adil ve istikrarlı bir uluslararası düzen oluşturulması yönünde yeniden yapılanması, birçok ülkenin talebi ve ısrarlı isteği ile artık gündeme gelmek zorunda. Birçok ülke, BM’nin günün koşullarına uygun yapılandırılmasını ve Güvenlik Konseyi’nin Beş daimi üyesinin iki dudağının arasından çıkacak veto uygulamasından kurtarılmasını istiyor.
Zira BM ve Güvenlik Konseyi’nin Beş Daimi Üyesinin, zorda kalınca kendi çıkarları uğruna kullandıkları “Veto” hakları, özellikle son zamanlarda, Birleşmiş Milletler meşruiyetini ve adaletini hepten yitirtmiş ve sorgulanır hale getirmiş durumda.
Güvenlik Konseyi üyeleri olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in kendi ulusal çıkarları doğrultusunda veto ettikleri kararların toplamı 249. Yani BM Güvenlik Konseyi'ne sunulan 2,446 yasa tasarısının 249'u çeşitli nedenlerle veto edilmiş olup Rusya 112, ABD 81, İngiltere 29, Fransa 16 ve Çin 11 konuda veto haklarını kullanmışlar. Matematiksel oran olarak veto edilen kararlar, tüm kararların yüzde 10’undan fazla.
BM Güvenlik Konseyi üyesi devletlerin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda veto ettikleri kararların içinde, 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’ta, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde ayrı ayrı oylanan ve Kıbrıs Rumlarının Yüzde 75.38 “Hayır” oyu reddedilen Annan Planı sonrasında, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargolar kaldırılsın” içerikli önerisi yer almamakta. Bırakın bu kararın veto edilmesini, “Güvenlik Konseyine sunulursa veto edilecek” ihtarı ile sunulamamıştır bile.
Tekrar başa dönecek olursak, BM Güvenlik Konseyi tarafından görev süresi KKTC hükümetine sorulmadan 1 yıl daha uzatılan BM Barış Gücü (UNFICYP) 61 yıldır adamızda ödenekli tatil yapmakta, turistler gibi gezip dolaşmakta, yazın plajlarımızı doldurmaktadırlar. Bugüne değin hiçbir çatışmaya müdahale etmemişler, 1963-1974 yılları arasında soykırıma uğrayan Kıbrıs Türklerinin şehit edilmelerine göz yummuşlar, taşınır ve taşınmaz tüm mallarını arkalarında bırakarak evlerini, köylerini terk eden Kıbrıs Türklerine hiçbir destekte bulunmamışlardır.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında ikinci harekâtının başlatıldığı 14 Ağustos 1974'te Taşkent (Tohni) köyünün erkeklerinin topluca şehit edildiği katliamda, BM Barış Gücü, Kıbrıs Türklerini korumak vaadi ile silahlarını toplayıp Taşkent köyünde yaşayan Kıbrıs Türk erkeklerini adeta Rumlara teslim ederek, katliamın BAŞROLÜ’nü oynamıştır.
Bundan sonrası, görevi Kıbrıs adasındaki Rumları korumak olan zoraki misafire misafirliğinin bittiğini hatırlatmak, istenmediğini çeşitli dillerde ve platformlarda ifade etmektir.
16 Ağustos 1974 tarihinde itibaren fiilen adaya barışı getiren ve çatışmaları önleyen Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri olması nedeni ile adamızda boşu boşuna konuşlanan ve hiçbir işe yaramayan BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) KKTC’de konuşlanmasına ve KKTC makamlarından izin almadan toprağımızda faaliyet göstermesine artık izin verilmemelidir. BM Barış Gücü’nün sorumluluğu altında olan ARA BÖLGE’ye yerleşmeli ve KKTC Hükümetinden izin almadan topraklarımıza ayak basamamalıdırlar.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili