Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Piyasa beklentisi ekonominin yüzde 1,1 büyümesi yönündeydi

BERLİN (AA) - Polonya ekonomisi, bu yılın ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,9 büyüyerek beklentilerin altında kalsa da büyüme sürecine geri döndü.

Polonya İstatistik Dairesi’nin (GUS) öncü verilerine göre, ülkede mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH), bu yılın ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla yüzde 0,9'luk büyüme kaydetti.

Ekonominin birinci çeyrekteki bu büyümesi geçen yılın son çeyreğinde 0,5'lik küçülmeden sonra geldi. Böylece ekonomi tekrar büyüme sürecine geri dönmüş oldu.

Polonya ekonomisi geçen yılın ilk çeyreğine göre ise yüzde 1,2 daraldı.

Ülke ekonomisi 2020'nin son çeyreğinde yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınında kısıtlamalar nedeniyle yıllık yüzde 2,7 küçülme kaydetmişti.

Polonya ekonomisi geçen yıl Kovid-19 nedeniyle yıllık bazda yüzde 2,6'lık küçülme yaşamıştı.

Polonya hükümeti, ekonominin bu yıl yüzde 3,8'lir bir büyüme göstereceğini öngörüyor.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar (YTB) Başkanı Abdullah Eren Ramazan Bayramı dolayısıyla tebrik mesajı yayımladı.
 
YTB Başkanı Abdullah Eren Ramazan Bayramı dolayısıyla yurt dışındaki vatandaşlarımızın, soydaş ve akraba topluluklarımızın ve uluslararası öğrencilerin bayramını kutladığı bir mesaj yayımladı. Mesajında bu Ramazan'ın da Pandemi gölgesinde geçtiğini belirten Abdullah Eren, buna rağmen kurumun faaliyet alanlarında durmaksızın çalışmalarını sürdürdüğünü vurguladı.
 
''Pandemi, etkisini hâlâ tüm dünyada sürdürüyor. Maalesef bu Ramazan ayını da gereği gibi coşkuyla yaşamamızı kısıtladı. Buna rağmen bu mübarek ayın bereketinden de nasiplenmeye çalıştık.  YTB yurt dışındaki vatandaşlarımıza, gönül coğrafyamız diye tabir ettiğimiz soydaş ve akraba topluluklarımız ile uluslararası öğrencilerimize yönelik hizmet üretmeye devam etti. '' diyen Eren, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Afganistan gibi Kazan gibi gönül coğrafyamızın farklı noktalarında iftar programlarımız oldu. Filistin, Irak, Ukrayna, Kosova, Nijer, Somali, Sırbistan, Tanzanya gibi dünyanın farklı yerlerinde mezun derneklerimizle beraber hem iftarlar düzenledik hem buralardaki ihtiyaç sahibi kardeşlerimize destekler ulaştırdık. Yurt dışındaki vatandaşlarımızı ve uluslararası öğrencilerimizi de unutmadık bu süreçte.''
 
YTB'nin Ramazan çalışmaları kapsamında KKTC'de de gün gün gerçekleşen özel bir proje hayata geçirdiğini belirten YTB Başkanı Abdullah Eren, ''YTB Ramazan hediyeleriyle her gün KKTC'nin farklı farklı yerlerinde kardeşlerimizi ve minik yavrularımızı ziyaret etti. Bu ziyaret, hediye ve destek dağıtımlarında görevli sahadaki arkadaşlarımıza KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Ersin Tatar'ın da güzel bir sürpriz yaparak eşlik etmesi bizleri ayrıca onurlandırdı.'' dedi. 
 
YTB'nin tüm bu Ramazan çalışmalarıyla binlerce insana ulaştığını ve Ramazan'ın bereketini Pandemiye rağmen dünyayla paylaşmaya gayret ettiğini söyleyen Abdullah Eren, Pandeminin etkisinin azalması ve normalleşme adımlarının hayata geçirilmesiyle beraber proje ve çalışmaların da artacağına dikkat çekti.
 
''Manen bizleri sürura gark eden; huzuru, sükunu, mağfiret ve rahmeti ile inananları kuşatan bir Ramazan ayını daha geride bırakıp bayrama erişiyoruz.'' ifadelerini kullanan Eren, ''Aziz milletimizin, yurt dışındaki vatandaşlarımızın, kalbi ve duasıyla her daim Türkiye'nin yanında olan gönül coğrafyamızın ve ailelerinin, ülkelerinin bizlere en kıymetli emaneti olan Türkiye'de okuyan uluslararası öğrencilerimizin mübarek Ramazan Bayramı'nı tebrik ediyorum. Tüm insanlık için hayra, huzura ve felaha vesile olsun inşallah.'' dedi.

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, katıldığı bir toplantıda Cenevre görüşmelerinde Rum lider Nikos Anastasiadis ile diyaloğunu masaya vura vura anlattı. Tatar, “Sen ne kadar egemensen, ben de o kadar egemenim. Sen ne kadar devletsen ben de o kadar devletim. Artı benim arkamda 85 milyon Türkiye var” dediğini açıkladı.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Gençlik Topluluğu tarafından düzenlenen “Bugün günlerden Kıbrıs: Egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm vizyonu” konulu çevrimiçi toplantıya konuk oldu.
 
"İLK KEZ BU İKİ DEVLETİ MASAYA GETİRMENİN GURURUNU YAŞADIM"
Cenevre toplantısından bahseden KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, “Her ne kadar gayri resmi deseler de orada ciddi anlamda bir toplantı oldu. Ve Kıbrıs tarihinde 3. kere hem Rumlar hem Türkler hem de garantör ülkeler bir araya geldi. Ve ben orada ilk kez bu iki devleti masaya getirmenin gururunu yaşadım. Çünkü şimdiye kadar oraya gidenler hep Denktaş Bey dahi federasyon için gittiler. Çünkü o şekildeydi beklenti, o şekildeydi süreç. Bana nasip oldu. Ben oraya tabii ki Türkiye’nin de desteğiyle gidip de dedim ki, ‘Federasyon defteri kapanmıştır’. Çünkü Annan planında dünyayı kandırdınız” ifadelerini kullandı.
 
"ARTIK BİR KERE DAHA KANDIRILMAMAK LAZIM"
Federasyon için geçmişte yapılan çabayı 'kandırmaca' olarak nitelendiren Ersin Tatar, “Dünyanın her yetkilisi o zaman Kıbrıs’a geldi. Sayın Denktaş’a ve Türkiye liderine dediler ki ‘yeter ki Kıbrıs Türkleri evet desin, Kıbrıs Türklerinin izolasyonları kalkacak, direkt uçuşlar açılacak, şu ambargo kalkacak’ hep yalan dolan. Bizler ‘evet’ dedik, karşı taraf ‘hayır’ dedi. Onlar Avrupa Birliği’ne alındı. Bizlere ne ambargo kalktı ne izolasyon kalktı ne de direkt uçuş başladı. Aynı şekilde yaşamaya devam ettik. Dolayısıyla artık bir kere daha kandırılmamak lazım. 2017’de de benzer süreçler yaşandı, yine Rumlarla bir anlaşmaya varılamadı. Dolayısıyla ben zaten bütün seçim propagandamda 'iki devletli'yi savundum. Ona göre seçildik. Ondan sonra da bütün dünyaya gelen gidene ben neden iki eşit egemen devlet ısrarında olduğumu söyledim” açıklamasında bulundu.
 
"ÇAVUŞOĞLU YALANLARINI YÜZLERİNE SÖYLEDİ"
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Cenevre toplantısındaki çabasını överek, “Dolayısıyla ben oraya gittim. Bütün dünyaya kayda geçirttim. Sayın Çavuşoğlu Dışişleri Bakanımız, orada gerçekten olağanüstü bir hitap gücüyle ve konuşmalarıyla bana destek verdi. 2017’de Anastasiadis’le zaten o kendisi çok tartışmalar içinde olmuştu. Ben orada yoktum. Ama Sayın Çavuşoğlu 2017 görüşmelerinde oradaydı. Kendisine oradaki 2017 belgeleriyle ‘işte sen şunu dedin’, ‘sen bunu dedin’, dönüşümlü başkanlığı kabul etmediğini yalan söylediğini hepsini yüzüne Sayın Çavuşoğlu söyledi” bilgilerini verdi.
 
ANASTASIADIS'İN YÜZÜNE TOKAT GİBİ CEVAP
Cumhurbaşkanı Tatar, Rum lider Nikos Anastasiadis’e Cenevre’de şunları söylediğini açıkladı: “Ve dolayısıyla o müzakere masasında, o tartışmalar içerisinde bana da çeşitli tabii ki yanlış yanlış konuşmaları oldu. Ben de kendisine bütün dünyanın önünde, ‘sen ne kadar egemensen, ben de o kadar egemenim. Sen ne kadar devletsen ben de o kadar devletim. Artı benim arkamda 85 milyon Türkiye var. Buradan sadece 40 mil uzaklıkta. Dolayısıyla Türkiye’nin bize olan yakınlığını, bizim bağlarımızı, muhabbetimizi, Türkiye’nin bir garantör ülke, anavatan olmasını hiçbir zaman unutmayınız. Çünkü siz Avrupa Birliği’ne girmek suretiyle zaten bizlere en büyük yanlışı yaptınız. Bizim onayımız olmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin onayı olmadan bir defa kılıf uydurarak AB’ye girmeniz dolayısıyla ‘Biz AB’yi arkamıza aldık, AB kanallarına tabisiniz’, o bakımdan 'Türkiye buradan gidecek, çekilecek, garantörlüğü de son bulacak çünkü garantörlüğünde modası geçti' gibi laflarla bizi öyle bir oyuna getiremezsiniz’ dedim”
 
"ADAM DİYOR RUM CUMHURİYETİ'NE YAMA OLALIM"
Bazı Kıbrıslı Türklerin yanılgı içinde olduğunu dile getiren Ersin Tatar şöyle devam etti:
“Pazartesi Meclis’e gidip bu konuşma yapacağım. Tabii, bin bir laf da duyacağım. Onun içerisindeki bazısı, benden çok farklı düşünüyorlar. İnanamazsınız yani bir Kıbrıslı Türk, buralarda doğup büyüyen, bu mahallelerden; biri benim gibi düşünecek, öbürü diyecek ‘Tatar yanlış yoldadır’, ‘Tatar bizi felakete götürüyor’, ‘Tatar bizi dünyadan kopartıyor’, ‘Biz ne yapıp yapıp bu Rumlarla anlaşmak durumundayız’. Yani adam diyor ki sana, ‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne, git ve bu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adını değiştirelim. Ad olarak Kıbrıs Federal Cumhuriyeti. Avrupa Birliği’ne girelim. Ve Avrupa Birliği’nde tabii ki bey paşa yaşayalım. Buyurun. Adam diyor 'Rum Cumhuriyeti’ne yama olalım ve en sonunda burası Yunan adası olacak. Burası ENOSIS’cilerin, EOKA’cıların o kahramanların ana yurdudur' diyor adam. 'Birer birer Türkiye de buradan gidecek. Türk askeri gidecek’ diyor.”
 
"FÜZELERİ DİLECEKLER BURADA 'DOĞU AKDENİZ BİZİMDİR DİYECEKLER"
Türkiye’yi Anadolu’ya hapsetmek üzere oynanan oyunu anlatan Tatar şunları söyledi:
“Kimse zannetmesin ki 1963’ten 74’e kadar bizi bunun içerisinde canlı canlı mezara gömerlerken Türkiye seyretti de gelemedi. Johnson mektubu geldi, Amerikan filosu geldi. O geldi bu geldi engellediler ve gelemedi. Seyrettiler bizi burada ve her gün ağladılar. Biz de ağladık, onlar da ağladı. Biz et ve tırnak, hepimiz Türk evladıyız netice itibarıyla. Dolayısıyla böyle bir anlaşma yapılırsa ve Türkiye buradan giderse, Türkiye bir kere daha gelemez. Sizler Türk evlatları olarak, Türk gençleri olarak bunu sizle samimiyetle paylaşmak istiyorum. Gelemez. Burası şimdi Avrupa Birliği olacak, burada Yunanistan’ı, Rumları, Fransa’sı da burada. Bilmem o da, bu da hepsi burada. Türkiye’ye füzeleri dikecekler burada, Türkiye’yi Anadolu’ya hapsettiler, 'Doğu Akdeniz’de çoğu bizimdir' diyecekler ve bir takım oyunlar ve masallar... Biz de bu oyuna gelmeyeceğiz diyorum. Seçimle geldim, seçimle kaybedersem giderim. Ama asla bu duruşumdan vazgeçmem. Bu heyecanımdan, bu doğru yoldan vazgeçmem.”
ABD Başkanı Biden'ın sözde 'soykırım' tanımlamasına ise, "Şimdi onu orada seçtiler. O seçenlerin içerisinde herhalde o gruplardan insanlar var. Onları memnun ediyor. Yani aklı başında kimse bu kadar büyük bir ülkeye Türkiye Cumhuriyeti öyledir, bu kadar hakaret etmez, aklı başında olsa. Trump zamanında tweet yazar bilmem ne yapardı bilirsiniz" şeklinde konuştu.
Zum Europatag am 9. Mai erklärt Hans Peter Wollseifer, Präsident des Zentralverbandes des Deutschen Handwerks (ZDH):
 
“Eine handlungsfähige und zukunftsfähige Europäische Union ist von großer Bedeutung für unsere Handwerksbetriebe und ihre Beschäftigten. Deutschland liegt im Herzen Europas. Wir profitieren von der Sicherheit und dem Wohlstand, die Europa uns bringen. Die Mitgliedstaaten sind in individueller Vielfalt in einer Werte- und Zweckgemeinschaft verbunden. Die Europäische Union steht für 70 Jahre Frieden und Freiheit, für Demokratie, Wahrung der Menschenrechte und Rechtsstaatlichkeit. Sie trägt entscheidend zur Sicherheit, zum Wohlstand und zur Lebensqualität der Handwerksunternehmer bei: Das ist eine wesentliche Grundlage dafür, dass Handwerksbetriebe und ihre Beschäftigten erfolgreich arbeiten und wirtschaften können.
 
Die EU ist sicherlich nicht perfekt. Über ihre Weiterentwicklung sowie aktuelle und zukünftige Herausforderungen werden wird im Rahmen der an diesem Sonntag beginnenden Konferenz zur Zukunft Europas zu sprechen sein. Die gemeinsame Bewältigung der Corona-Pandemie und die anschließende wirtschaftliche Erholung, mehr Anstrengungen in den Bereichen Klimaschutz und Digitalisierung, die Schaffung einer widerstandsfähigeren und kreativeren europäischen Wirtschaft: Das sind historische Herausforderungen, aber auch große Chancen für unsere Betriebe und ihre Beschäftigten. Unsere Vision ist eine sichere, lebenswerte und verantwortungsvolle EU. In diesem Sinne werden wir uns in die Debatte zur Gestaltung der Zukunft Europas einbringen.
 
Europa ermöglicht unseren Betrieben und ihren Beschäftigten, sich im Binnenmarkt frei zu bewegen, grenzüberschreitend Aufträge anzunehmen, mit anderen Unternehmen zusammenzuarbeiten und den eigenen Kundenstamm zu erweitern. Zugleich ist das Handwerk regional verortet und verankert, Qualität und nachhaltiges Wirtschaften genießen hohes Ansehen. Wie schnell die als selbstverständlich angenommenen Grundfesten der Europäischen Union und das inzwischen nahezu selbstverständliche grenzüberschreitende Arbeiten und Zusammentreffen erschüttert werden können, haben wir in den vergangenen 15 Monaten angesichts der Corona-Pandemie allzu deutlich erlebt. Wir haben aber auch gesehen, wie gemeinsames Handeln dazu beigetragen hat, eine noch größere Katastrophe abzuwenden. Ein historisches Wiederaufbaupaket in Höhe von 750 Mrd. € wurde beschlossen. Die Mittel fließen direkt in den Wiederaufbau der europäischen Wirtschaft nach der Krise, auch in die Finanzierung vieler handwerksrelevanter EU-Programme wie Erasmus+ und InvestEU.“
Sevgili Kardeşlerim,
Aziz Müslümanlar,
 
Kur’an-ı Kerim’in Hz. Peygamber Efendimiz’e vahyedilmeye başlanmasından dolayı “Kur’an Ayı” olarak da addettiğimiz bir mübarek Ramazan ayını daha tamamlayarak bayrama ulaşan bütün Müslümanlara selam olsun!
 
Sevgili Kardeşlerim, asırlardan beri alışık olduğumuz mübarek Ramazan ayına mahsus, topluca iftarlar gibi bazı adetlerimizi son iki yıldır Koronavirüs salgınından dolayı yerine getirememenin burukluğu içinde bir Ramazan Bayramı idrak ediyoruz.
 
 
Bu Ramazan’da da yardıma muhtaçları, “Ramazan Paylaşmaktır” şiarıyla kucakladık, onlara yardım elimizi uzattık.
 
Topluca bayramlaşmalar mevcut şartlardan dolayı mümkün olmasa da her aile kendi içinde bayram havasını en güzel bir şekilde yaşamaya özen göstermelidir.
 
Artık Ramazan ayının gelişi ve Müslümanların oruç tutmaya başlaması, Almanya gibi Müslüman göçmenlerin yoğun yaşadığı ülkelerin kamuoyunun gündemine girmiş olması, biz Müslümanlar için memnuniyet verici kayda değer bir gelişmedir.
 
Bir taraftan popülist politikacıların, diğer taraftan yabancı düşmanı mihrakların Müslümanlara yönelik hakaret ve dışlayıcı tavırları devam etse de, Avrupalı Müslümanlar olarak çokkültürlü hayata katkımız ve birlikte yaşamaya olan inancımız her Ramazan’da biraz daha güçlenmektedir.
 
Ramazan Bayramı vesilesiyle bütün Müslüman kardeşlerime ve insanlığa sağlık ve huzur dolu bir dünya temenni ediyor, özellikle farklı kültür ikliminde yaşayan Müslüman kardeşlerimiz başta olmak üzere bütün İslam âleminin Ramazan Bayramını canı gönülden tebrik ediyorum.
 
Durmuş Yıldırım
ATİB Genel Başkanı
 

DİTİB’den Pakistan’daki 1500 öğrencili kız kolejine eğitim desteği

Düsseldorf DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Mustafa Akpınar, Eyalet Bölge Birliği Bakanı Ersin Özcan’dan oluşan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) gönüllü heyeti, Almanya’daki hayırseverlerin katkılarıyla 2008 yılında hizmete açılan Keşmir bölgesi Kharek şehrindeki Rawalakot Türkiye Kız Koleji’ni ziyarete etti.

 

 

DİTİB heyetinin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getiren okul müdiresi Dr. Begum Uzma, okulun yapımında DİTİB’in büyük katkısını hiç unutmadıklarını söyleyerek, Almanya’daki hayırseverleri her zaman minnet, şükran ve dualarla andıklarını ifade etti.

 

Rawalakot Türkiye Kız Koleji hakkında kısa bilgi veren Uzma, konuşmasına şöyle devam etti: “1500 kişinin eğitim gördüğü kolejimiz yerleşkesinde 100 kişilik yurt, 10 yataklı hastane ve 10 adet lojman bulunuyor. Ayrıca tam donanımlı idari blokları, konferans salonu, spor kompleksi, 4 bloktan oluşan sınıfları, su deposu, 60 volt gücündeki jenaratörü ve Türk mimarisi tarzında inşa edilen minareli camisi ile Rawalakot Türkiye Kız Koleji bölgemizin en itibarlı okullarından bir tanesidir. Allah bu büyük hayra vesile olanlardan razı olsun.”

 

 

Düsseldorf DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Mustafa Akpınar ve Eyalet Bölge Birliği Bakanı Ersin Özcan, Ramazan ayı münasebetiyle okulun sorunlarını tespit etmek ve ihtiyaçlarını gidermek maksadıyla okulu ziyaret ettiklerini söyledi.

 

 

Mazluma ve mağdura uzanan el olmaya ve yedi kıtaya ulaşmaya çalışıyoruz

Bu güzel ülkenin, 2005 yılında yaşanan depremin ardından geleceği olan gencecik insanlarını bir anda kaybettiğini belirten Akpınar, “Gönüllü DİTİB heyeti olarak bugün Kharek şehrinde inşa edilen Rawalakot Türkiye Kız Koleji’ndeyiz. Okulun ihtiyaçlarını yerinde görmek ve durum tespitinde bulunmak maksadıyla geldik. Almanya’da yaşayan hayırseverler kardeşlerimiz 2005 yılında Pakistan halkına güzel bir eser, güzel bir eğitim yuvası kazandırmışlar. Böyle güzel bir müesseseyi inşa etmekle ne kadar doğru ve hayırlı bir iş yapıldığını okulu yerinde görerek müşahade ettik. Öğretmeni, öğrencisi ve yöneticileriyle bu güzel insanların mutlululuklarına şahit olduk. Almanya’daki kardeşlerimizin zekat ve fitre bağışları ile burada eğitim gören öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacağız. Teşkilatımıza gönül veren hayırseverlerin katkılarıyla mazluma ve mağdura uzanan el olmaya çalışıyoruz. Bu vesileyle emanetlerini teşkilatımıza teslim eden cemaatimize ve hayırsever insanlarımıza teşekkür ediyoruz.” dedi.

 

Pakistan’da 2005 yılında yaşanan depremin ardından Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) tarafından inşa edilen Rawalakot Türkiye Kız Koleji 2008 yılında dönemin genel başkanı merhum Rıdvan Çakır ve Sadi Arslan’ın katılımlarıyla hizmete açılmıştı.

 

 

DİTİB heyeti, iki gün süren temasları sırasında Türkiye'nin İslamabad Büyükelçisi İhsan Mustafa Yurdakul ile eski Düsseldorf Din Hizmetleri Ataşesi olan Eğitim Müşaviri Dr. İlhami Ayrancı’yı da ziyaret etti.

 

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Ramazan ayı dolayısıyla Balkan ülkelerinde ihtiyaç sahibi ailelere ramazan paketi ulaştırdı.

 

 

 

Organizasyon kapsamında Eitorf DİTİB Merkez Camii Başkan Yardımcısı Anıl Miraç Arslan ve Lemgo DİTİB Ahmet Yesevi Camii Başkanı Ahmet Emin Yılmaz, Almanya’daki hayırseverlerlerin zekat ve fitre bağışlarını ihtiyaç sahibi ailelere ulaştırmak üzere Kosova, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’ya gitti.

 

 

 

DİTİB heyeti ve Türkiye Diyanet Vakfı yetkililerinin katıldığı dağıtım organizasyonu çerçevesinde, üç gün boyunca Kosova, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ülkelerinde ihtiyaç sahibi ailelere gıda paketi dağıtıldı.

 

 

 

DİTİB heyeti, organizasyon kapsamında ilk olarak Kosova’nın başkenti Priştine, Prizren ve Mamuşa’da 1000, ardından Arnavutluk’un başkenti Tiran ve Mal Viles köyünde 550 ihtiyaç sahibi aileye ramazan yardım paketi ve alışveriş kuponu dağıttı. Heyet daha sonra Kuzey Makedonya'ya geçerek buradaki 500 ihtiyaç sahibi aileye ramazan alışveriş kuponu dağıttı. Ayrıca ilk, orta ve lisans eğitimi gören 80 öğrenciye bir yıllık burs desteği sağladı ve Kul Oğuzlar köyünde de nafile kurbanlar keserek et dağıtımı gerçekleştirdi.

 

 

 

İhtiyaç sahibi ailelerin hayır dualarını aldık

Almanya DİTİB teşkilatı olarak bu yıl ilk kez zekat ve fitre kampanyası kapsamında Balkan ülkelerindeki ihtiyaç sahibi ailelere ulaştıklarını belirten Eitorf DİTİB Merkez Camii Başkan Yardımcısı Anıl Miraç Arslan, Lemgo DİTİB Ahmet Yesevi Camii Başkanı Ahmet Emin Yılmaz, “Hayırsever insanlarımızın gönülden bağışladığı yardımları, gönüllülerimizle birlikte ihtiyaç sahibi ailelere ulaştırarak gönül köprüleri kuruyoruz. Hayırseverlerimizin destekleriyle temin ettiğimiz gıda yardımlarını Kosova, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya olmak üzere toplam 2050 ihtiyaç sahibi aileye ulaştırarak hayır dualarını aldık. Balkan ülkelerinde yolumuzu ümit ve hasretle bekleyen gönüllere umut olmak için emanetlerini teşkilatımıza teslim eden cemaatimize ve hayırsever insanlarımıza teşekkür ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

 

 

 

 

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Ramazan ayı dolayısıyla kuzey yarım kürenin en fakir ülkesi olarak bilinen Latin Amerika ülkelerinden Haiti’de ihtiyaç sahibi ailelere ramazan paketi ulaştırdı.
Rheinland-Pfalz ve Saarland DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Celil Mahir Dindar ve Wittlich DİTİB Eyüp Sultan Camii Dernek Başkanı Yılmaz Yıldız, Almanya’daki hayırseverlerlerin zekat ve fitre bağışlarını ihtiyaç sahibi ailelere ulaştırmak üzere Haiti’ye gitti.
Gönüllü DİTİB heyeti, Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) tarafından 2014 yılında yaptırılan Boukman Buhara Camii’ni ve Haitili Müslüman ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü Cape Haitien Children of Hope (Umudun Çocukları) okulunu ziyaret etti.
 
 
“Umudun Çocukları” okulu öğrencileri sevindirildi
DİTİB heyeti ve Türkiye Diyanet Vakfı yetkililerinin katıldığı dağıtım organizasyonu çerçevesinde, üç gün boyunca 200 ihtiyaç sahibi aileye gıda paketi dağıtıldı. DİTİB heyeti, ayrıca anaokulu, ilkokul ve ortaokul seviyesinde 143 öğrencinin eğitim gördüğü Umudun Çocukları Okulu’nda ihtiyaç sahibi yetim öğrencilere nakdi yardımda bulundu. Ayrıca çocuklara oyuncak ve ve kırtasiye malzemelerinden oluşan hediyeler verildi.
 
 
Umudun Çocukları Okulu öğrencileri tarafından “DİTİB’e bağış yapan bütün kardeşlerimize teşekkürler! Haitili Müslümanlar sayenizde çok mutlu!” şeklindeki Türkçe sloganlarıyla uğurlanan Rheinland-Pfalz ve Saarland DİTİB Dini Danışma Kurulu Başkanı Celil Mahir Dindar ve Wittlich DİTİB Eyüp Sultan Camii Dernek Başkanı Yılmaz Yıldız, organizasyonla ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle ifade ettiler: “Ramazan’ın manevi iklimini dünyanın dört bir yanında yaşatıyoruz. Bugün de Haiti’de Türkiye Diyanet Vakfı tarafından açılan Umudun Çocukları Okulu’nun bir yıllık masrafının DİTİB tarafından karşılacağını okul idaresiyle paylaştık, mutlu oldular. Haitili Müslüman çoçukların rahat bir ortamda eğitimlerine devam edebilecekleri güzel bir kompleksi ziyaret etmenin mutluluğunu yaşadık. Türkçe sloganlarla bizleri uğurlamalarından da ziyadesiyle mutlu olduk. Onların mutluluğuna, hayır dualarına tanıklık etmekten ayrıca mutluluk duyduk. Almanya’daki kardeşlerimizin iyilikleriyle ihtiyaç sahiplerine destek oluyoruz. Onların hayırlarıyla  gönüllerdeki kardeşliğimizi pekiştiriyoruz.
Bu vesileyle, emanetlerini teşkilatımıza teslim eden cemaatimize ve hayırsever insanlarımıza teşekkür ediyoruz.”
 
 
 
 
 
 
 
Almanya’nın Leverkusen kentinde merkezi bulunan Avrupa Denizlililer Derneği, Denizlili çocukları sevindirmeye devam ediyor.
 
“Haydi Avrupa - 1 Aile 1 Tablet”
Pandemi dolayısıyla uzaktan eğitim alan öğrenciler için “Haydi Avrupa - 1 Aile 1 Tablet” kampanyası başlatan Avrupa Denizlililer Derneği, imkanı olmayan 100’e yakın öğrenciyi hayırseverlerin desteği ile tablete kavuşturdu.
 
 
Pandemi döneminde eğitimde fırsat eşitliği sunmak hedefiyle başlatılan kampanya kapsamında Denizli’deki ihtiyaç sahibi öğrencilere tablet teslim edildiğini belirten Dernek Başkanı Ali İnceören, “Bu zorlu süreçte eğitim-öğretim faaliyetlerinin daha verimli bir şekilde sürdürülebilmesi için Denizlili ihtiyaç sahibi öğrencilere, derneğimizin ve hayırsever hemşehrilerimizin katkısıyla tablet hediyelerini teslim ettik. Tablet kampanyamız ilk etabında 120, ikinci etabında da 100’e yakın ihtiyaç sahibi öğrencimize tabletlerini ulaştırdık. Hayırsever hemşehrilerimizin destekleri arttıkça bizler de dernek olarak hemşehrilerimizi desteklemeye, memleketimize köprü olmaya ve yardım elini uzatmaya devam edeceğiz. Ramazan ayında hayırseverlerimizin iyliklerini ihtiyaç sahibi öğrencilerimize gönül rahatlılığıyla teslim etmenin mutluluğunu yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.
 
Kampanya destek veren Denizlili iş adamı Yasin Yurtsever, bizzat ihtiyaç sahibi öğrencilere tablet hediye ettiklerini dile getirip, hayırseverlere teşekkür etti.
 
SETA'nın Brüksel Ofisi’nde araştırmacı olarak görev yapan Zeliha Eliaçık, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Türkiye’deki Suriyeliler için aktarılan fonların işleyişi ve vize serbestisi gibi konulara ilişkin Anadolu Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel ile Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın davetine icabetle 6 Nisan’da Türkiye’ye gerçekleştirdikleri çalışma ziyaretinin ardından, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) Brüksel Ofisi’nde araştırmacı olarak görev yapan Zeliha Eliaçık Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği, Türkiye’deki Suriyeliler için aktarılan fonların işleyişi, 18 Mart Mutabakatı, Gümrük Birliği ve vize serbestisi gibi konulara ilişkin Anadolu Ajansı’nın sorularını yanıtladı.
 
 
6 Nisan’da AB heyeti Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir açılım mı yaşanıyor?
Türkiye-AB ilişkileri köklü bir geçmişe sahip, ancak bu ilişkilerin yeni siyasi konjonktüre uygun yapısal bir değişikliğe ihtiyacı var. Avrupa ve Türkiye tarafı ilişkiler için yeni bir gelecek arıyor. Çünkü ne Avrupa eski Avrupa ne de Türkiye eski Türkiye; uluslararası güç dengeleri de eskiden olduğu gibi birkaç büyük aktörün uhdesinde ilerlemiyor. Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin giderek oyuna müdahil olduğu ve yön verdiği bir dönemdeyiz. Bu nedenle Türkiye-AB ilişkilerinde uzun yıllardır süregelen asimetrik ilişki biçimi Türkiye’nin lehine değişti. Çünkü Türkiye (başta Suriye ve Libya, yani Doğu Akdeniz olmak üzere) bölgesinde, kara ve deniz sınır güvenliğini ve terör yoluyla iç huzurunu tehdit eden gruplara karşı aktif bir siyaset izledi. Örneğin Libya’da, Doğu Akdeniz’de Türkiye hep meşru bir tavırla başından beri durduğu yerde durdu. Uluslararası kurumlar tarafından tanınan hükümete destek verdi ve bölgeyi stabilize etti. AB ise “bekle gör” siyasetiyle (başta Libya olmak üzere) hiçbir uluslararası çatışmada bir başarı elde edemedi. Türkiye çıkar önceliklerini kendisinin belirlediği “bağımsız Türkiye” vizyonuyla gerek istihbarat gerek güvenlik alanlarında gerekse ordusuyla büyük bir atılım gösterdi.
 
Göç meselesi de bu denklemde Avrupa ile Türkiye arasındaki bağımlı ilişkide yeni bir işbirliği ve anlaşma alanı açtı. Avrupa bu yeni şartlara alışmakta güçlük çekse de Türkiye artık Batı’nın uzak karakolu değil. AB de Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğunu kabul etti. Türkiye AB’nin izlediği el düşürme tuzağına düşmeyerek AB üyelik hedefinden vazgeçmediğini tekrar vurguladı. Bu konuda Avrupa’nın çok ikircikli ve tutarsız ve Birlik ruhundan uzak, bölünmüş bir Türkiye siyaseti izlediğini ve bu bölünmüşlüğü son tahlilde yine kendi çıkarları için bir mazeret olarak kullandığını görüyoruz.
 
Türkiye ile işbirliğini AB’nin muhtaç olduğu ekonomi ve göç alanlarına indirgemeye çalıştığı görülüyor. Bu sürede de Türkiye’deki siyasi irade, insan hakları ve demokrasi gibi bazı normatif dış siyaset söylemleriyle köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Ama sanırım insan hakları söylemini siyasi bir argüman olarak kullanışlı bulan muhalefet hariç, bu argümanlara artık kimse iltifat etmiyor. AB’nin dış sınırlarından sorumlu Frontex insanlık suçu işlerken Türkiye’ye insan hakları temelli söylemlerde bulunması elbette siyasi bir hareket. Türkiye-AB ilişkileri siyasi olarak da daha rasyonel ve işbirliğine dayalı bir çerçeveye oturtulmak zorunda. Ancak ben AB’nin 2023’ten önce tutarsızlıklarla dolu, çelişkili Türkiye siyasetinde çok büyük adımlar atacağına ihtimal vermiyorum. Zira elbette AB, Avrupalı uzmanları “Güç dengeleri değişti. Erdoğan siyasetini değiştirmedi ama AB tavizler veriyor” tespitini yapmak zorunda bırakan bir siyasi iradeyi değil, kendisini zorlamayan bir siyaseti Türkiye’de iktidarda görmek istiyor.
 
Göç sorununa ilişkin Türk kamuoyunda bazı “efsaneler” olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bunlar?
Öncelikle şaşırtıcı olan, Avrupa siyasetinin Türkiye’yi —hem de çok haklı olduğu göç gibi bir meselede— köşeye sıkıştırmak için dolaşıma soktuğu bu efsanelerin Türk kamuoyunda itibar görmesi. Maalesef iç muhalefetin sorumsuz tutumu ve Avrupa’nın akademi, siyaset ve medyadaki uzantıları ve oyuncuları eliyle bu söylemler Türk kamuoyunda yayılıyor. Tekrar edelim: Türkiye’nin mültecileri para almak için kullandığı bu mitlerden biridir. Benzer şekilde, Türkiye’nin Avrupa’dan ekonomik çıkar elde etmek için mültecileri kullandığı söylemi de apaçık bir algı operasyonudur. İşin aslı, Avrupa’nın mülteci kabul etmeme ve bu yükü tamamen ve sadece Ankara’ya yükleyerek hiçbir maliyet ödemeden bu işten kaçma “kurnazlığı” içinde olduğudur.
 
AB başta Cenevre Sözleşmesi ve 18 Mart Mutabakatı olmak üzere uluslararası anlaşmalarla yüklendiği sorumlulukların hatırlatılmasından rahatsız. Kapıları açma bir tehdit değil; AB’nin göç meselesini tek başına Türkiye’ye yükleme siyasetine karşı Türkiye’nin elinde tuttuğu bir haktır. Türkiye mülteciler üzerinden para almıyor; zira ortada zannedildiği gibi bir para değil, tamamen AB kurumları üzerinden projelere aktarılan fonlar var.
 
18 Mart Mutabakatı’nın imzalandığı günden bugüne kadar geçen süreçte hangi alanlarda ilerleme kaydedildi? Hangi noktalarda sorunlar yaşanıyor?
18 Mart Mutabakatı adından da anlaşılacağı üzere sadece göç meselesini kapsamıyor. Göç meselesinin çözümü yolunda iki taraf karşılıklı sözlerle bazı yükümlülükler altına girdiler. O dönemin şartlarında Gümrük Birliği ve vize serbestisi gibi konularda da AB vaatlerde bulundu. Ancak düzensiz göçün kontrolü hususunda Türkiye üzerine düşeni yaptığı halde, AB bu sözleri tutmadı. Şu an göç mutabakatının yenilenmesi söz konusu. Bu konuda göç meselesinde ciddi yük alan Almanya ve Türkiye tarafı bir irade ortaya koyuyor. Diğer AB ülkeleri ise göçmenlerin ölmesi pahasına, hâlâ “benim sınırlarımdan uzak olduğu sürece benim için sorun yoktur” mantığıyla üç maymunu oynuyor. Oysa göç uluslararası bir sorundur. Göç meselesi Türkiye’de başlamadı ve Türkiye’de de sona ermeyecek.
 
Fonların aktarımında bazı sıkıntıların yaşandığı zaman zaman basına yansıyor. Bu konuda durum nedir? Mültecilerin ihtiyaçları için ayrılan fonların, AB’nin belirlediği aracı kurumların idari ve operasyonel giderlerine harcandığı ve bu nedenle de amacına ulaşmadığı yönündeki iddialara ilişkin neler söylersiniz?
18 Mart Mutabakatı’yla fonların idaresi konusunda tüm sorumluluk tamamen AB yönetimine verildi. AB’ye sorulmadan hiçbir harcama yapılamıyor. Bu çok ciddi bir sorun. Birincisi, “Suriye’den mülteci akınları Türkiye’de durdurulsun” diyerek Suriyeliler Türkiye’ye teslim edilirken Türkiye’ye güvenen AB, konu mültecilere yönelik mali desteğe gelince Türkiye’yi güvenilmez buluyor. Kendi belirlediği “kayyumlarla” fonları yönetiyor ki ortada doğrudan bir para da zaten yok. Projelere bağlanan bazı fonlar var. Dolayısıyla pratikte bir kilitlenme oluyor. Türkiye de facto olarak sahadaki bu sorunları Cumhurbaşkanlığının gücü ve iradesiyle aşıyor. Ancak Türkiye AB’nin kâğıt üzerinde çözmeye yanaşmadığı konulara sahada pratik çözümler üretmek zorunda değil. Bu süreç artık mutabakatla resmi ve hukuki bir çerçeveye oturtulmalı. Suriyeli mültecilerin sorunlarını Türk hükümeti çözmek zorundaysa, fonların idaresinde de Türkiye söz sahibi olmalı.
 
Fon yönetiminin tek taraflı olarak AB tarafından yürütülmesi mülteciler için sahada ne gibi sorunlara yol açıyor?
Bu fonları yöneten 25-30 aracı kuruluşun hepsi Avrupalı. Ne Türk ne de Suriyeli Arap sivil toplum örgütleri bu alana giremiyor; çünkü mevzuat böyle. Mevzuattaki bazı maddeler Türkiye’deki STK’ların işin içine girmesini engelliyor. Aracı kurumlarda da “üç yıl Avrupa’da çalışmış olma, dört yıl şunu yapmış olma” gibi şartlar aranıyor. Türkiye’de böyle bir personel bulmak zor. Avrupa kendi şartlarını dayatarak, gerçeklerle uyuşmayan bazı taleplerde bulunuyor. Bunu şöyle okumak mümkün: Elindeki tüm araçlarla proje yönetimini ve fon dağıtımını bilinçli bir biçimde yavaşlatıyor. Artık şark kurnazlığı lafını “garp kurnazlığı” şeklinde değiştirmenin vakti geldi belki de. Zira bununla hedeflenen şey, projeleri uzun zamanlara yayarak yeni fon aktarımı ve proje oluşumunu geciktirmek.
 
Bencil bir tutum var ortada. Türk STK’larla işbirliği yapılsa, bu aynı zamanda Türkiye’deki sivil toplum kültürünü de güçlendirir. Sivil toplum yönetimi onlardan örnek alırdı, rol model olurlardı. Çünkü yıllardır sahadalar ve tecrübeliler. Fakat bunu yapmıyorlar. Avrupalı aracı kurumlar görevini yapıp sahadan çekilmeli ve yerini yerli STK’lara bırakmalı.
 
Suriyeliler için burada projeler hangi kriterlere göre yönetiliyor? Bunu da AB mi belirliyor?
Bu konuda bir ihtiyaç analizi yapılması ve ortak işbirliğiyle projelerin yönetilmesi gerekiyor. Eğitim, sağlık, sosyoekonomik koruma sektörlerinde fonların ihtiyaçlara göre aktarılması gerekiyor. Türkiye burada üzerine düşeni yapıyor. Fakat sorun yerli kurumların sistem dışı kalması. Aracı kuruluş olmadığı için, yabancılar da pahalı çalışıyor. Türkiye’yi tanımayan, sahayı bilmeyen Avrupalı aracı kurumların idari harcamalardaki dengesizliği nedeniyle, fonların büyük kısmı operasyonel ve idari masraflara gidiyor ve hedef kitle olan Suriyelilere ulaşmıyor. Oysa Türkiye’deki kurumlar bunu daha iyi yönetirler, çünkü sahayı iyi biliyorlar. Burada özellikle proje idaresinde, Avrupa tarafının siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeten projelerin (örneğin Suriyelileri Türkiye’de kalıcı kılmaya yönelik) değil, Türkiye’nin ve mültecilerin ihtiyaçları ve geri dönüşlerini gözeten projelerin desteklenmesi gerekiyor.
 
Mültecilere Türkiye’deki Sığınmacılar için Mali Yardım Programı (FRIT) fonlarının ulaştırılması ve Türkiye’ye aktarımı sürecinin yavaş işlediği konusunda Türk tarafının şikayetleri olduğunu biliyoruz. Bu durum mültecileri nasıl etkiliyor ve bu sorun nasıl aşılabilir?
Evet, en büyük sorun AB’nin fonları ve projeleri yavaş ilerletme politikası. Çünkü Avrupalılar söz verdikleri destek çerçevesinde tekrar mali destek vermemek için, kamuoyuna “orada para var” şeklinde bir görüntü vermek adına, fon aktarımını ve projeleri bilinçli şekilde yavaşlatıyor. Normalde AB’nin işleyişi zaten yavaş, ama bu konuda fazladan bir yavaşlamanın söz konusu olduğu anlaşılıyor. Burada AB’nin Suriyelilere tahsis edilen fonları, Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) fonlarını yönettiği gibi yönetmeye çalıştığı görülüyor. Oysa bu bir insani yardım, bir “kalkınma” yardımı değil. Burada 5 milyona yakın mülteci bulunuyor; dolayısıyla bu mültecilere yemek verilmek zorunda. IPA mantığıyla bunu sağlamak mümkün değil. Bunun değiştirilmesi lazım. AB’nin kendini yenilemesi ve IPA mantığını aşması gerekiyor.
 
Bu konuda Türk tarafı mültecilerle birlikte Türk vatandaşlarını da sürece dahil ederek uyum ve paylaşım siyasetini ikame ediyor diyebilir miyiz?
Elbette. Örneğin bir mahallenin 10 bin nüfusu var; 3 bini Suriyeli ise 7 bini Türk. Burada sunulan altyapı hizmetine, diğer giderlere Suriyeli göçmenler de ortak doğal olarak. Dolayısıyla buradaki fon ve proje dağılımının herkesin faydalandığı bir mekanizmada ilerlemesi gerekiyor. Bu nedenle Türk tarafı bu fonlardan özellikle istihdam konusunda Türklerin ve diğer göçmenlerin de istifade etmesi için gayret sarf ediyor.
 
Aktarılan 6 Milyar Avroluk fonlarla ilgili AB Türkiye’ye “Biz parayı verdik” diyor. Türk tarafı diyor ki “Hayır, paranın hepsi gelmedi” Bu anlaşmazlık nereden kaynaklanıyor?
Bu anlaşmazlığın nedeni paraların delege edilmesi ile kullanılması arasında geçen sürenin AB tarafından özellikle uzatılması. Evet, AB 6 milyar avroyu kâğıt üzerinde tahsis etmiş, projelere bağlamış; ama “projeler ilerledikçe parayı serbest bırakırım” diyor. Ancak projenin ilerlememesi için de her türlü engeli çıkartıyor. IPA mantığı ile fon yönetimi AB’nin en büyük yanlışı ve hatta taktiği diyebiliriz. Projeleri öyle zor şartlara bağlıyor ki projeler ilerleyemiyor. Ama sahadaki insanlar para bekliyor, yemek bekliyor, iş bekliyor, eğitim bekliyor. Türkiye sahada sorunları çözmek zorunda ve çözüyor da. Bu noktada ülkemiz gerçekten bir başarı hikayesi yazıyor. “Dünya 5’ten büyüktür” diyen Türkiye hem siyasi irade hem insani tutum hem de sahada sorun çözme kabiliyeti açısından 27 AB ülkesinden büyük olduğunu da gösterdi. Fon yönetiminde AB, Suriyeli göçmenler meselesine IPA mantığıyla bir insani yardım değil de bir entegrasyon ve kalkınma yardımı gibi yaklaştığı için çok yavaş yürüyor. Burada Türkiye’ye karşı oyalama ve pratikte de (literatürdeki tanımla) “teknik kısıtlama” siyaseti uyguluyor diyebiliriz.
 
Fonlanan projelerin birçoğu 2022 yılında bitiyor. Sonrasında ne olacak? Yeni bir vizyon gerekiyor mu?
Biliyorsunuz 3 milyar avro aktarılmıştı; ancak verilere göre şu an bunun yaklaşık yüzde 85-90’ı harcanmış durumda. Bu da yeni bir fon tahsisi sürecinin gerektiğini gösteriyor ki Von der Leyen büyük ihtimalle yakında böyle bir bütçeyi Türk tarafına sunacak.
 
Yaptığım araştırma ve görüşmelerden edindiğim bilgiye göre, mülteciler için Türkiye’ye AB ve Türkiye tarafından ortak hazırlanan ihtiyaç analizinden çıkan rakamın çok altında bir para tahsis edildiğini görüyoruz. Yeni bir ihtiyaç analizinin yapılması lazım.
 
Evet, yeni bir vizyon gerekli. Bu fonlar daha çok Türkiye içinde kullanılıyor. Fakat mesele Suriye’de başladı ve orada bitmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda haritayla detaylıca anlattığı bir güvenli bölge meselesi var. Yani fonların oraya doğru aktarılması, orada kullanılması lazım. Bu sorun pansuman çözümlerle yok olmayacağına göre, 18 Mart Mutabakatı’nda da belirtildiği gibi, Türkiye’ye Suriye içindeki güvenli bölgelerin inşası ve güvenli geri dönüşün sağlanması için lojistik ve ekonomik destek verilmesi gerekiyor.
 
18 Mart AB-Türkiye Mutabakatı’nın revizyonu için öngörülen değişiklikler neler?
Öncelikle Türkiye’ye vize serbestisi ve Gümrük Birliği’nin revizyonu ile ilgili verilen sözler tutulmalı. Fakat bu konuda da Avrupa’nın bir “Garp kurnazlığı” içinde olduğunu görüyoruz. Bu mutabakatla Gümrük Birliği revizyonunun göç konusunda Türkiye’ye ek yükümlülükler getirilerek şartlara bağlanması maalesef bu kurnazlığın bir göstergesi. Gümrük Birliği’nin yenilenmesi yeni değil, eski bir mesele. Şöyle bir soru sormak gerekiyor: AB çok önceden beri zaten yapması gereken bir düzenlemeyi neden yeni şartlara bağlıyor? Türkiye’nin zaten hakkı olan bir mesele adeta lütuf veya yeni bir söz gibi masaya getiriliyor; üstelik şartlara bağlanarak. Gümrük Birliği uygulanan diğer ülkelere de göçle ilgili bu şartlar getirilmiş mi?
 
Fonların idaresinde Türk kurumlarına sorumluluk kadar yetki de verecek bir düzenlemeye ve göç meselesinde Suriye ayağına odaklanan yeni bir bakış açısına ihtiyaç var. AB’nin mali desteği artırma —ki o süreci de türlü şartlarla yavaşlatıyor— üzerine kurulu kolaycı siyaseti kabul edilemez.
 
18 Mart Mutabakatı imzalanırken AB’nin bu tür işgüzarlıklara kalkışacağı belki öngörülemedi ama Türkiye artık yoğurdu üfleyerek yemeli. Çok somut, tarihlere bağlı ve Türk tarafınca yapılan ihtiyaç analizleri doğrultusunda, gerek hukuki gerekse mali yeni bir yetki-sorumluluk düzenlemesine gidilmeli. Türkiye’nin siyasi olarak elini zayıflatacak adımlardan kaçınılmalı. 18 Mart bilindiği üzere Avrupa’nın önerisiydi; Türkiye kendi önerisiyle masaya oturmalı.
Suriyeliler gitse de kalsa da Avrupa bir zamanlar Esed rejimine verdiği desteğin, Suriye iç savaşında takındığı pasif tavrın sorumluluğunu üstlen
mek zorunda. Diğer ülkeleri baskılamak için adeta bir sopa gibi kullandığı insan hakları ve sözde “Avrupa değerleri” söyleminin gereğini de önce kendisi yerine getirmeli.