Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Tüm dünya ile birlikte ‘bu günleri de mi görecektik’sorusunu sıkça sordurtan bir yılı geride bırakıyoruz. Hepimizin kendisine göre bir tahmini veya beklentisi varsa da gireceğimiz yılın neleri getireceği ve başımızdaki salgının nasıl biteceği konusunda kafamız bir hayli karışık. Uzayda istikbal arayan günümüz insanlığı, hala nasıl meydana geldiği tartışmalı bir virüsle baş edememesi ile tarihe geçecektir.
İnsanlığın uğradığı felaketler, ister mahalli ister global düzeyde olsun her şeyden önce kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmeye, neleri yanlış yaptığımızı bulmaya ve yapmamız gereken doğrulara yönlendirmiyorsa bir sonraki yıkımın sıkıntılarını çekmeyi göze alıyoruz demektir. Ne yazık ki dünyamız birçok yönü ile böyle bir görüntü sergilemektedir. Bu görüntü gelebilecek muhtemel felaketlerin, yaşananları aratacağı ihtarını vermektedir.
RANT ELDE EDİLECEĞİ DÜŞÜNCESİ
Bütün insanlığı tehdit eden salgına karşı topyekun karşı durulması ve ortak mücadele verilmesi gerekirken dünya nimetlerinden en çok yararlanan ve dünyanın gidişatında en çok pay sahibi olanlar, salgını gezegenimiz üzerinde hakimiyet tesis etme ve tahakkümlerini pekiştirme fırsatına dönüştürme çabasına giriştiler. Çaresizlik içerisinde çırpınan insanların ve kitlelerin feryatları, kazanç hırsı ile yanıp tutuşan kesimlerin vaveylaları arasında duyulmaz oldu, istatistik değere dönüştü. ‘Belki bir çare buluruz’ diye uğraşan ilim insanlarının gayretleri bile hangi derde deva olacağından ziyade buluşlarla ne kadar para kazanılacağı, kimlerin köşeyi döneceği, hangi ülkenin ne kadar rant elde edeceği ölçülerine indirgendi.
İnsanlık tarihinde görülmemiş şekildeki insan sağlığını rant kaynağına dönüştürme hırsı, içinde cebelleştiğimiz şok durumunu atlattığımızda yeni bir medeniyet arayışını hızlandıracaktır. Geleceğin dünyasının ancak temelinde, merkezinde ve hedefinde insan olan bir anlayış üzerinde inşa edilmesi keyfiyeti, kendisini bütün ağırlığı ile şimdiden göstermektedir. Yönelimlerimizin, kazanç sağlamak için ihtiyaç haline getirilen alanlar yerine temel ihtiyaçlarımızın sağlıklı ve sürekli karşılanması gayesine matuf hale getirilmesi mecburiyeti artık tüm çıplaklığıyla kendisini hissettirmektedir. Sağlıklı insan ve sağlıklı toplumların yaşayamadığı bir dünyada ilerilik, kalkınmışlık göstergesi gibi sunulan hiçbir şeyin anlamının olmayacağı açıktır.
VİCDANLI BİR ZİHNİYETE TERK ETMELİ
Hastalığı fırsat, hastaları müşteri gibi gören günümüzdeki hakim zihniyet, yerini daha insani ve vicdanlı bir zihniyete terk etmek zorundadır. Bu yola, sıkıntıları katlanarak artan insanlığın patlama noktasına gelmesini beklemeden girilmesi gerekmektedir. Bunalımların şiddetinin arttığı dönemlerde insanların ve toplumların kafalarına üşüşen fikirlerin daha ziyade ekstrem, daha çok problem üretme potansiyeline sahip, tepkisel arayışların ürünü olduğu bilinmektedir. O sebeple böyle bir uç noktaya varılmadan dünyamızın sakinleşmesi, insanlığın rahatlaması ve doğru bir istikamete yönelmesi herkesin yararınadır. Elbette bunu öncelikle düşünmesi gerekenler ipleri ellerinde tutanlardır. Ancak yaşanan felaketlerin katlanarak artmasından adeta bayram eden çıkarcı egoist çevrelerin de bunlarla birlikte olduğu bilinmektedir. Felaketlerin çıkması ve yayılmasında, önlenmemesi veya önlenememesinde asıl sorumlular ve bir suç söz konusuysa suçlular bu çevrelerin içindedirler. İnsanlığın karşılaştığı çözümü en zor kısır döngü kendisini bu noktada göstermektedir.
Tüm bu karanlık tabloya rağmen insanlığın çıkış yolu veya yollarını bulacağına inanmak gerekmektedir. Halk arasında çokça söylendiği gibi hiçbir derdin dermansız kalmayacağına inanmak gerekmektedir. Tüm aykırı tutumlara rağmen insanlığın kendisine yakışan ve gerekli yörüngeye gireceğine inanmak gerekmektedir. Tabii tüm yapılacakları sadece başkalarından talep etme ve bekleme yerine ‘ben de yapabilirim’ şuuru ile her birimizin üzerine sorumluluk alması kaçınılmazdır. Bu duygu ve düşüncelerle 2021 yılınızın hem özelde hem de insanlık ölçeğinde sıkıntıların aşıldığı, yeni dertlerin üretilmediği, güzel, aydınlık, sağlıklı, huzurlu, barış içerisinde bir yıl olmasını temenni ederim.
Almanya mesleki eğitime verdiği önem ile bilinin bir ülkedir. Tarihin her döneminde kaliteli bir mesleki eğitimi almak isteyenlerin yolu Almanya’dan geç-miş, titiz bir mesleki başarıya yönelmek isteyenler bir şekilde bu ülke eğitiminin kriterlerine yakın yaşamaya çalışmışlardır. Ülkede halen uygulanan mesleki eğitim kriterlerinde kabul edilmiş meslekler adlandırılmış, kategorize edilmiş ve kendi içlerinde düzenlemeler yapılmıştır. Mesleki eğitimi düzenleyen kurumlerın en üst araştırmasında kabul edilmiş meslek sayısı 330’dur. Mesleki eğitim almak isteyen birinin bu 330 meslek içerisinden bir seçim yapması ve uygulamadaki kriterlere de uyması gerekmektedir.
Otomobil sanayisinde mesleki eğitim
Bir Ali örneği ile başlayalım anlatmaya. Genç Ali’nin küçük yaştan beri otomobillere merakı varmış. Yaşı ilerleyip mesleki eğitim alma çağına geldiğinde araştırmaya başlamış ve yanındakilere ilk sorusu şu olmuş; “Otomobiller hakkında bir şeyler öğrenmek için nereye gitmeliyim? Aldığı cevap Almanya olunca bizim Ali mekatronik okumaya başlamış ve mezuniyet aşamasına kadar da hayli başarılı. Almanya sadece kaliteli otomobiller açısından değil, mükemmel bir meslek eğitim sistemi açısından da oldukça ciddi bir ülke. Ülkedeki sistem pratik ve teoriyi biraraya getirmesi ile dünyaca tanınıyor. Bir çok ülke Almanya’nın mesleki eğitimdeki başarısını örnek almaya çalışmaktadır. Öğrenci hem okulda, hem de işyerindedir. Almanya’dan alınmış bir meslek eğitimi diploması dünyanın her yerinde geçerli olduğu gibi dünyanın her yerinde iş bulunabileceği kesindir. Almanya’nın mesleki eğitim diploması kariyerin ilk basamaklarıdır demek daha doğru bir tarif olacaktır.
Uluslararası adayların Almanya’da yer bulma imkanı ne kadar?
Günümüz Almanyası’nda pek çok meslekte çırak ve kariyer sahibi ulsta ve kalfa açığı var. 2019 yılında neredeyse 70 bin civarında mesleki eğitim kontenjanı boş kaldı. Bu nedenle başka ülkelerden meslek öğrencilerinin gelmesi arzulanıyor. Bu durumun geçerli olduğu meslekler özellikle sağlık ve bakıcılık, inşaat, bilgi teknolojileri, gastronomi, sıhhi tesisat, ısıtma ve klima tesisatı, fırıncılık veya kasaplık gibi perakende iş alanları. Almanya’ya gelebilme şansı olan mesleki eğitim elemanlarının eğitim sonunda iş yerlerinin de hazır olduğu kabul edilmelidir.
Almanya’da hangi meslekler için eğitim var?
Makalenin başında belirttiğimiz gibi Almanya’da yaklaşık 330 tanınmış meslek eğitimi var. Bir çalışmanın meslek olarak kabul edilebilmesi için çalışma alanı ve öğretici ustaya önem veren Almanlar kabul edilmiş meslekler için zaman zaman işyerine ve öğrenciye maddi destek te sağlamaktadır. Bu alanda bilgi almak için planet-beruf.de ve berufe.tv web sitelerine bakılabilir. Mesleki eğitim adayları için nerelerde yer olduğuna İş Kurumunun, Sanayi ve Ticaret Odasının ve Lehrstellenradar’ın iş ilanları bölümlerine bakabilirsiniz.
Bir yabancı genç mesleki eğitim için Almanya’ya gelebilir mi?
Avrupa Birliği’nden herkes Alman-ya’ya gelip meslek eğitimi alabilir. Topluluk vatandaşı olduğundan eğitim almasına da gerek yoktur. İsviçre’den, Lichtenstein’dan, Norveç’ten ve İzlanda’dan gelenlerin oturma izni almasına gerek yok. Ama bunların dışındaki bir ülkeden geliyorsanız vize başvurusu yapmanız gerekir. Özellile Türk gençleri mutlaka öncelikle vize başvurusu yapmalı.
Birlik Gazetesi üzerinden yeni yılda okuyucularımıza seslenmenin mutluluğu içerisindeyim. Güzel ülke Türkiye’den güzel ülke Almanya’ya gelen, burada yaşayan ve hayallerini bu ülkede kuran herkese merhaba diyerek başlamak isterim. Hepimizin evinde ve ailesinde sevincin bol, huzurun çok ve mutluluğun hiç eksik olmaması da en iyi dileklerimin kapağı olsun. İki yılık süre için bu topraklara gelenlerin bu topraklarda kalan başarılı çocukları geriye doğru baktığında 60 uzun yıl gördüğünü tahmin edebiliyorum. Bu bağlamda gelecek yıl Almanya IKG Enstitüsü ile birlikte faliyetler yaparak karatrenler ile gelenlerin unutulmaması için örnek proğramlara imza atmaya çalışacağız. TGMN Nürnberg olarak bu alandaki çalışma ve programlarımızı paydaşlarımız ile paylaşacak ve onların da görüş-lerini alacağız. Bütün çabamız Türklerin Almanya literatürüne girmesi, arşivlerde yer alması ve Türk kimliğinin Almanya’ya katkılarının hep hatırlanmasıdır. Bu proğramların bilimsellik adına kurum ve kuruluşlar tarafından incelemeye alınması ise Almanya’da ilk andan itibaren Türklerin kabulü manasına gelecektir.
TGMN - Nürnberg Metropol Bölgesi Türk Toplumu olarak derneklerimiz arasında koordinasyon ve işbirliğine büyük önem veriyoruz. Bazı faliyetleri ortak yaparak, bazılarını ise destekleyerek daha verimli geçmesi de bizim çalış-malarımız arasındadır. Çünkü bizim bir çok sorunumuz ortaktır, bir yabancı düşmanı şunun derneği veya camisi demiyor. Tehdit mektupları gelirken Konyalı başkan veya Karadenizli’lerin derneği diyerek seçmiyor. Ama gözü kapalı karanlık faşitlere göre Türkler bu ülkede fazlalık ve korkutup sindirerek sayıları azaltılmalı. Bunların karşısına güçlü, bilgili ve kararlı bir ses ve duruş gereklidir. Bunu başarabildiğimiz ölçüde sonuç alabiliriz. Bunları göç tarihinin 40 yılına şahitlik eden biri olarak biliyorum.
İnsanımızın toplumsal anlam da moral yüklü ve geleceğe güvenli bakması da önemli bir etkendir. Tehdit mektubu alan, saldırıya uğrayan ve moral bozucu hakarete uğrayan derneklerimize destek olmak adına bir yandan yasal yollara başvurarak yerel güvenlik makamları nezdinde harekete geçerken, diğer yandan TGMN heyeti olarak ziyaretler gerçekleştirip yalnız olmadıklarını farkettiriyoruz. Şunun iyi farkındayız ki, yasal ve moral bağlamında karşılığı verilmeyen her karanlık güç, bir sonraki seferde daha çok ses getirmek adına tahmin edilemeyecek zararlar verebilir. Bunu bir korku olarak değil, bu ülkenin geç mişte yaşadığı acı tecrübelerden biliyoruz.
TGMN olarak hiç bir derneğimizin iç işlerine, seçimine, veya gelecekteki faliyetlerine karışmıyoruz. Bilakis her derneğimizin ve bizim insanlarımız tarafından kurulan ve hayata geçirilen kurumların faliyetlerini daha düzenli, verimli ve kaliteli yapabilmesini teşvik ediyoruz. Alman toplumunun gözünde derneklerimizin yaptığı faliyetler “Türkler” olarak kilişeleniyor. 60 yılın sonunda pırıl pırıl gençlerimizin idaresindeki dernek faliyetleri artık bizim insanımı zın dışa vuran kalitesi olarak algılanıyor. Türklerin artık, Alman ya için artı değer olduğunu öne çıkarmaya çalışıyoruz.
Mecliste milletvekilimiz, bele diye meclislerinde parti sırasında oturan arkadaşlarımız var. Firmalarımızın sayısı her geçen gün artıyor. Başarıyı sürekli teşvik eden bir başkonsolosumuzun bölgemizde oldu ğu bir dönemde birbirimizin ufak tefek hatalarını da yok sayabilmeliyiz. Unutmayalım, Nürnberg ve çevresinde biz hepimiz 100 bin civarında bir Türk ailesiyiz. İmkanımız bol, herşeyimiz var, biraz şaka ama artık Adana Kebap yemek için Adana’ya gitmeye gerek yok, Plärrer meydanında en kralı var.
Birbirimizin hep hatasından bahsetmeyelim, o bana şunu yapmıştıyı geçelim. Sen ona yapma ki büyüklüğün ortaya çıksın. Affederek birlik olalım. İri olalım, diri olalım, ama mutlaka iyi insan olalım. Hayatta iyi insan olmak çok önemli. İyi insan olarak bazen kaybetseniz de insanlığınızdan ödün vermeyin. İyi insanlar kaybetse de üzülmezler, çünkü onlar ahlaklıdır ve adil dövüşürler. Ama sonunda mutlaka kazanırlar.
Uzun yıllardan bu yana saflarında siyaset yaptı-ğım ve Türkiye kökenli göçmenlere en yakın siyasi merkez olarak gördüğüm Sosyal Demokrat Parti başkanlığında kurulması kararlaştırılan üçlü koalisyonun proğramında Türkiye kökenli göçmenleri tarif eden olumlu satırların yer alması beni ve bir çok vatandaşımızı memnun etti.
Birim insanımızın derdini işçi kökenli siyasetin ana ekseni olan Sosyal Demokratların başında olduğu bir hükümet taslak-proğramında yer alması ise partimizin bir milletvekili olarak bende büyük bir mutluluk uyandırdı.
Koalisyon anlaşmasının satır aralarına baktıkça özellikle çocuk paralarının geliri düşük aileleler için yükseltilmesi, eğitim ve meslek öğreniminde kullanılacak devlet yardımlarının artırılması ve yılda 400 bin yeni konutun inşa edileceğinin belirtilmesi hüküme tin en alttakilere olan samimi yaklaşımını işaret etmektedir. Biz Sosyal Demokratların yıllardır söyleye geldiği, en üsttekilerin huzuru ile en alttakilerin memnuniyeti arasındaki ilişkiyi unutma yan bir parti olduğumuzu açıkça ortaya koyarak koalisyon ortaklarımız ile anlaşmaya varmamız geniş halk kitlelerini memnun etti. Üçlü koalisyondaki bu satır arası koalisyon görüşme tutanaklarından önümüzdeki dönemde ciddi sıkıntı içinde olan vatandaşlarımızın da büyük oranda dahil olduğu geniş halk kesimlerinin mutluluğunun amaçlanıp sosyal devle tin şemsiyesinin alt kesimlere doğru genişlediğini farkediyoruz.
Hükümet programının 117. Sayfasının 3951. satırındaki tarif ise “Almanya’ya gelen göçmenler, onların çocuk ve torunları bu ülkeyi inşa edip kalkındırdılar. Bunun en güzel sembolü “Türkiye - Almanya İşgücü Anlaşmasının 60. Yılı.” şeklinde bahsedilmesi nesiller boyu bu ülkeye yaptığımız katıkıların unutulmadığı şeklinde görebiliriz.
Üçlü koalisyon protokolünün diğer bölümlerinde ise ilginç yenilikler göçmen kökenlilerin memnun olacağı şekilde düzenlenmiş görülüyor. Benim ilk gözüme çarpan yenilikleri ile hükümet proğramının Türkiye kökenli hemşerileri mi ilgilendiren bölümlerini daha iyi farkedip ve bilgilenmeleri adına bu makalede sıralamak istiyorum;
- Göçmenlerin daha fazla söz haklarının olması için uyum yasasının geleceği,
- Kamu şirketlerinde yabancı kökenli çalışanların sayısı arttırılacağı,
- Almanya’ya meslek eğitimi ve üniversite okumak için yurtdışından gelme şartlarının kolaylaştırılacağı,
- Çifte vatandaşlık için şartların kolaylaştırılarak Alman vatandaşlı- ğını alma şartlarının makul hale getirileceği,
- Alman vatandaşlığının beş yıl sonra alınabileceği, (çok iyi uyum sağla-yanların 3 sene sonra (vatan daşlığı alabileceği,
- Göçmenlere üç sene sonra süresiz oturum (Niederlassungserlaubnis) verileceği,
- 5 sene Almanya’da yaşayan ebeveynlerin çocukları otomatik çifte vatandaş olup bu vatandaşlıkların her ikisini de daima kullanabilme imkanı sağlanacağı,
- “İlk Nesil Gurbetçi’lere” geçmişte entegrasyon kursları (Almanca dili vs.) verilmediğinden onların vatandaş olmalarına büyük kolaylıklar getirileceği,
- NSU kurbanlarının unutulmaması için anma yeri (Dokumentationszentrum) kurulacağı,
- Müslümanlar ve inanç mabetlerinin korunup İslam düşmanlığına karşı önlemler alınıp, dernekler, camiiler ve gençlik yapılanmalarının destekleneceği, hükümet proğramına girmiş bulunmaktadır.
Aralık ayından itibaren partilerin kendi gruplarına sunarak onayının alacakları hükümet proğramın da yer alan yukarıdaki gelişme ve olumlu hükümet politikalarının Ocak ayı başından itibaren hayatımıza olumlu anlamda yansımaya başlayacağına inanıyorum. Özellikle ilk neslin rahat etmesinin he-deflenmesi Almanya siyasetinde önemli bir gelişmedir.
Değerli büyüklerim,
Sevgili arkadaşlar,
hükümet protokolü ile ilgili parti kanalları ve medyaya yansıyan bilgilerden derlediğim bu bilgileri öncelikle içinden geldiğim Türk Toplumunun moral değerlerine olumlu yansımaları olması için hızlı bir şekilde ve sevinçle biraraya getirdim.
Bazılarının hayata geçmesinde uyum protokolleri değişikliği şeklindeki bürokratik düzenleme ler için birkaç ay zaman alsa da üç ayrı partinin alt gelir gruplarının sosyo-ekonomik hayatına tatlı dokunuşlar yaparak Almanya’nın savaş sonrasında ayağa kalkmasında en büyük emeği olan birinci nesil insanlarımızın ismen zikredilerek unutulmaması ve bu ülkedeki Türkiye kökenli bir milyondan fazla gencin Almanya’nın iş ve eğitim hayatına daha iyi entegrasyonu için son derece olumlu yaklaşım politikalarının benimsendiği farkediliyor.
Sosyal Demokrat bir siyasetçi olarak hep söyledim, “Bir ülke göçmenlerin dinamizminden faydalanabildiği ölçüde sosyal devlettir. Almanya özellikle dün, bugün ve yarın ekseninde Türk Göçmenlere samimi bir vatan olma yolunda kucaklayıcı bir göçmen politikası izleyecektir. Buna inanıyor ve proğramda bunu görüyorum.
Arkadaşım Dr. Latif Çelik, “Koca bir yılı korku dolu Covid-19 hikayeleri ile bitirdik be sayın vekilim” deyince acı acı güldüm. Hakikaten böyle oldu ve 2020 malesef hepimiz için kabus dolu bir zaman dilimi olarak belleklerimizde kalan bu yıl hemen herkesi hareketsiz hale getirdi. İnsanlığın baş belası hastalığın aşısı kullanılmaya başlasa da, toplumun önemli oranında bağışıklık sağlaması için sanırım gelecek yıl sonlarına kadar dikkatli olmamız gerekecek. Allah hiç kimseyi bu hastalık ile karşılaştırmasın, karşılaşanlara acil şifalar nasip etsin ve hepimize bu hastalıktan uzak günler nasip eylesin.
Sağlığımız tehlikeye girince anlıyoruz onun kıymetini. Ülkenin en önemli tıp otoritelerinin bile çare bulamadığı hastalığın önünü Türkiye asıllı iki doktorumuzun geliştirdiği aşı ile kesilmesi hepimize grur veriyor. Yıllardır göçmenleri sosyal sisteme yük olarak gören radikal çevrelere öyle bir cevap vermek nasip olduki, onlar bu konuda tek kelime bile konuşamadılar. Uğur Íahin’in Almanya’ya ve insanlığa katkısı milyarlar ile ölçülemeyecek kadar değerlidir. Aklı selim her siyasetçi bunu zaten görüyor ve gelecekte milliyetlerin, renklerin ve cinsiyetlerin değil bilginin önemli olacağını ortaya çıkarmaktadır.
Gelecek haftadan itibaren dedelerimiz ile başlayan Almanya yolculuğunun 60. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. Elbette bu ülkeye Anadolu’dan gelenlerin önemli katkısı oldu ama, bilgiyi küçük yaşlarda yakalayarak kendini yetiştirenler çok önemli başarılar yakaladılar. Ailelerin çocuklarının eğitimine özellikle dikkat etmesi şimdi daha önemli. Bu ülkedeki eğitim sisteminde çocuklarının geleceğini garanti altına almak isteyenlerin önü açıktır. Bizim insanımızın eğitime olan duyarlılığının daha da artması için elimizden gelen her türlü imkanı ortaya koymak istiyoruz. Bu alanda özellikle aileler çocuklarının öğretmenleri ile direk kontakt kurmalı, korona bana engel demeyerek telefon ile de olsun sürekli çocuklarının durumunu yakından takip etmelidir.
Yakın gelecekte Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri yine gündeme gelecek. Parti içindeki arkadaş-larıma, özellikle de partimizin AB içindeki temsilcilerine Türkiye’ nin önemini sürekli vurgulayarak üyelik perspektifinden uzaklaştırılma- sının Almanya için çok önemli bir kayıp olacağını vurguluyorum. Türkiye ve Almanya tarihi süreç içinde birbirinin çok önemli müttefiki, dostu ve partneridir. Almanya’da AB ülkelerinin hiç birinden biz Türkiye kökenliler kadar büyük bir grup bulunmamaktadır, Dolayısı ile federal veya eyalet bazında bana Türkiye ile ilgili sorular da gelmektedir. Benim partimden ya da diğer partilerden arkadaşlara sürekli şunu söylüyorum; “Türkiye Almanya için çok önemli bir ülkedir. Üyelik gerçekleştiğinde bunun faydası çok daha açık farkedilecektir. Türkiye konusundaki AB üyeliği tartış-maları her iki tarafta da iç politikalara malzeme edilmeden karar verilmelidir. Türkler bu bağlamda en çok Almanya’dan destekve anlayış beklemektedir“ şeklinde sohbetlerimiz olmaktadır.
Son olarak, Türkiye kökenli tüm insanlarımız siyaset ile ilgilenip, yerel bazda entegrasyona destek olabilecek şekilde siyasete girmelidirler. Unutmayın, siz konuşmaz iseniz sizin yerinize başkaları konuşur. Sizlerin verdiği oylar ile girdiğim eyalet parlamentosunda son derece yararlı çalışmalara imza atarak gelecekte göçmenleri ilgilendiren sosyal politikalarda önemli kararların alınmasını sağladım. Göçmen kökenlilerin sorunlarını gerek kendi gerekse diğer partilerdeki arkadaşları da ikna ederek çözüme kavuşmasını sağlamaya çalıştım. Siyasete giriş nedenim sessiz çoğunluğun sesi olmak ve geleceğe yönelik çabalarımda onların lehine sos-yal politikalar üretmektir. Ben de göçmen kökenli bir işçi ailesinin çocuğu olarak gelecekte seçmenlerime mutluluk, Nürnberg’lilere güler yüzlü siyaset ve Bavyera’ya samimi hizmet etmek amacı ile yola çıktım. Siyaset yaptığım süreçte de bu yolda devam ederek Arif Taşdelen samimiyetini her zaman göstereceğim.
Sevgili hemşerilerime herşeyin en güzelini dilerken iş ve özel hayatlarında sağlık ve mutluluk dolu bir yaşam diliyorum.
Çağın hastalığı elbette tehlikeli ama bunu yenmek üzere olduğumuzu da sevinerek belirtmek isterim. İkinci dalga filan diyerek birbirimizi korkutmamıza gerek yok. Bize dalga sayısı değil, hastalıktan ne kadar korunabildiğimiz önemli. Abartılı sayılar, ortaya çıkan durumlar ve geleceğe yönelik rakamsal veriler ile hiç bir şekilde bu hastalığın önü alınamadığı gibi hiç birimize faydasıda olmaz.
Son günlerde hastalığın önünün alınması için çok sayıda kurum ve kuruluş ta çalışmalarını yürütüyor. Geçtiğimiz hafta yeni tip koronavirüs nedeniyle son 24 saatte 487 kişinin hayatını kaybetmesiyle salgının başlangıcından bu yana en yüksek günlük ölüm sayısı kayıtlara geçti.
Bulaşıcı hastalıklar alanında çalışmalar yürüten Robert Koch Enstitüsünden yapılan açıklamaya göre, Almanya’da son 24 saatte 17 bin 270 kişiye daha Kovid-19 tanısı konuldu. Böylelikle ülkede toplam vaka sayısı 1 milyon 84 bin 743’e yükseldi.
Dikkatinizi çekiyormu Al-manlar bütün bunlara rağmen hala soğukkanlı. Açıklanan ölü sayısı sonrası, "salgının başından beri açıklanan en yüksek günlük sayı" oldu. Şimdiye kadar Kovid-19 kaynaklı en yüksek günlük ölüm sayısı 426 ile 27 Kasım'da kaydedilmişti. Ülkede Kovid-19’dan iyileşenlerin sayısı da 779 bin 500 olarak açıklandı.
Vakaların artış hızının düşürülmesi için devlet de yeni tedbirler alıyor. Bu tedbirlere insan ların büyük oranda uyduğu görülüyor. Yeni vakalardaki artış hızının düşürülmesi için kasım başından bu yana uygulanan kısıtlamalar belki de uzatılabilecek. Devletin aldığı kısıtlayıcı tedbirlere hiç bir şekilde yan gözle bakmamalı ve mümkün olduğunca uymalıyız. Özellikle bizim vatandaşlarımızın maske, hijyen ve mesafe kuralına kesinlikle uyacağına olan inancım tamdır.
Bir müddet sinema, opera ve konser salonlarına gitmesek, spor salonları, yüzme havuzları, eğlence alanları, masaj ve kozmetik salonlarını bir müddet yok saysak ne kaybederiz ki. Restorant, lokanta ve eğlence yerleri kapalı ancak paket servisi yapılabilecek.
Bu dönemde üniversiteler uzaktan eğitim veriyor, okullar ve kreşler açık ancak yüksek sayıda Kovid-19 vakası olan bölgelerde, yerel yetkililer ek tedbirler alabilecek.
Şu an sadece en fazla iki hanenin bir araya gelmesine izin veriliyor ancak biliyoruz ki bunlar geçecek. Bu toplantılarda biraraya gelenlerin sayısı 5’i geçmeyecek. 14 yaş altı çocuklar ise şimdilik sınırlandırma kapsamında değil.
Unutmayalım, devletin hayata geçirip uygulamaya koyduğu tüm kısıtlamaların hepsi bizim içindir. Hepimiz birbirimize bu kısıt-lama ve yeni uygulamalara riayet etmekten kaçınmayalım. Çünkü bugün uymadığımız yeni normlar hem kısıtlamaların sürmesine, hem de toplumsal kısıtlamala rın daha da artmasına sebep olabilir. Şu an işi düşünmeyin, herşey bir şekilde olur ve gelecekte de kayıp maddiyatlarımızın hepsini telafi ederiz. Nasıl mı? Íimdiye kadar nasıl çalışıp işleri yoluna koyduysak aynen öyle yapar ve bir şekilde hallederiz. Ama satın alamayacağımız tek şey sağlıktır. Mesajımı Kanun-i Sultan Süleyman’ın bir vecizesi ile bitirmek isterim; Olmaya cihanda bir nefes sıhhat gibidir…
Almanya’nın savaş sonrası durumunu malesef günümüz gençliği fazla bilmiyor. Her ne kadar okullarda okutulup, milyonlarca arşiv belgesine konu olsa da, zaman geçtikçe unutuluyor ve kaybolup gidiyor. Oysa o kritik yılların muhasebe sonunçlarını bilmeyenler bu ülkenin başından neler geçtiğinin farkındayım desinler.
Benim annem ve babam o dönemin gençleri idiler. Başımıza taş yağarcasına devam eden 10 yıllık bir dönemin bize bıraktıkları sadece kan ve göz yaşıdır diye-yim ki siz hemen anlayın neyi ima ettiğimi. Annem anlatırdı uçak seslerinden çok korktuğunu. Bir ses, bir gürültü bile benim ailemin belleklerinde korku olarak yer etmişti. Böylesine korku dolu bir dönemi yaşayan nesillerin hayatta kalmaları bir mucize olsa da bir büyük travmadan geçen insanlar olarak kesinlikle korkuyu bir ömür boyu yanlarında taşımışlardır.
Ya savaş yıllarının çocukları, onlar nasıl bir yaşam sürerek nereye kadar mutlu oldular diye düşünüyorum hep. Eminim ki oyunları taşların arasında, hayalleri ise yıkılan duvarların altında kalmıştır. Çocukların ölmesine kesinlikle çocuklar değil, büyükler karar vermiştir hep diye yaşadım yıllarca. Çünkü çocuk savaş istemez, belki sadece oyuncağına sıkıca sahip olur ve kimse ile paylaşmak istemez. Ama ikna ederseniz onu bile getirip sizin elinize verir gülümse-yerek. Çocuklara hep toplumun geleceği deriz, ama onların ileride şekillenecek hayaline biz karar ve-ririz. Kavgalara çocukların değil, büyüklerin sebep olduğundan bahsetmeyiz nedense. Oysa çocukla rın dünyası ne kadar duru ve ne kadar saftır.
Ama büyükler sözde bir milletin geleceğine katkı sağlamak için her türlü problemi onlar yapar, yaptırır ve millete her türlü belayı yaşatır. Çok bilmiştir onlar, herkesin çocuğunun geleceğinin nasıl şekilleneceğine onlar karar verir kapalı kapılar ardında.
İkinci Dünya Savaşı’nı öyle yaşadı Almanya. Yıkım, yokluk ve binbir bela ile celelleşirken hayatını kaybeden askerlerin sayısı biliniyor ama ya çocuklar, onların sayısı hiç belli değil. Bir öğretmenimiz bu konuda bir cümle sarfetmişti ve hiç aklımdan gitmedi; Kayıp çocukların sayısı ağlayan anneler kadardır.
Savaşa katılmayan milletlerin çocukları belki aç kalıp fakirlik yaşadı ama masumca bir mutluluk vardı yüzlerinde. Almanya’ya gelen ilk Türk işçilerinin çocuklarında bunu görebiliyordum ama anlaşamıyorduk bir türlü. Arkadaşım Tuncer ile sadece gözgöze gelirdik ve bakışırdık. Soylu Ailesi ile ilk tanışmamızı bir sonraki yazımda sizinle paylaşacağım.