Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

- TBB Sözcüsü Safter Çınar: "Almanya'da hükümet sosyoekonomik sorunları çözmeye uğraşacağına 100 milyar avroluk silah satın alıyor. Sonra 'Paramız yok' deniyor. AfD ile mücadelenin bir yanı ırkçılıkla mücadele, ırkçı söylemleri üstlenmeme ama asıl yanı sosyal politikada ve iş piyasasında insanları insanca yaşar hale getirmek gerekiyor"
- ProAsyl'den Karl Kopp: "Biz adeta güvenlik duvarıyız. Bu, politikacılar için açık bir yetki anlamına geliyor. Yerinizde kalın. Güvenlik duvarını koruyun. Protestolarımızdan vazgeçmeyin, aşırı sağ ile ittifak yok, işbirliği yok, koalisyon yok"

BERLİN (AA) - Almanya’da aşırı sağcı ve popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisi üyelerinin de bulunduğu gizli bir toplantıda, milyonlarca yabancının zorla sınır dışı edilmesi planlarının ortaya çıkmasının ardından ülkede AfD'ye karşı daha fazla mücadele edilmesi talepleri dile getirilmeye başlandı.
AA muhabiri “Almanya’da aşırı sağa karşı gösteriler” başlıklı üç bölümlük dosya haberin ikinci bölümünde, göstericilerin bir kısmının AfD partisinin kapatılması taleplerine ilişkin uzman görüşlerini ve Almanya’daki parti kapatmalarıyla ilgili bilgileri derledi.
Ülkedeki genel kanı; AfD'nin kapatılmasının tam çözüm olmayacağı, bunun yerine aşırı sağ ve AfD ile daha fazla mücadele edilmesi gerektiği yönünde.

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, AfD'ye farklı kaygılarla oy veren seçmenlerin kazanılmasının partiyi zayıflatacağını düşünüyor.
Almanya'nın dört bir yanındaki şehirlerde son haftalarda yüz binlerce insan AfD'ye karşı gösteri yaparken bunların arasında, daha önce hiç gösteriye katılmamış veya sol yelpazeden sağ muhafazakar kesime kadar pek çok insan bulunuyor.
Sivil toplum örgütleri ve demokratik merkez partiler söz konusu toplantının ortaya çıkmasının ardından adeta üzerlerindeki ölü toprağını atarak AfD'ye uygun bir yanıt verebilmek için sokağa çıktı.

- "İnsanların AfD'den döndürülmeye çalışması gerekiyor"
Almanya’da yabancılar ve vatandaşlık konularında çalışmalar yapan Berlin-Brandenburg Türkiye Toplumu (TBB) Sözcüsü Safter Çınar, AfD'nin kapatılmasının kesin bir çözüm olmadığını belirterek "Partiyi kapatabilirsin ama o görüşler, o insanlar bu ülkede. Onun için mevcut politikaların dışında başka şeyler yapıp insanların AfD'den döndürülmeye çalışılması lazım. Bence hedef bu olmalı." dedi.
Potsdam'daki toplantının AfD'nin gerçek yüzünü bir kez daha ortaya koyduğunu anlatan Çınar, bunun kabul edilebilecek bir durum olmadığını belirterek "AfD'nin parlamentoda güçlü olması, demokratik partileri güçlü koalisyonlara zorluyor. Böylece muhalefet AfD'ye kalıyor. Bu da sağlıklı bir şey değil." diye konuştu.

Almanya'ya 56 yıl önce geldiğini anlatan Çınar, o dönemden bu yana siyaseti takip ettiğini belirterek şunları söyledi:
"O zamandan beri böyle aşırı sağ partiler güçlendiğinde siyasi çizgi olarak ortada duran partiler söylemlerini değiştirerek seçmeni tavlayacaklarını sanıyorlar. Hayır, tam tersi oluyor. Şimdi bir AfD'nin söylemini diyelim ki Hristiyan Demokrat Birlik Partisinden (CDU) birisi başka sözlerle söyledi. O seçmen CDU'ya gitmez. Tam tersine der ki bak ya benim partimin söylediğini bunlar da söylüyor. Demek ki benim partim haklı fakat maalesef bunu 60 yıldır Almanya'daki bu politikacılara anlatamıyoruz. Bu söylemlere sınır koyun diyoruz, maalesef yapmıyorlar."
Bundan Almanya'daki bütün göçmen kökenlilerin etkilendiğine işaret eden Çına, artık söylemlerin aşırı sahada kalmadığını; giderek toplumun ortasına kaydığını ve bu nedenle göçmen kökenli insanlara karşı şiddetin artmasında da rol oynadığını ifade etti.
Çınar, AfD'nin göçmenleri ve ırkçılığı kullandığını ancak onlara oy veren herkesin de ırkçı olmadığını belirterek "Asıl sorun, bence Almanya'daki sosyal ve iş politikası sorunu. Berlin'de görüyoruz. Düzinelerce insan metroda veya sokakta yatıyor. Almanya'da iş sahibi olanlar bile kısmen geçinemiyor. Bu sosyal ve ekonomik sorunlar çözülmediği sürece AfD göçü taban alıp ırkçılığa devam edecektir." değerlendirmesini yaptı.
Safter Çınar, "Almanya'da hükümet sosyoekonomik sorunları çözmeye uğraşacağına 100 milyar avroluk silah satın alıyor. Sonra paramız yok deniyor. Özetlersek AfD ile mücadelenin bir yanı ırkçılıkla mücadele, ırkçı söylemleri üstlenmeme ama asıl yanı sosyal politikada ve iş piyasasında insanları insanca yaşar hale getirmek gerekiyor." ifadelerini kullandı.

- "Aşırı sağ Almanya ve Avrupa için yıllardır büyük tehdit"
Göçmenleri savunan sivil toplum örgütü ProAsyl'den Karl Kopp ise aşırı sağın Almanya ve Avrupa'da yıllardır büyük tehdit oluşturduğunu söyledi.
Kopp, "Sağ popülist partilerin Avrupa'da giderek daha fazla iktidara gelmesi büyük bir tehlike. Şimdi geniş sivil toplum sokaklarda ve eylemde. Bunun, Avrupa'daki sağ popülistlerin en zor kısmını pratikte durdurmak için diğer birçok yönüyle merkezi olmayan bir şekilde devam edeceğini umuyoruz, hepsi karmaşık ve tehlikelidir." dedi.

AfD'ye karşı Almanya çapında gösterileri düzenleyenlerin sendikalar, sosyal yardım örgütleri ve esnaf odaları olduğuna işaret eden Kopp, "Biz adeta güvenlik duvarıyız. Bu, politikacılar için açık yetki anlamına geliyor. Yerinizde kalın. Güvenlik duvarını koruyun. Protestolarımızdan vazgeçmeyin. Aşırı sağ ile ittifak yok, işbirliği yok, koalisyon yok." diye konuştu.
Almanya'da canlı bir sivil topluma ihtiyacın olduğunun altını çizen Kopp, "Partilerin demokratik kurallara göre hareket etme görevi var ve bunu yapmalılar. Son aylarda sadece birkaç yerde AfD'nin içeriğini güçlendiren bir tartışma yürütmeye gerek olmadığı izlenimini edindik. Birbirimizle konuşmak zorundayız. Mülteciler ve göç konusuna gelince, ateşe benzin dökmeyin. Objektif bir söylemle hareket edin. CDU gibi büyük ana akım partilerin parti liderlerinden, kırmızı çizgiyi aştığı izlenimini edindiğimiz tonlar duyduk. Dolayısıyla yaşayan bir demokrasiyi savunmak için sivil topluma ihtiyacınız var. Siyasetçiler de söylemlerinde kullandıkları kelimelerin seçiminde sorumlu davranmalılar. Çünkü biliyoruz ki sağcı popülist gündemlere hizmet etmek, insanların orijinaline oy vermesine neden oluyor ve böylece demokrasi düşmanlarını güçlendiriyor." değerlendirmesinde bulundu.

- "Her türlü aşırılıkçı eğilim Almanya'nın ekonomik durumuna zarar veriyor"
Alman Zanaatkarlar Konfederasyonu Başkanı Jörg Dittrich de Almanya'da da tartışılması gereken çok özel konular olduğunu, Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier'in de kendileriyle bu yönde toplantı yaptığını söyledi.
Her türlü aşırılıkçı eğilimin toplumdaki iklime ve Almanya'nın ekonomik durumuna zarar vereceğini bildiklerini anlatan Dittrich, "Biz bir refah devletiyiz çünkü güçlü, küresel ağlara bağlı bir ekonomimiz var. Kozmopolitliğe, ırkçılığın tam tersine bağımlıyız, birlikte yaşamak zorundayız. Almanya'da çok sayıda yabancı meslektaşımız var, vasıflı meslekler yapan meslektaşlarımız var, belki insanlar bazen bunun farkına varmıyor ama çok sayıda var ve bu yüzden bunu vurgulamak çok önemli." dedi.
AfD karşıtı gösterilere dikkati çeken Dittrich, "Almanya'nın tarihi nedeniyle aşırıcılıkla mücadelede özel bir sorumluluğu var. Şimdiki neslin bir hatası yok, ancak özel bir sorumlulukları var. Bu nedenle bazı kelimelerin toplumsal olarak kabul edilebilir hale gelmesine izin vermemek çok önemli. Dünyaya açık bir ülkeyiz ve toplumumuzdaki hiç kimsenin aşırıcılık tarafından tehdit edilmemesini sağlamak için koruma yollarına ihtiyacımız var." diye konuştu.

Almanya'nın barışçıl bir Avrupa'dan, birleşik bir Avrupa'dan ve tüm güçlü ve zayıf yönleriyle birlikte ortak para avrodan güç aldığına işaret eden Dittrich, ülkedeki kalifiye işgücü açığına dikkati çekerek şunları kaydetti:
"Ancak bir ihracat ülkesi olarak Almanya için dünyaya açık olmak özellikle önemli ki insanlar buraya düzenli bir göç süreciyle gelebilsinler. Refah devletini ve toplumu bizimle birlikte geliştirmeye devam edebilsinler çünkü ekonomik olarak diğer ülkelere göre daha iyi bağlanmış durumdayız. İşte bu nedenle parlamenter demokrasinin sorunlarla uğraştığı ama birlikte yaşamanın temellerinin asla sorgulanmadığı mesajını vermemiz de çok önemli."
AfD karşıtı gösterilere katılan Julian Siege de gösterilerdeki amacın aşırı sağa karşı durmak olduğu kadar aynı zamanda hükümete de "zorla sınır dışı edilmeleri istemiyoruz" mesajını vermek olduğunu söyledi.
Siege, "Federal Meclis'te aşırı sağcı söylemler istemediğimizi ve birlikte yaşayabileceğimizi, aşırı sağ tehdidi altında olan insanlarla dayanışma içinde olduğumuzu göstermek istiyoruz." dedi.

- Gösterilerin topluma etkileri
Almanya'da aşırı sağa karşı geniş katılımlı gösteriler, aşırı sağ partilere oy verenler dahil toplumda geniş yankı uyandırdı.
Yapılan bir araştırmada ülkede oy verme hakkına sahip her 10 Alman'dan 7'si, aşırı sağa karşı gösterilere sempati duyduğunu ifade ediyor.
AfD destekçilerinin yüzde 18'i gösterilerin nedenini anladığını söylüyor.
 

 

Bayerns Innen- und Sportminister Joachim Herrmann: Bundesregierung stellt Deutschland ins sportpolitische Abseits - Rahmenbedingungen für Spitzensportförderung unklar - "Entwicklungsplan Sport" bislang eine Nullnummer - Sportgroßprojekten fehlt haushaltspolitische Rückendeckung

Bayerns Sportminister Joachim Herrmann, Vorsitzender der Sportministerkonferenz, hat das Vorgehen der Bundesregierung bei der Reform der Spitzensportförderung, ihre Untätigkeit bei Investitionen in Sportstätten und ihre unklare Haltung in Sachen Olympiabewerbung massiv kritisiert: „Die Bundesregierung stellt Deutschland ins sportpolitische Abseits. Es fehlen nicht nur zusätzliche Investitionen, für mehrere Projekte hat die Bundesinnenministerin offensichtlich haushaltspolitisch überhaupt keine Rückendeckung. Und der groß im Koalitionsvertrag angekündigte „Entwicklungsplan Sport“ stellt sich bislang als Nullnummer heraus.“ 

Die Bundesregierung hatte sich im Koalitionsvertrag vorgenommen, „bessere Rahmenbedingungen für den Spitzensport“ zu schaffen und – als Kernstück der Reform – eine „unabhängige Instanz zur Mittelvergabe“ einzurichten. Heute hätte hierzu endlich der Entwurf eines Spitzensportfördergesetzes mit den Ländern auf politischer Ebene erörtert werden sollen. Der Termin sei längst überfällig, „besonders, weil das geplante Gesetz auch Auswirkungen auf den Nachwuchsleistungssport erwarten lässt, der in der Zuständigkeit der Länder liegt“. Herrmann kritisierte nach der Absage des für heute geplanten Termins den Bund scharf: „Es ist nicht klar, wohin der Bund in der Spitzenförderung überhaupt will. Die Ziele, die Rahmenbedingungen, die Finanzierung – alles nicht geklärt, obwohl die Länder von Beginn an eindringlich appelliert hatten, eine neuerliche Leistungssportreform zielgeleitet und evaluationsbasiert anzugehen. Offensichtlich fehlt der Bundesinnenministerin auch die haushaltspolitische Rückendeckung für die Spitzensportförderung.“

So entsteht bei Herrmann der Eindruck, dass es dem Bund ausschließlich darum gehe, eine vermeintlich unabhängige „Agentur zur Spitzensportförderung und -steuerung“ zu schaffen, um damit schnellstmöglich die Verantwortung für den Einsatz seiner Sportfördermittel abgeben zu können. „Die hierfür entscheidenden Grundsatzfragen sind aber noch überhaupt nicht geklärt: Welche strategischen Vorgaben gelten für diese Agentur, welche Entscheidungskompetenzen soll sie haben? Worin die vielfach zitierte „Unabhängigkeit“ der Agentur tatsächlich bestehen soll, ist nach wie vor unklar“, sagt Herrmann. Nicht umsonst habe es auch von Seiten des Haushaltsausschusses und des Bundesrechnungshofes heftigen Gegenwind gegeben.

Wenig erwartet Herrmann auch vom sogenannten zweiten Bewegungsgipfel, der am 12. März 2024 in Berlin stattfinden soll. Im Koalitionsvertrag habe die Bundesregierung einen „Entwicklungsplan Sport“ mit einer ausgeweiteten Investitionsoffensive nicht nur für Sportstätten angekündigt. „Nach über einjähriger Arbeit einer Vielzahl von Experten an diesem Entwicklungsplan und an einem separat vom Bundesgesundheitsminister gegründeten „Runden Tisch Bewegung und Gesundheit“ hat der Berg gekreißt und eine Maus geboren. Das Ergebnis ist ernüchternd, der Plan ein „Katalog an Beliebigkeiten“, wie der DOSB zitiert wird. Kürzungen im Bundeshaushalt, wie etwa bei der energetischen Sanierung kommunaler Sporteinrichtungen, konterkarierten den Plan. „Der Bund will zwar die Länder beaufsichtigen und koordinieren, von bundesseitig kraftvollen Investitionen – die in der Tat notwendig wären – ist im bislang vorgelegten Entwurf weit und breit nichts zu lesen“, kritisiert Herrmann. Bayern lehne wie andere Länder den Plan ohne substanziellen Mehrwert und ohne nennenswerte Bundesförderprogramme ab.

Ein ähnliches Vorgehen unterstellt der bayerische Sportminister dem Bund auch bei anderen sportpolitischen Großprojekten, wie zum Beispiel beim vom Bund geplanten „Zentrum Safe Sport“. „Auch hier wird ein aufwendiger Prozess aufgesetzt, aber offensichtlich lediglich um des Prozesses willen – alles heiße Luft. Viele grundsätzliche Fragen sind nicht beantwortet, es fehlt auch hier eine klare haushaltspolitische Rückendeckung seitens des Bundes.“ Ebenso unentschlossen, unklar und ohne Verbindlichkeiten gehe der Bund das Thema einer möglichen deutschen Bewerbung für Olympia an.

Herrmanns Fazit: „So verspielt man das Vertrauen nicht nur im Inland, sondern auch im Ausland. Die Bundesregierung wollte den Spitzen- und Breitensport in Deutschland stärken – aktuell schwächt sie ihn! Es wird allerhöchste Zeit für eine Kehrtwende.“

1980’li Yıllardan beri Ülkü yolunda, hizmet etme ülküsünü edinmiş bir arkadaşımızdır Osman Sevim.

Avrupa ülkeleri şehirlerinde olduğu gibi 15 bin Türk nüfusunun yaşadığı şehrimize milli islami insani hizmet veren Türk Milli Kültür Cemiyetimizi kurmuş aynı idarede olduk. Bu ocaklarda ruhlarımızı islâm’ın emirleriyle,doldurup neslimizin milli kimlikli yetişmeleri için mücadele verdik. Yaşadığımız topluma faydalı olmaları için yönetim kurulu heyeti olarak  çok gayretler ettik. 
 
Vatan Borcu için Burdur’da Askerlik
 
1985 yılında Bedelli askerliğimize   kutsal vatan hizmetimizde aynı takım aynı mangada görev yaptık.  Birlikte Çırpınırdı Karadeniz, Ceddin Dede, Tuna nehri gibi tarihi marşlarımızı söylerdik. Biz bu marşları söylerken bizi dinleyenler bize katıldı. Arkadaşlarımızla tanıştık olduk, bizim gibi Avrupa’nın diğer ülkelerinden gelen gönüldaşlarımızla bir gönül yumağı oluşturduk. 1985 yılı Köln şehrinde Bulgaristan devletinin soydaşlarımıza yaptığı zulmü telin mitingine katılmıştık. Bulgaristan da Türklere yapılan zulüm mitinginin video kasetini Orhan arkadaşımla birlikte Tugay komutanlığımıza getirdik. Yetkili komutanımız izledi ve izin verdi Tugay’ın en büyük konferans salonunda binlerce askerimizle tekrar izledik izlettik. 
 
Kardeşlerin ayrılışı
 
Almanya’da Türk Federasyon’a bağlı derneklerde hizmet ettiğimiz 40 yıllık arkadaşım, gönüldaşım Orhan Sevim’le  düşünce ve fikirde bir olsakta ayrı düştük. Burada da bir ecdat sözümüzü eklemek istiyorum;
Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş”
 
Kardeşler ayrılsada bir birlerini suçlasalarda, zor bir durumda kalınca, birlik olur birbirlerine sahib çıkarlar.
Ben Kısa adı ATİB olan Avrupa Türk İslam Kültür Dernekleri Birliğinin kurulmasında ve ikinci üçüncü dönemlerinde yönetim kurulunda görev aldım. Baden-Würtemberg eyaleti başkan yardımcılığı daha sonraki dönemde bölge başkanı olarak görev yaptım. İki kardeş kuruluştuk aslında. Orhan Sevim, Türk Federasyon teşkilatımızda hizmete devam etti. Türk Federasyon genel muhasipliği daha sonraki yıllarda genel başkan  yardımcılığı görevlerinde bulundu. İşi ve işimiz gereği ayrı, ayrı şehirlerde ikamet etmemiz çocuklarımızın eğitimleri ve sorunları gereği bir araya gelemedik. Telefonlarla hep irtibatta olduk. 
 
Gökyüzünde sohbet
 
1990’lı yıllardan beri  görüşmediğim arkadaşım olan Orhan Sevim’le gök yüzünde Stuttgart Ankara yolculuğumuzda buluştuk, kucaklaştık, dertleştik. Yan yana oturduk. İnanın üç saat süren uçak yolculuğu üç dakika gibi geldi. Bir ata sözümüz, “Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur” bizde burada kavuştuk buluştuk,dertleştik hasret giderdik. Ankara’ya geldik. Orhan Sevim doğup büyüdüğü Aksaray ili Ortaköy’e daha sora ikameti olan Kırşehir’e ben ise baba ocağı Yozgatımıza vedalaşarak ayrıldık.
 
 
 
Private Wirtschatsschule O. Pelzl - Staatlich anerkannt - stellt sich vor…
 

Private Wirtschaftsschule

Wir freuen uns, dass Sie sich für unsere Schule interessieren. Wir bieten unseren Schülern eine fundierte Ausbildung in einer freundlichen Atmosphäre.

 

 

Warum Wirtschaftsschule?

Seit über 100 Jahren bilden die bayerischen Wirtschaftsschulen kaufmännische Nachwuchskräfte aus.

 

 

Die Wirtschaftsschule ist für Schüler*innen bestimmt, die einen gehobenen Beruf in der Wirtschaft und Verwaltung anstreben. Sie zählt zu den beruflichen Schulen und vermittelt sowohl eine allgemeine Bildung als auch eine berufliche Grundbildung.

Doch auch Schüler*innen, die in technischen, handwerklichen oder sozialen Berufen arbeiten wollen, erhalten eine fundierte Bildung, die sie gut auf das weitere Leben vorbereitet, sei es bei der eigenen Steuererklärung oder bei der Selbstständigkeit.

Außerdem stehen Wirtschaftsschüler*innen zahlreiche weitere schulischen Wege offen, denn die Mittlere Reife der Wirtschaftsschule ist gleichwertig mit dem Abschluss der Realschule. Somit können Absolvent*innen an die meisten Berufsfachschulen, an die FOS oder direkt ans Gymnasium wechseln.

Die bayerische Wirtschaftsschule ist die Schulart, die durch ihren Praxisbezug und ihrem Profilfach „Übungsunternehmen“ im kaufmännischen Bereich am stärksten auf den zukünftigen Beruf vorbereitet. Dies kann eine Verkürzung der Ausbildungszeit in wirtschaftlichen Berufen ermöglichen.

 

 

 

 

Schullaufbahn

 

Die Eintrittsklassen der Wirtschaftsschule schließen in der Regel an die vorhergehende Jahrgangsstufe der Mittelschule an. Somit bestehen folgende Übertrittsmöglichkeiten:

 

5. Klasse Mittelschule 6. Klasse Wirtschaftsschule (5-jährig)

 

6. Klasse Mittelschule 7. Klasse Wirtschaftsschule (4-jährig)

 

7. Klasse Mittelschule 8. Klasse Wirtschaftsschule (3-jährig)

 

 

Ein Übertritt aus den entsprechenden Jahrgangsstufen der Realschule oder des Gymnasiums ist ebenfalls möglich.

 

9. Klasse Mittelschule mit Mittelschul- oder qualifizierendem Mittelschulabschluss 10. Klasse Wirtschaftsschule (2-jährig)

 

 

Sollte eine dieser Einstiegsmöglichkeiten nicht auf Sie zutreffen oder handelt es sich um einen besonderen Fall, hilft Ihnen gerne unsere Schulleitung oder unsere Beratungslehrkräfte weiter.

 

 

 

Abschluss

  

Die Mittlere Reife der Wirtschaftsschule wird durch eine bayernweit zentral gestellte Prüfung in folgenden Fächern erworben:

  • Deutsch
  • Englisch
  • BSK (Betriebswirtschaftliche Steuerung und Kontrolle)
  • Mathematik oder Übungsunternehmen

Der Abschluss ist die Grundlage für den Ausbildungsbeginn und berechtigt zum Wechsel an die FOS oder an das Gymnasium.

 

 

 

Elternbeitrag

Es besteht Lehrmittelfreiheit und Kostenfreiheit des Schulweges gemäß den gesetzlichen Regelungen.

 

Anmeldung

Die Anmeldung ist jederzeit möglich – auch in den Ferien

 

Bitte bringen Sie zur Anmeldung mit:

  • Geburtsurkunde
  • Zwischen- oder Jahreszeugnis (Das Zeugnis kann auch nachgereicht werden.)
  • Nachweis über Masernimmunisierung (z. B. Impfbuch)

Aktuelle Termine für Informationsabende, den Tag der offenen Schule und für den Probeunterrichtfinden sie unter Termine.

Ein persönliches Gespräch mit der Schulleitung oder den Beratungslehrkräften ist jederzeit möglich.

 

 

 
 

 

 

 

 

 

 

 

Online-Hygienebelehrungen und Online-Formulare für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe sind ab 1. März verfügbar


Die Digitalisierung der Verwaltung schreitet auch im Gesundheitsamt für Stadt und Landkreis Würzburg voran. Ab dem 1. März 2024 sind zwei neue Online-Verwaltungsleistungen verfügbar.

Die vor erstmaliger Tätigkeitsaufnahme im Lebensmittelbereich vorgeschriebene Belehrung (umgangssprachlich „Hygienebelehrung“) gemäß dem Gesetz zur Verhütung und Bekämpfung von Infektionskrankheiten beim Menschen (Infektionsschutzgesetz – IfSG) kann über ein Online-Portal absolviert werden. Der Dienst wird in sieben verschiedenen Sprachen angeboten – das ist ein deutlicher Vorteil gegenüber der bisher angebotenen Online-Lösung und einer Belehrung in Präsenz.

Zugänglich ist der Dienst über die Homepage des Landkreises Würzburg unter:
www.landkreis-wuerzburg.de/Hygiene
Dort gibt es auch eine detaillierte Anleitung zur gesamten Online-Hygienebelehrung.

 

Online-Formular für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe
Zum anderen steht ein Online-Formular für Personen zur Verfügung, die selbstständig einen gesetzlich geregelten nichtärztlichen Heilberuf ausüben und einer Anzeigepflicht unterliegen. Über dieses können der Beginn, das Ende und Änderungen der Tätigkeit angezeigt werden. Für Heilpraktiker, Hebammen und weitere Angehörige der Heilberufe ergibt sich somit eine Alternative zu dem analogen Meldeprozess.



Das Online-Formular ist zu finden unter:
www.landkreis-wuerzburg.de/Heilberufe

Durch das EU-finanzierte Förderprogramm (NextGenerationEU) zur Digitalisierung des Öffentlichen Gesundheitsdienstes konnte das Gesundheitsamt für Stadt und Landkreis Würzburg diese Maßnahmen realisieren. Weitere digitale Dienste für Bürgerinnen und Bürger sollen noch in diesem Jahr folgen. 

Medya okuryazarlığı uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir konu. Bir görselin üzerine amacınıza göre yazı yerleştirip, o görseldeki kişinin ağzından çıkmış gibi yayımladığınızda yapılan yorumlar, insanların hiçbir konu üzerinde kafa yormadıklarını, gerçekliğini sorgulamadıklarını, önlerine düşen her paylaşımı şartsız şurtsuz kabul ettiklerini gösteriyor.

Bir a4 kağıdında “Bu apartman filanca hocaya okutulacaktır. Daire başına şu kadar para düşmektedir. Bu meblağı .... tarihine kadar filancaya ödeyiniz.” yazıyor. Bu birkaç dakikada hazırlanan görseli binlerce kişi paylaşmış, altına da aklınıza gelen tüm hakaretler... Bunu asan başta olmak üzere bütün apartman sakinlerinin ne yobazlığı kalmış, ne aptallığı... Evet, bir aptallık var ama her önüne gelen haberi sorgulamadan kabul etme aptallığı... Bölünmüşler 'biz ve onlar' diye...  Cımbızla çekilip öne çıkarılan laflar, kimilerinden 'aferin', kimilerinden 'yuh'lar...

Bir başka fotoğraf. (Öğrencilerime göstermek için telefonuma kaydettim.) Üzerinde, fotoğraftaki siyaset insanının ağzından çıkmış gibi üzerine monte edilen bir yazı: “Kız Kulesi de kapatılmalıdır. Boğazın orta yerinde kız başına ne işi olmaktadır, üstelik fener yakarak kime işaret vermektedir?” Kardeşim belli ki biri sizi fena trollüyor. Bu kadarına da inanacağınızı düşünmüyor, ben de bu denli idrak yoksunu olunacağını düşünemem ama görselin altındaki yorumlar?

Bir gazeteci olarak haberlerin aktarılma şeklinin, haberi veren kaynağa göre taraflı olduğunu, yalan haberin yayılma hızının gerçek haberden yüzde 60 daha fazla olduğunu defalarca yazmışımdır. Bir haber ne kadar absürtse o kadar ilgi çeker, okunur, paylaşılır. Her ne kadar gazeteci ve muhabirlerden kendi kişisel görüşlerini, aktardıkları haberlerin dışında tutmaları beklesek de bunun yapıldığını görmeyiz.

Peki haber, bir olayın objektif bir şekilde topluma duyurulmasıysa, olmayan bir şey olmuş gösterilir mi? Gösterilir ancak bu bir haber değildir; gerçekte doğru gibi görünen bir fikirdir ve doğru değildir.

 

Bazıları dezenformasyonun, toplumsal hastalıkların nedeni olmanın yanında, ahlaki bir panik ya da bir semptom olduğunu düşünüyor. (Yakın zamanda yayınlanan bir makale, yanlış bilgiyi yayma ve koşulsuz inanmanın hem bir semptom hem de hastalık olabileceğini ortaya koydu.)

Peki yalan/yanlış habere sadece biz mi inanıyoruz?

Korkmayın, herkes inanıyor. Tüm dünya yani... Loughborough Üniversitesi Çevrimiçi Yurttaşlık Kültürü Merkezi tarafından 2019'da gerçekleştirilen bir araştırma,  haber paylaşanların yüzde 42,8'inin yanlış veya yalan haber paylaştığını kabul ettiğini ortaya çıkarmış. Yine araştırmalar, insanların deepfake'leri (sahte olayların yapay zeka tarafından oluşturulan görselleri) gerçek içerikten ayırt etmekte başarısız olduklarını ortaya koyuyor.

 

Öte yandan 2024'te dünya nüfusunun yarısından fazlası sandık başına giderken, dezenformasyonun artacağına dair ciddiuyarılar yapılıyor. Dünya Ekonomik Forumu, önümüzdeki iki yıl içinde yanlış bilginin en büyük toplumsal tehdit olduğunu ilan ediyor, büyük haber kuruluşları, dezenformasyonun demokrasiler için dünya çapında benzeri görülmemiş bir tehdit oluşturduğu konusunda uyarıyor.

Peki dezenformasyondan kendimizi korumak için yataklarımızın altına saklanmaktan başka ne yapabiliriz?

Öncelikle düşünebiliriz... Her ne kadar kendi ideolojilerimizi destekleyen her haber ve görseli sorgulamadan öpüp başımıza koysak da, saçma gelen bir paylaşımın doğrulunu “bu kadarı da olmaz” diyerek farklı kanallardan teyit edebiliriz. Hadi bunu da yapamadık diyelim, en azından bunu paylaşmaz, bununla ilgili yorum yapmayız.

Bilgilerimizi nereden aldığımıza dikkat edip, eleştirel bir zihniyet geliştirir ve okuduklarımıza ağır dozda alaycılıkla yaklaşırsak, haberin doğru olup olmadığına karar vermemiz kolaylaşır.

Bu noktada bakış açımız şu olmalı: Bilgi kaynaklarım kim ve bunlara güvenilebilir mi?  Hikayeyi kim veya hangi gruplar paylaşıyor? Teknoloji kimin elinde, kimler istedikleri haberleri yayma gücüne sahip? Neden bazı yorumlara kısıtlama getirilirken, bazılarına getirilmiyor?

Burada önemli olan, hikayeye eleştirel bir gözle bakmaya başlamamız ve onun gerçekliğini sorgulamanız. Diğer bir faydalı strateji de haberle aramızda 'mesafe' yaratmak.

İnanın demokrasimiz, gücümüz ve akıl sağlığımız buna bağlı...

 

30 Ekim 1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında imzalanan İş Gücü Anlaşması ile başlayan Türk göçü kitap oldu. 63 yıllık Türk göçünün 44 yılına bizzat yaşayarak tanıklık eden tarihçi-yazar Dr. Latif Çelik, gelecek nesilleri de derinden etkileyecek ‘60. Yılında Almanya Türkleri’ adlı bir kitap yazdı.

“Bütün bildiklerinizi unutun, Türklerin 60 yıllık Almanya tarihi yeni baştan yazıldı” diyen Dr. Latif Çelik, kalıcı bir eser bırakmanın gururunu yaşadığını söyledi. Eser, Anadolu’nun yolu ve elektriği olmayan ıssız köylerinden kalkıp Avrupa’nın en önemli sanayi ülkesine çalışmak için gelenlerin başarı hikâyelerini bilimsel kriterler ile ortaya koyuyor. Yüzlerce hikâyeden çıkarılan özetlerle her biri ayrı ayrı tarih kokan binlerce fotoğraf arasından seçilen bir dönemin serüvenini 10 ana başlık altında 351 sayfadan oluşan büyük boy kitabında toplayan Dr. Latif Çelik, “Türk göçünün 60 yıllık serüveninin farklı yönleriyle gelecek nesillere ulaştırılması öncelikle bizim neslin kalem tutan entelektüelleri için önemli bir görev olduğuna inanıyorum” dedi. Dr. Latif Çelik, Hürriyet’in sorularını yanıtlarken de göç hikâyesinin tarihini ve heyecanını yaşadığını gizlemedi.

 

 

BÖYLE bir çalışma yapmak fikri nereden çıktı?
Türklerin Almanya’ya gelişinin 60’ıncı yıl dönümünde birçok etkinlik düzenlenirken, elbette bir kültür tarihçisi olarak kendi alanımda değişik projeler planladım. Biz de Türklerin Almanya’daki varlığının belge niteliğinde bir kitapla kayıt altına alınması adına bir kültür tarihi saha araştırması çalışması başlattık.


Uzun süren bir çalışma oldu sanırım. Bu kadar geniş içerikli bir kitabı ortaya çıkarmak için farklı kurumlarda araştırmak zor olmadı mı?
Başkanlığını yaptığım Kültür, Tarih ve Entegrasyon Enstitüsü’nün ciddi bir arşivi var. Benzer konularda çalışmalar ve henüz üzerinde değerlendirme yapmaya fırsat bulmadığımız belgeler de mevcut. Öncelikle Almanya’da Federal Çalışma Dairesi, DOMID-Göç Araştırmaları Merkezi ve Münih, Würzburg, Berlin, Stuttgart, Karlsruhe, Hamburg ve Köln şehir arşivlerinde uzun süreli çalışmalar yaptım. Türkiye’de İş ve İşçi Bulma Kurumu, Devlet Demir Yolları arşivleri dışında kesin dönüş yapan 28 kişiyi 25 ayrı şehirde ziyaret ettim. Türk ve Alman arşivlerinden elde ettiğimiz, ancak kitapta yer veremediğimiz 770 fotoğraf ise gelecek projelerde okuyucuyla buluşmayı bekliyor.
Anlatırken mesleğinizi çok sevdiğinizi hissediyorum...


Kültür tarihçileri, öncelikle samimi, kendi milletinin tarihiyle barışık ve sessizliği seven bilim insanlarıdır. Çok zorluklarla ulaştıkları her belgeyi anlamlandırmak ve kategorize etmek zorundadırlar. Bizim için annelerin ninnisi veya çocukların şarkısı bile bazı şeyleri ifade edebilir. Kültür tarihi kararlı olmayı, iyi düşünmeyi ve bazen de takdir edilmeyi bekler. Çünkü onlar, yorumlayan, anlamlandıran ve zaman tünelindeki nesiller arası yorgun savaşçılardır.

 

 

 

GÜN YÜZÜNE ÇIKMAMIŞ KÜLTÜREL VARLIKLAR
Tarihçilerin duygusal olduğu söylenir?
“Hayır” demek istemem. Onların alanına uzak olanların kelam eylemesine kırılırlar. Konuyu anlamayanların konudan uzak değerlendirmeleri onları çok yaralar. Geçmiş bir dönemin tozlu arşivlerindeki gizemli belgeleri üzerinde yapılan çalışmalara gereken değer verilmediğini hisseden bir kültür tarihçisinin motivasyonu aniden kaybolabilir. Araştırmacılığın kendi kendine has metodolojik kuralları vardır. Bu kategorik çalışma sürecinden habersiz değerlendirmeler, bir eserin omurgasının sorunlu bir yöne evrilmesine sebep olabilir. 60 yılın kültürel boyutunu araştıran ve bu izleri okuyucuyla buluşturmayı hedefleyen satırlara sadece ‘bir kitap yazma projesi’ olarak bakılması, yazarı yazamaz hale getirebilir.

Kültür tarihçileri “Zaman tünelindeki gerçeklere samimi olmalı” derken neyi kastediyorsunuz?
Milletlerin tarihi, öncelikle onların geçmiş nesillerinin gün yüzüne çıkmamış kültürel varlığıdır. Bu alanda çalışanlar, öncelikle tarih bilimi üzerinden bir yere varmayı hedeflemelidir. 60’ıncı yılını kutladığımız Almanya’daki Türk varlığını birçok açıdan ortaya çıkarmak bizim için mesleğin kızıl elmasıdır. Bunun değerlendirmesi ise öncelikle tarihçinin kendisine bırakılmalıdır.

 

 

‘SÖYLEYECEK SÖZ BULAMADIM’
Almanya’daki Türk varlığının ortaya çıkarılması sizce neden bu kadar önemli?
Milletler, tarihleriyle yaşar. Zaten, onlar millet ise tarih onlara sayfalarında yer verir. Elbette Türklerin, sanatın farklı dallarına özne olup birçok alanda farklı açılardan bakılacak ilginç başarı hikâyeleri vardır. Öncelikle Türklerin tüm alanlardaki kültürel varlığı tarih metodolojisine uygun olarak ele alınmalıdır. Bu hazine, detaylı olarak günümüze taşınmalı ve özellikle araştırmacı-akademik kesimin önüne koyulmalıdır.


Sizce bu yönde çalışmalar yapılmadı mı?
Genelleme yaparak “Yapılmadı” diyemem ama ben bu kitabı yazarken değişik açılardan araştırıp, konuyla ilgili belge bulmaya çalıştım. Bana verilen bazı cevaplar vardı ki, gerçekten söylenecek söz bulamıyorum. Özetle, “Almanya’daki Türklerin tarihiyle ilgili birçok dosya ve belgeyi depoda nemlenip, küflenmiş dosya belgeleri çöpe gönderdik” denildi. Bir milletin tarihini çöpe atmak hakkına kimse sahip olamaz.

 

 

‘YTB BAŞKANI BİZZAT İLGİLENDİ’
Almanya Türkleri ile ilgili en acil neler yapılmalı veya siz ne yapıyorsunuz?
Uzun yıllardan beri bir grup tarihçi arkadaşım ile birlikte Alman arşivlerinde ve Alman Milli Kütüphanesi’nde sürekli çalışma içerisindeyim. Bu ülkenin, İngiltere ve Fransa ile özel bir tarih kroniği vardır. Alman-İngiliz Kroniği veya Alman-Fransız Kroniği önemliyse, Türk-Alman Kroniği de önem arz etmeli diye düşünüyorum. Böyle bir çalışma, Almanlar için daha az önemli olsa da Türkler için gereklidir. Bundan sonraki nesiller kategorik bilgiye daha çabuk ulaşabilmelidir.

Türklerin unutulmaması adına kültürel çalışmalarınız önemli. Bu alanda size destek olan var mı?
Son yıllarda Almanya’daki Türkler arasında ciddi bir tarihe ilgi ve merakın ortaya çıktığını söyleyebilirim. Bunu aldığımız davetler ve organizasyonlar üzerinden de fark edebiliyoruz. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın (YTB) bu kitap çalışmasına desteği oldu. YTB Başkanı Abdullah Eren Bey, eserin ortaya çıkıp okuyucuyla buluşmasında bizzat ilgilendi. Buradan kendisine teşekkür ediyorum. YTB Daire Başkanı Adem Günaydın Bey ise eserin hazırlanmasında önemli bir koordinasyon desteği verdi.

 

 

‘ALMANLAR DA DESTEK VERİYOR’
Bu kitap sizin 12’nci eseriniz. Bu tarihi eser Almanya Türkleri için neyi ifade ediyor?
Biraz önce 60’lı yılların konusu ile ilgili arşivlerin çöpe atıldığından bahsettim. Bir milletin tarihi böyle bir hareketle karşılaşabilir mi? 1980 öncesi bizim nesil Osmanlı arşivlerinden tasnif edilmeyen birçok belgenin SEKA kâğıt fabrikasına hamur kâğıt olması için gönderildiğini tartıştı. Tarihçiler için en hafif deyimle bu duyarsızlık ve ilgisizliğin Almanya’da da yaşandığını gördüm. Bu ülkede Türkiye kökenli STK’ların arşivi ve Türk milletinin bir hafızası oluşsun istiyorum. Tarihin ve arşivin kayıtlara girmişse, senin varlığın tescil edilmiştir. Aksi halde bir göçebe kültürünün yolculuğu içinde kaybolur gidersin. ‘GöçTürkler’in Almanya’daki kültür tarihidir.

Alman tarafının çalışmalarınıza yaklaşımı nasıl?
Almanya tarafı da çalışmalarımıza destek veriyor. Sonuçta Alman arşivleri için bir üretim yapıyor ve emek veriyoruz. Tarih enstitüsünün demirbaşı ihtiyacı ile çeşitli dillerdeki kaynak kitapların kütüphanemize kazandırılmasından araştırma projelerimizin desteklenmesine kadar eyalet, belediye kültür daireleri nezdinde çalışmalarımız destekleniyor.


Sizin deyiminiz ile ‘GöçTürkler’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?
An itibarıyla eğitime önem veren, kültürüne sahip çıkan ve kendisini Avrupa’da konumlandıran elit bir toplum olma yolunda hızla ilerlediğini gözlemleyebiliyorum. Öncelikle, Türklerin bu ülkedeki varlığı, Almanya ile Türkiye arasında bir ailenin çocuğu gibidir. Basit bir tabirle, herkes kendi anlayışına göre yetiştirip yönlendirmek istiyor. Oysa rüştünü ispat eden çocuğa dikte etmekten öte destek olunmalı diyorum. Türkiye ve Almanya’nın yaklaşımları ‘GöçTürkler’in geleceğinin şekillenmesinde belirleyici olacaktır.

 

Das Baby schreit. Der Kinderarzt sagt, es hat keine Schmerzen, es ist gesund. Es wird gut versorgt. Die Eltern machen sich Sorgen und fragen sich, was sie falsch machen, sie fühlen sich hilflos, überfordert, leiden an Selbstzweifel und ihre Liebe zu ihrem Kind wird schon jetzt auf die Probe gestellt. Spätestens jetzt sollten Eltern über zusätzliche externe Hilfe nachdenken. Diese gibt es beispielsweise in der Person von Familienhebammen und Familien-Gesundheits- und Kinderkrankenpflegerinnen, sogenannten „Fachkräften der Frühen Hilfen“.

 

Zehn zertifizierte Fachkräfte der Frühen Hilfen sind für die Koordinierende Kinderschutzstelle (KoKi) – Netzwerk frühe Kindheit im Fachbereich Jugend und Familie der Stadt Würzburg freiberuflich auf Honorarbasis und bei freier Zeiteinteilung tätig sowie in Anstellung bei zwei Trägern, der Mobilen Jugendhilfe Creglingen und der Evangelischen Kinder- und Jugendhilfe. Ihre Aufgabe ist es, Familien mindestens ein halbes Jahr lang im Babyalltag zu unterstützen – nicht nur im Umgang mit Schreibabys.

 

Aufgabe der Fachkräfte ist es, Hilfe zur Selbsthilfe zu leisten, damit Eltern und Kinder eine gesunde Bindung zueinander aufbauen. Familienhebammen und -Gesundheits- und Kinderkrankenschwestern werden eingesetzt zum Beispiel wenn Kinder nicht schlafen möchten, wenn es sich schwierig gestaltet, Beikost zu füttern, wenn Eltern unsicher sind, ob sie ihre Kinder richtig versorgen, im Umgang mit schwierigen oder herausfordernden Situationen, wenn Eltern glauben, die Signale ihres Kindes nicht zu verstehen, wenn sich Eltern in einer belasteten Lebenssituation befinden, wenn es an familiärer Unterstützung mangelt, Eltern erschöpft, belastet, krank sind. In all diesen Situationen steht KoKi Eltern zur Seite und greift dafür auf ein breit angelegtes Netzwerk an Beratungsstellen und weiterführenden Diensten zu, um Überforderungssituationen gar nicht entstehen zu lassen.

„Unser Anspruch ist es, Familien möglichst früh zu erreichen und passgenau zu unterstützen“, berichten Silvia Engert und Barbara Müller, die beiden Mitarbeiterinnen der KoKi im Fachbereich Jugend und Familie der Stadt. Eltern melden sich bei ihnen beispielsweise nach einer traumatischen Geburt, wenn Kinder krank sind, viel weinen, Mütter von postnatalen Depressionen betroffen sind, wenn der Wohnraum zu knapp für die gewachsene Familie geworden ist, kurzum in belastenden Lebenssituationen.

Dabei beobachten sie gerade seit der Coronazeit einen steigenden Bedarf und komplexer werdende Lebenssituationen. Verunsichernd würde bisweilen auch zu viel unterschiedlicher Input wirken. „Eltern lesen zahlreiche Bücher, befragen sich in verschiedenen Chatgruppen, finden dort zehn unterschiedliche Meinungen, aber sie erhalten keine fachkundige und professionelle Auskunft. Das sorgt für Verunsicherung“, sagt Engert. Und diese führt zu einer „gefühlten Isolation“, wie es Familienhebamme Hannah Arand beschreibt. Hannah Arand und Judith Bieber sind seit Januar neu zertifizierte Familienhebammen.

Es ist ihnen ein Anliegen, nicht nur in der Nachsorge der jungen Mütter tätig zu sein, sondern Familien vertrauensvoll länger zu begleiten. „Diese Arbeit mit den Familien kann eine Hebamme nicht leisten. Man kommt hier sehr schnell an zeitliche und manchmal auch an fachliche Grenzen. Aber genau diese Hilfe wird eben sehr oft benötigt.“ Sie verstehen sich als Schnittstelle zwischen medizinischer und sozialpädagogischer Betreuung bei der intensiven, persönlichen Begleitung der Familien. „Wir sind im Alltag eingebunden, sehen, was Familien ändern können, können bei Abläufen behilflich sein.“ Denn, wie es Barbara Müller formuliert: „Je früher eine gute Bindung zwischen Eltern und Kindern entsteht, desto unbelasteter wachsen Kinder auf.“ Die Fachkräfte der Frühen Hilfen sind damit ein Angebot präventiven Kinderschutzes. Und so kann es mit Hilfe der Fachkräfte gelingen, dem Schreibaby eine feste Struktur zu geben, trotz allem ruhig zu bleiben und Überforderungen von Eltern wie auch Kind abzubauen und auch schwierige Situationen mit Liebe zu meistern – ganz ohne finanziellen Aufwand für die Eltern.

Eltern sind laut einer repräsentativen Befragung des Nationalen Zentrums Frühe Hilfen sehr froh über die Betreuung durch die Fachkräfte der Frühen Hilfen. Sie bewerten besonders positiv, dass sie die Familienhebammen „alles fragen können“ und dass diese „mehr leisten, als sie müssten“.

Die Ausbildung zur zertifizierten Fachkraft frühe Hilfen wird über das Bayerische Landesjugendamt berufsbegleitend angeboten und über die Bundesstiftung Frühe Hilfen finanziert, bereits während der Weiterbildung beginnen die Fachkräfte, Familien mit Kindern im Alter von 0 bis 3 Jahren zu unterstützen.

 

Mehr Infos für Eltern: KoKi bietet auch zweiwöchentliche offene Babytreffs mit Begleitung einer Fachkraft in den Familienstützpunkten der Stadt Würzburg. https://www.wuerzburg.de/themen/jugend-familie/willkommen-im-leben/familienstuetzpunkte

https://www.familienbildung-wuerzburg.de/veranstaltungen/offene-treffs-wiederkehrende-veranstaltungen.html

 

 

BERLİN (AA) - Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un üyesi olduğu Sosyal Demokrat Parti'den (SPD) Federal Meclis ve Dışişleri Komisyonu üyesi Nils Schmid, Filistin devletini tanımanın Almanya için tabu olmaması gerektiğini söyledi.

 

Milletvekili ​​​​​​​Schmid, Spiegel dergisine verdiği röportajda, İsrail ve Filistin arasındaki şiddet sarmalından çıkma konusunda esirlerin serbest bırakılması için hızlı bir şekilde çatışmalara ara verilmesine ihtiyaç duyulduğunu kaydetti.

Bu bağlamda iki tarafa güvenlik getirecek bir siyasi teklifin sunulması gerektiğini ifade eden Schmid, bunun, İsrail'in Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve aynı zamanda bir Filistin devletinin tanınmasını da içermesi gerektiğini ifade etti.

Schmid, Filistin devletinin nihai sınırlarının müzakerelerde netleşeceğini savunarak, "Filistin devletini tanımak bizim için tabu olmamalı." dedi.

 

Milletvekili Schmid, müzakerelerin başında “İsrail'i tehdit etmeyecek şekilde inşa edilmiş bir Filistin devleti" hedefinin tüm taraflarca kabul edilmesi gerektiğini kaydetti.

Şimdiye kadar Filistin’i devlet olarak tanımayan Almanya, iki devletli çözümü destekliyor.

Almanya’ya işçi ailesi birleşimi nedeniyle 1981 yılında Badenwürtemberg eyaletinin Göppingen şehrine gelen Yozgat ili  Cayıralan ilçesinden Dalsungur Çakır, “Anadilimiz Türkçemizin Avrupa da korumak ve gençlerimize sevdirmek için Müzik eğitimine önem verilmeli, aynı zamanda Müzik ruhumuzun gıdasıdır”  
 
Yozgatlı Kore Gazi Hasbi Çakır 
Almanya’ya ilk geldiğim 80 Ağustos tarihinde İlk tanıdığım Yozgat ili Çayıralan ilçemizden Hasbi ve Emin Çakır amcalardı. Babamın dostlarıydı. Emin amca şen şakrak biriydi. Hasbi Çakır ise olgun, konuşması ve tavırlarıyla, ağır oturaklı nasihatlarıyla toplum içinde  sevilen saygı duyulandı. Özü sözü bir olandı. Rahmetli babamda Hasbi amcaya çok değer veriyor ve saygı gösteriyordu. Bir gün babam bana, “bu Hasbi amcam bir Kore gazisidir” dedi. Sonra bana Hasbi Çakır amca, bana uzun nasihatları oldu. 
 
Kendis ve kardeşi Emin amcayı rahmetle anıyorum. Mekanları cennet olsun.
 Kore gazisi Hasbi amca  sekiz çocuğundan Altıncısı olan Dal Sungur Çakır’ı 1981 yılında gurbet kervanına  davet eder daha iştirak etmesini sağlar. Dalsungur’la a tanıştık, kucaklaştık. Sungur’u bağrımıza bastık. Yeni kurduğumuz Türk milli kültür Cemiyetinde Gençlerimize hemen adapte oldu, hatta o günler gençlere kültürel yönden eğitimci yönüyle önderlik etmeye gayret ettiğini gördükçe çok mutlu olduk. Dalsungur, ilk ve Orta Okulu doğup büyüdüğü Çayıralan ilçesinde okuduktan sonra girdiği imtihan la yatılı eğitimi kazanarak Erzurum ilimizde Meslek lisesini okumuş. 
Meslek lisesinde müziğe ilgi duymuş aldığı bağlama saz eğitimiyle kültür edebiyatımızın parlayan yıldızı olmaya doğru yürüyor.
 
 
Derneğimizin organize ettiği Kültür şölenlerimizde bağlamasıyla salonları inletti. Bağlama sazı  ve sedasıyla ruhlarımızı okşuyordu. Çok efendi yüzünden tebessümü hep vardı. Kaldığımız şehirde Sungur’u tutamadık. Almanya’nın en büyük Türk nüfusununda yoğun olduğu Köln şehrine göç etti. Orada Fort fabrikasında işe başladı. Evlendi iki erkek birde kız evlatları dünya’ya geldi. Kızı makina mühendisi, oğulları meslek eğitimlerini almışlar her biri iş yerlerinde iyi birer konumda olduklarını duymak görmek bizi sevindirdi.
Dalsungur Çakır’la sohbetimiz devam ediyor, baba dostu olan arkadaşım hemşehrimle sohbetimiz şöyle devam etti;, ”Köln şehrine geldikten sonra, Türk danış diye bilinen Arbeiterwolfahrt’ta müzik korosu oluşturduk, uzun yıllar burda çalıştık. Müzik benim ruhumun gıdasıdır, dilimiz ana lisanımız Türkçeyi ancak böyle diri tutarız. Müzik diye geçiştirmeyelim. Derneklerimiz eğitim proğramlarına müzik derslerini mutlaka almalılar” diyerek tecrübelerini aktaran Sungur Çakır kardeşime sağlıklı bir ömür dilerken milli kültürümüze verdiği katkı ve destekden dolayı teşekkür ediyorum.
Almanya’ya ilk geldiği yıllarda yazdığı bir şiirini bize okudu, bizde okuyucumuzun okuması için köşemize taşıdık.
 
Doğan Tufan
 
 
 
 
 
Hasret şiiri 
Ömrümden bir gün daha kaydı
Ben yine gurbet elde yalınız 
Bilseniz nereler aklıma düştü
Nereler derken taa bizim oralar.
Doğduğum yöreler aklıma düştü.
 
Bilseniz ne kadar özledim Cayıralan'ı
Pınarları, yaylaları aklıma düştü
Bey pınarı, Hacet pınarı, Alım Pınarı
Gözüm kapalı Hayâl ederken
Şeref  yaylası sektir aklıma düştü
 
Nur Camisinden yola koyulup
Kaynar Pınarın da bir soluklanıp
Hüyük boğazından şöyle fırlanıp
Çetin çardağını sol yana alıp
Gök yolda bir mola aklıma düştü.
 
Dere boyu  yola revan olurken
Sağda seki sol da erik deresini
İleride saadettin'in Elmalığının
Elma  çiçeği kekik kokusu derken
Selman Üstünerin pınarı aklıma düştü.
 
Sungur Çakır