Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

 

Die Stadt Würzburg hat das WuF Queeres Zentrum Würzburg mit dem Preis „Queer sein in Würzburg 2024“ ausgezeichnet. Das WuF ist nach eigenen Angaben Deutschlands ältestes queeres Zentrum. „Der Preis ist ein Zeichen mit Zuversicht in die Zukunft“, freute sich Vorstandsmitglied Adam Bopp, der stellvertretend für die Vorstandsmitglieder in einer kleinen Runde den Preis von Oberbürgermeister Christian Schuchardt entgegennahm.

 

Schuchardt bezeichnete die Mitglieder des WuF-Zentrums als Botschafter innerhalb und aus der Community heraus und dankte für den ehrenamtlichen Einsatz „für alle, denen Sie geholfen haben.“ Der Preis „Queer sein in Würzburg“ sei aufgrund seiner Außenwirkung wichtig für die Stadtgesellschaft, er sende ein bedeutsames Signal aus und werbe für eine wertschätzende Akzeptanz von Menschen mit anderen Lebenskonzepten für ein besseres Zusammenleben in der Stadtgesellschaft.

 

Gegründet wurde das WuF 1972 als „homophiler Gesprächskreis“ von zwei schwulen Studenten, nur drei Jahre nachdem homosexuelle Handlungen zwischen erwachsenen Männern über 21 Jahren in Deutschland straflos gestellt wurden. „Es war ein großes Risiko trotz der Proteste von 1968 und es gab viele Vorbehalte“, macht Adam Bopp bewusst. „Und ihr“, sagte er mit Blick auf die beiden Gründer, „hättet damals bestimmt nicht geglaubt, dass ihr eines Tages einen Preis von einem CDU-Oberbürgermeister bekommt.“ Auch Schuchardt ließ die Anfänge der Gründung Revue passieren: „Outing war damals alles andere als normal und so bot das WuF Gemeinschaft, Zugehörigkeit und wirkte schließlich in die Gesellschaft hinein. Sie machen bewusst, dass alle Mitglieder der Gesellschaft einen Anspruch darauf haben, gesehen zu werden.“

Das WuF-Zentrum (Nigglweg 2) bietet als queeres Zentrum Raum für queere Personen und Menschen, die sich für queere Themen interessieren. Es vereint unter einem Dach verschiedene Gruppen und bietet ihnen einen sicheren Raum, es finden ehrenamtliche queere Beratungen statt. Kulturell werden ein Popchor, eine queere Theatergruppe und die queere Party Popular angeboten, außerdem Veranstaltungen wie offener Abend, FLINTA Abend, Spieleabend, Ü50 Gruppe, Jugendgruppe Deja-Wü, Rosa Hilfe. Das WuF ist Schutzraum, Beratungs-, Begegnungs-, Freizeit- und Bildungsort, Galerie und Treffpunkt aller Altersgruppen. „WuF bedeutet Werdet unsere Freude“, erklärte Adam Bopp, „und das ist eine Einladung an alle. Denn uns unterscheidet weniger als uns verbindet.“

 

Der Preis „Queer sein in Würzburg“ wurde 2022 vom Würzburger Stadtrat beschlossen und wird seit 2023 verliehen. Preisträger 2023 war das PRISM Kollektiv, das Preisgeld beträgt 1.000 Euro. In diesem Jahr bestand die Jury aus Vertreterinnen und Vertretern des Sachgebiets Jugend- und Familienarbeit Kilian Schick, der Erziehungsberatungsstellen Stadt Würzburg Stefanie Frahsek, der HIV/Aids-Beratung Unterfranken Florian Faller, des LSVD Bayern e.V. Markus Appel, der Kinder- und Jugendpsychotherapeutinnen in der Stadt Würzburg Marita Sicheneder, der Gleichstellungsstelle Würzburg Petra Müller-März und des LSBTIQ-Regenbogenbüros Israel Sauer. Nominiert waren neben dem WuF Zentrum auch Denny Voltage, die Rosa Hilfe, das Schulprojekt von Deja-Wue, der Dyke-March von QueerPride, QueerPride selbst und die beiden Würzburger Vertreter von Out in Church Stephan Schwab und Burkard Hose.

 

Dünyanın kaynakları sınırlı olduğu için, hem kişisel hem kurumsal alanda, herkes ekonomik sorunlarla karşı karşıya gelir. Eldeki kaynakların değerlendirilmesinin ve ihtiyaçların karşılanmasının, bilimi olan ekonominin tarihi, ilk insanla başlar. İnsanların yaşadığı her yerde, üretim ve tüketim vardır. Ekonomi üretimle tüketim, arasındaki ilişkileri düzenlemenin, gelir dağılımındaki dengesizliklerini gidermenin bilimidir.

Sağlıklı bir toplumda, ekonomik hayatın odak noktasında, seküler kültürün ekonomik insanı değil, kutsal kültürün erdemli insanı vardır. Bütün ülkelerin ekonomik dengelerini, altüst eden finansal krizler, gösteriş tüketiminde yarışan, doyma nedir bilmeyen, sürekli kendi ellerine geçenlere bakan, açgözlü insanlarından kaynaklanır. Onların gözlerini dünyada, yalnızca toprak doyurur. Yeni yüzyılda dünyanın, ilkesiz ekonomiye değil, ilkeli ekonomiye ihtiyacı vardır.

 

Sınırların ve duvarların ortadan kalktığı dünyada, ülkelerin gücü ekonomik bağımsızlıktan değil, ekonomik bağımlılıktan gelmektedir. Bu yüzden bir ülkede, ortaya çıkan bir ekonomik kriz, kısa zamanda bütün ülkelerde etkisini gösterir. Krizlerden arınmış bir dünya için, Mevlana’nın hayatıyla ve düşüncesiyle, en güzel örneğini verdiği, açıklık ve yalınlık, bütün ülkeler için can alıcı bir önem taşımaktadır. Yeni dünyada herkes olduğu gibi görünmelidir, göründüğü gibi olmalıdır.

“Dünya beni haramından men etti, ben onun helalinden de geçtim” diyen, bilgi ve bilgeliğin kapısı Halife Ali’nin, düşünce ve eylem dünyasını, hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, işleri ve yaşları ne olursa olsun, bütün kuşaklar kendilerine yol haritası yapmalıdırlar. Anadolu’nun güzel insanlarının hayat ilkesi, çok sevdikleri Dördüncü Halife’nin, eşsiz yalınlık ilkesi olmuştur. Onlar dünyanın yalnızca haramlarından değil, helallerinden vazgeçerek, bütün zenginlikleriyle, dünyayı peşlerinden sürüklemişlerdir.

 

Hicret kültürüyle yoğurulan Türkler için, doğdukları şehirler kadar, doydukları şehirler de önemlidir. Türkler geçmişte Mevlana sözlü Konya’yı, Doğu Avrupa’ya taşımışlardır. Onların torunları Yunus yüzlü Konya’yı, Batı Avrupa’ya taşımaktadırlar. “Köln ile Konya kardeştir” diyenler, yardımlaşmasını ve dayanışmasını bilirler. Onlar iyi günlerin sevinçlerini, kötü günlerin acılarını paylaşırlar. Onların düşünce ve eylem dünyalarında, ekonomik krizler, kültürel fırsatlara dönüşür.

Anadolu insanının kültür ve ekonomi dünyasında, açgözlülük yoksulluk getirirken, tokgözlülük zenginlik getirir. Dünyadaki bütün krizler, açgözlülükten kaynaklanır. Dünyanın kaynakları tokgözlülerin karınlarını doyurmaya yeter, açgözlülerin gözlerini doyurmaya yetmez. Yeni Köln’ün mimarları açgözlülükte yarışan Kölnlüler değil, Tokgözlülükte yarışan Konyalılar olacaktır. Onların dünyaya sundukları hayat ilkeleri, derin düşünceleri ve yalın eylemleridir.

 

Şehirlerin kültürel derinlikleri ekonomik zenginliklerinin güvencesidir.

Derin düşünmesini bilen toplumlar, yalın yaşamasını bilirler.

Kültürleri derin olan şehirlerin, ekonomileri zengin olur.

Berlin’in üç havaalanından biri olan Tegel’e yolu düşenler, sanki Antep, Kayseri ya da İzmir’deymiş gibi, kendilerini Türkçe konuşan, tanıdık yüzler arasında bulurlar. Berlin’de Türkiye’nin değişik şehirlerinden gelmiş, üç yüz bine yakın Anadolu insanından oluşan, “Küçük Bir Türkiye” vardır. Berlin’deki Anadolu, Kreuzberg ve Wedding’te yoğunlaşmıştır. Onlar Berlin’de Hacı Bayram rüzgarları estirmektedirler.

Berlin son dünya savaşının acılarını yaşamış, büyük yıkımlar görmüş bir şehirdir. Batı ve Doğu Berlin birleşmeden önce, Kreuzberg Batı Berlin’in kıyıda kalmış yerleşim yeridir. Berlin’i ikiye bölen “Demir Perde” duvarı, doksanlı yılların başında ortadan kalkınca, Türklerin yaşadığı bölgeler, şehir merkezi haline gelmiş. Berlin dört milyonu aşan nüfusuyla, Almanya’nın en büyük şehiridir. Şehirin ortasından Havel ve Spree nehirleri geçer.

 

Şehir alanının dörtte biri ormanlarla ve göllerle kaplıdır. Ormanlık bölgenin açık bir hayvanat bahçesi olduğunu, Berlinliler gözlerinin içi gülerek anlatırlar. Bu yüzden Berlin’in simgesi, minik bir ayıdır. Demir perdenin açılmasıyla, ortaya çıkan sorunları, dünyada hiçbir şehir, Berlin kadar derinden yaşamamıştır. Bunun için birleşmenin getirdiği ekonomik, siyasal ve kültürel etkiler, Berlin’in her köşesinde kendilerini göstermektedir. Berlin iki Almanya’nın ekonomik ve kültürel güç kaynağı olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Almanya’nın dörde bölünen başşehiri, Soğuk Savaş döneminde Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından, göz altında tutulmuştur. Eski şehirin ünlü kapısı Brandenburg, parçalanan Berlin’in olduğu kadar, ikiye bölünen Almanya’nın umudu ve simgesi olmuştur. İki Almanya’nın birleşmesinin tetiklediği, ekonomik ve kültürel gelişmeler, dalga dalga genişleyerek, bütün Avrupa şehirlerine yayılmaktadır.

 

Berlin dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü olan Batı Almanya’nın, Doğu Almanya ile birleşmesinin doğurduğu, güç patlamasının merkezidir. Almanya Meclisini ve Federal Hükümetini yeniden Berlin’e taşımıştır. Berlin Avrupa’nın ekonomi, bilim, kültür ve ekonomi merkezi olma yolunda, büyük bir hızla ilerlemektedir. Uzun bir süre ayrı kalan, Batı ve Doğu Berlin’in birleşmesi, bütün şehiri büyük bir inşaat şantiyesine dönüştürmüştür. Berlin Almanya’nın yeni çekim alanıdır.

En büyük inşaat alanı, şehirin tarihi merkezindedir. Merkeze Federal Hükümetteki Bakanlıkların, yeni binaları yapılmaktadır. Eski Meclis binası kubbesi ve dış formu korunarak, içi yeniden düzenlenmiştir. Almanların kubbeli bir meclis binaları vardır. Almanya bütün dünyanın, önde gelen büyük şirketlerini Berlin’e çekmiştir. Mercedes başta olmak üzere, büyük Alman firmaları genel merkezlerini Berlin’e taşımışlardır. Berlin yeniden Avrupa’nın, sürükleyici gücü olma görevini yüklenmeye hazırlanmaktadır.

Almanlar ordularıyla giderek, kalamadıkları ülkelere, güçlü şirketleriyle kalıcı olarak gidiyorlar.

 

Almanya Volkswagen’in ve Mercedes’in olduğu her yerde, Almanya’nın olduğunu biliyor.

Her Mercedes’de, her Volkswagen’de, Anadolu insanının alın teri ve el emeği vardır.

Almanya’daki Anadolu, yaşadığı bütün şehirlerde, caminin, işyerinin ve okulun el ele vererek, birbirleriyle dayanıştığı, kültür merkezleri  inşa etmektedir. Kültür merkezleri geniş arsalar üzerinde, değişik kullanım alanları olan cami, çarşı, okul üçlüsünün birbirini tamamladığı, Türklere özgü bir bütünlük oluşturma ustalığıdır. Bütün değerleriyle Bursa’yı Darmstadt’a taşıyan Emir Sultan, çok işlevli kültür merkezlerinin önde gelenlerindendir.

 Yapımına 1996 yılında başlanılan Emir Sultan Kültür Merkezi, Türklerin tarihinin gövdesini oluşturan, Osmanlı Devletinin kuruluşunun, yedi yüzüncü yılında tamamlanmıştır. Ömer Lütfi Barkan yaptığı araştırmalarda, dünyayı gizemli bir atölye gibi gören Türk dervişlerinin, Anadolu ile birlikte, Balkanları nasıl Müslümanlaştırdıklarını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Onlar gittikleri coğrafyaları, omuzlarda taşınan silahlarla değil, ellerde taşınan güllerle dönüştürmüşlerdir.

 

Güzellik sevdalısı derviş girişimciler Anadolu gibi, Balkanları camilerle, kervansaraylarla, medreselerle, çarşılarla, imarethanelerle ve bimarhanelerle donatmışlardır. Onlar gelen günleri, geçen günlerden daha yaşanır kılarak, üreten ellerin tüketen ellerden, daha güçlü olduklarını göstermişlerdir. Buhara’da Bahaddin Nakşibend, Konya’da Mevlana, Ankara’da Hacı Bayram, Mostar’da Sarı Saltuk ve Budapeşte’de Gül Baba, hem gönüllerin, hem şehirlerin mimarları olmuşlardır.

Emir Sultan Buhara’dan kalkıp Anadolu’ya gelen, gönül mimarlarının başlarında yer alır. Buhara Anadolu’nun Müslümanlaşmasında, büyük görev yüklenen Horasan erenlerinin yurdudur. Horasan erenleri silahsız ellere, gönül kazanan güllere, gülen yüzlere, tatlı dillere önem vermişledir. Onlar en varlıklılar gibi üretmişler, en yoksullar gibi tüketmişler, ellerinin emeklerinin, alınlarının terlerinin, gözlerinin nurlarının karşılığından, daha fazlasını tüketmeye, hiçbir zaman özenmemişlerdir.

 

Emir Sultan Buhara’dan Bursa’ya gelir ve Yıldırım Bayazıt’ın kızı Hundi Sultan’la evlenir. Yıldırım Niğbolu savaşından sonra, Ulu camiyi yaptırır. Türk tarihinde büyük kırılmalara yol açan, Ankara Savaşı’nın önüne geçilemez, ancak sarsıntıları çabuk atlatılır. O yıllarda Anadolu silahsız cihat beldesi sayılmıştır. Müslüman dünyasının gönül zirveleri, Anadolu’ya insanların gönüllerini kazanmak için koşmuşlardır. Yirmi birinci yüzyılda, bütün dünya gönülleri kazanacak, yeni Horasan erenlerini beklemektedir.

Üreten el olmasını bilen girişimci dervişler,bütün toplumu dergah kültürünün olgunlaştırıcı potasında yoğurarak, inşa ettikleri camilerle ve çarşılarla, orduların başarması mümkün olmayan büyük fetihler gerçekleştirmişlerdir. Geçmişte Anadolu’da ve İspanya’da olduğu gibi, Müslümanlar ve Hristiyanlar, Avrupa’nın bütün ülkelerinde, barış içinde birlikte yaşayacaklardır. Gelecek yüzyıllarda kimsenin, Fransa yalnızca Fransızlarındır, Almanya yalnızca Almanlarındır, Türkiye yalnızca Türklerindir, demesi kolay değildir.

 

Alın terleriyle, göz nurlarıyla, el emekleriyle, hayatı kolaylaştıranlara, ülkelerin kapıları sonuna kadar açılır.

Üretmesini ve paylaşmasını bilenlere, dünyanın hiçbir ülkesinde, doğdukları şehirler sorulmaz. Dünyaya barışı ürünleriyle, hizmetleriyle, bilgileriyle pazarlarda yarışanlar getirir.

 

Frankfurt havaalanı Nuri Pakdil’in “Batı Notları” kitabında anlattığı gibi, Almanya’ya gelenleri, geometrisi ve eşya ateşiyle karşılar. Batı’nın hangi şehrine gidilirse gidilsin, nefes kesen bir hız, solunmayacak kadar ağırlaşmış bir atmosferle karşılaşılır. Frankfurt hem coğrafik, hem ekonomik açıdan, Avrupa’nın kavşak noktasında yer alır. Main dünyanın en büyük havaalanlarından biridir. Yeni piramitler şehiri olan Main’e, Almanya’nın Mainhattan’ı denilir.

Terminal binasının altındaki platformlardan, her on dakikada bir hareket eden toplu taşıma araçlarıyla, şehir merkezine on dakikada ulaşılır. Frankfurt Main Havaalanından Köln, Bonn, Düsseldorf ve Stuttgart gibi, büyük Alman şehirlerine aktarmasız tren bağlantıları vardır. Bilgisayarlar, trenler, uçaklar şehirler arasındaki sınırları, bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Geleceğin ulaşım aracı uçaklar olacaktır. Dünyada hava limanı olmayan şehir, telefonu olmayan insan kalmamıştır.

 

Gelecek yıllarda dünyadaki havaalanlarının sayısı katlanarak artacaktır. Frankfurt Almanya’da ulaşımının, olduğu kadar paranın da merkezidir. Frankfurt’ta yüzlerce banka ve finansal kuruluş vardır. Bu yüzden Avrupa’da Frankfurt’un bir adı da Bankfurt’tur. Franfurt Almanya’nın New York’udur. New York dünyanın, Frankfurt Avrupa’nın finans merkezidir. Frankfurt Avrupa’nın, kağıt alınan, kağıt satılan, paradan para kazanılan Wall Street’idir.

 İsa Peygamber para tacirleri olan, tefecileri yanından kovmuştur. Ancak Hristiyanlar bankacıları kendilerine benzetememişler, bankacılar Hristiyanları kendilerine benzetmişlerdir. Dünyada tefeciliğin ustaları Yahudilerdir, Ortaçağ şehirlerinde tefeciliğin öncüsü Yahudiler olmuştur. Tarihte sermaye hareketleri hiçbir zaman sınır tanımamıştır. “Alım satım da faiz gibidir” diyenler, para alıp para satmayı, akıl almaz boyutlara ulaştırarak, dünyayı krizden krize sürüklemektedirler.

 

Yahudilerin bir dine dönüştürdükleri para ticaretini, Ahmet Haşim “Cami ve Havra” yazısında, Paris’te yeni bir havra yapımına ilişkin, “Bir havra daha yapılmış, bunun ne ehemmiyeti var? Kökleri her taraftan dünyayı saran, bütün bankalar birer havra olduktan sonra” diyen, Parislilerden yola çıkarak anlatmaktadır. Para ticareti yapan bankalar, dünyada Batı yayılmacılığının akıncı güçleridir. Paradan para kazanan çokuluslu Batı bankaları, bütün dünyayı dört bir yanından kuşatmışlardır.

 Savaş yıllarında Almanya kadar enflasyonun yıkıcı etkilerini gören başka bir ülke olmamıştır. Frankfurt’ta büyük şirketlerin bankaları yok, büyük bankaların şirketleri vardır. Üretim güçsüzlüğünün üstesinden para ticareti yapan ülkeler değil, ürün ticareti yapan ülkeler gelir. Tarihin her döneminde para ticareti yıkıcı olmuştur. Paranın işlevi ekonomik, siyasal ve kültürel hayatı canlı tutmaktır. Para alınıp satılmak için değil, ürün ve hizmetlerin alınıp satılmasını kolaylaştırmak için vardır.

 

Dünyada ayda çok büyük oranlarda faiz ödeme sözü vererek, büyük paralar toplayan tefeci “Ponzi Finans Fonları” kadar, ölçüsüz getirilere, dehşet verici krizlere ve haksız kazançlara yol açan, başka bir ticaret yoktur. Asya’da Avrupa’da bütün ülkeler, büyük krizlere ve enflasyona yol açan finans kuruluşlarıyla savaşacakları yerde, hangi köy senin, hangi köy benim olacak, diye birbirleriyle savaşmaktadırlar. Dünya barışına giden yolu, sanal para ticareti değil, reel ürün ticareti açacaktır.

Para ticaret kaynağı olduğunda değil, üretim kaynağı olduğunda, reel üretime katkıda bulunur. Dünyada para kazanmak her şeydir diyenler, para kazanmak için her şeyi yaparlar.

Para ticaretinden para kazananlar, Cenneti Cehenneme dönüştürürler.

Sosyal Demokrat Parti (SPD) bünyesinde faaliyet gösteren Deutsch-Türkische Gesellschaft e.V. (DTG) - Alman-Türk Toplumu, "Türkiye’de Yahudi Yaşamı" konulu bir etkinlik düzenledi. DTG Başkanı ve SPD Federal Meclis Milletvekili Macit Karaahmetoğlu’nun moderatörlüğünde gerçekleşen etkinliğin konuğu, çocukluğunun bir bölümünü Türkiye’de geçiren Andreas Laqueur oldu.

 

Andreas Laqueur, Yahudi kökenli olduğu için Nasyonal Sosyalizm döneminde memurluktan atılan ve Türkiye’ye sığınan dedesi ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de Alman Konsolosluğunda Ataşe olarak görev yapan babasının hikayelerinden kesitler paylaştı.

Etkinlik, Berlin’de yapay zeka alanında çalışmalar yürüten ZEKI projesinin salonunda gerçekleştirildi. Açılış konuşmasını DTG Başkan Yardımcısı Hukukçu Dr. Martin Manzel yaptı. Manzel, Yahudi toplumunun Türkiye’deki varlığının azalmasına rağmen sinagogları, hastanesi ve cemaatiyle yaşamaya devam ettiğini belirtti. Anadolu topraklarındaki Yahudi toplumunun tarihsel derinliğine vurgu yapan Manzel, Almanya’da Yahudi toplumunun güvenli bir ülke olup olmadığını sorgulamalarının utanç verici olduğunu ifade etti.

Etkinlikte, Avukat Hayriye Manzel-Yerlikaya, Yahudi asıllı Berlinli kadın şair Mascha Kaleko’nun “Bleibtreu” adlı şiirini Almanca ve Türkçe olarak okudu.

 

Macit Karaahmetoğlu’nun Andreas Laqueur ile sahneye çıktığı söyleşi sırasında Laqueur, dedesi August Laqueur’in ve babası Kurt Laqueur’in Türkiye’deki yaşamlarından kesitler sundu. Andreas Laqueur, dedesi August Laqueur’in, Hitler’in iktidara gelmesiyle 1935 yılında Türkiye’ye sığınarak bilimsel çalışmalar yaptığını ve Numune Hastanesi’nde fizyolojik terapi bölümünün kurulmasına katkı sağladığını anlattı. Laqueur, dedesinin savaş bittikten sonra da Türkiye’de kaldığını ve 1954 yılında Ankara’da vefat ettiğini belirtti.

Andreas Laqueur, Nasyonal Sosyalist faşizminin korkunç yüzünü dedesinin yaşamından örneklerle anlattı. Yahudi kökenli büyük dedesi Ludwig Laqueur’in 1800’lerin ortalarında Hristiyanlığa geçerek Katolik olarak vaftiz edilmesine rağmen, bu din değiştirmenin sonraki kuşağı Hitler’in zulmünden kurtarmaya yetmediğini dile getirdi.

Laqueur, Nazi Almanya’sından kaçan Alman bilim insanlarının Türkiye’de karşılaştıkları zorluklara rağmen genel olarak çok iyi karşılandıklarını ve üniversitelerde Türkçe ders verme şartıyla kabul edildiklerini belirtti. Nazi Almanya’sının Türkiye’den, sürgündeki Alman bilim insanlarını geri göndermesini talep ettiğini ancak Türkiye’nin bu teklifi reddettiğini ifade etti.

 

Etkinlik, Almanya’nın Ankara eski Büyükelçisi Eckart Cuntz’un da katılımıyla izleyicilerin görüş ve sorularıyla devam etti. Macit Karaahmetoğlu, söyleşinin sonunda Andreas Laqueur’e bir kitap hediye etti. Laqueur, gecenin finalinde Türkçe olarak şükranlarını şu duygu dolu sözlerle dile getirdi: "Dedeme ve tüm ailesine kapılarını açarak sahip çıkan Mustafa Kemal Atatürk’e şükranlarımı sunuyorum. Eğer o olmasaydı belki annem ve babam hayatta olmayacaktı."

 

Sommertour der AWO Bundesvorsitzenden: Zu Gast bei Leuchtturmprojekten der AWO Unterfranken

 

Würzburg/Kitzingen. Es war ein besonderer Tag für den AWO Bezirksverband Unterfranken: Kathrin Sonnenholzner, Co-Bundesvorsitzende der AWO, machte auf der Sommertour Station in Unterfranken. Begleitet wurde Sonnenholzner u.a. vom AWO Bezirks- und Landesvorsitzenden Stefan Wolfshörndl, AWO Bezirksgeschäftsführer Martin Ulses, dem stellvertretenden AWO Bezirksvorsitzenden Gerald Möhrlein sowie Lisa Kriesinger, Referentin für Verbandsangelegenheiten/Ehrenamt der AWO Unterfranken.

Auf dem Programm stand unter anderem der Besuch im Marie-Juchacz-Haus der AWO im Würzburger Stadtteil Zellerau. „Das moderne Haus ist ein Leuchtturmprojekt in der Altenpflege“, urteilte Sonnenholzner hinterher. Äußerst angetan zeigte sie sich auch vom Mittagessen in der jüngst eröffneten Tagespflege in Kitzingen.

Bei ihnen werde noch selbst gekocht, berichtete Einrichtungsleiterin Carolin Köstner. Das schmecke nicht nur besser als Menüs aus einer Großküche, sondern biete den Gästen mit den vertrauten Geräuschen und Gerüchen aus der Küche auch vertrauten Alltag. Das Mittagsmenü, verriet Pflegedienstleitung Anja Metz, nutzen auch Gäste aus den der Tagespflege angegliederten Barriere-armen Wohnungen im Haus gerne. Dass nicht nur das Mittagessen, sondern auch die teilweise noch auf Mieter wartenden Wohnungen – mit Balkonen und Dachterrassen - attraktiv sind, davon überzeugte sich Sonnenholzer ebenfalls.

Nach einer Stippvisite bei WirKT – dem Kitzinger Freiwilligenzentrum unter AWO-Regie – trug sich die Bundesvorsitzende beim Hofratsempfang der Stadt Kitzingen ins Goldene Buch ein. Stellvertretende Bürgermeisterin Astrid Glos begleitete nach dem Empfang die Gruppe als Integrationsbeauftragte und Mitglied des Kitzinger AWO Vorstandes weiter zum nächsten Halt: der Gemeinschaftsunterkunft im Innopark Kitzingen.

 

Besuch der AWO-Kindertageseinrichtung in der Gemeinschaftsunterkunft im Innopark Kitzingen

 

Neben der AWO Kindertageseinrichtung besichtigte man das neu eingerichtete „Frauenzimmer“ der AWO in der Gemeinschaftsunterkunft (GU) an. Dort können sich die Frauen in der GU mit ihren Kindern ohne Beisein ihrer Männer treffen und austauschen, erläuterte Kriesinger den Zweck des Raums. In der GU gab es bisher zwar Männerhäuser, aber keinen Rückzugsraum für Frauen.

Konkret mitarbeiten konnte die hochrangige Besucherin gegen Abend beim Austausch zum Projekt AWO l(i)ebt Demokratie und dem dazugehörigen Workshop: „Argumentationstraining gegen Demokratiefeindlichkeit.“ Ein nicht nur für die AWO äußerst wichtiges Thema, waren sich Sonnenholzner und Wolfshörndl einig. Angesichts der Ergebnisse der Landtagswahl 2023 in Bayern und der Europawahl im Juni müsse man „alle demokratischen Kräfte bündeln, um den Herausforderungen der Zukunft zu begegnen und die Grundwerte unserer Demokratie zu verteidigen.“

„Derzeit stehen bundesweit sehr viele Angebote in unserer AWO unter dem Vorbehalt der Haushaltsberatungen im Bund“, erläuterte Sonnenholzner. Die Schuldenbremse verhindere Investitionen in die öffentliche Daseinsvorsorge und politische Bildung. Die daraus resultierende, mangelnde Finanzierung zerschlage vielerorts über Jahrzehnte gewachsene, wertvolle Strukturen und treibe die Unzufriedenheit weiter voran. Eine solche, rein unter wirtschaftlichen Gesichtspunkten betriebene Politik bereite damit den Nährboden für das Erstarken rechtsextremer und verschwörungstheoretischer Positionen. „Wenn es uns nicht gelingt gegenzusteuern, wird es zappenduster in unserem Sozialstaat und damit für die Menschen in unserem Land“, befürchtet die Bundesvorsitzende.

„Mit unserer Sommertour wollen wir uns zum einen Futter holen für die Argumentation gegenüber der Politik, zum anderen die vielen guten Ideen im Sinne des Vernetzungsgedankens weitertragen.“ Denn es werde immer wichtiger, gemeinsam stärker und lauter zu werden im Kampf für Menschen mit schlechteren (Start-)Chancen.

 

v. l. Anja Metz, Carolin Köstner (beide AWO Tagespflege Kitzingen), Astrid Glos, Lisa Kriesinger, Gerald Möhrlein und Kathrin Sonnenholzer.

 

In diesem Wahljahr geht es um viel: Die demokratische Verfasstheit unserer Gesellschaft steht angesichts der Bedrohungen von rechts auf dem Spiel. Im Rahmen der AWO-Kampagne „Demokratie. Macht. Zukunft.“ gehen die AWO-Präsidentin Kathrin Sonnenholzner und AWO-Präsident Michael Groß deshalb dorthin, wo Demokratie jeden Tag gelebt – und verteidigt – wird: zu den Einrichtungen, Diensten und Projekten vor Ort, in Kieze, Quartiere und Dörfer deutschlandweit.

 

 

 

Sehr gefreut haben sich die Schülerinnen und Schüler der Rudolf-von-Scherenberg-Grundschule Dettelbach als Sven Kelber Spielgeräte im Wert von 500 € vorbeibrachte.

 

Die Dettelbacher Schule profitiert von den Leistungen der gesundheitsförderlichen Schulentwicklung der AOK Bayern.

 

„Prävention in der Schule ist ein wichtiger Teil unseres Markenkerns“, beschreibt Alexander Pröbstle, Direktor der AOK-Direktion Würzburg, den Grund für das Engagement der Gesundheitskasse. Dabei betont er, dass es wichtig sei, das Thema Bewegung dauerhaft und strukturiert in den Schulalltag zu integrieren.

 

Zusammen mit Bürgermeister Matthias Bielek, der Rektorin Gabriele Krieglstein und Daniela Reinlein, der Initiatorin der Aktion,nahmen die Schülerinnen und Schüler die neuen Spielgeräte von Sven Kelber begeistert in Empfang.

 

Sehr gefreut haben sich die Schülerinnen und Schüler der Rudolf-von-Scherenberg-Grundschule Dettelbach als Sven Kelber Spielgeräte im Wert von 500 € vorbeibrachte.

 

Die Dettelbacher Schule profitiert von den Leistungen der gesundheitsförderlichen Schulentwicklung der AOK Bayern.

 

„Prävention in der Schule ist ein wichtiger Teil unseres Markenkerns“, beschreibt Alexander Pröbstle, Direktor der AOK-Direktion Würzburg, den Grund für das Engagement der Gesundheitskasse. Dabei betont er, dass es wichtig sei, das Thema Bewegung dauerhaft und strukturiert in den Schulalltag zu integrieren.

 

Zusammen mit Bürgermeister Matthias Bielek, der Rektorin Gabriele Krieglstein und Daniela Reinlein, der Initiatorin der Aktion,nahmen die Schülerinnen und Schüler die neuen Spielgeräte von Sven Kelber begeistert in Empfang.

Der Landschaftspflegeverband Würzburg wird in diesem Jahr 25 Jahre alt. Ein Vierteljahrhundert arbeiten Landwirtschaft, Naturschutz und Politik im Landkreis Würzburg unter dem Dach des LPV zusammen und setzen gemeinsam zahlreiche Maßnahmen zum Erhalt der mainfränkischen Kulturlandschaft um. Die Aufgaben des Verbands umfassen unter anderem die Freistellung von Steinriegeln in Röttingen, die Trockenrasenpflege in Leinach oder den Feldhamsterschutz in Bergtheim. Diese erfolgreiche Kooperation hat der Verband kürzlich im Tierpark Sommerhausen gefeiert. 

 

„Weil der Mensch seit Jahrhunderten in die Natur eingreift, muss der LPV nun seit 25 Jahren in die Natur eingreifen, um diese zu schützen und wieder naturnah zu gestalten“, so der Vorsitzend des LPV Würzburg Landrat Thomas Eberth bei der Begrüßung der Gäste. „Unser Dank gilt den vielen fleißigen Händen, die die anstrengende Arbeit in der Flur verrichten, den Pflegelandwirtinnen und Pflegelandwirten, den Beweidern und den vielen Förderern und Unterstützern. Sie prägen das Gesicht unserer Region und sorgen für den Fortbestand unserer heimischen Arten und deren Lebensräume.“, betonte Eberth gemeinsam mit Geschäftsführerin Simone Heim.  

 

Information vom Sandmagerrasen bis zur Streuobstwiese

 

Der LPV Würzburg leistet äußerst wichtige Beiträge für den Erhalt von Biotopflächen und damit für die Artenvielfalt im Landkreis Würzburg. Wie der Landschaftspflegeverband diese konkret umsetzt, darüber konnten sich interessierte Bürgerinnen und Bürger, Mitglieder des LPV sowie Förderer während der Jubiläumsfeier informieren. Eine Exkursion führte beispielsweise zum nahen Sandmagerrasen, einem besonderen Lebensraum, der nur mit kontinuierlicher Pflege ein geeignetes Habitat für die spezialisierte Flora und Fauna bietet. Die Bewirtschaftung von Flächen mit Weidetieren wie Ziegen und Schafen kommt dabei eine besondere Bedeutung zu. Die tierischen Bewohner des Tierparks waren daher Ziel einer weiteren Führung.

 

Wie Feldhamsterschutz funktioniert und wie sich Landwirte an einem staatlichen Förderprogramm zum Schutz der geschützten Tierchen beteiligen können, war genauso Thema wie Fördermöglichkeiten für die Pflanzung und Pflege von Streuobstbeständen über den Bayerischen Streuobstpakt. Die jungen Gäste konnten unter Anleitung der Experten des LPV Insekten-Behausungen für Ohrwürmer basteln und erhielten nützliches Wissen zur natürlichen Schädlingsbekämpfung. Mäher, Mähraupe und Motorsense – Klassiker und Neulinge unter den Maschinen der Landschaftspflege – wurden von LPV-Pflegelandwirten live beim Mulchen einer Tierpark-Wiese, die bald zur neuen Pferdekoppel werden soll, vorgestellt. 

 

Der langjährige Geschäftsführer Hubert Marquart blickte auf die vergangenen 25 Jahre LPV Würzburg zurück. Die jetzige Geschäftsführerin Simone Heim erläuterte die aktuellen Herausforderungen. Der LPV-Vorsitzende Landrat Thomas Eberth hob abschließend noch einmal die Bedeutung der Arbeit des Verbands für die Region hervor. „Wir erleben Jahr für Jahr neue Hitze- und Trockenheitsrekorde. Gleichzeitig häufen sich Unwetter- und Starkregenereignisse. Anpassungsstrategien werden seitens der Politik gesucht und beschlossen. Doch die Veränderungen müssen auch vor Ort umgesetzt werden. Hier tragen die Landschaftspflegeverbände eine entscheidende Rolle: Sie holen kommunale Entscheider, Landwirtschaft, Naturschutz und Jägerschaft an einen Tisch. Sie organisieren die Kräfte für die Umsetzung von Maßnahmen und schützen und bewahren so nachhaltig unsere wunderbare Kulturlandschaft. Diese Maßnahmen der Klimaanpassung durch die LPVs wird künftig mehr denn je benötigt.“