Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Die Initiative „30 für 30“ des Bayerischen Bio-Siegels hat erneut gezeigt, wie innovativ und zukunftsweisend regionale Bio-Projekte sein können. Ziel der Initiative ist es, bio-regionale Ernährung in Bayern voranzutreiben und das ehrgeizige Ziel der BioRegio 2030 – 30 Prozent ökologisch bewirtschaftete Fläche bis 2030 – zu erreichen. Die Initiative „30 für 30“ ist ein Wettbewerb des Bayerischen Staatsministeriums für Ernährung, Landwirtschaft, Forsten und Tourismus. Seit 2021 sind insgesamt 30 herausragende Leuchttürme für Bio aus Bayern gekürt worden.
Besonders erfreulich: In der aktuellen und vorerst letzten Wettbewerbsrunde stammen zwei der fünf prämierten Projekte aus der Öko-Modellregion Kelheim. Damit unterstreicht Kelheim die Innovationskraft und den Erfolg regionaler Zusammenarbeit. Diese Projekte zeigen eindrucksvoll, wie nachhaltige Landwirtschaft und regionale Wertschöpfungsketten in der Praxis funktionieren können.
Die Initiative stärkt solche Vorhaben nicht nur durch gezielte Unterstützung, sondern auch durch gesteigerte öffentliche Aufmerksamkeit. Damit ebnet sie den Weg für kreative Lösungen, die als Vorbilder für ganz Bayern dienen können. „30 für 30“ beweist, dass bio-regionale Ernährung nicht nur nachhaltig, sondern auch erfolgreich umgesetzt werden kann.
Eines der Gewinnerprojekte ist das "Altmühltaler Emmer" des Riedenburger Brauhauses, das sich der Wiederbelebung der klimastabilen Urgetreidesorte Emmer widmet und dieses in einer nachhaltigen Wertschöpfungskette mit regionalen Landwirten integriert. Das zweite Projekt stammt vom Bioland Streuobsthof Stöckl aus Rohr in NB, das mit seiner „LiLo Bio-Streuobst-Apfelschorle“ nicht nur den Betrieb für eine neue Generation sichert, sondern auch aktiv zum Erhalt von Streuobstwiesen beiträgt.
Lambaları sönük
Sırtında yıllar yük
Hâtıraları kırık dökük
Bir yer olacak orada
Adı Kerkük…
Ârif Nihat Asya
Amerika Birleşik Devletler hükümeti 2024 yılının başlarında uzun süren müzakerelerin ve tartışmaların ardından ABD'nin NATO müttefiki Türkiye ile 40 adet yeni F-16 Fighting Falcon çok amaçlı savaş uçağının satışını ve Türk hava Kuvvetlerinin mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kitinin satışını binbir naz ile onaylamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı geçtiğimiz hafta içinde ABD’den mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kiti alma kararını değiştirdi ve TUSAŞ’ın yeteneklerine güvenerek satın almaktan vazgeçtiğini açıkladı.
Belli ki TUSAŞ, yılların deneyimi ve çağdaş teknolojisi ile F-16 filosunun çağdaşlaştırılması için gerekli tüm sistemleri, yerli malzeme ve milli yazılımla üretmeyi başarmış. Özelliklede, Amerika’nın F-16’ları modernize etmek için kullandığı “Modüler Görev Bilgisayarının [MMC]” yerini almış olan “Özgün Aviyonik Sistem [OAS]” isimli “Görev Bilgisayarı”nı geliştirmesi ve kusursuz bir hale getirmesi Türkiye’yi silah üretim sanayiinde çok önemli bir konuma yükseltiyor. Dünya üzerinde bu tür silah sanayisine yönelik sofistike ve özgün olarak “Görev Bilgisayarı” imal edebilen ve kendi yazılımını kullanabilen sadece 3 ülke var.
Görev Bilgisayarının paralelinde bir diğer çok önemli başarı da ASELSAN tarafından geliştirilen, açık yazılım mimarisine sahip olan ve diğer ülkelerdeki teknoloji sağlayıcılarına bağımlı kalmadan süreç içinde sorunsuz yükseltmelere izin veren OAS’ın (programlamada spesifikasyon dili) entegre olarak Görev Bilgisayarı ile kullanılıyor olması.
OAS’ın ASELSAN tarafından geliştirilerek millileştirilmesi hayati bir önem taşımakta. Türkiye artık kendi olanak ve spesifikasyonları ile SOM-J seyir füzesi ve HGK güdümlü bomba kitleri gibi, füzelere kendi mühimmatlarını entegre edebilecek. Füze nereye gidecek, güdümlü bomba nereye düşecek, artık füze hedefe giderken öğrenilemeyecek, karşı tarafa bilgi verilemeyecek, füzenin nereyi hedeflediği, hedefi vurduktan sonra ortaya çıkacak.
Türkiye’nin ürettiği radarlar da artık küresel silah sanayiinde başa oynuyor.
ASELSAN’ın kendisinin geliştirdiği AESA [Active Electronically Scanned Array] radar teknolojisi ile ürettiği MURAD AESA radarı, ABD’li şirket Northrop Grumman'ın ürettiği ve dünyanın en iyisi olarak kabul gören AN/APG-83 SABR’ın (Scalable Agile Beam Radar) en büyük rakibi.
Devamla; ASELSAN kendi geliştirdiği ve ürettiği SPEWS-II Elektronik Harp uygulama paketleri ile batılı rakiplerinin başını ağrıtmaya başladı. SPEWS-II’nin Türk hava Kuvvetlerinin elindeki F-16’lara entegrasyonu, Türkiye’nin elektronik harpte dışa bağımlılığını neredeyse sıfırlayacak düzeyde.
ROKETSAN ve TUBİTAK SAGE tarafından ortaklaşa geliştirilen SOM-J seyir füzesi, uzun menzilli hassas vuruş kabiliyetli olup F-16’ların silah yuvaları ve sistemi ile tam uyumlu üretildi. Buna ilaveten aynı ekip tarafından üretilen GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN havadan havaya füzeleri, ABD’nin ürettiği AIM-120 AMRAAM ve AIM-9X Sidewinder füzelerinin en dişli rakibi. Türkiye artık füze teknolojisinde neredeyse tam özerk hale geldi ve dışa bağımlılıktan, ambargolardan, kısıtlamalardan ve benzeri yaptırımlardan tamamen kurtuldu.
ABD’nin işine gelmediğinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması, Türkiye’nin elindeki F-16’ları modernleştirme isteklerinde nazlanması, yıllarca sudan bahanelerle engeller çıkartması, Türkiye’yi “çok naz aşık usandırır” misali usandırdığı kesin. Türkiye, ABD’nin nazlarından ve yaptırımlarından kurtulmak için kullandığı Amerikan yapımı silahlardaki kilit sistemleri kendi ürettikleri ile değiştirmek amacı ile yıllar önce TUSAŞ, ASELSAN, ROKETSAN, TUBİTAK ve benzer teknoloji şirketlerini ayrı ayrı görevlendirerek bu sistemleri yerli alternatiflerle değiştirmek suretiyle kendi kendine yeterli olma yoluna girmiş. Şükür ki hedeflenen sonuçları da almayı başardı.
Bu gelişme, net bir şekilde Türkiye’nin ve Türk silahlı kuvvetlerinin yıllar içinde neredeyse her tür silah ve araçta kendi kendine yeterliliğini artırdığını ve yabancı tedarikçilere bağımlılığını iyice aşağılara çektiğini gözler önüne seriyor. Biz Türklerin çok kullandığı atasözünün tezahürü de diyebiliriz buna. Gerçekten kötü komşu ev sahibi yapıyor.
Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Amerika Birleşik Devletler hükümeti 2024 yılının başlarında uzun süren müzakerelerin ve tartışmaların ardından ABD'nin NATO müttefiki Türkiye ile 40 adet yeni F-16 Fighting Falcon çok amaçlı savaş uçağının satışını ve Türk hava Kuvvetlerinin mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kitinin satışını binbir naz ile onaylamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı geçtiğimiz hafta içinde ABD’den mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kiti alma kararını değiştirdi ve TUSAŞ’ın yeteneklerine güvenerek satın almaktan vazgeçtiğini açıkladı.
Belli ki TUSAŞ, yılların deneyimi ve çağdaş teknolojisi ile F-16 filosunun çağdaşlaştırılması için gerekli tüm sistemleri, yerli malzeme ve milli yazılımla üretmeyi başarmış. Özelliklede, Amerika’nın F-16’ları modernize etmek için kullandığı “Modüler Görev Bilgisayarının [MMC]” yerini almış olan “Özgün Aviyonik Sistem [OAS]” isimli “Görev Bilgisayarı”nı geliştirmesi ve kusursuz bir hale getirmesi Türkiye’yi silah üretim sanayiinde çok önemli bir konuma yükseltiyor. Dünya üzerinde bu tür silah sanayisine yönelik sofistike ve özgün olarak “Görev Bilgisayarı” imal edebilen ve kendi yazılımını kullanabilen sadece 3 ülke var.
Görev Bilgisayarının paralelinde bir diğer çok önemli başarı da ASELSAN tarafından geliştirilen, açık yazılım mimarisine sahip olan ve diğer ülkelerdeki teknoloji sağlayıcılarına bağımlı kalmadan süreç içinde sorunsuz yükseltmelere izin veren OAS’ın (programlamada spesifikasyon dili) entegre olarak Görev Bilgisayarı ile kullanılıyor olması.
OAS’ın ASELSAN tarafından geliştirilerek millileştirilmesi hayati bir önem taşımakta. Türkiye artık kendi olanak ve spesifikasyonları ile SOM-J seyir füzesi ve HGK güdümlü bomba kitleri gibi, füzelere kendi mühimmatlarını entegre edebilecek. Füze nereye gidecek, güdümlü bomba nereye düşecek, artık füze hedefe giderken öğrenilemeyecek, karşı tarafa bilgi verilemeyecek, füzenin nereyi hedeflediği, hedefi vurduktan sonra ortaya çıkacak.
Türkiye’nin ürettiği radarlar da artık küresel silah sanayiinde başa oynuyor.
ASELSAN’ın kendisinin geliştirdiği AESA [Active Electronically Scanned Array] radar teknolojisi ile ürettiği MURAD AESA radarı, ABD’li şirket Northrop Grumman'ın ürettiği ve dünyanın en iyisi olarak kabul gören AN/APG-83 SABR’ın (Scalable Agile Beam Radar) en büyük rakibi.
Devamla; ASELSAN kendi geliştirdiği ve ürettiği SPEWS-II Elektronik Harp uygulama paketleri ile batılı rakiplerinin başını ağrıtmaya başladı. SPEWS-II’nin Türk hava Kuvvetlerinin elindeki F-16’lara entegrasyonu, Türkiye’nin elektronik harpte dışa bağımlılığını neredeyse sıfırlayacak düzeyde.
ROKETSAN ve TUBİTAK SAGE tarafından ortaklaşa geliştirilen SOM-J seyir füzesi, uzun menzilli hassas vuruş kabiliyetli olup F-16’ların silah yuvaları ve sistemi ile tam uyumlu üretildi. Buna ilaveten aynı ekip tarafından üretilen GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN havadan havaya füzeleri, ABD’nin ürettiği AIM-120 AMRAAM ve AIM-9X Sidewinder füzelerinin en dişli rakibi. Türkiye artık füze teknolojisinde neredeyse tam özerk hale geldi ve dışa bağımlılıktan, ambargolardan, kısıtlamalardan ve benzeri yaptırımlardan tamamen kurtuldu.
ABD’nin işine gelmediğinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması, Türkiye’nin elindeki F-16’ları modernleştirme isteklerinde nazlanması, yıllarca sudan bahanelerle engeller çıkartması, Türkiye’yi “çok naz aşık usandırır” misali usandırdığı kesin. Türkiye, ABD’nin nazlarından ve yaptırımlarından kurtulmak için kullandığı Amerikan yapımı silahlardaki kilit sistemleri kendi ürettikleri ile değiştirmek amacı ile yıllar önce TUSAŞ, ASELSAN, ROKETSAN, TUBİTAK ve benzer teknoloji şirketlerini ayrı ayrı görevlendirerek bu sistemleri yerli alternatiflerle değiştirmek suretiyle kendi kendine yeterli olma yoluna girmiş. Şükür ki hedeflenen sonuçları da almayı başardı.
Bu gelişme, net bir şekilde Türkiye’nin ve Türk silahlı kuvvetlerinin yıllar içinde neredeyse her tür silah ve araçta kendi kendine yeterliliğini artırdığını ve yabancı tedarikçilere bağımlılığını iyice aşağılara çektiğini gözler önüne seriyor. Biz Türklerin çok kullandığı atasözünün tezahürü de diyebiliriz buna. Gerçekten kötü komşu ev sahibi yapıyor.
Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Geçtiğimiz hafta sonu Göppingen Melodi düğün salonunda düzenlenen kısa adı ANF olan Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu 30. Yıl Kurultay şöleni görkemli bir şekil kutlandı.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fidan’ın Batı Trakya Türk toplumuna sahip çıkan sözleri Yunanistan’da rahatsızlık yarattı
Konuyla ilgili olarak basın açıklaması yapan Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Başkanı Halit Habip Oğlu, “Anavatanımızın bizlere koşulsuz sahip çıkması ülkemizde bazı çevreleri oldukça rahatsız etmişe benziyor.
Nasıl ki ülkemiz Arnavutluk’taki Yunan azınlığına sahip çıkıyor, onların haklarını gözetiyor ve haklarının korunması ve geliştirilmesi için Arnavutluk ile görüşüyorsa anavatanımız da aynısını bizler için yapıyor”dedi. Ve şöyle devam etti;
“Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmada Batı Trakya Türk toplumuna da atıfta bulundu.
Batı Trakya Türk azınlığı ve On İki Adalar’da yaşayan soydaşların Yunanistan’la ilişkilerde öncelik verdikleri konulardan biri olduğunu belirten Fidan, Batı Trakya Türk azınlığının sorunlarının çözülmesinin takipçisi olduklarını ifade etti.
Fidan, 8 Kasım’da Atina’da gerçekleştirdiği resmi ziyarette Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgos Yerapetritis ile görüşmüş, ikili ve heyetler arası toplantının ardından yapılan ortak basın toplantısında mevkidaşıyla görüşmesinde Yunanistan’da yaşayan Türk azınlığın ve soydaşların sorunlarını, talep ve beklentilerini de gündeme getirdiklerini dile getirmişti.
Yerapetritis de Fidan ile yaptıkları görüşmede azınlıklar konusunu da ele aldıklarını ve azınlıkların iki ülke arasında dostluk köprüsü olmasını arzu ettiklerini, her iki ülkenin de tüm vatandaşlarına yasalar önünde eşitliği sağlamakla yükümlü olduğunu ifade etmişi.
Yunan diplomatik kaynakları, Dışişleri Bakanı Fidan’ın Batı Trakya’da “Türk azınlık” ve On İki Adalar’daki “soydaşlar” ile ilgili açıklamalarına tepki göstererek, Lozan Antlaşması’nın Batı Trakya’da yalnızca “Müslüman azınlık”tan bahsettiğini, Türkiye’nin bu bağlamda “var olmayan bir ulusal azınlık”tan söz etmesinin uluslararası hukukun uygulanmasına aykırı olduğunu, Yunanistan’ın tüm vatandaşlarına yasalar önünde eşitlik politikalarını sürdürmeye devam edeceğini ileri sürdü.
Yayınladığı basın bildirisinin sonunda,Avrupa Batı Trakya Türk Federasyonu (ABTTF) Genel başkanı Halit Habip Oğlu, “Anavatanımızın bizlere koşulsuz sahip çıkması ülkemizde bazı çevreleri oldukça rahatsız etmişe benziyor. Bu çevreler ülkemiz ve anavatanımız arasında pozitif gündemin geliştirilmesine yönelik çaba ve adımları bilinçli olarak engelleme derdindeler. Nasıl ki ülkemiz Arnavutluk’taki Yunan azınlığına sahip çıkıyor, onların haklarını gözetiyor ve haklarının korunması ve geliştirilmesi için Arnavutluk ile görüşüyorsa anavatanımız da aynısını bizler için yapıyor. Batı Trakya Türk toplumu olarak ülkemiz ve anavatanımız arasındaki iyi ilişkilerin artarak sürdürülmesini destekliyor, bu pozitif gündemin sorunlarımızın çözümüne olumlu yansımasına dair ümidimizi koruyoruz.” dedi.
Fotoğraf: ABTTF
Haber: Doğan TUFAN
BERLİN (AA) - Avro Bölgesi'nde yıllık enflasyon oranı kasım ayında yeniden yüzde 2,3 seviyesine çıktı.
Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) Avro Bölgesi'nin kasım ayına ilişkin öncü enflasyon verilerini yayımladı.
Buna göre, Avro Bölgesi'nde ekimde yüzde 2 olan yıllık Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), kasımda yüzde 2,3'e yükseldi. Beklenti, yıllık enflasyonun ekimde yüzde 2,3 olacağı yönündeydi.
Avro Bölgesi'nde kasımda çekirdek enflasyon ise yıllık bazda yüzde 2,7 seviyesinde gerçekleşti.
Enflasyonun ana bileşenlerine bakıldığında, en yüksek fiyat artışı yüzde 3,9 ile hizmet sektöründe görüldü. Bunu yüzde 2,8 ile gıda, alkol ve tütün ürünleri, yüzde 0,7 ile enerji dışı sanayi ürünleri izledi. Enerji fiyatları ekimde yüzde 1,9 geriledi.
AB uyumlu verilere göre enflasyon kasımda Belçika'da yüzde 5, Hollanda'da ve Estonya'da 3,8, Yunanistan'da yüzde 3 oldu. Almanya'da ise yıllık enflasyon kasımda yüzde 2,4, İspanya'da yüzde 2,4, Fransa'da yüzde 1,7 ve İtalya'da yüzde 1,6 seviyesinde gerçekleşti.
Öte yandan, Avrupa Merkez Bankası (ECB) enflasyonun orta vadede yüzde 2 hedefinde sürdürülebilir hale gelmesini hedefliyor.
Bu arada ECB, 17 Ekim'de piyasa beklentileri doğrultusunda zayıflayan ekonomiye karşı üçüncü faiz indirimine giderek üç temel politika faizini 25 baz puan düşürdü.
Banka, mali piyasalar için çok önemli olan ve bankaların kısa vadede ECB'ye fazla mevduatlarını ilettikleri hesaplara ilişkin faiz oranını çeyrek puan düşürerek yüzde 3,25'e çekmişti.
ECB yetkilileri, enflasyonu zamanında yüzde 2 hedefine geri getirmek için gerekli olduğu sürece faiz oranlarını yeterince kısıtlayıcı seviyelerde tutacağını açıklamıştı.
Bir sonraki faiz toplantısını 12 Aralık'ta gerçekleştirecek olan bankanın, bu toplantıda 25 baz puanlık 4. faiz indirimini yapması bekleniyor.
Başkent Berlin’de Erlangen-Nürnberg Friedrich-Alexander Üniversitesinden Prof. Dr. Christine Binzel, Barenboim-Said Akademisinden Prof. Michael Barenboim, London King’s Collegeden Prof. Hanna Kienzler ve Avrupa Anayasa ve İnsan Hakları Merkezinden (ECCHR) Avukat Wolfgang Kaleck "UCM’nin tutuklama emirleri ve Almanya’nın rolü"ne ilişkin basın toplantısı düzenledi.
Binzel, Almanya’nın, Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesi'ne ve Roma Statüsü'ne taraf bir ülke olarak, tarihsel, yasal, etik ve siyasi açıdan bu anlaşmalara uyması gerektiğini belirtti.
Almanya’nın 14 aydan beri anlaşmalarda yer alan yükümlülükleri yerine getirmediğini ifade eden Binzel, "Almanya sadece izlemekle kalmıyor, Alman hükümeti bugün hala siyasi, mali, askeri ve yasal olarak İsrail’i destekliyor. Almanya, ABD'den sonra (İsrail'in) en büyük ikinci silah tedarikçisidir. Araştırmalar Alman silahlarının Gazze'de kullanıldığını gösteriyor." dedi.
Binzel, Alman hükümetinin İsrail hükümet üyelerinin ve diğer yetkililerin soykırımcı ifadelerini, uzmanların uyarılarını görmezden geldiğine işaret ederek, "Şimdi, çıkarılan tutuklama kararları Alman hükümetinin gerçeklerle yüzleşmesi̇ ve uluslararası kurumları zayıflatmak ve Almanya’yı dünya çapında daha da yalnızlaştırmak yerine, adalet ve uluslararası hukuktan yana kararlı bir şekilde tavır koyması için yapılan son uyandırma çağrısıdır." ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Binzel, Almanya’nın ivedilikle Filistinlilerin hayatının İsrail tarafından yok edilmesini durdurmak için tedbirler almasını isteyerek, Alman hükümetinin İsrail'e silah sağlamayı durdurması ve tüm ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkileri gözden geçirmesi çağrısında bulundu.
- "Netanyahu'un Alman topraklarına ayak bastığında tutuklanmasını bekliyoruz"
Barenboim-Said Akademisinden Prof. Michael Barenboim de Almanya’nın Filistin halkının yok edilmesini desteklemekten vazgeçmesi ve Filistinlilerin öldürülmesi, sakat bırakılması ve yaşamlarının yok edilmesine son verilmesi için İsrail'e baskı yapmasını isteyerek, "Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'da işlenen ve neredeyse tüm dünyada canlı olarak yayınlanan sayısız katliam nedeniyle Almanya'nın İsrail'i desteklemeyi durdurmasını gerektiriyor." değerlendirmesi yaptı.
Alman hükümetinin Netanyahu ve Gallant hakkındaki "tutuklama emirlerini inceleyeceği" yönündeki ifadenin ne anlama geldiğine ilişkin soruya da Barenboim, "Bu incelemeyle ilgili bir durum değil. Hepimiz Alman hükümetinin Binyamin Netanyahu ya da Yoav Gallant'ın Alman topraklarına ayak bastıklarında tutuklanacaklarını söyleme anını bekliyoruz. Bunu yapmak istemediğini anlıyorum. Aynı zamanda bunu yapmak zorunda kalacaklar." diye konuştu.
- Almanya suç ortağıdır
Prof. Hanna Kienzler, Almanya’nın İsrail devletinin Gazze Şeridi'nde Netanyahu ve Gallant liderliğinde emrini verdiği ve İsrail ordusu tarafından yürütülen imha savaşının ciddi bir suç ortağı olduğunu söyledi.
"Dolayısıyla Almanya bu soykırımın uzun vadeli sonuçlarının sorumluluğunu paylaşıyor." diyen Kienzler, Gazze’nin tamamen yok olduğunu, hastanelerin, ibadethanelerin, sağlık sisteminin, eğitim kurumlarının yıkıldığını, bu savaşın psikolojik sonuçlarının da 3 kuşak boyunca etkisini sürdüreceğini kaydetti.
- Almanya, ABD ve İngiltere Gazze'nin yeniden imarı için tazminat ödemeli
Kienzler, bu yıkımın oradaki insanların geleceğini tehlikeye attığını ve ciddi ekonomik sonuçlar doğurduğunu, bu suçların ve uzun vadeli sonuçlarının hesap verebilirliğini sağlamak için uluslararası hukuk kapsamındaki suçları soruşturan uluslararası mahkemeler aracılığıyla İsrail hakkında kovuşturma sağlanması gerektiğini ifade etti.
Ayrıca Gazze'de altyapının yeniden inşası için tazminat taleplerinin de dile getirilmesi gerektiğini vurgulayan Kienzler, "Sadece şimdiki soykırım için değil, daha önceki savaşlarda ve ablukadan da zarar gören alt yapı için de. Almanya'nın bu uluslararası hukuk ihlallerinde suç ortağı rolünden dolayı tazminat ödemelerine katılmalı." dedi.
Kienzler, Almanya’nın yanı sıra İsrail’i destekleyen ABD ve İngiltere’nin de bu tazminat ödemelerine katılması gerektiğini belirtti.
2 Mart 2025’de Hamburg’da yapılacak yerel seçimlere hazırlanan Die Wahl – für Frieden und soziale Gerechtigkeit(Barış ve Sosyal Adalet için Seçim) ittifakı, şehrin ve dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara yönelik önemli mesajlar verdi. Barış ve Sosyal Adalet için Seçim Ittıfakı, küresel krizlere duyarlılık ve sosyal adalet vurgusuyla, mevcut politikaların eleştirildiği dikkat çekici bir açıklama yaptı.
Hamburg Eyalet Parlamentosu Bağımsız Milletvekili ve Barış ve Sosyal Adalet için Seçim Ittıfakı Eş Başkanı Martin Dolzer, dünyadaki çatışmaların Hamburg’un sorumluluğunu artırdığına dikkat çekerek şu ifadelerde bulundu: “Ukrayna-Rusya Savaşı ve İsrail/Filistin arasıdan çatışmalar, insanları derinden etkiliyor. Silahlanma ve militarizm yerine barışa ve sosyal adalete yönelmeliyiz. Ukrayna’da Biden’ın savaşı kışkırtıcı politikaları yerine derhal bir ateşkese ihtiyaç var. Filistin’de ise Filistin halkına yönelik soykırım hemen durdurulmalıdır. Hamburg, barışa katkıda bulunmak için bir sivil liman haline gelmelidir. Ancak diğer partiler, savaş politikalarını destekleyerek topluma zarar veriyor.”
“Savaş Yerine Sosyal Yatırım”
Barış ve Sosyal Adalet için Seçim Ittıfakı Eş Başkanı Mehmet Yıldız da mevcut politikaları eleştirerek barış, sosyal adalet ve eşitlik çağrısında bulundu:
“AfD gibi partiler, korku ve düşmanlık üzerinden toplumda bölünme yaratıyor. Bunun yerine ifade özgürlüğünü, diyaloğu ve şiddetsiz çözümleri teşvik etmeliyiz. Toplumun çoğunluğunun ihtiyaçları göz ardı edilerek, sermaye gruplarının ekonomik çıkarları önceliklendiriliyor. Bu kabul edilemez. Hamburg’da her bireyin onurlu bir yaşam sürebilmesi için savaşa ayrılan bütçeler, konut, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler için kullanılmalıdır.”
Göçmenlere Fırsat Çağrısı
Hamburg’da yaşayan göçmenlerin ve mültecilerin yaşadığı zorluklara da değinen Yıldız, “Göçmenleri toplumsal sorunların günah keçisi yapmak yerine onlara fırsatlar sunmalıyız. Boş ofis binalarını konuta dönüştürmek ve mülteciler için mesleki eğitim projeleri başlatmak önemli adımlar olacaktır. Hep birlikte, kimsenin evsiz kalmadığı, yaşlıların şişe toplamadığı, savaşların olmadığı ve ten renginin önem taşımadığı bir toplum inşa edebiliriz.”dedi.
Barış ve Adalet İçin Ortak Çağrı
Dolzer ve Yıldız, açıklamalarını şu sözlerle tamamladı:
“Hamburg’un yerel sorunları kadar küresel meselelere de duyarlı bir şehir olması gerekiyor. Barış, insan hakları ve sosyal adalet değerlerini savunmak hepimizin sorumluluğudur. Savaşa hayır diyerek, dayanışma ve eşitliğe evet diyoruz.”