Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Auf Rad- und Wandertouren das romantische Franken erkunden...

 

Zwischen sanft geschwungenen Hügeln, idyllischen Dörfern, malerischen Obstwiesen und schattigen Wäldern rollen die Radler im romantischen Franken von einer historischen Stadt zur nächsten: Der aussichtsreiche Radweg Burgenstraße führt sie zu Burgen, Schlössern und Kulturschätzen zwischen Mannheim und Bayreuth. Ein Höhepunkt an der 170 Kilometer langen Tour ist die Residenzstadt Ansbach am Rande des Naturparks Frankenhöhe. Hier kreuzen sich gleich mehrere Fernradrouten, die sich mit reizvollen Themen- und Rundwegen kombinieren lassen. Dazu zählen der Fränkische Wasserradweg oder der Erlebnisradweg Hohenzollern. Vor Ort warten interessante Tagestouren wie der Ansbacher Karpfenradweg, der Weiherketten, Bäche und ein Wasserschloss verbindet. Der Markgrafenweg führt auf eine eindrucksvolle Zeitreise in die Geschichte, während zwei Rundtouren die Residenzstadt auf 44 oder 72 Kilometern Streckenlänge umkreisen.

 

Residenzschloss und Altstadt

Ansbach ist daher ein guter Ausgangspunkt für den Fahrradurlaub, sowohl für Etappentouren als auch für gemütliche Tagesausflüge. Neben fahrradfreundlichen Hotels und Familienpensionen steht auch ein Wohnmobilplatz bereit, der nur zehn Gehminuten von der Altstadt entfernt neben dem Erlebnisbad "Aquella" liegt. Unter www.tourismus-ansbach.de sind Unterkünfte, interaktive Tourenportale für Rad- und Wanderwege sowie Prospekte direkt im Download zu finden. Ob Urlauber länger bleiben oder durchreisen, für einen Rundgang durch Ansbach sollten sie sich Zeit nehmen: Im berühmten Markgräflichen Residenzschloss flanieren sie durch 27 Prunksäle im "Ansbacher Rokoko", darunter das Spiegelkabinett und der Festsaal mit Deckenfresken. Ein Spaziergang durch den prachtvollen Hofgarten führt sie zur imposanten Orangerie im französisch-barocken Stil. Und in der verwinkelten Altstadt laden grüne Kleinode wie der Beringershof oder das Zumach-Gärtchen zum entspannten Verweilen ein.

 

Naturpark Frankenhöhe

Im Zentrum der Ferienregion "Romantisches Franken" gelegen, lädt die Landschaft um Ansbach auch zu Spaziergängen ein: Von hier aus führt der Europäische Wasserscheideweg in den Naturpark Frankenhöhe, ausgezeichnet als Qualitätsweg Wanderbares Deutschland. Zudem verlaufen zehn ausgeschilderte Rundwege über die Hügel und Täler rund um Ansbach. Auf dem Gumbertusweg folgen die Wanderer beispielsweise den Spuren des Stadtgründers zum Naturschutzgebiet Scheerweiher, zur 600-jährigen Kreuzeiche und zum Gumbertusbrunnen. (djd).

Sürücülerin rüyalarını süsleyen bir otomobil, lüks, çevrecilik ve performansın mükemmel bir uyumunu yakaladı: TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid. Bu göz alıcı araç, tasarım, teknoloji ve sürüş keyfini bir araya getirerek geleceğin otomobilini bugünden yaşama nızı sağlıyor.

 

Toyota'nın otomobil üretimindeki uzun ve sağlam geçmişi, TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid'i tasarlarken de kendini gösteriyor. Bu muhteşem araç, birçok açıdan rakiplerinden sıyrılıyor ve neden bu kadar özel olduğunu açıklamak için fazlasıyla kelimelere ihtiyaç duyuyoruz.

 

Estetik Şıklık ve Zarif Tasarım

 

TOYOTA RAV4 Plug-in Hybrid, estetik açıdan göz alıcı bir tasarıma sahiptir. Elektrifikasyon odaklı tasarım ekibimiz, Yeni RAV4 Plug-in Hybrid modeline özel olarak geliştirdiğimiz "uzatılmış gövde" tasarım anlayışını benimseyerek, otomobilin estetik kimliğini güçlendirdi. Bu modern tasarım anlayışı, elektrikli gücün vurgulanmasının yanı sıra yerden daha düşük ağırlık merkezini yansıtan özel bir Toyota ön panjur entegrasyonuyla desteklendi. Aynı zamanda daha kompakt ve zarif farlar, hava girişleri ve artırılmış iz genişliği, otomobilin kararlı ve özgüven dolu görünümünü daha da pekiştirdi. Üstelik, Otomatik Yanan Uzun Farlar ile dona tılmış LED farlar, sıradışı sofistike bir tasarımı ön plana çıkararak aracın dikkat çekici görünümünü vurguluyor. Tasarım, işçiliğin ve özenin zirvesini temsil ediyor.

 

Hibrit Teknolojisi ile Çevreci Güç

 

RAV4 Plug-in Hybrid'in en büyük özelliklerinden biri, hibrit teknolojisinin gücünü kullanmasıdır. Bu özelliği sayesinde, benzinli ve elektrikli motorların birleşimiyle daha düşük yakıt tüketimi elde ederken, çevresel etkiyi minimize eder. Bu, hem cebiniz için hem de gezegenimiz için büyük bir kazançtır.

 

Yüksek Performans Keyfi

 

RAV4 Plug-in Hybrid, sürücüye beklenenden fazlasını sunuyor. Hibrit motorun verdiği anlık tork, hızlanmayı bir zevk haline getiriyor. Aynı zamanda sessiz bir iç mekan ve üstün konfor, uzun yolculukları bile keyifli bir deneyime dönüştürüyor.

 

 

Lüks İç Mekan ve Konfor

 

RAV4 Plug-in Hybrid, iç mekan kalitesiyle ün kazanmıştır ve bu geleneği sürdürüyor. Yüksek kaliteli malzemeler, ergonomik koltuklar ve son teknoloji multimedya sistemleri, sürücülerin ve yolcuların rahatlıkla birinci sınıf bir deneyim yaşamasını sağlar.

 

 

Güvenlik Standartları Üst Seviyede

 

Sürücülerin ve yolcuların güvenliği, RAV4 Plug-in Hybrid'ın önceliğidir. Gelişmiş sürücü destek sistemleri ve güvenlik teknolojileri sayesinde, bu otomobil kazaları önlüyor ve sürüş güvenliğini en üst düzeye çıkarıyor. Yeni RAV4 Plug-in Hybrid, artırılmış güvenlik performansını sağlayan Toyota Safety Sense’deki gelişmiş aktif güvenlik ve sürücü yardım sistemlerinden yararlanıyor. Bu sistemler arasında, sürücülere destek sunan Otomatik Yanan Uzun Farlar, Akıllı Şerit Takip Sistemi, Kör Nokta Uyarı Sistemi ve daha fazlası mevcuttur.  Ayrıca, Adaptif Hız Sabitleme Sistemi yaklaşan bir virajı dengeli bir şekilde geçmesine yardımcı olur.

 

Kişiselleştirme Seçenekleri

 

RAV4 Plug-in Hybrid, farklı donanım seviyeleri ve ekstralarla kişiselleştirilebilir. Bu, sürücülere araçlarını kendi isteklerine göre özelleştirme özgürlüğü sağlar. RAV4 Plug-in Hybrid, lüks, çevrecilik ve performansın muhteşem bir birleşimidir. Bu araç, geleceğin otomobillerinin nasıl olması gerek tiğini gösteriyor. Şimdi geleceğe bir adım atmak için mükemmel bir zaman.

 

Yakıt

 

RAV4 Plug-in Hybrid, son derece sessiz bir sürüş sunmanın yanı sıra, düşük birleşik CO2 emisyonu olan 22 g/km (WLTP)ile sınıfındaki standartları yeniden tanımlıyor. Bu muazzam otomobil, 225 kW (306 PS) gücünde dört silindirli 2.5 litrelik hibrit motoru, dışarıdan kabloyla şarj edilebilen ve sınıfının en yüksek kapasiteli bataryası ile birleştiriyor. RAV4 Plug-in Hybrid, sınıf lideri elektrikli menzili ile 75 km (EAER), şehir içinde ise 98 km'ye kadar sürücülere geniş bir elektrikli sürüş deneyimi sunarken, EV modunda 135 km/h hıza ula şabilme kabiliyeti ile dikkat çekiyor. Bu özellikleriyle, RAV4 sürdürülebilir ve yüksek performanslı bir otomobilin mükemmel bir örneğini sunuyor.

 

Sürücülerin Gözdesi

 

RAV4 Plug-in Hybrid, sürücüleri ve çevreyi düşünenler için mükemmel bir seçenek sunuyor. Sürücüler, bu otomobilin sunduğu lüks, performans ve çevrecilikle büyüleniyor lar. Bu otomobil, geleceğin otomobillerinin sadece taşıt araçları olmadığını, aynı zamanda birer yaşam tarzı ifadesi olduğunu hatırlatıyor.

 

Eğer geleceğin otomobili bugünün gerçekliğini yaşamak istiyorsanız, RAV4 Plug-in Hybrid sizin için doğru seçim olabilir. Bu harika araçla sürdüğünüzde, geleceğin otomobilinin ne kadar heyecan verici olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz. Toyota RAV4 Plug-in Hybrid, sürücülerin beklentilerini aşıyor ve geleceğin otomobilini bugünden deneyimlemenin ayrıcalığını sunuyor.

 

 

 

Heute hat der Deutsche Bundestag die Entkriminalisierung von Cannabis für Erwachsene beschlossen und damit endlich einen Paradigmenwechsel in der Cannabispolitik eingeleitet. Mit dem Cannabisgesetz werden der Gesundheitsschutz sowie der Kinder- und Jugendschutz in den Fokus gerückt. Gleichzeitig dämmen wir den Schwarzmarkt ein, beenden die Kriminalisierung der Konsumierenden, kontrollieren die Qualität von Cannabis und verhindern die Weitergabe von verunreinigten Substanzen. Dieser Schritt ist ein Meilenstein für die Umsetzung einer modernen Drogen- und Suchtpolitik.

"Mit dem Cannabisgesetz erkennen wir ausdrücklich die gesellschaftliche Realität an und verabschieden uns endlich von der gescheiterten Verbotspolitik der Vergangenheit. Gleichzeitig verdeutlichen wir, dass Cannabis für alle Konsumierende eine schädliche Droge ist. Wir stellen daher den Gesundheitsschutz und insbesondere den Kinder- und Jugendschutz ins Zentrum unserer neuen Cannabispolitik", betont Hümpfer, Bundestagsabgeordneter der SPD für Schweinfurt und Kitzingen. So bleibt der Konsum von Cannabis in unmittelbarer Gegenwart von Kindern und Jugendlichen ausdrücklich verboten, die Weitergabe an Kinder und Jugendliche wird stärker bestraft. Auch werden Qualitätsstandards des kontrollierten Anbaus und der Abgabe von Cannabis an Erwachsene in Cannabis Social Clubs auferlegt. "Bislang werden Cannabiskonsumierende stigmatisiert, kriminalisiert und auf dem Schwarzmarkt mit gesundheitsschädlichen Stoffen versorgt, deren Inhalt sie nicht einmal kennen. Das hat nun ein Ende", ergänzt Hümpfer. Bis dato waren gesundheitliche Risiken durch Verunreinigung der Substanz mit massiven gesundheitsschädlichen Folgen verbunden.

"Die SPD-Bundestagsfraktion setzt sich schon seit Jahren für eine Abkehr der Verbotspolitik und für eine Neuausrichtung der Drogenpolitik ein. Heute ist es endlich gelungen, diesen bedeutenden Schritt zu gehen", so Hümpfer. Die Kriminalisierung von Konsumierenden und deren Stigmatisierung werden nun aufgehoben, insbesondere auch für Cannabispatientinnen und -patienten. Die Herausnahme aus dem Betäubungsmittelgesetz ermöglicht Ärztinnen und Ärzten eine bürokratieärmere Verschreibung von Cannabis. "Darüber hinaus stärken wir den Anbau von medizinischem Cannabis am Standort Deutschland. Das ist gerade im Interesse einer bestmöglichen Versorgung von Patientinnen und Patienten unerlässlich", begrüßt Hümpfer den Gesetzesbeschluss.

Im Umgang mit Cannabis im Straßenverkehr wird eine Grenzwertkommission des Bundesverkehrsministeriums bis Ende März 2024 einen gesetzlichen Grenzwert festlegen. "Bisher sah die Gesetzeslage vor, den Besitz von kleinen Mengen Cannabis mit einer Teilnahme an einer Medizinisch-Psychologischen Untersuchung (MPU) und einem Fahrverbot zu ahnden. Gerade für Personen im ländlichen kann dies existenzielle Folgen haben, da der Weg zur Arbeit dann nicht mehr möglich ist. Ich freue mich nun auf konstruktive Beratungen über die Einführung von Modellprojekten zur Erprobung des zertifizierten Verkaufs von staatlich kontrolliertem Cannabis an Erwachse (sog. 2. Säule), um die im Koalitionsvertrag festgelegte Legalisierung weiter voranzutreiben", so Hümpfer abschließend.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş ve farklı ülkelerden İslam alimleriyle birlikte Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nde Cuma namazında bir araya geldi. Cuma namazını Diyanet İşleri eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırırken Cuma hutbesinin konusu işgalci siyonist İsrail'in soykırım yaptığı Gazze oldu.

Cuma hutbesini irâd eden Prof. Dr. Mehmet Görmez, Gazze için harekete geçme çağrısında bulundu.



Görmez, Cuma hutbesinde şu ifadelerde bulundu:

Aziz kardeşlerim! Allah'ın selamı rahmeti bereketi üzerinize olsun, Cumanız mübarek olsun. Kerim kitabımız Kur'an'ın dilinde ‘vema lekum’ diye bir ifade vardır. ‘Vema lekum’; “Ne oluyor size” demektir, “Size yakışıyor mu” demektir. Pek çok ayet bu ikaz ve uyarı içeren ifadeyle başlar. Onlardan birisi az önce okuduğum, Nisa Suresi 75. ayettir. “Ne oluyor ki; size Allah yolunda savaşmıyorsunuz, öldürülenleri korumak için harekete geçmiyorsunuz! Ne oluyor size ki; zayıf düşmüş, zor durumda kalmış kadınlar, erkekler, çocuklar için mücadele etmiyorsunuz. Ne oluyor size ki; ‘Bu halkı zalim olan beldeden bizi kurtaran kimse yok mu, kimse yok mu?’ diye feryat eden kardeşlerinize yardım etmiyorsunuz. Ne oluyor size ki; ‘Katından bize sahip çıkacak bir veli gönder, bir yar ve yardımcı gönder’ diye yalvaran yakaran kardeşlerinizin imdadına yetişiyorsunuz.”



Aziz kardeşlerim! 3 ayı aşkındır İslam coğrafyasında yaşadığımız büyük acıları dikkate aldığımızda bu ayeti okuyan her mü’min sanki bugün nazil olmuş gibi güçlü bir inanca sahip olur. Ayet günümüze adeta şöyle sesleniyor;

“Ey insanlar! Ne oluyor ki, size 134 gündür insanlık tarihinin en vahşi katliamını seyrediyorsunuz! Ne oluyor size ki her yaşta ve her durumdaki insanın alçakça katledilişine yeterince ses çıkarmıyorsunuz. Ey Müslümanlar! Size ne oluyor ki; daracık bir sahil şehrinde abluka altına alınmış bir halkın topyekûn soykırıma uğramasına seyirci kalıyorsunuz! Ne oluyor size ki; her gün, her dakika insanlığın ortak vicdanına olan güvenin yitirilişine adeta kulaklarınızı tıkıyorsunuz. Ey insanlar! Çocuklar, bebekler ölüyor. Mabetlerdeki dua ve ibadet bombalanıyor. Çocukların masumiyeti hedef alınıyor. Sizler neredesiniz! Hastanelerdeki şifa katlediliyor, barınaklardaki iltica enkaza çevriliyor. Size ne oluyor da bütün bunlara kulak çıkıyorsunuz.”

Aziz kardeşlerim tam 134 gündür, Gazze'de devam eden bu vahşet ve saldırı bugünlerde yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyor. Katliamın en çetin günlerine, soykırımın ziyadesine eriyor. Bir zamanlar arkasında firavunun orduları varken Mısır'dan çıkıp Sina Çölü’ne sığınanlar, bugün aynı firavunun işgal ordusuna dönüşüp ocaklarını söndürdükleri Gazzeli mazlum ve müstezafları yine aynı yere, yani Sina Çölü’ne sürmenin planlarını yapıyor. Gazzeli mazlum ve müstezafları yine aynı yere sürgün ediyor. Açlığa, susuzluğa mahkum etmenin ilaçtan, ışıktan, gıdadan mahrum bırakmanın hesabını yapıyor. Şimdilerde Refah adındaki sınır kapısına sıkıştırılmış mazlum çocuklar, mahzun kadınlar, mağdur yaşlılar bir kez daha toplu bir katliamla karşı karşıya. Ve ne acıdır ki, Ümmet kendi refahını bozmamak için kardeşlerinin son sığınağı Refah’ta soykırıma uğramalarına seyirci kalmaktan başka bir yol bulamıyor.

Aziz kardeşlerim, bugün bu sebeple insanlık tarihinin en kadim mabedi, Fatih Sultan Mehmet'in ümmete en büyük emaneti Ayasofya'nın minberinden belki de bir kez daha iki çağrıda bulunmak istiyorum. Biri bütün insanlığa, insanlık onurunu taşıyan herkese, diğeri ise tüm Müslümanlara, İslam'ın haysiyetini taşıyan bütün İslam ümmetine.

Birinci çağrım insanlığadır. Ey Nas, ey bu alemde insan diye ünlenen eşref-i mahluk, ey insanlık alemi! Şunu biliniz ki; Gazze'de yürütülen katliam, zulüm ve vahşet sadece Gazzelilere yönelik değildir. Bu bütün insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur, yapılmış bir soykırımdır. Filistinli çocuklara yapılanlar sizin çocuklarınıza da yöneliktir. Filistinli kadınlara yapılanlar sizin kadınlarınıza da yöneliktir. Bu savaş fıtrata yönelik bir savaştır, bu savaş varoluşa karşı bir işgal hareketidir, bu savaş insanlığa karşı bir harptir, bu savaş yeryüzünü ifsattır. Yürütülen bu çirkin savaş, insanı insan kılan bütün değerleredir. Allah'ın uğruna insanı yarattığı fıtratına zerk ettiği bütün değerlere açılan bir savaştır.

Ey insanoğlu, biliniz ki; insandan ziyade insanlığı yitirmek çok daha büyük bir ziyandır. Bu telafisi mümkün olmayan bir hüsrandır. Bir tarafta sayılara döktüğümüz binlerce masum insan hayatını kaybederken diğer taraftan bütün beşeriyetin özü olan insanlık cevherini yitirmek üzereyiz. Unutmayalım ki; bugün bu katliamı önlemek için bizleri insan kılan vicdanlarımızın harekete geçirmezsek kendi elimizle insanlığımızı bitirmiş olacağız.

Ey Nas, ey insanlar, bugün Gazze'de yürütülen vahşet sadece bir dinin mensuplarına yönelik değildir. Sadece Muhammed Mustafa'nın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetinin bir grubuna yönelik değildir. Bu savaş Hz. İbrahim'e Hz. İsmail'e açılan bir savaştır, Hz. İshak'a açılan bir savaştır. Hz. Yakup'un, Hz. Yusuf'un, Hz. Davut'un, Hz. Süleyman'ın, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın kısaca bütün peygamberlerin getirdiği dini, ahlaki, insani bütün yüce evrensel değerlere yöneliktir.

Aziz Kardeşlerim! Bu suçun doğrudan mağdurları; şüphesiz masum çocuklardır, mahzun annelerdir, şifa bekleyen hastalardır, bir açık hava hapishanesinde yıllardır açlığa yokluğa terk edilmiş özgürlüğüne, yurduna, mukaddesatına saldırılmış onurlu bir halktır. Ancak bu cinayetin muhatapları bütün dünya milletleridir, bütün inançlardan insanlık onuruna sahip olan herkestir. Bütün dünyanın bu yaşananlarda ahlaki sorumluluğu vardır. Gazze'de olup bitenlere karşı çıkmak için Müslüman olmak gerekmez, insan olmak yeterlidir. Bugün İzzet sahibi olmak isteyen vicdanlı aziz olmayı murat eden her fert Gazzelilerin çığlığına koşmak zorundadır, imdadına yetişmek mecburiyetindedir.

İkinci çağrım İslam ümmetinedir. Ey alem-i İslam, neredesiniz, hani İslam dünyası nerede? Ey insanlık için çıkarılmış en hayırlı Ümmet! En hayırlı Ümmet olduğumuzu bugün değil de ne zaman göstereceğiz insanlığa. 2,5 milyonluk Gazze kendi kanında boğulurken 2,5 milyarlık İslam alemi suskun kalmaya devam mı edecek? Ey bütün insanlığa şahit kılınan Ümmet! Şahitliğimizin gereğini bugün değil de ne zaman yerine getireceğiz? Ey İslam ümmeti! Gazze'de olup bitenler karşısında bugün harekete geçmezsek şahitlik vasfımızın da hayırlı Ümmet oluşumuzun da vallahi artık bir anlamı kalmayacaktır. Ey şahid ümmet, şuhedilillah olan Ümmet! Biz zulme ve mazluma şahit olmak için gönderilmedik, bütün insanlığa hakkın, adaletin şahidi olarak gönderildik. Ey Ümmet-i şahide! Biz Ashab-ı Uhdud kıssasında zikredilen, ateş dolu çukurlarda diri diri yakılan mü’minleri seyretmeye gelmedik. Biz hakkı ve adaleti ayakta tutmak için gönderildik.

Ey İslam ümmeti, unutmamak gerekir ki; ümmetin her ferdinin Allah'a karşı başkasına asla yüklemeyeceği bir sorumluluğu vardır. Bilesiniz ki; bütün kınama ve sorumluluğu devletlere ve hükümetlere yüklemek bizi kurtarmaz. Zamanımızı ihanetlere sızlanarak, hainlere lanet okuyarak geçirmek bize yakışmaz.

Ey Müslümanlar, Hakkı gören gözlerimizi yeniden bulalım, ilahi çağrıyı işiten kulaklarımızı yeniden hissedelim. Rabbimize söz verdiğimiz şehadet getiren o dilimizi yeniden bulalım. Resul’ün eli üzere biat eden o ellerimizi yeniden bulalım. Adalet üzere bileylenen kılıcımızı bulalım, kardeşlik hukukunu bulalım. Mazlumun yanında durmakla, zalime mukavemet etmekle edindiğimiz o kayıp izzeti yeniden bulma zamanıdır. Ey aziz Ümmet! Vakit ümmeti olmakla iftihar ettiğimiz Allah Resulü’nün bizi kardeş kılan o muhteşem cümlelerini hatırlama zamanıdır. “Müslüman, Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, zalimin eline terk etmez, onu aşağılamaz” buyuran nice sözlerine kulak verelim.

Sözlerimi bitirirken vahyin bize talim ettiği şu dua ile Rabbime iltica ediyorum: Rabbenâ efrig aleynâ sabren ve sebbit ekdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn. Allahümme münzilel-kitâb ve mücriyes-sehâb ve serial hisab, Allahümmehzumul ahzâb, Allahümme’hzimhum ve zelzilhum ven-surnâ alel gavmiz zalimin. (Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et. Ey kitabı indiren, hesabı çabuk gören, orduları bozguna uğratan Allahım! Düşmanları hezimete uğrat ve onları sars.

 

 

HAMBURG- Finkenwerder Futbol Kulübü FFC 08 Osman Bey e. V., eski tekne barakasını yıkımdan kurtararak bölgeye kazandırmak için kolları sıvadı. Finkenwerder’de uzun süredir boş duran ve “Inselperle” olarak bilinen eski gençlik evi tekne barakası, artık Finkenwerder Landscheide’de hayat bulacak. Finkenwerder Bölge Komitesi tarafından görevlendirilen bir uzmanın “Tekne barakası restore edilebilir ama artık ekonomik değil” raporu Finkenwerder Futbol Kulübü’nü yıldırmadı. Yıkılmaya yüz tutmuş binaya sahip çıkan Finkenwerder Futbol Kulübü FFC 08 Osman, kendi imkanlarıyla binanın tadilatını yapıp kulüp binası olarak kazandırma kararı aldı. Cesurca bir adım atan kulüp temsilcileri, Hamburg Mitte Belediye Başkanı Ralf Neubauer’e (SPD) başvurarak kararlarını bildirdiler. Kulübün talebini olumlu karşılayan Neubauer, “Adanın İncisi” olarak anılan Bootsschuppen tekne barakasında kulüp yetkilileriyle buluşarak binanın temsili anahtarını takdim etti.

 

 

Binayı geçen 15 yıl boyunca canlandırmaya çalıştıklarını söyleyen Neubauer, “Hatta bunun için bir mahalle atölyesi bile planlanmıştı. TuS Finkenwerder ile de görüşmeler yapılmıştı. Ancak maalesef her seferinde planlar suya düştü. Bu süre zarfında meydana gelen su hasarı da binanın daha da kötü duruma gelmesine neden oldu. Bu nedenle, FFC 08 Osman Bey’in binayı bu yıl içinde bitirmek gibi azimli bir hedef belirlediklerinden ötürü mutluyum” şeklinde açıklama yaptı.

Hamburg Mitte İlçe Belediye Başkanı Neubauer’e bu süreçte kendilerine sağladığı kolaylık ve imkanlardan ötürü teşekkür eden FFC 08 Osman Bey Futbol Kulübü Başkanı Muhammed Ali Yılmaz, “Bakım ve onarım sürecini gençlerimiz ve üyelerimizle başaracağımıza inanıyorum. Arsayı bize bedelsiz kiralayan başkanımıza kulübümüz adına teşekkür ediyorum” dedi.

Ziyarette Neubauer’e eşlik eden SPD Hamburg Eyalet Milletvekili Barış Öneş ve Hamburg Mitte İlçe Meclis Başkanı Carina Oestreich de (SPD), eski tekne barakasını yıkımdan kurtararak semte kazandırılması için sahiplenen futbol kulübünü tebrik ettiler. Finkenwerder ilçe idaresi ile Spor Çerçeve Anlaşması imzalayan kulüp, binanın tadilatına da en kısa zamanda başlayacaklarını açıkladı. Finkenwerden Futbol Kulübü FFC 08 Osman Bey e. V., tekne barakasının olduğu bölgedeki tek futbol kulübü olmayacak. Binanın bitişiğinde SC- Finkenwerder von 1927 e. V. da bulunuyor.

 

(Soldan sağa) Mesut Yılmaz (FFC 08 Osman Bey saymanı), Osman Sağır (kulübün as başkanı), Ralf Neubauer (belediye başkanı), Carina Oestreich (Hamburg Mitte Meclis Başkanı, Yakup Yalçın, Barış Öneş (SPD Hamburg Eyalet Milletvekili)), Muhammed Ali Yılmaz (kulüp başkanı)

Bir dönem Serik Belediye Başkanlığı görevini yürüterek ilçeyi Türkiye'nin en iyi tanınan yerel yönetimlerinden biri haline getiren Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın tekrar adaylığı, sadece bölgesinde değil, yurtdışında yaşayan birçok Avrupalı Türk ve Antalya bölgesine tatil için gelen Avrupalılar arasında da sevinç yaratmıştır.

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Avrupalı Türklerden seyahat acentesi sahibi ve Türk-Alman İşadamları Derneği Başkanı İsmet Zeytin, "Bölgenin turizm potansiyeli çok önemlidir, bu işi bilen, modern düşünceleri ve gelenekleri harmanlayabilen, aynı zamanda yabancı dili olan kültürel yetkinliği olan insanların seçilmesi önemlidir. Serik Belek, tatil yapmaktan vazgeçen Alman komşularımız için cazip hale geldi. Sıkça bize Prof. Dr. Ramazan Çalık'ın aday olup olmayacağını soruyorlardı. Ramazan Başkan'ın liderliğiyle bölge altın yıllarını yaşayacaktır." dedi.

Uzun yıllardan beri Serik - Belek bölgesine binlerce Alman ve Avrupalı turisti getiren organizasyon komiteleri ve acenta sahibi Hansa Ringelmann ise, "Turist bilgi ve güleryüz ister. Prof. Çalık döneminde isteyen her Avrupalı ertesi gün başkanın makamında kabul edilirdi. Ayrıca Belek'de defalarca Türk-Alman programları düzenleyen Prof. Dr. Ramazan Çalık, Türkiye - Almanya arasında önemli çalışmalar yapıyordu. Antalya bölgesi turizmden yaşayan bir bölge ise özellikle Serik - Belek bölgesi seçimini doğru yapmalı. Avrupalı turistlerle Avrupalı yaş meyve - sebze ithalatçıları, doğru seçilen başkanla tekrar bölgeye yöneleceklerdir." şeklinde konuştular.

Serik ve çevresindeki çok sayıda seçmenin desteğini almaya çalışan Prof. Dr. Ramazan Çalık ise Ayhaber'e yaptığı açıklamada, "Mevlam hakkımızda ne hayırlısı ise onu versin. Ben sadece iyi niyet ve temiz bir kalp ile ülkeme ve şehrimize hizmet etmek istiyorum. Serik'in kayıp yıllarını en kısa zamanda geri almak için 1 Nisan sabahı göreve hazırım. Bu adaylık, öncelikle Seriklilerden gelen yoğun 'Hocam bizi yalnız bırakma, Serikli seni bekliyor' şeklindeki istek üzerine gerçekleşmiştir." şeklinde konuştu.

 

Ramazan Çalık kimdir?

Prof. Dr. Ramazan ÇALIK, 1961 Antalya-Yeşilyurt doğumlu bir akademisyendir. 09.07.2012 tarihinde Yükseköğretim Kurumu Başkanlığı tarafından Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı'na atanmıştır. ÇALIK, 1985 yılında Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nden mezun olmuş, 1988 yılında yüksek lisansını tamamlamış ve 1994 yılında doktor unvanını almıştır.

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi alanında uzmanlaşan ÇALIK, Türk-Alman Dostluk Derneği üyesidir ve üç yıl Almanya olmak üzere Avusturya ve İsviçre'de akademik görevlerde bulunmuştur. Ulusal ve uluslararası birçok projede görev alarak ülkemize maddi katkı sağlamış, Almanca ve Türkçe olarak yayınlanmış çok sayıda makale ve kitabı bulunmaktadır. Ayrıca, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyet Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı gibi çeşitli idari görevlerde bulunmuş ve yöneticilik alanında deneyim kazanmıştır.

 

 

 

2021 yıl ından beri devam eden Almanya’nın Margetshöchheim belediyesi ile Pozantı Belediyesi arasında devam eden işbirliği ilişkilerine Alman belediye meclisi oybirliği ile onay verdi.

Asırlardır dostluk çizgisinde devam eden ikili ilişkiler şehirler arası kardeşlik işbirliği ile yeni bir merhale katederek ikili ilişkilerin yerel yönetimlere kadar inmesinin de önünü açtı.

Almanya’nın Unterfranken bölgesinde temaslarda bulunan  Mustafa Çay başkanlığındaki Pozantı delegasyonu şehirlerini en güzel şekilde tanıtıp Almanya’dan bir belediyeyi kardeş olarak kazanmayı başardı. Geçtiğimiz yıl Pozantı Belediye Meclisi tarafından onaylanan kardeşlik ilişkisi Margetshöhheim belediye meclisinde aynı şekilde oybirliği ile onaylanarak yürürlüğe girdi.

 

İki ilçenin kardeşlik ilişkilerinin Almanya ayağının başlangıcı için yapılan toplantıda  bir konuşma yapan Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolos Yardımcısı Adnan Bahçekaral, “Başkonsolosluk olarak Türkiye ve Almanya yerel yönetimlerinin dostluk ve kardeşlik ilişkilerine girmesi en çok desteklediğimiz konulardan biridir. Şehirlerarası dostluğun heyacan dolu çizgisini koruyabilmesi için sürekli içi doldurulmalı ve programlar düzenlenmelidir. Sayın Başkan Waldemar Brohm ve Sayın Pozantı belediye başkanı Mustafa Çay’ı uzun uğraşlarından sonra geldikleri dostluk ilişkilerinden dolayı kutluyorum. Buradaki resim sergisi iki millletin dostluk tarihini işaret ediyor. Ancak bunların bilinçli olarak önemini anlatıp, kayda geçirip topluma sunmak gerekiyor. Kültür tarihçimiz Dr. Latif Çelik’in çalışmaları burada önem kazanıyor. Almanya’da Türk kahvesi tarihi araştırmaları ile yaşadığımız ülkeye önemli eserler bırakan Dr. Çelik, Pozantıdaki Bağdat Demiryolunu öne çıkararak her iki tarafın ilgisinin kültür tarihi minvalinde gelişmesine katkı sağlamıştır. Bu akşam milletlerimizin dostluk ve işbirliğinin daha da artacak olmasına inanmış biri olarak resim sergisi açılışı ve iki belediyenin kadeşlik ilişkisini başlatmış olduğunu görmekten büyük memnuniyet duymaktayım” şeklinde konuştu.

 

Daha sonra Margetshöchheim Belediye Meclisi salonlarında açılan resim sergisi Almanlar tarafından büyük beğeni gördü. Demiryolu tarihinin önemli resimlerini Alman katılımcılar uzun uzun ilgi ile inceledi. Şimdiden Almanların Pozantı’ya ilgisinin ortaya çıkması ise kültür tarihi alanında yapılması gerekenleri dikkat çekici bir şekilde öne çıkardı.

 

 

Belediye meclisinin açış konuşmasını yapan ev sahibi Waldemar Brohm yaptığı duygusal konuşmada, “Toplam üç defa Pozantı ve yakın bölgelerini incelemek için Türkiye’ye gittim. Türkleri yakından tanıyarak bu milletin biz Almanlara ne kadar dostluk ve sempati duyduğunu bizzat ferkettim. Sayın başkan Mustafa Çay ile  son derece güzel ilişkilerin temelini attık. İki şehrin ilişkilerinin gelişmesini ve tanışıp belediye meclislerimizden oybirliği ile onay almamızın arkasındaki mimar ise Türk-Alman Tarihçisi Dr. Latif Çelik’tir. Bölgedeki Alman demiryolu tarihi belediye salonumuzda devasa bir resim sergisine dönüştü. Bundan daha güzel ne olabilir. Ben başkan olarak bu ilişkiye onay veriyorum. Pozantı oy birliği ile onay verdi. Bizden de oybirliği onayı alırsa biz Almanların da Pozantı ve Türkiye’ye olan samimiyetini ortaya koyacaktır. Sayın başkan Mustafa Çay ve Dr. Latif Çelik’e yürekten teşekkür ediyorum.” şeklinde konuşması alkışlar arasında meclis üyelerinden oybirliği ile onay aldı.

 

Pozantı Belediye Başkanı Mustafa Çay ise yaptığı konuşmada biz başkanlar olarak başlattığımız ilişkinin devamı meclislerimiz ve şehirlerimizde yaşayanlar tarafından desteklenmesi mükemmel bir olaydır. Bütün gün boyunca Margetshöchheim şehrini değişik yönleri ile inceledik. Örnek alacağımız çok şey var. Şehirlerimiz arasında bilgi ve kültür transferi de gerçekleştiriyoruz. Öncelikle iki şehrin dostluk ve kardeşlik ilişkisi şehrimize gelen Alman turistlerin sayısını artıracaktır. Ayrıca bize gelen her Alman turist hiç bir önyargısı olmadan geri dönecektir. Şehrimizdeki Bağdat Demiryolu ilişkileri iki milletin dostluk tarihinin en önemli izlerindendir. Torosların zirvesinde Osmanlı’nın büyük önem verdiği, Atatürk’ün kongre düzenlediği, bol oksijen arayan her insanın koşarak gelip misafirlerin en güzel şekilde kaşılandığı bir ilçe olan Pozantı’yı Margetshöchheim ile kardeş yaparken Kültür Tarihçisi Dr. Latif Çelik’e ne kadar teşekkür etsem azdır. Kendisinin her iki kültürü yakından tanımasının iki şehrin ilişki kurmasındaki önemi büyüktür. Sessiz kültür elçisi tarihçi dostumuz da eminim bu gün bizim kadar  sevinmiştir. Özellikle şehrimizi tanıtan resim sergisine Almanların büyük ilgi göstermesinden Dr. Latif Çelik’in bu ilişkideki rolünü de çok iyi anlayabiliyorum” şeklinde konuştu.

 

Belediye meclisinde son sözü alan IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, “İki milletin kültür tarihini günümüze taşıyarak dostluğun gelişmesine katkı sağlıyoruz. Geldiğimiz ülke ile kaldığımız ülke arasında gönül köprüleri oluşturarak insanlığa katkı sağlamak herkes için önemlidir. Türklerin ve Almanların kültürel ve tarihsel izlerini takip etmeye devam edeceğiz. Almanya’da sadece kahve etrafında15 program yaptık. Şimdi ise Bağdat Demiryolu konusunu günümüze taşıyarak önümüzdeki yıllarda iki şehir arasında ilişkilerin canlanmasına katkı sağlayacağımıza inanıyorum. Pozantı belediye meclisinde oybirliği ile geçen kardeşlik ilişkisi teklifinin Margetshöchheim’li meclis üyelerince de oybirliği ile onaylanmasından büyük memnuniyet duymaktayım” şeklinde konuştu.

 

Belediye Meclisi Üyeleri daha sonra alınan dostluk ve kardeşlik ilişkisi kararını alkışlayarak karşılık verdiler. Önümüzdeki aylarda bir Alman delegasyonunun Pozantı’ya giderek şehri değişik yönleri ile incelemesi kararlaştırıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Avrupa Türklüğüne hizmet edenlerden olan kardeşim gönüldaşım Almanyanın Osnabrück şehri Melle Türk İslam Kültür Ocağının uzun yıllar başkanılığını yaptı. Kanal Avrupa TV ‘in proğram sunucusu, yapımcısı Öztürk gazetesi yazarlarından gazeteci yayıncı arkadaşım, Mehmet Baş geçtiğimiz yıl kalp krizi sonucu hakkın rahmetine kavuşmuş bizleri sevenlerini çok üzmüştü. Kıymetli kardeşimin bizlere emanet ettiği, yetiştirdiği evladı ilim ve bilim insanı olarak Almanyada göğüsümüzü kabartıyor. Yasin Baş’ın her başarı dolu hizmetlerinde Mehmet Baş kardeşim hatırlanıyor kendisine dualar gönderiliyor. Avrupalı gençler adına bize gurur veriyor, ümit var oluyoruz. Mehmet Baş kardeşime rahmetler diliyorum. Mekanın cennet makamın ali olsun kardeşim.
 
Avrupa Türklüğüne hizmet eden değerlerimizden olan Yasin Baş' la  röportajımıza kaldığımız yerden  devam ediyoruz. Düşünen araştıran içinde yaşadığımız ülkenin hükümet yetkililerine danışmanlık yapan bizim  kıymetlimiz Yasin Baş, “gençlerimiz resmi Yetkili ve sivil kitle kuruluşumuzun yöneticileri kulak vermelerini istiyorum.
Gençler, ne yaparsanız yapın ama en iyiler arasında en iyisini, en kalitelisini yapmaya bakın."
Bir Doktor reçetesi misali bu röportajımızı gençler okumalılar.
 
 
Okuyucularımıza kendinizi tanıtırmısınız

 

1982 yılında Almanya’nın Aşağı Saksonya Eyaleti’ne bağlı Osnabrück şehrinde doğan Yasin Başyüksek lisans eğitimini Osnabrück Üniversitesinde Siyaset Bilimleri ve Tarih alanında tamamladıBir sivil toplum kuruluşunda araştırmacı olarak görevli olan Yasin Başaynı zamanda gazetecilik ve siyasi danışmanlık mesleğini de ifa ediyor. Yasin Baş çeşitliAlmanca ve Türkçe gazetedergiinternet haber sitelerinde yorum ve köşe yazıları kaleme alıyorsiyasi ve toplumsal gelişmeleri değerlendiriyorBaş’ın çeşitli AlmanAvusturyave İsviçre gazetelerinde yayınlanan yüzden fazla okuyucumektubu ve makaleleri bulunuyorMedya takibi ile de meşgulolan Başmütercimlik hizmetleri de sunuyorBaş, 2003 senesinde T.C. Hannover Din Hizmetleri Ataşeliğincedüzenlenen kompozisyon yarışmasında Aşağı Saksonya veBremen birincisi2005 yılı T.C. Berlin Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavriliğince düzenlenen Almanya „5. ÖdüllüKompozisyon Yarışması“ Almanya birincisi oldu. 2002 ile2007 yıllarındaki üniversite tahsili esnasında Türkiye BüyükMillet Meclisi, Federal Alman MeclisiAşağı Saksonyaİçişleri Bakanlığı, IMAP Siyaset ve Şirket Danışmanlığı Merkezi gibi önemli devlet ve sivil kurumlarında stajlar yaptı. Hannoversche Allgemeine Zeitung (HAZ) ve Neue Westfälische Zeitung (NWZ) gibi Almanya’nın tanınmış gazetelerinde de stajyerlik yaparak iş deneyimi kazanmış olan Baş, siyasetçi, milletvekilleri gazeteci ve yöneticilere danışmanlık yapıyor. Yasin Baş’ın ağırlık verdiği diğer çalışma alanları Türkiye-Almanya ilişkileri, Alman medyası, ayrımcılık, ırkçılık ve İslamofobya’nın yanı sıra göç, uyum, katılım ve Almanya’daki TürklerYasin Baş’ın yurtiçinde ve yurtdışında yayınlanan birçok kitap, makale ve araştırmaları bulunuyor.

 

 

Avrupadaki Türk kuruluşlarının sosyal ve kültürel hizmetlerini yeterli buluyor musunuz?

 

Avrupa’daki Türk kuruluşlarının birçoğunun gönüllülük esasında faaliyet gösterdiklerini göz önünde bulundurursak sosyal ve kültürel hizmetleri gayet iyi olarak değerlendiriyorum. Kendi kendimize şu soruyu yöneltmemiz gerekiyor: Elimizde mevcut olan neyimiz bulunuyor, ne veriyoruz, daha doğrusu ne gibi bir yatırım yapıyoruz ve buna karşılık ne bekliyoruz? Çoğunluğunu birinci ve ikinci nesil Türk göçmenlerinin hayata geçirmiş olduğu Türk kuruluşlarımız 1970’lerin sonlarında, 1980’lerde kurulan teşkilatlardan oluşuyor. Yani demir perdenin, iki kutuplu bir dünyanın bulunduğu bir döneme tekabül ediyor bu kuruluşların inşası. Maalesef bugün tek tük de olsa, hala o zamanda ve o dünyada takılı kalıp, kendini geliştirememiş teşkilatların varlığına da şahit olabiliyoruz zaman zaman. Bunu asla küçümseme amaçlı söylemiyorum. O dernekleri kuranlara minnet borçluyuz. Ve bugün biz üçüncü ve dördüncü nesil Türkiye kökenliler olarak o babalarımızın, annelerimizin, dedelerimiz ve nenelerimizin göstermiş olduğu başarıyı, o özveriyi, o fedakarlığı ve feragatı göstermede çok daha zorlanıyoruz. O günün şartlarında o hayata geçirilen yapıları kurmak vizyonerlik ve idealizm gerektiriyorduHerkesin bir ideali, bir hedefi, bir ülküsü mevcuttu. Onbinlerin sığdığı statlar, arenalar, salonlar kolaylıkla doldurulabiliyordu. İnsanlar arasındaki bağlar, muhabbet, güven, sevgi sanki bugünkünden daha sıkı idi. O günlerde sosyal ve kültürel hizmetleri verebilecek pek çok kişi, yapı, platform da yoktu. Bugün ise çok şey değişti. Aradan neredeyse 50/60 yıl geçti. Bu süre zarfında ilk olarak teknik,medya araçları, yani televizyon, video gibi aletler yaygınlaştı. Sonra çanak antenler, Türk TV kanalları, her an ulaşılabilirliği sağlayan cep telefonları, internet, akıllı telefonlar ortaya çıktı. Bu aletlerin hepsi bir şekilde sosyal ve kültürel hizmetleri yaygınlaştırarak, medya üzerinden sunulabilir hale getirdi. Yani mevcut kuruluşların bazı sosyal ve kültürel hizmetleri teknik aletler ve o aletler üzerinden kullanılabilen bilgi taşıyıcıları tarafından sunulmaya başlandı. Dördüncü sanayi devrimi gerçekleştikten sonra, dijital dünyaya geçiş sürecinde ise bazılarına göre birçok kuruluşa artık gerek bile kalmadı. Dijital devrim ve bununla birlikte kovid-19 salgını uzaktan eğitim, uzaktan alışveriş, uzaktan sağlık, uzaktan iletişim, uzaktan turizm, uzaktan ibadet, uzaktan çalışma ve uzaktanhizmet gibi yenilikler ile günlük hayatımızın değişmesine vesile oldu. Kültürel ve sosyal hizmetler de buna dahil

 

Ayrıca üçüncü ve dördüncü neslin bu ülkede doğup, sosyalleşmesi, eğitim ve öğrenimini burada alması da sosyal ve kültürel alanda bir değişimi bir arada getirdi. Başka türlü söylemek gerekirse: Burada büyüyen insanların sosyal ve kültürel talepleri ile yurtdışından göç etmiş olan kişilerin sosyal ve kültürel talepleri arasında fark görülmeye başlandı. İlk başta bu belki fazla göze çarpmadı. Ancak ilerleyen yıllarda kültürel çatışmalara varabilen, aile arası sarsıntılar ile sonuçlanabilen sorunların çıkması ile bu daha dikkat çekici hale geldi. Benim gözlemlediğim kadarıyla üçüncü, dördüncü ve beşinci neslin mevcut Türk kuruluşları ile bir gönül bağı bulunsa bile çok sıkı kişisel bir bağı bulunmuyor. Organize edilen sosyal ve kültürel faaliyetlere katılan gençlerin sayıları malum. Dışarıya açılabilme konusunda da pek başarı elde edilmediğini gözlemliyorum. Kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz” tabirini kullanırsam herhalde ne demek istediğim daha iyi anlaşılabilir. Yani derneklerimizde faaliyet, gayret, özveri var, kısacası hareket var ama bereket sınırlıBazı derneklerde görev almak isteyen gençlerin küstürülüp veya küsüp ayrıldığını gözlemliyoruz. Maalesef gençlere iyi örnek olmaları beklenen yetişkinler bile bu gibi sorunlar ile hem kendilerine hem mensup oldukları teşkilatlara büyük yaralar açabiliyorlar. Bazı dernekler özellikle gençlere sorumluluk vermek isterken, başka derneklerin de gelecek vaat etmeyen yaşlılar kulüplerine dönüştüğünü görebiliyoruz. Ama sonuç itibariyle derneklerimiz kendi kısıtlı imkanları ile güzel ve faydalı hizmetler sunma gayreti içerisindeler. Bu da o kısıtlı imkanlar göz önünde bulundurulduğunda takdire şayan aslında. 

 

Gençlik için ne tür hizmetler istersiniz?

 

Bunun cevabı en iyi gençler ile sohbet ederek, onları ciddiye alarak yani onlar ile aynı göz hizasında bulunarak öğrenebiliriz. Sorumluluk almak isteyen ve bilinçli gençlerin birçoğu kendilerine yukarıdan bakılmasından, onlara parmak sallayarak, akıl verircesine iletişime geçilmesinden hoşlanmıyor. Onlarla dost, arkadaş gibi geçinirsek daha çabuk yol alabileceğimizin farkına varmalıyız. Mevcut Türk kökenli teşkilatların birçoğunda gençlik kolları yapılanmaları bulunuyor. Onlar buralarda güzel faaliyetler yapıyorlar. Gezi ve aksiyon günleri düzenliyorlar, sanatsal eserler çıkarıyorlar, sportif veya kültürel organizasyonlara imza atıyorlar. Zaman zaman çevre temizliği ile ilgili güzel örneklere şahit olabiliyoruz. Yani gördüğümüz kadarıyla gençlere görevler verildiği takdirde, onların ciddiye alındığı takdirde yapıcı ve kalıcı çalışmalar ortaya koyabiliyorlar. Birçok Türk kökenli derneğin içinde bulunduğu maddi sıkıntılar da göz önünde bulundurulduğunda belki bazı hizmetler hayata geçirilemiyor. Bu sebeple bir çatı kuruluşu derneği her gence ulaşamayabilir. Hepsine ulaşması da gerekmiyor zaten. Gençlerin ilgi alanıfarklı olabilir tabi. Bazı gençler müziği beğenir ve mevcut Türk derneğinde bu alanda faaliyet olmadığı için başka bir derneğe veya arkadaş grubuna gidebilir. Hizmetler gençlerin talepleri doğrultusunda sunulursa ona göre daha fazla gence ulaşılabilir. Ancak bunun ön şartı gençler ile iletişime geçmektir. Derneklerdeki iletişim veya iletişimsizlik de şuan büyük bir sorun. Sonuç itibariyle ben hizmetler bakımında bir anket oluşturulması ve bunun gençlere dağıtılmasını, sonrasında ise bu anket sonuçlarına göre de çeşitli hizmetlerinsunulmasını önerebilirim. İletişime önem verilmeli: İletişim. İletişim. İletişim.

 

Gençlerimizin başlıca sorunları sizce nelerdir? 

 

Gençler sorunları ile de, başarıları ile de bizim gençlerimiz. Sorunları ile dertlenmek ve onlara çözüm bulmalarında yardımcı olabilmek, en azından yönlendirebilmek de bizim görevimiz olmalı. Gençlerin sorunları yaşa göre, cinsiyete göre, sosyal statüye göre, eğitim düzeyine göre, maddi durumuna göre, psikolojik ve tıbbi durumlarına göre, anne babadan aldığı örf, adet, dini ahlak veya kültüre göre değişebilir. Bu yüzden gençlerin çokça sorunu olabilir. Konuştuğum ve irtibatta olduğum gençler arasında sıkça okul, meslek eğitimi, konut yani ev bulmada ayrımcılık ve ırkçılık sorunları ile karşılaştıklarını duyuyorum. Kulağıma gelen başka sorunlar arasında ailevi sorunların olduğu, eğitimde yaşanan sorunların olduğunu duyuyorum. Bazı gençler zamanlarını nerede ve ne şekilde değerlendirebileceklerini bilmiyorlar. Bazıları mevcut teşkilatlarda kontrol altında tutulduklarını, bunu hissettiklerini ve bu sebeple artık o kuruluşlardan uzaklaştıklarını aktarıyor. Bu gençlere önce güven, sonra bir görev veya meşguliyet verilmeli. Aksi takdirde bu arayış içindeki veya ciddiye alınmayı arzu edengençler radikal grupların veya başka kötü niyetli şahıs ve organizasyonların da ellerine düşebilir. Örneğin bağlantıları yayın bir kişi gelebilir, bu gençlere bir yerlerden kaynak bulur, onlara bir dernek kurma gibi bir tavsiyede bulunur ve diğer gençler de artık o şekilde kurulan yapılara yönlendirilebilir. Bu gibi gençler devşirilmeye gayet müsait olabilirler. Diğer yandan içki, kumar ve bahis gibi sorunların da yaygınlaştığını, hatta psikolojik ve psikiyatrik problemlerin de çoğaldığını duyunca üzülüyorum açıkçası.

 

Uzun yıllar kültür hizmeti içerisindesiniz destek ve ilgi görüyor mu?

 

Bizim içinde bulunduğumuz kuruluşlar dediğim gibi fahri hizmetler sunan kuruluşlar. Profesyonel değiliz. Bunun için finansal gücümüz kısıtlı. Ancak finansal güç başarı için olmazsa olmazdır. Beyin gücü ile finansal gücü birleştirdiğiniz anda, zaten başarılı bir kuruluş olursunuz. Bizim kuruluşlardaki beyin gücü sınırlı, maddi güç ise bundan daha da sınırlı. Bu sebepten dolayı mevcut yerli kuruluşlarla kıyaslandığında fazla ilgi ve başarı beklemek de hayalcilik olur. Örneğin bazen istişare ettiğim veya görüştüğüm kişilerlobicilikten veya vakıf kurmaktan, araştırma enstitüleri kurmaktan bahsediyor. Söze gelince kolay tabi bunları kurmak. Ama örneğin Alman siyasi vakıflarının toplam yıllık bütçelerinin 600 milyon Avro olduğunu, başka bir örnek vermek gerekirse Alman televizyon vergisi üzerinden 8,1 milyar(!) Avro gelir elde edildiğini biliyor musunuz? Alman gazetelerinin sahiplerinin milyarder olduklarını belki duymuşunuzdur. Birçok Alman vakfının, ister siyasi olsun, ister özel veya şirket vakıfları, milyonlar ile desteklendiğini biliyor musunuz? Bunlar ile kıyasla Türk kuruluşları ve dernekler nasıl rekabet edebilir? Birileri şampiyonlar liginde oynuyor, diğerleri ise en alt mahalle takımında. Bu sebepten birileri diasporalobivakıf kavramını kullandığında önce bunun için nelerin gerektiğine, yani altyapılarının olup olmadığına bakmalı. Ona göre hareket etmeli. Türk işverenleri, iş adamları biraz da kazançlarını buralara yatırabilirse Almanya’daki Türklerin geleceği için hayırlı bir adım atmış olacaklar. Afiş sponsorluğunu yatırım olarak gören iş adamlarını kast etmiyorum.    

 

Cemiyet ve cami derneklerimizde vatandaşlarımızınsorunları buralarda konuşulup çözümler bulunuyor mu?

 

Cami derneklerimiz iyi ki varlar.Ancak bu dernekler insanlarımızın her sorununu çözmek için kurulmuş dernekler değil. Tüzüğünde kuruluş gayeleri ve faaliyet göstermek istedikleri alanlar yer alıyor. O işleri de çok iyi, hatta bulundukları ülkelerde en iyi yaptıklarını düşünüyorum. Son zamanlarda bunları taklit etmeye çalışan ve başka formatlara uyarlamayan çalışan suni yani yapıcık dernekler (t)üretildi. Buna da hep beraber şahidiz. Ama bu derneklerdeki gaye ve ruhun ve içindeki şahısların mevcut derneklerdeki gaye ve ruh ile farklılığı görüldüğünde her şey gün yüzüne çıkıyor zaten. Kendi sorumluluk alanındaki hizmetler açısından mevcut Türk kökenli cami dernekleri kalite bakımından üst seviyedeler. Ancak onlardan her soruna çözüm bekleme gibi bir lüks de olmamalı. Her organizasyonun, buna dini dernekler de dahil, bir sınırı var. Bu da çok normal. Herkes kendi alanında başarılı hizmet verebilse yeter. Her yere dahil olmanın veya her alanda yer almanın bir avantajı yok. Bu güç kaybına neden olur. Kuruluşlarımız kendi alanındaki işi ve hizmeti en iyi derecede sunmanın hesabında olurlarsa başarılı olurlar.  

 

Bir anınız varmı?

 

Büyük teşkilatların kurultaylarındaki eski heyecanın kalmadığını izliyorumGenel Başkanların salona yanlarındaki heyet ile girdiği eski kurultaylarda insanların ayağa kalkarak başkanların beraberlerindeki yakın çalışma arkadaşları ile birlikte yerlerini alana kadar salondaki sloganların ve tezahüratların heyecanını hiç unutamıyorum. 

 

Eklemek istediğini konu varsa yazarsan memmun olurum başkanım?

 

Birçok kişinin ‘başkan’ olabilme yarışına girdiğine şahit oluyorum. Bizim toplumumuzdaki kadar bir başkasına ‘başkanım’ diye hitap eden bir toplum bilmiyorum gerçekten. İnsan bu kadar mı ‘başkan’ olma sevdalısı olur? Bu bir hastalık haline dönüşmüş. Herkesin başkan olmak istediği için asıl hizmetler pek hedeflendiği gibi yürümeyebilir mi?Aşağılık kompleksli insanlar sürekli başkan olmak ister. Ve neredeyse herkes başkan olmak istediği için de bazı teşkilatlarda kıskançlık ve dedikodu hat safhalara çıkıyor. Bu entrikaları gören insanlar teşkilatlardan soğuyabiliyor. Bu yöneticileri biraz kendilerine çeki düzen vermeleri yönünde uyarmak istiyorum. Yöneticiler bugün varlar, yarın yoklar. Bunun bilincinde olmaları gerekir. Asıl var olan hizmet sundukları tabandır. Yöneticiler tabana efendilik yapmak için değil, onlara hizmet sunmak için, onların hizmetkarı olmak için oraya seçilirler. Taban onları o göreve layık görürse seçer. Bir yönetici bunu asla unutmamalı.

 

Yetişen gençlerimizi nasıl görüyorsunuz, onlara mesajinineler?

 

Gençlerimize tavsiyem şu yönde: Önce eğitim! İlla üniversite eğitimi de şart değil. Eskiden gençlere sürekli ‘oku da adam ol’ denilirdi. Tamam da. Okuyan gençler de maalesef işsizlik sorunları ile mücadele ediyor. Bu yüzden okumaya yatkın gençler tabi ki okutulmalı. Ancak el sanatlarına, meslek eğitimlerine ve değişik sanatlara yatkın gençler de bu alanlara yönlendirilmeli. Gençler ilgi duydukları alanların en iyisi olsunlar. Bunu başarabilirlerse zaten gerisi gelir. O takdirde, onların iş bulmak için koşturmalarına gerek kalmaz. İş yani işverenler onları kazanmak için, en iyilerini bünyelerine katmak için onların arkasından koşturur. Kısaca: Gençler, ne yaparsanız yapın ama en iyiler arasında en iyisini, en kalitelisini yapmaya bakın. 

 

Avrupa Türkleri için, dünümüzü bu günümüzü ve geleceğimizin  bir degerlendirmesini yaparmısınız?

 

Avrupa Türkleri’nin üçüncü, dördüncü ve bundan sonraki gelecek nesilleri çift dilli, çift kültürlü insanlar olarak Türkiye ve Avrupa arasında köprü görevi üstlenebilecek değerdeler. Tabi buna izin verildiği takdirde bunu yapabilirler. Şu an buna izin verilmediğini gözlemliyoruz. Şu an ‘ya sev ya terk et’ misali yani ya bizdensin ya onlardan diye bir dayatma olduğunu gözlemleyebiliyoruz Avrupa’daki Türklerin durumunu. Türkiye’yi severseniz, Türk hükümetini severseniz sorunlarınız artabiliyor ve size güven azalabiliyor. Tam tersi,Türk hükümetine düşmanca kin beslemeyi göze alırsanız sihirli kapılar açılabiliyor ve fırsatlarınız çoğalabiliyor birçok Avrupa ülkesinde. Bu doğrultuda siyaset izleyen Avrupa’nın bazı ülkelerinin bu şizofren anlayıştan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum. İnsanları kimlik ve aidiyet kavgasına sevk etmenin bir getirisi olmaz. Böylelikle o ülkeler ancak kendi ayaklarına sıkarlar ve beyin ve insan gücü kaybederler. Farklılıklarla yaşamayı ve farklılıkları değerlendirmeyi daha iyi öğrenmeleri gerekiyor bazı ülkelerin. Bu onların da çıkarına olacaktır kuşkusuz. İnsanları dini, etnik, bölgesel, mezhepsel gibi ayrıştıran yapılara bölmenin ve birbirine karşı kışkırtmanın er veya geç kendilerine zarar vereceğini de hesap etmeli bu stratejiyi siyaset haline getirenler. Farklılıkları zenginlik olarak değerlendiren ve onların potansiyellerini ülke refahı, çıkarı ve barışı için kullanan ülkeler ekonomik ve siyasal rekabetin arttığı ve daha da artacağı gelecek dönemlerde başarılı olabilirler. Rekabet yerine işbirliği iki taraf için de kazanç demektir, yani kazan-kazan (win-win) dedikleri stratejinin dikkate alınmasını öneriyor ve önemsiyorum.

Yasin efendi bize vakit ayırdınız  kıymetli bilgiler verdin çok sağ olasın teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

 

Doğan amcam asıl ben size teşekkür ediyorum. İyiki varsın.

 

 
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) tarafından Hanau'da gerçekleşen ırkçı saldırının dördüncü yıl dönümü vesilesiyle bir anma programı düzenlendi. Programda konuşan YTB Başkanı Eren; ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve göçmen karşıtlığının Avrupa’da artamaya devam ettiğini belirterek “Birbirini anlayan, farklılıklara saygı gösteren, çeşitliliğin zenginlik olduğunu idrak eden, ayrıştırmayı ve ötekileştirmeyi reddeden bir Avrupa’yı görmeyi hepimiz istiyoruz” dedi. 
 
YTB, Almanya'nın Hanau kentinde 19 Şubat 2020'de ırkçı bir terörist tarafından şehir merkezindeki iki kafeye düzenlenen saldırı sonucunda 4'ü Türk 9 kişinin yaşamını yitirmesinin acısını unutturmamak ve Avrupa’daki vatandaşları hedef alan ırkçı saldırılara yönelik farkındalık oluşturmak için “Hanau Terör Saldırısı Dördüncü Yıl Dönümü Anma Programı” gerçekleştirdi. Program, Hanau saldırısına ilişkin fotoğraflardan oluşan sergi etkinliğinin açılışıyla başladı. Ardından saldırıda hayatını kaybedenler için Kuran-ı Kerim tilaveti yapıldı.
 

Saldırıya ilişkin kısa film gösteriminin de sunulduğu etkinlikte bir basın açıklaması tertip edildi. YTB Başkanı Abdullah Eren, Almanya Büyükelçiliği Elçi Müsteşarı Henning Simon, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Derya Yanık ve AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sırakaya  ortak basın açıklaması yaparak birlik ve beraberlik mesajı verdi. 

 
Programda konuşan YTB Başkanı Abdullah Eren, Batı ülkelerinde Türklere, Müslümanlara ve azınlık gruplara yönelen saldırıların 1980’li yıllardan bu yana artan bir ivmeyle devam ettiğine dikkat çekti.  
 
 
HEPİMİZİ ÜZEN SALDIRILAR SON BULSUN 
 
Hepimizi üzen ve tedirgin eden bu saldırıların bir an evvel son bulması temennisinde bulunan Eren, “Birbirini anlayan, farklılıklara saygı gösteren, çeşitliliğin zenginlik olduğunu idrak eden, ayrıştırmayı ve ötekileştirmeyi reddeden bir Avrupa’yı görmeyi hepimiz istiyoruz” 
 
Irkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi ve göçmen karşıtlığının bilhassa Avrupa’da alan kazanmaya devam ettiğinin altını çizen Eren, Federal Alman Hükümeti’nin 2023 Ocak ayında açıkladığı raporu paylaştı. Eren rapora göre Almanya’da her yıl yaklaşık 22 bin aşırı sağcı saldırının gerçekleştiğini ve her 24 dakikada bir de aşırı sağcı suç işlendiğini kaydetti.
 
Kimi zaman mukaddes kitabımıza, kimi zaman kutsal değerlerimize, kimi zaman ibadethanelerimize yönelen eylem ve saldırıların “ifade özgürlüğü” adı altında savunulmaya çalışıldığını dile getiren Eren, “Faillerin çoğu zaman ‘yalnız aktör’ olarak gerçekleştirdikleri bu saldırıların ırkçı saiklerle yapıldığının yeterince dikkate alınmadığına, suçların aşırı sağ ve terör boyutlarının göz ardı edilmek istendiğine şahitlik ediyoruz. Hepimizi üzen ve tedirgin eden bu durumun bir an evvel son bulmasını temenni ediyoruz” dedi.
 
 
TÜRK DİASPORASININ DAİMA YANINDA OLACAĞIZ
 
Geçtiğimiz yılın sonunda Hessen Eyalet
Meclisi tarafından yayımlanan Hanau Araştırma Komisyonu Raporu’nın hayal kırıklığı yarattığını ifade eden Eren, “Rapora göre saldırganın bağlantıları, ilişkide olduğu kişi ve gruplarla eylemin diğer boyutları karanlıkta kalmış oldu. Saldırının tüm veçheleriyle aydınlığa kavuşturulması en büyük önceliğimizi teşkil ediyor. Dolayısıyla Almanya’daki siyasetçilere, kanaat önderlerine, karar alıcılara, medya kuruluşlarına, güvenlik birimlerine ve yargı makamına büyük bir iş düşüyor. Almanya’ya 60 yılı aşkındır her alanda önemli değerler katan, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin başat aktörü olan Türk Diasporasının da daima yanında olacağız” şeklinde konuştu. 
 
 
ALMANYA İÇİN KAPKARA BİR GECE
 
Saldırıda vefat eden Sedat Gürbüz’ün annesi Emiş Gürbüz ise konuşmasında saldırının gerçekleştiği 19 Şubat 2020 tarihinin Almanya için kapkara bir gece olduğunu söyledi. Hanau katliamının acısını bütün dünyanın paylaştığını aktaran Gürbüz, “19 Şubat 2020 bizim için kapkara bir geceydi. Alman devleti için de hiçbir zaman temizlenmeyecek kapkara bir gecedir. Ben her gün, gün sayıyorum.  Benim evim takvim kağıtlarıyla dolu. Bugün 1463 gün oldu. Ben çocuklarımı görmüyorum. 48 ay, 4 sene. Benim özlemim çok büyük. Neden bu ırkçılık 40 yıldır hala devam ediyor? Neden durmuyor? Neden biz anne, babalar; evlatlarımızı, kardeşlerimizi bu şekilde kaybediyoruz? Artık yeter” diye konuştu. 
 
 
ADALETİN YERİNİ BULMASINI İSTİYORUZ
 
Dört yıldır Almanya toplumundan da kendilerine destekler geldiğini vurgulayan Gürbüz, aileler olarak sadece olayın aydınlanmasını istediklerini belirterek şunları kaydetti; “Adaletin yerini bulmasını istiyoruz. Bu çocuklar hiç yere yok edildi. Benim çocuğumun hayalleri vardı. Evlenmek istiyordu. Aile kurmak istiyordu. Baba olmak istiyordu. Bütün bebeklik kıyafetlerini kaldırmıştım. Torunlarıma giydirecektim. Maalesef bunu tahmin edemezdim. 54 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Benim çocuklarım Almanya’da doğup, büyüdü. Oraya aitler.”
 
Olayın olduğu şehirde anıt yapılmadığının altını çizen Gürbüz, “Biz aileler, oraya bir anıt istiyoruz. Bu çocuklar unutulmasın diye anıt istiyoruz. Nesiller bu hikâyeyi öğrensin, bilsin diye anıt istiyoruz. Fakat belediye hala duyarlı davranmıyor” şeklinde konuştu. 
 
 
BİRÇOK EYALETTE IRKÇI PARTİLER BİRİNCİ PARTİ OLACAK 
 

AK Parti Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Zafer Sırakaya ise Hanau saldırısı ile bir kez daha Avrupa’nın yüzleşmekte olduğunu ırkçılık virüsü ile karşı karşıya kaldıklarını belirtti. Avrupa’nın birçok ülkesinde ırkçı siyasi partileri kendilerine temel alan yapıların yükselişte olduğu bir dönem yaşandığını sözlerine ekleyen Sırakaya, son beş yılda ırkçı saldırıların yüzde 500 arttığı bir Avrupa’dan bahsedildiğini anlattı. Almanya’da birçok eyalette ırkçı partilerin birinci parti olacağını söyleyen Sırakaya, “Almanya, Fransa ve Hollanda başta olmak üzere ırkçı partilerin kuruluşlarını konuştuğumuz ortamdan, bugün artık ırkçı partilerin ilgili ülkelerde iktidarı devralabileceklerinin yüksek sesle konuşulduğu bir süreci yaşıyoruz” dedi. 

 
DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAKİ VATANDAŞLARIMIZIN YANINDAYIZ 
 
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Derya Yanık da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde dünyanın her tarafındaki vatandaşlara “yalnız değilsiniz” mesajı verdiklerini söyledi. Irkçılığın bizden ziyade Almanya açısından daha büyük bir sorun olduğunu kaydeden Yanık, “Ekonomik, sosyal ve kültürel katkısı çok yönlü olan Türk toplumuna yönelik ırkçı saldırıların devam edebiliyor olması bizim açımızdan bir sorun ama daha büyük sorun Almanya açısından. Eğer Almanya ırkçılık ve islamafobi ile mücadele etmezse, sebeplerini ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için gerekli tedbirleri almazsa sorunu daha da derinleştirir” dedi. 
Alman toplumunun büyük bir kısmının bu ırkçı ve faşist saldırıları onaylamadığını vurgulayan Yanık, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak Avrupa’da artan İslamafobi ve ırkçılık olaylarının sebep ve sonuçlarını incelemek ve Türk toplumu ile buluşmak üzere çalıştıklarını dile getirdi. 
 
 
HANAU’DAKİ SALDIRI MÜNFERİT BİR OLAY DEĞİL 
 
Almanya Büyükelçiliği Elçi Müteşarı Henning Simon, Ankara’daki Alman Büyükelçiliği Müsteşarı olarak Hanau’daki korkunç saldırının dördüncü yıldönümü nedeniyle bugün büyük bir üzüntü hissettiğini belirterek konuşmasına başladı. Hanau’da yaşananların kendilerini dehşete düşürdüğünü anlatan Simon, “Bu hunharca saldırı on kişiyi aramızdan kopardı ve toplumumuzun kalbinde derin bir yara açtı. Hanau’daki saldırı münferit bir olay olmayıp, nefret suçlarındaki endişe verici gelişmelerin bir parçasıydı. Failin içine nefret ve ötekileştirme duyguları işlemişti. Hanau’da hayatını kaybedenler her türlü radikalizm ve ırkçılığa karşı birlikte hareket edilmesi gerektiğini hatırlatmaktadır” dedi.
 
 
ÇOK FAZLA DEZENFORMASYON YAŞANDI 
 
Saldırının yaşandığı anda bölgeye giden ilk gazetecilerden olan Sabah Gazetesi Almanya Temsilcisi İsmail Erel'de olayın medya boyutunu anlattı.  Bölgede ilk anda yapılan anonsların aksine olayın çok daha büyük bir saldırı olduğunu gördüklerini söyleyen Erel, olayla ilgili ilk saatlerde çok fazla dezenformasyon yaşandığını kaydetti. İlk olarak çete ve PKK olayları olduğu yönünde haberler yapıldığını aktaran Erel, polisten bilgi alamadıklarını ve polisin dezenformasyonu baştan itibaren tetiklediğini dile getirdi. Resmi makamların açıklamalarının aileleri hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Erel, “Hiç silah sahibi olmaması gereken, psikolojik rahatsızlığı olan saldırganın silah sahibi olmasının açıklanabilir bir tarafı yok. Bu apayrı bir skandaldır” dedi.
 
 

 

Nürnberg’de faliyet gösteren Türk Eğitim ve Kültür Derneği (TEK-DER) tiyatro ekibi tarafından, ‘Zaferin Yolunda 30 Ağustos’ adlı iki bölümden oluşan müzikli oyun sahneye konuldu. Hasan Polat’ın yazıp yönettiği oyunun ışık düzenini Erhan Düdükçü yaptı.
Tek-DER salonunda, saygı duruşu ve istikal marşının okunmasının ardından başlayan oyunda Fatma Gül Polat, Çağla Düdükçü, Gülsen İşbilir, Cenkay Sezer, Okan Alper ve Sevilay Süleymanoğlu rol aldı. Oyunda, Yemen türküsü ile Nasir Turunc ve Davet  Şiiri ile Mehmet Akçay renk kattı.

 

Müzik dinletisinin yer aldığı ikinci bölümde, Tek-Der koro şefi Sinan Aytan yönetiminde Samet Durmuş, Onur Öğe, Ali Aytan müzisyen ekibinden oluşan sazlar eşliğinde, solist Devrim Seven okuduğu Atatürk’ün sevdiği şarkı ve türküleri dinleyen davetliler duygulu anlar yaşadı.
Hasan Polat, “Büyük taaruz ve 30 Agustos zaferine giden yol ile İzmir in kurtuluş sürecindeki gelişmeler anlatıldı. Askerlerin savaştaki kahramanlık hikayeleri canlandırıldı. Bu günü yaşıyorsak, o günlere borçlu olduğumuz vurgulandı.Halkımızın Cumhuriyet ve onun kazanımlarına sahip çıkması en büyük dileğimiz” dedi.


Tek-Der Kültür ve Sanat sorumlusu ve Tek-Deer koro şefi Sinan Aytan’da “Kültür, eğitim müzik ve sosyal ağırlıklı çalışmalarla bir kurum olarak hizmet vermeye devam eden Tek-Der,Nürnberg kültür hayatının canlanmasına büyük bir katkı sunuyor” dedi.

 

İlhan BABA - Nürnberg