Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Rhein-Neckar Türk İşverenler Derneği (TİD), olağan genel kurul toplantısında Mustafa Baklan, güven tazeledi ve en fazla oy alan aday olarak yeniden Başkan seçildi.

 

Almanya’da 1995 yılından beri Mannheim merkezli olarak faaliyet gösteren TİD salonlarında gerçekleşen genel kurul 15 Temmuz’da darbe girişiminde şehit olanlar için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı. Toplantıda konuşan TİD Başkanı Mustafa Baklan, çalışmalara göserilen destek için teşekkürlerini iletti. Türk İşadamları Derneği olarak kuruluşunda isminin tescil edildiğini, adının Türk İşverenler Derneği olarak değiştirildiğine işaret etti. 

 

Mustfa Baklan özetle şunları söyledi: „Ülkemizde 15 Temmuz’daki antidemokratik bir girişim oldu. Çok şükür ki başarısız oldu.Şu an için görüyoruz ki, Türkize’de tekrar 1919’un, 1923’ün aynı şuuruyla insanlar tek yürek olmaya başladılar. Bu bizi mutlu ediyor. Başarısız olan böyle bir girişimin ülkemizin birliğini, bütünlüğünü bozmak isteyenlere bir cevap oldu. Bu konuda Alman ZDF kanalında bizimle bir röportaj yaptılar. Orada da bunu dile getirdik. Bizim işimiy burada ekonomik. Bu yıl 22. kuruluş yıldönümünü dolduran derneğimizde hiçbir zaman hangi politik görüş iktidara gelirse gelsin bir ayırım söz konusu değildir. İsteyen seçim zamanında istediği politik görüşe gidip oyunu kullanabilir ama derneğimiz dediğim gibi ekonomi alanında faaliyet gösteren bir dernek. Biliyorsunuz iki dönemdir Mannheim Ticaret Odası Yönetim Kurulu’nda üyeydim; orada da bütün partilerden isnanlar vardı ama ben kimin hangi partiden olduğunu kesinlikle bilmiyordum. Diğer yandan burada ekonomi konuşuluyor. Ekonominin farklı bir dili var. Paranın da başka dili yok. Nereye gitse kapıları açıyor.“

 

Dernekçiliğin önemine de değinen Mustafa Baklan, Almanların meşhur “Derneği olmayan bir hiçtir“ sözünü hatırlattı. Mustafa Baklan, derneğin 138 üyesi olduğunu ve aidatını ödeyen 91 üyenin seçimlere katılma hakkı olduğunu vurguladı. Seçimlerde en fazla oyu alan Mustafa Baklan tekrar TİD Genel Başkanlığına seçildi. Oy sıralamasına göre yeni yönetim kurulu ise şu isimlerden oluştu:

İlker Polat, Jülide Önder, Selçuk İbikli, Dr. Kadir Kılıç, Mesut Üçöz, Mahmut Öztürk, Mehmet Çiftçi, Zeynep Doğrucan, Bülent Tan, Güven Akdeniz. Yedek üyeliklere ise Ahmet Sunar, Erdem Yıldız ve Sedat Dübüş seçildi. Denetleme kuruluna Mehmet Halıcı, Yılmaz Kalender ve Ayhan Karahan oybirliği ile seçildiler.

 

 

 

Ab sofort sind Ameisenheger im Landkreis Kelheim unterwegs: Mitte Juni bestellte Landrat Martin Neumeyer Birgit Rott und Wolfgang Hertlin zu Ameisenhegern im Landkreis Kelheim.

 

Zwar genießen alle Ameisen als wildlebende Tierarten einen sogenannten Mindestschutz, die Gattung der Waldameisen jedoch, die sich insbesondere durch ihre Hügelbauten auszeichnet, unterliegt darüber hinaus dem „besonderen Schutzstatus“. Gemäß Bundesnaturschutzgesetz ist es verboten, wildlebenden Tieren der besonders geschützten Arten nachzustellen, sie zu fangen, zu verletzen oder zu töten sowie deren Fortpflanzungs- oder Ruhestätten (Nester) aus der Natur zu entnehmen, zu beschädigen oder zu zerstören. Jeder Eingriff in die Neststruktur ist strengstens untersagt.

 

Wenn die Ameisen allerdings an einem unpassenden Ort ihren Hügel bauen, kann es zu Konflikten mit dem Menschen kommen. Eingehende Anfragen von betroffenen Bürgern im Landkreis Kelheim werden von der unteren Naturschutzbehörde aufgenommen und an einen Ameisenheger weitergeleitet. Dieser nimmt anschließend Kontakt mit der betroffenen Person auf und vereinbart einen Beratungstermin vor Ort. Ziel ist es, durch Aufklärung, Beratung und Information ein Nebeneinander von Mensch und Tier zu ermöglichen. Sofern dies nicht möglich ist, weil das Belassen des Nestes an Ort und Stelle nicht zumutbar ist oder ein Bauvorhaben bevorsteht, nehmen Ameisenheger mit entsprechender Genehmigung fachgerechte Umsiedlungen von Ameisenvölkern vor. Daneben gehören auch die Hege, Pflege und Kontrolle der Bestände sowie deren Entwicklung zu den Aufgaben eines Ameisenhegers.

 

Bei der Wahrnehmung ihrer Aufgaben wird die untere Naturschutzbehörde im Bereich Artenschutz von ehrenamtlichen Beratern unterstützt. Neben den Artengruppen Biber und Hornissen – für die bereits Beraternetzwerke am Landratsamt Kelheim bestehen – war die untere Naturschutzbehörde Anfang des Jahres auf der Suche nach weiteren Freiwilligen, deren Interesse insbesondere dem Schutz der für das Ökosystem Wald bedeutungsvollen Waldameisen dient. Auf den öffentlichen Aufruf des Landkreises Kelheim im Februar dieses Jahres hin haben Birgit Rott und Wolfgang Hertlin ihre Unterstützung angeboten. Um für die Tätigkeit als Ameisenhegerin gewappnet zu sein, hat Birgit Rott im April an einem dreitätigen Ausbildungslehrgang der Ameisenschutzwarte Landesverband Bayern e.V. teilgenommen und sich damit die Rechts- und Fachkenntnisse auf diesem Gebiet angeeignet. Wolfgang Hertlin ist bereits landkreisübergreifend im Natur- und Artenschutz als Ehrenamtlicher mehrfach aktiv und hatte bereits den Ausbildungslehrgang zum Ameisenheger absolviert. Der Landkreis Kelheim bedankt sich bei den neu bestellten Ameisenhegern für ihr ehrenamtliches Engagement und der damit verbundenen Unterstützung der unteren Naturschutzbehörde.

 

BERLİN (AA) - Berlin Silahlı Kuvvetler ve Kara Ataşesi Albay Yılmaz Çetin'e, Türkiye-Almanya ikili askeri ilişkilerinin geliştirilmesine yaptığı katkı dolayısıyla Almanya Silahlı Kuvvetler Gümüş Onur Haç nişanı takdim edildi.

 

Berlin Büyükelçiliğindeki törende, Alman Savunma Bakanlığını temsilen Almanya Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel, Eğitim ve Organizasyon Başkanı Tuğgeneral Andre Abed, Albay Yılmaz Çetin’e Gümüş Onur Haç (Ehrenkreuz-Silber) nişanı takdim etti.

Abed, burada yaptığı konuşmada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok değerli bir subayı için nişan verildiğini, kendisinin de Türk Silahlı Kuvvetlerinin seçkin bir subayını tanımaktan dolayı şeref duyduğunu söyledi.

 

Albay Çetin de kendisini onurlandırmaya değer gören Alman makamlarına teşekkür ederek, "Umarım tarihsel olarak yakın işbirliğimiz gelecekte de artarak devam edecektir." dedi.

Almanya’da Irkçı ve İslam karşıtı AfD, anketlerde 2. büyük parti konumuna yükselirken seçim dönemine kadar oylarını daha da artırması beklemniyor. Merkez sağ partilerin ülke sorunlarına ciddi bir çözüm bulamadan ülkede devam eden sorunların sebebi olarak görülmesi ve yine ana ekol partilerden  önder bir lider çıkmayısı da geçmiş dönemin SDP ve CDU-CSU partlerine olan güveni giderek azaltmaktadır. Alman siyaseti bu açmazı nasıl aşacak bilinmiyor ama tek hedefi memnuniyetsizlerin oyunu almak olan parti bu yükselişini nereye kadar sürüdecek bilemiyoruz.

 

Herkes biliyorki yabancı düşmanlığı bir ülkedeki sosyal barışa büyük zarar verecektir. Geçmişte Amanya’ya ve insanlığı ülkede yükselen ırkçılığın neye maloldiuğunu kendi tarihlerini okusalar Alman halkı çok iyi bilir. Yavaş yavaş başlayıp normal hale gelen ve hiş bir zaman nerede duracağı belinmeyen ırkçılığın ancak başka milletler tarafından durduruluncaya kadar yükselişini devam ettireceğini çok iyi biliyoruz. Sosyal sistemdeki olumsuzlukların sunucu, siyasetin yanlışını ve uluslarası konjukturdeki sorunları yabancıların üzerine atan hasta zihniyet ile mücadele etmeyi düşünmeyen Alman Toplumu AfD yükselişinde ki gerçeğın son noktasını inşallah gecikmeden farkedebilirler. Aksi halde yabancı düşmanlığı Almanya’ya büüyk zarar verecektir.

 

Türk olsun Alman olsun, gençler  tarihlerini iyi öğrenmeliler. Özellikle ‘gençler’ diyorum, onlar yanlış yapmamayı öğrenirlerse tarih doğruları yazmaya başlar. Milletlerin geleceği de onların elindedir. Kendisini gelecekte nerde konumlandırıp demokratik değerleri ne kadar özümsediğini anlayamayan gençler zamanla her yöne çekilen garip zihniyetli bir toplumdaki önemsiz bir parça konumuna gelirler. Bu ülkedeki 1-28 yaş arası insanlar eğer toplulum geleceği için ümit vermiyorsa bundan sonrası daha da tehlikelidir. Tarihini iyi bilen Alman gençliği ülkesinin değerini daha iyi anlar. Aynı süreç ve ölçü Türk gençleri için de geçerlidir. ‘Tarih’ ve ‘öğrenmek’ kelimeleri yanyana gelinde çok güzel bir anlam ifade ediyor. Bunu ‘vatansever entellektel birikimi olan insanlar’ olarak adlandırabiliriz.

 

Geçtiğimiz hafta  Forsa adlı araştırma şirketinin kamuoyu yoklamasında, ırkçı ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif Partisi'ne (AfD) yüzde 19 oranında oy çıktı. Bu oranla AfD, yüzde 29 oya sahip Birlik Partileri'nin (CDU/CSU) ardında yer aldı. SPD yüzde 18, Yeşiller yüzde 14, FDP ise yüzde 7 oy oranına sahip olurken, Sol Parti'nin oy oranı yüzde 4'te kaldı. Insa araştırma kurumuna göre ise AfD'nin oy oranı yüzde 19.5.

Bu durumda ırkçı parti en önemli koalisyon ortaklarından biri konumuna geliyor. Merkez partiler her zaman yayptıkları gibi ‘Biz hükümete gelirsek AfD ile koalisyon ortağı olmayacağız diye deklarasyon yayınlayacaklardir.  Bu sadece yaklaşan ırkçı bulutları görmezden gelmektir. Sen koalisyon olmasan da biraz geç olur ve bir kaç secim sonrasi yine iktidara ırkçılar gelir. Íu an adım adım gerçleşen de tam bu. Gerçekte ise AfD’yi güçlendiren onların siyasetteki başarısızlığıdır. Özellikle Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD ve Hristiyan Demokrat blok CDU-CSUI şunu kabullenmeli ki, AfD gibi ırkçı partinin oy oranını yükseltmesi, gelecek adına endişe verici. Çünkü yanlış en yukarıda yapılıyor. Merkez partiler de zaman zaman söylemlerinde AfD ile yarışır hale geldi. Yıllarca seçim dönemlerinde şamar oğlanı yapılan yabancıları, Türkleri ve Müslümanlar Almanya’da en arkaya itilen toplum haline getirildi. Bütün bunların sebebi  yarım asır boyunca “Almanya Göçmen ülkesi mi, değilmi” şeklindeki havanda su dövmelerin geldiği noktadır. AfD bunu seçmenin önüne planlı bir şekilde yıllarca tekrarlayarak  kendi politikası haline getirdi. Íimdi merkezdekiler kalkmış bana “AfD tehlikedir” diyor. Günaydın derler adama. Merkez partiler mutlaka Almanya'nın göçmen ülkesi olduğunu kabul etmedikleri sürece Almanya’da ırkçılık yükselecek ve her seçimAfD oylarını artırarak gelecektir. Uzun yıllardan beri toplumsal belekte kalıcı olması adına büyük partilerin göçmen politikasını tekrar değerlendirip Almanya’nın bir “Göçmen ülkesi” olduğunu anayasal teminatla kabullenmelidirler.

 

Berlin’de iktidar olanlar bir an önce çifte vatandaşlığa imkân sunan vatandaşlık yasasında değişikliği gerçekleştirmesi gerekir.  Artan yabancı düşmanlığı en çok Almanya'ya zarar verecek. Geçmişte ırkçılıktan dolayı utanç duyulacak acılar yaşandı. Artık bu ülkenin bir parçası olduğumuz gerçeği herkes tarafından kabul edilmeli, Alman toplumuna böyle anlatılmalı. Özellikle biz Türkler yanmış, yıkılmış ve insani değerlerden uzaklaştırılmış ne yaptığı nı bilmeyen bir siyasetin milyonlarca insa acı yaşattıkları bir Almanya’yı tekrar inşat emeye geldik. Dönemin Alman lideri Thedor Heus bizim insanlarımızı Almanya’ya gelmesini istedi, hatta 150 kişilik grubu alıp yanında getirdi. Bunları ancak tarih bilen insanlardan öğrenebiliriz. Son yüzyılı iyi öğrenip bu coğrafyada yaşanaları gerçekten öğrenirsek AfD durdurulabilir. Aksi halde Almanya’nın geleceğinden endişeliyiz.

 

 

 

 

 

 

BERLİN (AA) - Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğince Türk Mutfağı Haftası kapsamında, ünlü aşçı Ebru Baybara Demir’in katılımıyla Hatay mutfağına ait lezzetler tanıtıldı.

Büyükelçi Ahmet Başar Şen, etkinliğin açılışında yaptığı konuşmada, Türk Mutfağı Haftası kapsamında dünya çapında düzenlenen etkinliklerle Türk mutfağının geleneksel ve zengin içeriğinin tanıtıldığını söyledi.

 

Mutfak kültürünün, bir toplumun kültürel kimliğini yansıtan en önemli göstergeler arasında olduğunu vurgulayan Şen, "Türk toplumunun binlerce yıl içinde şekillenen kültürel kimliğinde mutfak ve sofra çok önemli yer tutmaktadır. Türk insanı için sofra demek, aileyle, dostlarla inancı ve kültürü ne olursa olsun misafirlerle bir araya gelmek, paylaşmak, bölüşmek demektir. Komşusu açken tok yatmayan bir toplum olmak demektedir. Birisine sofrada yer açmak demek, hanemizde yer açmakla özdeştir. Bizde olanı, olmayanla paylaşmak demektir. O denli ki mutfak kültürünün etkisi günlük konuşmamıza bile yansımıştır: Afiyet olsun, ziyade olsun, şifa olsun gibi cümlelerimiz, Türk mutfağının günlük yaşamımızda bulduğu anlamlara verilecek en güzel örneklerdendir." dedi.

 

Mutfak kültürünün binlerce yıl içinde bilgi birikim, deneyim, teknik ve tecrübeyle şekillendiğini anlatan Şen, bugünkü Türk mutfağını oluşturan lezzetlerde Orta Asya’dan Balkanlar'a Kafkasya’dan Orta Doğu’ya uzanan bir coğrafyayla etkileşimin izleri bulunduğunu kaydetti.

Büyükelçi Şen, Türk Mutfağı Haftası’nın 2023 temasının gastronomi alanında UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’nda yer alan ve 650’den fazla yemeğiyle dikkati çeken zengin Hatay mutfağı olduğunu vurgulayarak, "Hatay’a gastronomi alanında namını kazandıran en önemli unsur bu güzide şehrimizin çok kültürlü yapısıdır. Türk mutfağı, bu kadim, sağlıklı ve zengin özellikleriyle günümüz dünyasında her ülkede görülen fast-food beslenme tarzına meydana okuyor diyebiliriz. Türk mutfağında et yemeklerinin yanı sıra sebze yemeklerinin de çok olması, hazır gıda (fast food) ve hızlı beslenme karşıtlığının arttığı ve vejeteryan-vegan beslenme tercihinin çoğaldığı günümüzde ilgililere benzersiz bir fırsat sunuyor." diye konuştu.

 

- Ebru Baybara Demir

Basque Culinary World Prize'da iki yıl üst üste dünyanın en iyi 10 şefi arasına giren ilk ve tek Türk şef olan, Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin kurucuları arasında yer alan ve Türkiye’de 6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketinin ardından Hatay’da "Gönül Mutfağı'nı" kuran şef Ebru Baybara Demir de işini, hem kendisi hem de Türkiye için çok onur duyarak yaptığını söyledi.

Türk halkının çok kadim bir kültürden, Anadolu kültüründen gelen özel bir millet olduğuna işaret eden Demir, "Çok farklı etnisitelerin birleşmesiyle farklı inançların, kültürlerin bir arada yaşamasıyla birlikte özellikle de biyolojik çeşitliliğimizin fazla olması ve mutfak malzememizin çok çeşitli ve fazla olmasından dolayı çok büyük bir mutfak kültürümüz var. Fakat dışarda çok bilinen bir mutfak kültürü değil maalesef." dedi.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan’ın girişimleriyle başlatılan etkinliklerle Türk mutfak kültürünü daha fazla tanıtarak, nasıl geliştirilebileceğine kafa yorar hale geldiklerini anlatan Demir, "Dışardaki temsilciliklerimize baktığımızda bu kıymetli bir iş. İnsanlar bizi kısıtlı yemeklerle tanıyorlar. Bu kadar zenginliği ve malzemeyi bir arada gördükleri zaman tüm ülkelerde aynı tepkiyi alıyoruz. Siz gerçekten bu işi çok iyi biliyorsunuz diyorlar." değerlendirmesinde bulundu.

Dünyaca ünlü şef Demir, Türkiye'de 6 Şubat'ta yaşanan depremler dolayısıyla son 4,5 ayda 70 bin kişilik mutfak kurduklarına işaret ederek, hala bölgede depremzedelere yardımcı olmaya çalıştıklarını kaydetti.

"Allah bir daha ülkemize ya da başka bir ülkeye hiç böyle bir acı yaşatmasın." diyen Demir, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile beraber aş evleri kurduklarını, yurtların mutfaklarını aş evine çevirdiklerini dile getirdi.

 

Yemeğin sadece karın doyurmak için değil insanları bir araya getirmek için önemli bir araç olduğunu vurgulayan Demir, "Depremden korkan insanlar başka yere gitmek durumunda kaldı. Şimdi bakıyoruz orada birileri olunca insanlar inanmaya başladı ve geri dönmeye başladılar. Deprem sonrası biz yemeği araç olarak kullandık. Birlikte olmak, hayatları yeniden inşa etmek bizim için onur vericiydi." ifadelerini kullandı.

Der Informationsgewinn und Erfahrungsaustausch für alle, die am Ökolandbau interessiert sind, war auch bei den diesjährigen Öko-Feldtagen groß. Zum gemeinsamen Besuch der Ausstellung auf dem Biolandhof Grieshaber & Schmid nahe Stuttgart luden die unterfränkischen Öko-Modellregionen ein (Rhön-Grabfeld, Oberes Werntal, stadt.land.wü.). 

 

Neben Ausstellungsflächen zur boden- und ressourcenschonenden Bewässerungs- und Hacktechnik oder Führungen, boten die Öko-Feldtage verschiedenste Fachforen und Workshops. Insgesamt wurde deutlich, dass das Ziel 30 % Öko-Fläche weitergedacht werden muss: Entlang der gesamten Wertschöpfungskette bis hin zu den Verbrauchern. So war man sich z.B. bei Fachforen zu Markt und Politik einig: Man muss den Verbrauchern vermitteln, dass Ökolandbau nicht nur toll ist, sondern auch ein Genuss! Ein Ziel, das auch in den unterfränkischen Öko-Modellregionen verfolgt wird. Die Stärkung von ökologischen Produkten in der Außerhaus-Verpflegung liegen Frau Janina Hermann und Frau Manuela Fuchs-Krenn als Projektmanagerinnen der Öko-Modellregion stadt.land.wü am Herzen.

 

Hackroboter während einer Maschinenvorführung auf den Öko-Feldtagen 2023 (Foto: Henrik Müller).

 

Egal ob bei Fachforen, Maschinenvorführungen oder in der Forschung - der Klimawandel und seine Auswirkungen sind allgegenwärtig. Der Besuch der Messe verdeutlichte: „Das Damoklesschwert Klima ist da und da müssen wir drauf reagieren!“, fasst ein Teilnehmer seine Eindrücke des Tages zusammen. Der Ökolandbau besitzt einen umfassenden Ansatz, um sowohl den Auswirkungen des Klimawandels zu begegnen als auch diesem entgegenzuwirken. Zudem wirkt sich der Ökolandbau positiv auf verschiedenste Herausforderungen unserer Zeit aus – von Biodiversität über Boden- und Gewässerschutz bis hin zu gesunden Lebensmitteln. 

 

Der baden-württembergische Minister für Ernährung, Ländlichen Raum und Verbraucherschutz, Peter Hauk, war sich sicher: „Die Öko-Feldtage werden im Land und darüber hinaus nachwirken und zu guten Impulsen für den Ökolandbau in der gesamten Wertschöpfungskette und besonders in der Nachfrage nach regionalen Bioprodukten führen.“

 

Die gemeinsame An- und Abreise öffnete Raum für Austausch, Netzwerken und das Entwickeln von neuen Ideen. Die Busfahrt wurde über das Projekt bio-offensive gefördert. Das Projekt wird unterstützt aus Fördermitteln der Landwirtschaftlichen Rentenbank. Träger des Projektes sind die Stiftung Ökologie & Landbau (SÖL) und der Verband der Landwirtschaftskammern (VLK).

 

Im Jahr 2025 finden die Öko-Feldtage erstmalig in Sachsen auf den Flächen des Biolandbetriebes Wassergut Canitz GmbH statt. Auch dann wird es eine gemeinsame Fahrt der unterfränkischen Öko-Modellregionen geben. 

 

 

 

Almanya Türkleri arasında heyecanla takip edilen Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası mecliste yerini alan Saadet Partisi’nin beklenilenden çok daha fazla siyasi ağırlığı olacağı belirtiliyor.

 

Türk Toplumu'nun sosyo kültürel sorunları için ilginç önerileri en anlaşılır dille ortaya koyan Saadet Partisi Avrupa Tanıtım, Medya ve İletişim Başkanı Murat Gürbüz, “Milletimiz bizi bu günden değil, yarım asrı aşan kutlu yürüyüşümüzden tanır. Anadolu’nun taşlı yollarında başlayan samimiyet mücadelemiz değerli büyüğümüz merhum Necmeddin Erbakan Hocamızdan aldığımız feyz ile devam etmektedir” şeklinde konuştu.

 

Murat Gürbüz devamla, “Adına faiz denmeyen bir vahşi kapitalizm ile, hakça bölüşmeyi yarım asırdır ısrarla sevinine milli görüş karşı karşıyadır. Ekonomi emir ile değil, bilgi ile yönetilir. Türk Milleti ne zaman milli ekonomi modelinin üreterek devam eden kalkınma politikasından uzaklaşırsa, o zaman ülkede geçim sıkıntısı başlamıştır. Dışarıdan gelen sermaye ülkeye giren borçtur ve dolayısı ile milletimiz için prangadır. Yabancı sermayeyi kontrol edemiyor ve ummadığın bir zamanda ülkeden çıkıp gidiyorsa sen onun esiri olmuş ve herşeyi teslim etmişsin demektir. Milli düzen, milli ekonomi ancak milli düşünce ile hayata geçer. Emir ve tavsiyeleri dışarıdan alanların millete vereceği hiç bir şey yoktur. Bu söylediklerimi Meclisteki Milli Görüş temsilcileri gür sesleri ile haykıracaklardır” dedi.

Murat Gürbüz uzun süreden beri Saadet Partisi’nin programlarını toplumun en alt kesimlerine kadar ulaşmasını isteyen başarılı bir siyasetçi olarak biliniyor.

 

 
Frühjahrsempfang der Würzburger Grünen im Shalom Europa am 12.03.2023.

Die bayerische Spitzenkandidatin für die Landtagswahl 2023 MdL Katharina Schulze und der Spitzenkandidat für die Bezirkswahl Unterfranken Bezirksrat Gerhard Müller – Doppelspitze mit viel Freude!

 

TC Stuttgart başkonsolosluğu Eğitim Ataşelerimizden eğitimci Zeki Önsöz hocam, Avrupalı Türklerin ve bütün milletimizin, eğitim öğretim gören çocuklarıyla birlikte mutlaka  Çanakkale’de yedi düvele karşı duran onlara karşı savaşan “Çanakkale geçilmez” diyerek Türk düşmanlarını denizde döken, geldikleri yere gönderen, milyonlarca şehit verdiğimiz şehitliği mutlaka ziyaret etmeleri çok önemli olduğunu bildirdi. Zeki Önsöz hocam,“Her Türk evlâdı Çanakkale’yi gezmeli, görmeli ve atalarının şanlı mücadelesini öğrenmelidirler“ dedi. 
Çanakkale Savaş Alanları Gezi Notlarını okuyucularımız için yazdı.
Türk târihinin en önemli askeri zaferlerinden birinin gerçekleştiği Çanakkale savaş alanlarını ne yazık ki bu yıla kadar ziyaret edememiştim.
 
 Bu kutsal vatan topraklarına birkaç gün önce İzmir- Ayvalık kara yolundan ulaştık.  Çanakkale’ye geldikten sonra, arabalı vapurla Eceabat’a geçerken akşam olmak üzereydi;  gökyüzünde ve deniz üzerinde güneşin son ışıklarıyla oluşan hârika renkler vardı.   Boğazın büyülü atmosferi içinde Asya’dan Avrupa’ya doğru güzel manzarayı seyrederek, yavaş yavaş ilerlerken,  bize böyle değerli  bir vatan bırakan atalarımıza şükrettik. 
 
Vapurdan indiğimizde bizi karşılayan birlikte bu geziyi yapacağımız dostlarımız Firdevs ve Mehmet Öztan’la yer ayırttığımız Eceabat Öğretmen Evi’ne geldik. Ertesi gün, deniz kenarında şirin ve temiz bir otel olan öğretmen evinde uyanıp, kahvaltımızı yaptıktan sonra tur arabası bizi, iki genç çifti aldıktan sonra gezimiz başladı. Rehberimiz emekli albay Mustafa Halûk Çağlar idi.
 
Savaş alanları gezimizde önce Namazgâh Tabyası’nı ziyaret ettik. Burada rehberimiz 1914 yılında, Almanların oyunuyla, yalnız birkaç devlet adamımızın kararı ile Almanların yanında 1.Dünya Savaşı’na katılmamızı ve daha sonraki târihî olayları anlattı.
 
18 Mart 1915 günü 3 sıra dizilmiş İngiliz-Fransız Birleşik Filosu Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya geçmek için ilerlemeye başladı. Yedi saat sonra düşman gemileri geri çekilmek zorunda kaldı.Çünkü 16 savaş gemisinden 3’ü Nusret Mayın Gemimiz'in bıraktığı mayınlara çarparak battı. Mayınları bırakan subayımız Yüzbaşı Nazmi Akpınar’ın düşman gemilerinin rotasını iyi gözlemlemesi başarıda etkili oldu.  3 düşman gemisi de topçu ateşimizle ağır yaralanıp sulara gömüldü. Böylece 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi kazanıldı.
 
İçinde bulunduğumuz Namazgâh Tabyası’nı Sultan Aziz inşa ettirmiş; 1892’de modernleştirilmiş. Tabyanın mazgalları arasındaki sabit 16 büyük top ve özellikle küçük seyyar toplar düşman gemilerine ateş ve ölüm kustu.  Tabya’da Seyit Onbaşı’nın efsâne olarak anlatılan ağır top mermisini kaldırdığı anı gösteren heykel yanında, sonradan yapılmış büyük bir top vardı. Rehberimizden ilk defa öğrendiğimize göre; bu tabyada ve diğer savaş alanlarında bulunan toplar 1950’li yıllarda hurda fiyatına satılmış.  Bu nedenle Çanakkale Savaşlarında Türk ordusunun kullandığı toplardan bir tanesi bile kalmamış . Bunu duyduğumda; "Böyle bir duyarsızlık,târihe saygısızlık, kadir kıymet bilmezlik" nasıl olur diye düşündüm.Fakat utanılacak bu durum gerçekti.
 
Tabyanın korunak odasında Çanakkale savaşlarıyla ilgili bir film ve bu odadan dışarıdaki askeri birliklerle haberleşmeyi gösteren bir canlandırmayı seyrettik. Korunak odalarında bugün savaştan kalan bombalar, kemerler, silahlar, su mataraları gibi bazı objeler camekânlarda sergileniyordu. Bunlar arasında İngilizlerin uçaktan attıkları üçgen denilen bir savaş aleti dikkat çekiciydi. Atıldığı yerde dik duran, ucu sivri bu demire görmeden basan askerin ayağı parçalanıyordu.
 
Rehberimiz Halûk Albay, savaşla ilgili yüz yıl önceki bilgilerden başka Gelibolu Millî Parkı olan bu bölge hakkında da önemli bir bilgiler verdi. Bu bölge 2014 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı bünyesindeki Milli Park statüsünden çıkarılarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlanmış. Yâni bu târihî alan, turizme başka bir deyişle ranta, özel mülkiyete, gökdelenlere açılmış. Nitekim tabyanın karşısında yükselen binalar bu açılımın meyveleriydi.
 
Çanakkale Savaşları’nın yapıldığı bu târihi alana son yıllarda artan bir ilgiyle yılda 1-2 milyon ziyaretçi geliyormuş. Bu olumlu gelişmeye rağmen insanların burada yaptığı tahribat ayrı bir sorun oluyormuş. Bir örnek olarak Halûk Albay canlandırma odasında mankenin önündeki sumene gelip geçenlerin yazdığı, karaladığı lüzumsuz şekil ve yazıları gösterdi. İnsanlar yiyor, içiyor ve attıkları poşet ve pet şişelerle çevreyi kirletiyormuş. Sigara izmaritlerini, kurumuş otların arasına fırlatarak yangınlara sebep oluyorlarmış. Nitekim Gelibolu Yarımadası’nda son 44 yılda çıkan 2 binin üzerindeki yangın 75 bin futbol sahası büyüklüğünde bin bir emekle yetiştirilen ormanları  kül etmiş. Milli Parkta son büyük yangın 25 Temmuz 1994’de olmuş.
 
Bir eğitimci olarak beni ilgilendiren bir konu da, başlarında öğretmenleriyle buraya gelen okul öğrenci grupları idi. Öğretmenler öğrencileri iyice gözetleyemiyor, çocuklar gürültü yapıyor, mezarlıklar üzerinde oyun oynuyorlar, kendilerine anlatılanları dinlemiyor, kıkırdayıp gülüşüyorlardı. 
Nitekim bazı yerlerde bu çocuk ve gençleri biz ikâz etmek durumunda kaldık. Öğrencilere okullardan bilgi verilmeden buraya hazırlıksız getirilmesi, Çanakkale Savaş alanları bölgesinde rehberlik yapan görevlilerin arasında pedagojik formasyonu olanların bulunmaması, yani müze pedagog rehberlerinin olmaması da büyük bir eksiklikti.
 
Namazgâh Tabyası’ndan sonra Gelibolu Yarımadası’ndaki diğer şehitlik, anıt ve müzeleri görmek üzere yolumuza devam ederek Şahindere Şehitliği’ne geldik.  Yaralanan askerlere ilk müdahalelerinin yapıldığı sargı yeri olma özelliğine sahip bu yerde defnedildiği tahmin edilen 2177 şehitten 1969’unun duvara yapıştırılan levhalara isimleri, memleketleri yazılmıştı. Genç yaşta vatan ve namus için, milletimizin hür yaşaması için kara toprağa giren şehitlerimizin sembolik mezar taşları önünde hüzünle, gururla, saygıyla, dualarla eğildik. Rehberimiz burada görev yapan Türk hemşire Safiye Hüseyin’in anılarından bize onun yaşadığı tıbbî imkânsızlıkları ve şehitlerin “ anne” diyerek son nefeslerini verdiği bilgisini anlatarak, hepimizi duygulandırdı, gözlerimize yaşlar doldu.
 
Buradan Çanakkale Savaşlarının simgesi olan, yarımadanın her tarafından ve denizden görünen 41,7 metre yüksekliğindeki muhteşem Çanakkale Şehitleri Âbidesi’ne geldik. Eski Hisarlık mevkiinde 1940’lı yıllarda tasarlanıp yapımına başlanan bu eser Milliyet Gazetesi’nin öncülüğünde düzenlenen bir kampanya ile ancak 1966 yılında tamamlanmış. Günümüzde Çanakkale Zaferi törenleri bu anıtın önündeki meydanda yapılıyor. Meydanı çeviren duvarda ve âbidenin ayaklarında Çanakkale Savaşları’yla ilgili rölyef ve heykeller var.
 
 Burada gördüğüm 1960’lardan itibaren yapılan Türk şehitlikleri, 1930’larda yapılan İngiliz, Anzak ve Fransız mezarlıkları gibi düzenli ve bakımlıydı. Türkiye 60’lı yıllardan itibaren  savaşın geçtiği târihî alanlara yazılı âbideler, rölyefler, heykeller yaptırarak bu şanlı zaferin anısını gelecek nesillere güzel bir şekilde bırakmış. Ancak burada yatan aziz şehitlerimizin hâtırasına ne yapsak azdır. Nitekim millî şairimiz Mehmet Akif de bu duyguyu “Çanakkale Şehitleri” isimli ünlü şiirinde şehitlere; “Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına, Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.”mısralarıyla seslenir. 
 
Çanakkale Şehitleri Âbidesi’nin arkasındaki sembolik şehitlikteki uzun, içi kırmızı mezar taşlarını beğenmediğimi söyleyebilirim. Şahindere Şehitliği ve 57.Alay Şehitliği’nde gördüğümüz, küçük mezar taşları daha anlamlı idi.
 
Alçıtepe Köyünde öğle molamızı verip, yemeğimizi yedik. Burada Çanakkale Savaşlarıyla ilgili hâtıra eşyaların satıldığı üstü kapalı ve açık tezgâhların olduğu bir çarşı oluşmuş. Ancak bu hâtıra eşyalar, Çin işi, ucuz, zevksiz, basit şeylerdi.
 
Buradan Çanakkale kara savaşlarının yapıldığı savaşın kaderini değiştiren Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı bölgesine gittik.  Önce Anzaklar’ın 25 Nisan 1915’de karaya çıktığı Anzak Koyu’na geldik. Bu bölgeye çıkan düşman tepelere tırmandı, ilerlemeye başladı. Ancak düşman karşısında 19. Tümen komutanı yarbay Mustafa Kemal’i buldu. Atatürk çıkarmayı haber alıp, kendi insiyatifi ile 57. Alay’la  Kocaçimen tepesi’ne geldi. Buradan atıyla tek başına Conkbayırı’na gitti. Burada düşmandan kaçan Türk askerlerini gördü. Atından inip, önlerine geçerek, ünlü “ Düşmandan kaçılmaz!” konuşmasını yaptı. Cephaneleri olmadığını söyleyen askerlere süngü taktırıp, yere yatmalarını istedi. Böylece birlikten arta kalanlarla savunma hattı kurdu. Üzerlerine gelen düşman bu durumu görünce durakladı. İşte bu an savaşın kaderinin değiştiği andır. Haberciler aracılığı ile 57. Alay’ın bölgeye intikalini sağlayan Atatürk, orada askerlerine ünlü “ Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” konuşmasını yaparak düşmanın üzerine saldırdı. 57.Alay’ın tümü şehid oldu, ama düşman geri çekilmek zorunda kaldı. 
 
57. Alay Şehitliği’ni gezdik. 57. Alay’ın şehit askerleri anısına Bombasırtı’nda inşa edilen sembolik şehitlik 1992 yılında açılmış. Genellikle Ege bölgemiz şehirlerinden gelen şehit askerlerin adları mermere yazılmış. Girişte en yaşlı Çanakkale gazisinin heykeli olan şehitlikte 25 Nisan savaşlarının canlandırıldığı bir rölyef ve Türk askeri anısına bir heykel var.
 
1o Ağustos 1915’de Atatürk İngilizlerin 8 Ağustos’ta ele geçirdiği Conkbayırı’na taarruz etti. Atatürk burada askerlerine gece 4.30’de “ Acele etmeyin, evvela ben önden gideceğim, kırbacımı indirdiğimde ileri atılırsınız!” dedi. Türk askerleri yalnız süngülerini kullanarak düşmanın üzerine atıldı. Kocaçimen, Conkbayırı, hattı güven altına alındı. Resmi kayıtlara göre burada 20 bin Türk ve 25 bin düşman askeri hayatını kaybetti.
 
Rehberimiz Halûk Albay bütün bu savaşların geçtiği yer ve siperlerde olayları ve kahramanları yer yer canlandırarak, o anları sanki yaşayarak anlattı. Biz de atalarımızın burada vatanımızı korumak, bize hür bir vatan bırakmak için yaptığı eşsiz, şanlı mücadeleyi duyarak, hissederek, gururla ve gözlerimizden yaşlar akarak;  şehitlerimize, başta büyük Atatürk ve silah arkadaşlarına şükranlarımızı ve dualarımızı göndererek; adı Conkbayırı, Anafartalar, Çimentepe, Kemalyeri, Bigalı, Bombasırtı, Kanlı sırt, Kırmızı sırt olan, her karışı kahramanlarımızın kanıyla sulanmış o kutsal vatan toprakları üzerine basmaya kıyamayarak gezdik.
 
Conkbayırı’nda 10 Ağustos 1915 Anafartalar Zaferi’nin anısına yapılmış, Albay Mustafa Kemal’in taarruz emrini verdiği yerde elindeki kırbacıyla güzel bir heykeli var.  Bu anıtın önündeki dört adet top güllesi Atatürk’ün göğsüne bir şarapnel parçasının isabet ettiği yeri işaretlemektedir. Atatürk cebinde bulunan saat sayesinde ölümden kurtulmuştur. Anıtın karşısında Anzak askerleri anısına yapılmış anıt ve denize bakan tarafında Türk siperleri ve Mustafa Kemal’in gözetleme yeri bulunmaktadır.
 
Günün sonunda tur arabası bizi Ecebat öğretmen evine bıraktı.  8 kişilik grubumuza gün boyunca târih, askerlik bilgisi, vatan sevgisi ve milliyetçi hassasiyetleri ile mükemmel bir rehberlik yapan Halûk Albaya teşekkür edip ayrıldıktan sonra Kilitbahir’e gittik. Fatih Sultan Mehmet’in 15.yüzyılda yaptırdığı yonca şeklindeki kaleyi gördükten sonra deniz kenarında oturduk. Akşamüzeri Eceabat’ta gelerek “ Tarihe Saygı “ parkındaki siper savaşlarını birebir canlandıran heykelleri gördük. Parkın içinde ünlü heykeltıraş Prof. Tankut Öktem’in yaptığı heykel çok anlamlıydı. Burada ayrıca savaş alanlarının büyük bir maket haritası vardı. 
 
                                                        xxx
Çanakkale gezimizle; metrekaresine 6000 mermi düşen, on binlerce genç vatan evlâdını kaybettiğimiz, İstiklâl Savaşın’ı yapacak kumandanların ateş içinden geçerek yetiştikleri ve aynı zamanda Tugut Özakman’ın dediği gibi; “Türkiye Cumhuriyeti’nin önsöz'ü olan büyük savaş’ın” alanlarını gezdik.
 
Eğer bilirsek ve iyi düzenlersek; bu savaş alanı milletimize, gelecek nesillerimize milliî birlik ruhu verecek ve millî şuur öğretecek kutsal bir yerdir. Burada milletimiz yokluk içinde, üstün donanımlı düşmana karşı vatan sevgisi,  hür, bağımsız yaşama azmi ve milliyetçi ruhla destansı büyük, şanlı bir zafer kazanmıştır.
 
 Her Türk evlâdı Çanakkale’yi gezmeli, görmeli ve atalarının şanlı mücadelesini öğrenmelidir! 
 
Haber: Doğan Tufan
 
 
 

BERLİN (AA) - Çin Başbakanı Li Qiang, Münih'te, Alman otomobil üreticisi BMW Group ve Siemens'i ziyaret etti.

Li, üst düzey bir heyetin eşlik ettiği 4 günlük Almanya ziyareti kapsamında, BMW Group'ta şirketin Üst Yöneticisi (CEO) Oliver Zipse ve diğer şirket yöneticileriyle bir araya geldi.

 

Zipse, yaptığı açıklamada, BMW Group'un Çin ile derin ve uzun süreli bağları olduğunu belirterek, "BMW Group ve Çinli ortaklar arasındaki güçlü ortaklıklar, sektörümüzün dönüşümü sırasında bir kazan-kazan ilişki sağlamaya devam edecek." dedi.

​​​​​​​Çin, BMW'nin Almanya dışındaki en büyük ürün geliştirme merkezine sahip. Alman üretici, geçen yıl Çin'de 791 bin araç satışı gerçekleştirdi.

Li, birkaç gün önce Çin'de daha fazla yatırım yapacağını açıklayan Siemens'i de Münih'te ziyaret ederek, Alman şirketin Çin yatırımlarının yanı sıra yapay zeka (AI) çalışmaları hakkında bilgi aldı.

Geçen yıl Siemens'in satışlarının yaklaşık yüzde 13'ü Çin'de gerçekleşti.

 

BMW'nin merkezinin bulunduğu Bavyera eyaleti, Çin'in en önemli ticaret ortaklarından biri olmasıyla dikkati çekiyor. Geçen yıl Bavyera eyaletinden Çin'e 18,4 milyar avroluk ihracat yapılırken, bu ülkeden 36,5 milyar avro değerinde ithalat gerçekleştirildi.

Bavyera Başbakanı Markus Söder, konuya ilişkin değerlendirmesinde, Çin'in Alman ekonomisi için önemini vurgulayarak, "Otomotiv, elektronik veya kimya gibi sektörler için Çin'den tamamen çekilme hiç hayal bile edilemez." ifadesini kullandı.