Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Faslı gençlerin, esasen Fas kökenli Hollandalı ve Belçikalı gençlerin, sokaklardaki eğlence ve kutlama davranışının, bir toplumsal sorun olup olmadığı tartışılıyor. Geçen hafta, bu köşede de ifade edildiği gibi, Katar’da oynanan 2022 Dünya Futbol Şampiyonası’nda, Fas’ın Belçika’yı 2-0 yenmesiyle başlayan sokak olayları, Fas-Kanada karşılaşmasından sonra da kısmen devam etti. Hollanda ve Belçika polisi olağanüstü önlemler aldı. Faslıların yoğun olarak yaşadıkları mahallelerin bazı sokakları polis tarafından trafiğe geçici olarak kapatıldı.

Fas kökenli gençlerin Avrupa ülkelerinin farklı şehirlerinde isyana varan hareketleri, öncelikle hem Hollanda ve Belçika yetkilileri hem de Fas yöneticileri tarafından yapılan açıklamalarla kınandı. Hollanda Adalet Bakanı Dilan Yeşilgöz, sert bir açıklama yaparken, Flaman Adalet Bakanı Zuhal Demir ise, bu tür hareketlerin tüm Fas toplumuna mâl edilemeyeceğini söyledi.

Tabii ki ırkçı partilere gün doğdu. Belçika’da Vlaams Belang başkanı Tom van Grieken, olayları ‘Faslı olma hali’olarak değerlendirirken, Hollanda’daki ırkçı Wilders de, yayınladığı dokuz twitter mesajında ‘suçlu pislikler hemen ülkeden defolun’ açıklamasını yaptı. Bunlara karşı, Flaman sosyalistleri başkanı Conner Rousseau ise yaptığı açıklamada, yaşananları, sorunlu mahallelerdeki çürük elmalar olarak değerlendirip, bu gruplara daha çok ilgi ve yatırım ve bir gelecek perspektifi sunmak gerektiğini söyledi.

Avrupa sokaklarında yaşanan olaylar, Fas’ın milli teknik direktörü Walid Regragui tarafından da kınanırken, Hollanda ve Belçika’daki Faslılar da yaptıkları açıklamalarla, halka zarar veren davranışları asla doğru bulmadıklarını ortaya koydular. Örneğin TikTok’ta, bir gün içinde yüz bin Fas kökenli Hollandalının seyrettiği bir film yayınlayan uzun ve siyah sakallı Amsterdamlı Murad Baddaou, “genç arkadaşlar, içim yanıyor, bu kadar ileriye neden gidiyorsunuz, neden her şeyi berbat ediyoruz? Wilders’e daha çok fırsat veriyorsunuz, bizler holiganlar değiliz, Müslümanız, topluma örnek olmalıyız. Arabaları yakarak, halka zarar vererek nasıl mutlu olabilirsiniz?”mesajını verdi.

Yaşanan olaylar, bilim insanları ve uzmanlar tarafından da değerlendirildi. Örneğin, Amsterdam Vrij Üniversitesi Sosyal Değişim ve Çatışma Bölümü Öğretim Üyesi Jacquelien van Stekelenburg, “yaşanan olayların analiz edilmesi ve anlaşılması için, iki sorunun cevaplanması gerekmektedir. Bu sorular: eğlence sürecinde katılımcıları saldırgan hale getiren nokta nedir? ve farklı şehirlerdeki gruplar birbirlerinden etkileniyorlar mı?. Ancak bu şekilde göstericilerin dinamikleri hakkında bir fikir edinilebilir.” yorumunu yaptı.

Güvenlik uzmanı Frank Wijnveld ise, “sosyal medya sayesinde bir yerde başlayan bir olayın diğer şehirlere yansımasını önlemek zor” değerlendirmesini yaparken, Fas kökenli gazeteci Nordin Ghouddani de, olayları çıkaranların ergenlik çağındaki gençler olduğunu, yaptıklarının neler getireceğini düşünemediklerini söyledi. Gazeteci Ghouddani’ye göre, sorun sadece Fas toplumuna has bir sorun değil. Sorunlar, daha çok problemli ve geri kalmış bölgelerde yaşanıyor. Bu mahallelerde, derin bir huzursuzluk ve memnuniyetsizlik var. Ara sıra sosyal patlamalar yaşanıyor. Tıpkı, kovid-19 sürecinde olduğu gibi.
Bu yorumu güvenlik uzmanı Wijnveld de destekliyor. Yerli Hollandalılar da ayaklanıyor. İki yıl önce Scheveningen’de yaşanan isyan gibi. Wijnveld’e göre, eğlence ve isyan arasında çok ince bir çizgi bulunur.

Yorumlara ek olarak, Amsterdam’da alanı iyi bilen Efsane ile, soğuk bir cumartesi günü, Faslıların yoğun olarak yaşadıkları mahalleleri ziyaret ettik. Küçük, iki odalı evlerde yedi sekiz Faslının yaşadığı bu mahallelerde, Fas kökenli gençlerin, gruplar halinde dolaştıklarını, kahve ve lokantalara grup olarak girdiklerini gözlemledik. Ergenlik çağında olan, çoğu laftan sözden anlamayan bu gençlerden esnaf baya rahatsız.

Yaşananların, bir ergenlik çağı sorunu olmasını diler, gençlere ivedilikle bir gelecek perspektifi ve toplumsal sorumluluk verilmesini arzu ederiz. 

 
 

Geçen hafta yayınladığım, “Farabi’nin, ‘Erdemli Şehir’ kitabı ve Amsterdam Belediye Başkanı…” başlıklı yazıma, özellikle İslam’ın bugünkü meselelerine dair yaptığı sıra dışı yorumlarla tanınan, hukuçu ve yazar İrfan Sözmez şöyle bir reaksiyonda bulunmuş:


“Dilerim yeni çeviriler yapılır ve Batı, İslam’ı teröristlerle değil, bu isimlerle tanır”.
Sayın Sözmez’in bu ifadeleri, beni bugüne kadar Hollandacaya tercüme edilen İslam düşünürlerinin kitaplarını, sizlere hatırlamama vesile oldu.
İşte o kitaplardan bazıları:

İBN-İ TUFAYL
Endülüslü düşünür İbn Tufayl’ın, dünyada ilk felsefi romanın örneği olarak kabul edilen “Hayy İbn Yakzan” kitabı, ‘insan, tabiat ve Allah ilişkisini ele alan’ bir eserdir.
İbn Tufayl, bireyin akıl, zekâ, irade, iç güdü ve algı ile, herhangi bir terbiyeci ve eğitimciye ihtiyaç duymadan da, var olmanın sırrını ve hakikatın bilgisini, tecrübe ile keşfedileceğini savunuyor.

İMAMI GAZZALİ

İmam-ı Gazali’nin ‘El-Munkız mine’d-dalâl’ adındaki otobiyografik eseri, Hollandaca olarak yayınlandı. Cornelis van Lit ve Gerko Tempelman tarafından tercüme edilen ve “Saçmalıklardan kurtulma, Al-Gazali’nin otobiyografisi” başlığını taşıyan kitapta, Gazali’nin kim olduğu, hayatından kesitler ve Gazali’de mantıksal düşünme gibi alt başlıklar yer alıyor.

 

 

FARA
Farabi’nin ‘Erdemli Şehir’ kitabı, İslam felsefesi uzmanı ve filozof  Michiel Leezenberg tarafından, ilk kez Hollandacaya tercüme edildi. İnsanın en büyük hedefi, Allah’ı bilmek, tanımak ve idrak etmek olduğuna işaret eden Farabi, ‘Erdemli Şehir’ kitabında, alem ve Allah hakkında doğru bilgiye ulaşabileceğimizi belirtiyor.

AHMED YESEVİ
Büyük eser Divan-ı Hikmet’ten hareketle, Hoca Ahmed Yesevî’nin âlemşümul öğretisi ve günümüz insanına mesajının yer aldığı Hollandaca kitap, ayırım yapmadan, garip, yetim, yalnız, ezilen, horlanan ve haksızlığa uğramışlara empati yapabilme kabiliyetini geliştirmeyi hedefliyor.

HACI BEKTAŞ VELİ
Türkistan’dan Anadolu’ya taşınan İslam anlayışı ve algısını, ontolojisini, dünya görüşünü, Avrupa’da da dillendirmek amacıyla Hollandacaya tercüme edilen ‘Hacı Bektaş-ı Veli’ kitabı, modern insanın ihmal ettiği gönül meselesini öncelemektedir.  

YUNUS EMRE
1991 yılının UNESCO tarafından ‘Yunus Emre Sevgi Yılı’ ilan edilmesiyle, Leiden, Delft, Utrecht, Twente ve Amsterdam üniversitelerinde, Yunus Emre programları yapıldı. Önce şiirleri bir broşür halinde yayınlanırken, sonraki yıllarda hayatı, dünya görüşü ve şiirlerinden seçmeler Hollandaca olarak yayınlandı.

AHİ EVRAN
‘Ahilik sistemi ve Sosyal sorumlu girişimcilik’
başlığı ile organize edilen bir sempozyum notlarını da içine alan Ahi Evran kitabı, girişimcilerin, toplumsal sorunlara duyarlı olmalarını teşvik ederken, Ahilik sisteminin Avrupa’da yeniden gündeme gelmesine katkıda bulunuyor.

SARI SALTUK
Sarı Saltuk’u, ‘Sarı Saltuk’ yapan, Kur’an ve hadislere derin hakimiyetinden kaynaklanan olağanüstü özgüveni başta olmak üzere, o yüzyılda, içinde yaşadığı insanların inandıkları kutsal kitaplara, İncil ve Tevrat’a da hakim olması en önemli özelliklerindendir. Sarı Saltuk kitabı, çeşitli krizlerle karşı karşıya olan Avrupa topluluklarına, birlikte yaşama ahlâkı ve sanatını sunmaktadır.

Hemen, bir çırpıda aklıma gelen Hoca Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Sarı Saltuk, Mesnevi, Evliya Çelebi kitapları Hollandaca olarak Türkevi Yayınlarından çıktı. Kitapların Hollandacaya tercümesi, Abdulwahid van Bommel tarafından yapıldı.
İbn-i Tufayl’in kitabı Bulaaq ile Gazzali ve Farabi’nin kitapları da, Boom Klassiek Yayınları arasında çıktı.  

Yeni eserlerin tercüme edilmesi ve yayınlanması ümidiyle…

“Türk Medeniyeti için Yeni Dönem: Ortak Kalkınma ve Refaha Doğru” tema’sıyla Türk Devletleri Teşkilatı Devlet Başkanları 9’uncu Zirvesi, kadim Türk kenti Semerkant’ta gerçekleştirildi. Bin yıl önce Türk medeniyetinin göz bebeği olan, manevi/dini şahsiyetlere ev sahipliği yapmış Semerkant, bundan sonra da Türk Dünyasının siyasi-ticari-kültürel merkezi olmaya devam edecek. Çünkü, Zirve’de Semerkant, “Türk Dünyası Medeniyet Başkenti” ilan edildi.

 

Zirve arifesinde, Semerkant’ta Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üye devletlerinin Ekonomiden/Ticaretten Sorumlu Bakanları ve Yardımcıları toplantısı da yapıldı. Yine Zirve’den bir gün evvel, TDT Dışişleri Bakanları Konseyi de, Zirvenin gündem maddeleri ve Devlet Başkanları tarafından imzalanacak belgeler üzerinde nihai çalışmaları yürütmek üzere Semerkant'ta toplandılar.

 

 

Özbekistan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in ev sahipliğinde gerçekleşen ve Türk dünyası için yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülen toplantılar ve 11 kasım tarihinde gerçekleşen Semerkant Zirvesi’nden bazı kararlar ve ödüller aşağıdaki şekildedir.

 

Kuzey Kıbrıs
"Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edildi."
KKTC’nin gözlemci üyeliği için Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın önemli rol oynadı. Bu gelişme hiç şüphesiz, Türk Dünyasını sevince boğarken, Türk dünyasının da dayanışmasını göstermektedir.

 

 

 

Türk Dünyası Ali Nişanı
Zirve’de dikkat çeken önemli bir gelişme de, Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in, ‘Türk Dünyası Ali Nişanı’nı Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkmenistan Eski Devlet Başkanı, Türkmenistan Ulusal Konseyi Halk Maslahatı Başkanı Gurbanguly Berdimuhamedov'a takdim etmesi oldu.
 

Türk Dünyasında ağaç dikimi
Zirve esnasında, Türk Devletlerinin Liderleri Semerkant'ta Registan Meydanı yakınlarındaki bir caddeye ağaç diktiler. Törene eşzamanlı olarak Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Türkmenistan ve Macaristan'ın başkentleri ile Özbekistan'ın bazı şehirlerinde ağaç dikimi gerçekleştirildi.

 

 

Türk Yatırım Fonu
Zirve’de Türk Devletlerinin Cumhurbaşkanları, Türk Yatırım Fonu’nun kurulması kararı aldılar. Fonun başına, görevini başarıyla tamamlayan Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreteri Baghdad Amreyev getirildi.


Dönem Başkanlığı

Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları, Kırgız Cumhuriyeti'nin Ankara Büyükelçisi Kubanıçbek Ömüraliyev'i, Teşkilatın yeni Genel Sekreteri olarak atadı. Yeni Genel Sekreter Ömüraliyev görevi, İstanbul’daki TDT Sekretaryası Merkez Ofisi’nde, selefi Baghdad Amreyev'den devralacak. 25 yılı aşan diplomatik birikime sahip olan yeni Genel Sekreter Ömüraliyev, Türk Dünyası 2040 Vizyon belgesinde yer alan ortak hedeflere ulaşmak için yoğun bir çaba göstereceğini açıkladı.

 

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan Cumhurbaşkanlarının imzaladıkları ve 103 maddeden oluşan Semerkant Zirvesi Bildirisi, Türk Dünyasına yönelik farklı işbirliklerini içeriyor.

 

600 yüze yakın yerli ve yabancı gazeteci ve 50'den fazla uzmanın büyük bir ilgiyle takip ettiği tarihi Semerkant Zirve’sini, Türk Dünyasının bir parçası olan Avrupa Türkleri de yakından takip ettiler. Türk devletleri liderlerinin 1992 yılında başlattıkları ‘Türklerin yeni tarih yolculuğu’, Türk devletleri liderlerinin kendi kaderlerini tayin etme arzularının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Allah, Türkleri nazarlardan ve kem gözlerden saklasın.

 

Senenin son günlerini yaşıyoruz. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde ve eğlence yerlerinde müthiş bir hareketlilik var. İnsanlar alabildiğince alışveriş yapıyorlar. Bu olağanüstülük hiç şüphesiz bir iki gün sonra kutlanacak Noel hazırlıkları için. Köşe başlarına açılan sayısız seyyar çam ağacı satıcısı bir taraftan dikkat çekerken diğer taraftan da yılbaşında atılacak havai fişeklerin satıldığı dükkanlar ışıklandırılmış halde. Müthiş bir tüketim ve harcama var. İnsanın bu atmosferden etkilenmemesi mümkün değil.

 

Bu yaz alışılagelmişin dışında, uzun sayılabilecek bir yaz tatili yapma imkanı buldum. Ancak, tatil süresi ne kadar uzun olursa olsun, sayılı gün değil mi? Bir başlagıcı var bir de sonu. İşte bir sona, yani bir yaz tatilinin sonuna daha geldik. Artık ayrılık vakti. Doğduğun, çocukluğunun ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği mekanlara veda vakti. Aynı zaman da anne, baba, dost, akraba ve arkadaşlardan da ayrılma vakti. Her ayrılış bir burukluk yaşatıyor insana. Bir yerden ayrılıyorsunuz, diğer bir yere kavuşuyorsunuz. Ayrılma ve kavuşma aynı anda. Halden hale girme sanki. Velhasıl, hem dem yeniden doğuyorsunuz, Yunus’un dediği gibi...

 

Bir Ağustos ayıydı…
Bir Ağustos ayıydı. Lise’den yeni mezun olmuştum. Ülke kan gölüne çevrilmişti. Mahalleler bölünmüştü. Kurtarılmış bölgeler vardı. Yaşım onsekiz bile olmamıştı. Her gün dört, beş vatan evladı, tekbir sesleriyle, bir gül bahçesine girercesine, kara toprağın bağrına düşüyordu. Ülkenin yönetimine el koyacaklar, sonradan itiraf ediyorlar ki, daha çok kan dökülmesini beklemişlerdi. Çünkü 12 Eylül darbesi için gerekceler olgunlaşacaktı. Ve millet bu beylere hak verecekti. 15 Temmuz’da olduğu gibi, namlusunu millete doğrultan askere selam vermeyecek, tankların üstüne çıkacaktı. 12 Eylül’e ramak kala, bu yıl hissettiğim aynı duygularla, bir grup arkadaşla bir veda yemeği yemiştik. Konya’da yemek deyince insanın aklına ne gelir? Elbette etliekmek. Veda yemeğinin parasını o günkü Ocak genel muhasibi İsmail Hakkı Bakır vermişti. Kulakları çınlasın...

 

Otuzyedi yıl sonra...
Ve, bu yıl da, o gün, otuzyedi yıl önce yemekte olan Musa Karacor, Ahmet Çakır ve Osman Güzel ile yine öğle vakti bir veda yemeğinde buluştuk. Yine etkliekmek yedik. Bu yıl bir de akşam veda yemeği organize edildi. Bu yemeğe ilkokul, ortaokul ve lisede birlikte olduğum arkadaşlarım, Hamza Ertaş, Cemil Gülcan, İsmail Karakoca ve değerli dostlarım Bekir Gültekin, Durmuş Karakoca ve bir arkadaşı katıldı. Yemekten sonra veda programımız aynı grupla Havzan’daki Emirgan Nargile’de devam etti. Sohbet halinde geçen programa daha sonra değerli dostlarım Selçuk Üniversitesinden Dr. Hacı Ahmet Şimşek, NEÜ’den Doç. Dr. Birol Mercan ve Doç. Dr. Abdurrahman Dinç, girişimci Ahmet Elden ve Ahmet İzgi eşlik ettiler. Aynı akşam, gazetemiz ‘eurovizyon.com’ köşe yazarlarından Dr. N. Hakan Yıldırım ve Almanya’dan bilgisayar mühendisi Hüseyin Kaya ile tanışma fırsatı buldum...

 

Yaz tatiline geri dönersek. Bu yıl farklı bir tatil programı uyguladık. Önce İzmir ve çevresi, Çeşme-Alaçatı-Urla’yı gezdik. İzmir-Kuşadası arasında Hollanda’dan geri dönüş yapan Ayhan Tamer’in ‘bed and breakfast’ında çay içtik. Selçuk, Kuşadası ve Akören Maket Köy’ü gezdik. Gülseren Yazarel hanımefendinin misafiri olduk. Didim, Bodrum ve Fethiye’den sonra Side-Çolaklı uğradığımız yerler oldu. Ülkemizin güzelliklerini bu köşede paylaşmıştım. Son durak Konya’ydı. Konya ve çevresiyle ilgili yaşadıklarımızı ve nostaljilerimizi de okudunuz. Ancak, bu yıl Konya’yı ziyaret eden Hollandalı dostlarımızı da yazmadan geçemeyeceğim tabiiki.

 

Hollandalı dostlarımız Konya’da...
İlk önce, Hollanda’nın duayen Türk gazetecisi İlhan Karacay misafirimiz oldu. Karacay’la birlikte Konya Mevlana Türbesi başta olmak üzere, Konya’nın tarihi mekanı Sille ve Meram’ı gezdik. Akşam da Akyokuş’ta hem kahvelerimizi yudumladık hem de Konya’yı seyrettik. Hatıraları, İlhan Karacay yazacaktır herhalde. Yine bu çerçevede, HABER Gazetesi’den İbrahim Karaman, Fatih Karaman, Mesut Karaman ve hanımefendiler ve çocuklarını Meram’da misafir ettik. Tavusbaba’da kıldığımız Cuma namazı bir başkaydı. Hollanda Türk İslam Kültür Kuruluşları eski başkanı Arif Yakışır ve eşleri, Hollanda Kırım Vakfı başkanı Mehmet Pekcan da Konya’yı ziyaret eden ve Meram’da çay içtiğimiz dostlarımız arasında oldular. Kadim dostlarımdan Metin Yazarel ve Sadık Yemni ile Akören’de yaşadığım nostalji elbette bir başkaydı…

 

Evet. Bu yıl, yaz tatilimizden kesitler böyleydi. Bir taraftan Sıla-ı Rahim, diğer taraftan Türkiye’nin güzellik ve zenginliklerini doya doya yaşamak. İki ülke, iki toplum, iki kültür’e ait olmak, her zaman belirttiğimiz üzere bir zenginliktir. Birbirine engel değildir. Şimdi, Hollanda’daki ve tabiiki Avrupa’daki, hatta Balkanlardaki yani gönül coğrafyamızdaki dostlarımızla hemhal olma, hasret giderme zamanıdır. Yunus’un dediği gibi, her dem yeniden doğmak ne güzel. Dostlarınızın varlığını yeniden tatmak ne hoş…

Bu vesileyle, tüm okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını tebrik eder, insanlık için hayırlara vesile olmasını dilerim.

Amsterdam acayip bir şehirdir.

Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır. Geçen haftalarda, Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema, camilere gönderdiği ve sonra geri çark ettiği bir mektupla gündeme gelmişti. Şimdi ise, bu olumsuzluğun tam tersi, ünlü İslam düşünürü Farabi’nin Hollandaca yayınlanan bir kitabının tanıtımı ile tekrar gündemde.

 

Hollanda’nın renkli ve kültürel başkenti Amsterdam, ekim ayının sıcak geçen son günlerinde, tarihi bir etkinliğe sahne oldu. Bu anlamlı etkinlik, 2007 yılından itibaren, bilim insanları, sanatçı ve düşünürlerin oluşturduğu, akademik ve kültürel bir kuruluş olan, ‘SPUI25’ tarafından gerçekleştirildi. Etkinliğin konusu, Farabi’nin en önemli eserlerinden biri olan ‘Erdemli Şehir’ kitabının, Hollandaca olarak yayınlanması çerçevesinde yapılan tartışmaydı.

 

Farabi’nin ‘Erdemli Şehir’ kitabı, İslam felsefesi uzmanı ve filozof  Michiel Leezenberg tarafından ilk kez Hollandacaya tercüme edildi. Farabi’nin bu meşhur eseri, geçen yıl İmam-ı Gazali’nin ‘El-Munkız mine’d-dalâl’ adlı kitabını da yayınlayan Boom Klassiek yayınevi tarafından okuyucuya De deugdzame stad başlığıyla sunuldu. Kitabın yayınlanması çerçevesinde Amsterdam’da bir program organize edildi. Programa başta kitabın mütercimi Michiel Leezenberg olmak üzere, Amsterdam Üniversitesinden filozof Khadija al Mourabit, filozof ve ilahiyatçı Pooyan Tamimi Arab, Arapça uzmanı Robbert Woltering ve gazeteci Naeeda Aurangzeb katıldılar.

 

Amsterdam’da yapılan program, hem sosyal medyada hem de ana akım gazetelerde geniş bir şekilde yer aldı. Konuşmacıların, programda felsefi kanon, cinsiyet ilişkileri, İslam ve aydınlanma konularına ağırlık vermeleri, programı daha cazip hale getirdi.
Medyada, Farabi’nin, insanın bu dünyada yani ölmeden önce de en yüksek mutluluğa erişebileceğini savunması, Hollandacaya tercüme edilen kitabının ana fikri olarak öne çıktı. 

Farabi, var olan her şeyin ve beşeri bilginin de Allah’tan geldiğini kabul eder. İnsanın en büyük hedefi, Allah’ı bilmek, tanımak ve idrak etmek olduğuna işaret eden Farabi, ‘Erdemli Şehir’ kitabında, alem ve Allah hakkında doğru bilgiye ulaşabileceğimizi belirtiyor. Farabi’ye göre, bu bilgi, dini metinlerin incelenmesi, ahlaki davranış ve eylemler geliştirilmesi yoluyla elde edilebilir.  

 

Konuşmacılara göre, “Erdemli Şehir’de Farabi, dinin, devlet ve toplumdaki ilginç ve şaşırtıcı rolüne dikkat çekerek, İslam hakkındaki birçok önyargıyı da yıkar. Eser, sadece İslam felsefe geleneğinin zenginliğini değil, aynı zamanda özgür düşünenler ve muhaliflere karşı olağanüstü bir hoş görünün de olduğunu gösterir. Kitabın, Orta Çağ'ın en büyük Yahudi filozofu olarak kabul edilen Kurtuba’lı İbn Meymûn’a, dolayısıyla Hollandalı filozof Spinoza’ya büyük etkisi olduğu bilinir.”

 

Kitabı tercüme eden filozof Leezenberg’e göre, “İslam’ın felsefeye düşman olduğu fikri kabul edilemez. Bunu, 1500 yılına kadar hüküm süren Endülüs İslam döneminde görmek mümkündür. O dönemde Aristo, birinci öğretici olarak kabul edilirken, ikinci öğretici ise Erdemli Şehir’in yazarı Farabi’ydi. Mantık ilmini öğrenmek istiyorsan, Farabi’yi okumanız gerekir.”

 

Farabi’ye göre, ‘Erdemli Şehir’, ahlaki olmaktan ziyade, sosyal-psikolojik bir meseledir. İnsan, ancak toplum içinde mutlu olabilir ve mutluluğu yakalayabilir. Ya da, insan mükemmelliğe ulaşmışsa mutlu olabilir. Bu süreçte rol oynayan liderin bir kral, filozof, peygamber ve imam olması, Platon'un filozof-kral idealini kuvvetle anımsatır.
Adalet, ‘Erdemli Şehir’in olmazsa olmazıdır, hatta ilk şartıdır. ‘Erdemli Şehir’in başkanı, felsefe ve siyasi bilgeliğe sahip olmalıdır. ‘Erdemli Şehir’de, insani değerler en üst seviyede gelişmiş olmalıdır.



Ekim ayında, Amsterdam Belediyesi’nin camilere gönderdiği mektup ve beraberinde hissedilen ayırımcılık, her ne kadar Farabi’nin ‘Erdemli Şehir’ tanımlamasına uymasa da, Farabi’nin bir eserinin bu şehirde tanıtılması, insanı ziyadesiyle memnun ediyor.



Hatırlanacağı üzere, geçen yıl, İmam-ı Gazali’nin ‘El-Munkız mine’d-dalâl’ adındaki otobiyografik eseri de Hollandaca olarak yayınlanmıştı.
Medya bu konuda, “Hz. Muhammed’den sonra en önemli Müslümana iade-i itibar”  başlığı atmıştı. Aynı medya şimdi de, Farabi’nin eserinin Hollandaca yayınlanmasıyla ‘İslam, felsefeye karşı değildir’ başlığı ile dikkat çekti.

Angehörige können gleichzeitig kommen

 

Die Corona-Lage hat sich deutlich entspannt, daher wollen das Klinikum Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land die Besuchsregelungen weiter lockern: Ab Samstag, 10.12.2022, dürfen Patient*innen wieder von zwei Angehörigen gleichzeitig Besuch bekommen. Die Begrenzung auf eine Stunde Besuchszeit wird aufgehoben.

 

Angehörigenbesuche sind wichtig für das Wohl der Patient*innen. Angesichts der sich weiter entspannenden Corona-Lage lockern das Klinikum Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land die Besuchsregeln. Konnten Patient*innen bislang pro Tag nacheinander von zwei Personen für jeweils eine Stunde besucht werden, können nun zwei Angehörige gleichzeitig kommen – die Besuchenden müssen auch nicht mehr nach einer Stunde gehen.

 

Die reguläre Besuchszeit bleibt wie gehabt: An den Standorten Nord und Süd des Klinikums Nürnberg sind Besuche zwischen 14 und 19 Uhr möglich (Einlass von 13.30 bis 18 Uhr). In den Krankenhäusern Lauf und Altdorf sind Besuche von montags bis freitags von 14:30 bis 17 Uhr und samstags und sonntags von 13 bis 17 Uhr möglich. Besuche außerhalb der Besuchszeiten sind nur in besonderen Fällen und unter besonderen Umständen möglich. Hier ist eine Rücksprache mit der jeweiligen Station erforderlich.

 

Auch die Hygienemaßnahmen bleiben bestehen: Besucher*innen dürfen das Gelände des Klinikums Nürnberg und die Krankenhäuser Nürnberger Land nur mit einem aktuellen negativen Corona-Test betreten – völlig unabhängig davon, ob sie geimpft oder genesen sind. Ein Antigentest darf maximal 24 Stunden alt sein, ein PCR-Test darf höchstens 48 Stunden zurückliegen. Selbsttests sind ausgeschlossen. Vor dem Klinikum Nürnberg Nord und dem Klinikum Nürnberg Süd sowie vor den Krankenhäusern in Lauf und Altdorf befinden sich Test-Container. Außerdem müssen Besucher*innen FFP2-Masken tragen.

 

Das Klinikum Nürnberg ist eines der größten kommunalen Krankenhäuser in Deutschland und bietet das gesamte Leistungsspektrum der Maximalversorgung an. Mit 2.233 Betten an zwei Standorten (Klinikum Nord und Klinikum Süd) und rund 8.400 Beschäftigten versorgt es knapp 100.000 stationäre und 170.000 ambulante Patienten im Jahr. Zum Klinikverbund gehören zwei weitere Krankenhäuser im Landkreis Nürnberger Land.

 

Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität in Nürnberg wurde 2014 gegründet und ist zweiter Standort der Paracelsus Medizinischen Privatuniversität in Salzburg. In Nürnberg werden jährlich 50 Medizinstudierende ausgebildet. Das Curriculum orientiert sich eng an der Ausbildung der amerikanischen Mayo-Medical School. Die Paracelsus Medizinische Privatuniversität kooperiert zudem mit weiteren wissenschaftlichen Einrichtungen im In- und Ausland.

Logistikzentrum der Bayerischen Polizei in Hof: Bayerns Innenminister Joachim Herrmann kündigt Betriebsaufnahme für Frühjahr 2023 an - Zwischenmietobjekt für bis zu 60 Mitarbeiter - Im Endausbau bis zu 200 Mitarbeiter

Das neue Logistikzentrum der Bayerischen Polizei (LZBP) in Hof nimmt Fahrt auf! Wie Bayerns Innenminister Joachim Herrmann heute bekannt gab, soll das LZBP voraussichtlich im März 2023 den Betrieb mit zunächst 15 Mitarbeiterinnen und Mitarbeitern aufnehmen. Dafür wurde in Hof als Zwischenlösung für die Startphase zunächst ein Gebäude angemietet, das Platz für bis zu 60 Mitarbeiter bietet. "Wir werden dann das LZBP schrittweise weiter ausbauen", kündigte Herrmann an. "Dafür werden wir das LZBP vorübergehend in einem Mietobjekt ohne Lagerhaltung und in einem weiteren Schritt an einem zentralen Standort im Raum Hof verknüpft mit einer Zentrallagerstruktur, einer fundierten Qualitätskontrolle und einer leistungsfähigen IT aufbauen." Laut Herrmann werden dort bis zu 200 attraktive Arbeitsplätze entstehen. Der Endausbau soll bis etwa 2030 abgeschlossen sein. "Unser neues LZBP läutet nicht nur ein neues Zeitalter im Beschaffungswesen der Bayerischen Polizei ein", betonte der Innenminister. "Das LZBP ist auch eine wichtige Stärkung für die Region Hof." 

Herrmann hob hervor, dass das LZBP einen großen Mehrwert für die Versorgungssicherheit der Bayerischen Polizei bieten wird. Außerdem erwartet der Minister auch Synergien: Durch die Zentralisierung können Personalkapazitäten in den Polizeiverbänden für andere Verwaltungsaufgaben eingesetzt werden. Zudem lobte der Innenminister die Expertise der Region Hof im Textilwesen: "Das nutzen wir, um zukünftig die Uniformversorgung der Bayerischen Polizei und der Bayerischen Justiz nach unseren eigenen Maßstäben zu gestalten und zu beschaffen."

Nach Herrmanns Worten werden im aktuellen Mietgebäude mit rund 1.400 Quadratmetern Bürofläche in einem ersten Schritt die Vergabe- und Beschaffungsaufgaben des sogenannten 'Streckengeschäfts' der Polizei zentralisiert, also die Beschaffungen ohne Lagerhaltung. Dazu gehören beispielsweise Fahrzeuge, Büromöbel, Papier oder auch Dienstleistungen wie Gebäudereinigung. Neben Servicekräften für Dienstbetrieb, Personalakquise und EDV-Technik werden für das Beschaffungswesen zahlreiche Fachleute benötigt. "Wir werden unsere zukünftigen Mitarbeiter nicht nur aus dem Bereich der öffentlichen Verwaltung rekrutieren, sondern auch auf dem freien Arbeitsmarkt hier in der Region Hof attraktive Angebote für qualifizierte Interessenten bieten", erklärte Herrmann.

Die Uniformversorgung der Bayerischen Polizei und der Bayerischen Justiz läuft derzeit zentral über das Logistikzentrum Niedersachsen. Bis auf einige wenige zentrale Beschaffungsfelder (beispielsweise Kfz, Waffen oder Schutzausstattung) und einige verbandsübergreifende Sammelbestellverfahren ist das Beschaffungswesen der Bayerischen Polizei bisher dezentral in insgesamt 13 Beschaffungs- und Vergabestellen der jeweiligen Polizeipräsidien, des Bayerischen Landeskriminalamts sowie des Bayerischen Polizeiverwaltungsamts organisiert. "Wir reden hier von einem durchschnittlichen jährlichen Auftragsvolumen der Bayerischen Polizei für Liefer- und Dienstleistungsaufträge im dreistelligen Millionenbereich", verdeutlichte Herrmann.

 

 

 

Mit Brotchips der allgemeinen Lebensmittelverschwendung den Kampf ansagen: Das hat sich die Firma „cycleOFbread“ zum Ziel gesetzt. Gegründet wurde sie von Schülerinnen und Schülern der Klara-Oppenheimer-Schule in Würzburg, der Fachakademie für Ernährungs- und Versorgungsmanagement. Mit selbst entwickelten veganen Brotcrackern aus gerettetem Brot besuchten sie in der Vorweihnachtszeit Landrat Thomas Eberth im Landratsamt Würzburg – und überzeugten ihn sofort von ihrem Konzept.

 

Landrat Thomas Eberth begeistert vom Konzept der Schülerfirma

„Unsere Gesellschaft ist es gewohnt, im Überfluss zu leben. Jedes Jahr werden in Deutschland mehrere Millionen Tonnen Lebensmittel entsorgt. Wir müssen daher dringend das Bewusstsein für die Wertschätzung von Nahrung schärfen. Das Konzept der Schülerinnen und Schüler, das hinter „cycleOFbread“ steht, ist so einfach wie genial: Es sensibilisiert uns, genauer hinzuschauen, was wir wegwerfen – weil vieles davon noch zu retten wäre. In diesem Fall altes Brot, das zu leckeren Crackern verarbeitet werden kann“, erklärte Landrat Eberth und ließ seinen Worten auch direkt Taten folgen: In seinem und im Namen von Michael Dröse (Leiter der Stabsstelle Landrat), Rico Neubert (Leiter Regionalmanagement, Kreisentwicklung und Wirtschaftsförderung) und Nadine Heber (Pressestelle und Interne Kommunikation) erwarb er für das Landratsamt Würzburg vier Anteilsscheine an der Schülerfirma und kaufte außerdem 25 Cracker-Beutel und vier Weihnachtspakete.

 

Verkaufserlös wird der Würzburger Kindertafel gespendet

Im Gespräch mit den Schülerinnen und ihrer Lehrerin Beate Neuhaus-Krevert interessierte sich Eberth für jedes Detail – von der Idee bis hin zum fertig gepackten Beutel. „Es tut weh zu realisieren, wie viele Lebensmittel täglich weggeworfen und verschwendet werden. Allein zu sehen, wie viel Brot in unserer Mensa jeden Tag zurückgeht hat uns verdeutlicht: Es muss sich etwas ändern. Mit ‚cycleOFbread‘ wollen wir einen Schritt in die richtige Richtung machen und zeigen: Brot, das niemand mehr kaufen will, muss nicht zwingend entsorgt werden“, erklärte Laura Leder, Produktionsleiterin der Schülerfirma, die Idee hinter „cycleOFbread“. Gemeinsam mit der Bäckerei Gebert, einer traditionell fränkischen Handwerksbäckerei, wurde dann das Konzept entwickelt: Brot, das bis zum Abend nicht verkauft wird, soll gerettet, mit Gewürzen und kalt gepresstem Öl aus der Region verfeinert und geröstet und anschließend als Brotcracker verkauft werden.

In rund drei Monaten wurden aus zwölf Schülerinnen und Schülern Geschäftsleitung, Marketing-, Finanz-, Verwaltungs- und Produktionsexpertinnen und –experten. Der Verkaufserlös wird komplett an die Würzburger Kindertafel gespendet, die bedürftigen Kindern aus geretteten Lebensmitteln täglich eine gesunde Pausenverpflegung zu Verfügung stellt.

 

Zu kaufen gibt es die Cracker (100 Gramm für 4,99 Euro) direkt an der Klara-Oppenheimer-Schule und bei mehreren Kommissionspartnern, die die Schülerfirma auf ihren Social Media-Accounts auflistet.