Aytürk

Aytürk

Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...

Türk-Alman müzik dünyasının geleceği, genç nesillerin müzik aletlerine aynı heyecan ve samimiyetle dokunmasıyla gelişiyor. Murat ile Jonas'ın Würzburg Belediye Sarayı'ndaki mini konseri, büyük dostlukların ortaya çıkmasına sebep oldu.

Adanalı Murat ile Hamburg’lu Jonas’ın birlikteliği, hem Türklerin programlarına kalite katıyor hem de Alman Jonas’ın Türk müziğinin tınılarını yüreğinde hissederek sanatını ortaya koymasına yol açıyor.

 

İkilinin bir araya gelme hikayesini anlatan Adanalı Murat Şan, şunları söyledi:
"Jonas’ın müziğe olan ilgisini ve bu alandaki çalışmalarını biliyordum. Arkadaşlığımız ilerledikçe ikimiz karşılıklı olarak çalmaya başladık. Enstrümanlarımız farklı olsa da kalbimizdeki tınıların aynı olduğunu gördük. Bu da bizi hem arkadaşlık hem de sanatsal anlamda ayrılmaz bir ikili olmaya doğru götürdü. Hem Türk hem de Alman müziğinden parçalar icra ediyoruz. Ama Jonas’ın ısrarla 'Türk müziği çalalım' demesi çok hoşuma gidiyor. Samimiyetimiz, dostluğumuzun büyümesine ve müzik sevgimizin kalbimize yerleşmesine yol açıyor."

 

Alman sanatçı Jonas Epperlein ise yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Türk müziği beni alıp başka bir aleme götürüyor. Ses, söz, nota ve müzik tınılarının yanı sıra Türk müziğindeki tiz sesli enstrümanlara hayranım. Bu bağlamda Murat ile tanıştıktan sonra etnomüzik alanında daha derin çalışmalar yapmaya başladım. Türk müziği benim için üzerinde daha çok durulması ve daha derinden ruhlara hitap edecek şekilde icra edilmesi gereken bir alandır. İleride Murat ile çok daha önemli projelerde iş birliği yaparak müzik dünyamızı zenginleştireceğimizi düşünüyorum."

 

Murat ve Jonas ikilisi, Türk-Alman diplomatik ilişkilerinin 100. yılı etkinlikleri kapsamında sahne aldıkları Würzburg Belediye Sarayı’ndaki programda geniş kitleler tarafından tanınma imkânı buldular.

 

Kısa adı ANF olan Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu Avrupa ülkelerinde 30 yıl önce kurulmuş bu gün kendi hizmet binalarına kavuşmuş Avrupa Türklüğüne külliye eserler içinde hizmet veriyorlar.


Bu güne kadar başta kurucu genel başkan gönüldaşım Zülfü Canbolat, eğitim camiamızın yakından tanıdığı Prof. Dr. Orhan Kavuncu, 1980 lerden beri tanıdığım Heilbronn Ülkü Ocağının gençlik kolları başkanlığını uzun yıllar yapan Recep Yıldırım, daha sonra bu kutsal hizmet görevini üstlenen halen devam eden Erol Yazıcıoğlu başkanların her birini yürekten kutluyorum. Kendilerine sağlık sıhhat diliyorum.


30 yıl dile kolay çeyrek asırı geride bırakıp yarım asıra doğru yol almış, hak ve hakikat yolunda insanlığa ve insanlarımıza hizmet götürmenin gayreti içindeler.
30.yılında tekrar genel başkanlığa seçilen Erol Yazıcıoğlu’nu teprik ettim. Ve kendisinden Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonun kuruluşundan bu güne bir değerlendirmesini istedim.
Erol başkan üstlenmiş olduğu görevin sorumluluğu içinde anlatmaya başlıyor.
“Teşekkür ediyorum bana bu imkanı verdiğiniz için Doğan bey, Kısa adımız ANF olan Avrupa Niza-ı Alem Federasyonumuz, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan fikir ve olaylara yaklaşım biçimi aynı, burada yaşayan Türk insanına hizmet yöntemi itibariylede aynı doğrultuda hizmeti benimsemiş insanlarımızın kurduğu teşkilatlardan oluşan bir çatı teşkilattır.” Dedi ve değerlendirmesine şöyle devam etti; ANF bulunduğu ülkelerin hukuk kurallarını ihlal etmeden Türk vatandaşlarımızın kendi gelenek ve görenekleri ile inanç temellerini ayakta tutmaya ve gelecek nesillere de bu inanç ve kültürümüzü devam ettirebilme imkan ve zemini oluşturma gayretlerini üstlenmiş hukuki statüsü bulunan bir sivil toplum örgütüdür. Resmi kuruluşumuz 1994 yılı olsada 90’lı yıllardan beri fikri misyonunun alt yapısı oluşturmaktaydı.


Milli-İslami bir kimlik taşıyan ANF kendisini diğer sivil toplum örgütlerinden ayıran bir özelliğimiz de siyaset anlayışıdır. Bayrak ,Vatan ,Din gibi mukaddes değerler üzerine siyaset yapılmaması ve bu değerlerin tüm sosyal kesimlerce benimsenip sahip çıkılmasını savunan bir siyaset anlayışına sahip olan Avrupa Nizam-ı Alem Federasyonu (ANF ) Milliyetçilik, Atatürkçülük ve laiklik gibi konularda diğer siyasi ve sosyal guruplar üzerine tahakkümiyet kurup kendi tekelinde bulundurmak anlayışı ile siyaset yapmayıda gayri ciddi ve gayri mantıki bulmaktadır.
Avrupa’da başda Almanya olmak üzere Hollanda, Avusturya, İsviçre, Belçika, ve Fransa’da dernekleri bulunan Merkezi Almanya’nın Ludwigshaven şehrinde mülkiyeti satın alınan 1200 metrekarelik kullanım alanı bulunan başta Müslüman Türk insanına ve bütün insanlığa hizmet için açılmış bir sivil toplum örgütüyüz. Teşkilatımıza destek olan mensuplarımıza çok teşekkür ediyorum. Ebedi aleme göçen kardeşlerimize Allah C.C. Rahmetler diliyorum.”


Haber: Doğan Tufan

Saadet Avrupa Genel merkezinden yapılan basın açıklamamasında “TÜVTÜRK gibi uluslararası standartlarda çalışan bir sistemin yabancı plakalı araçlar için de kullanıma sunulması” istendi.

 

Basın açıklamasının devamında ise,

“Yabancı plakalı araçların Türkiye’de kullanımı, özellikle emekli vatandaşlarımız için önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Ancak bu araçların muayene süreçleri yalnızca kayıtlı oldukları ülkelerin mevzuatına göre düzenlenmekte ve Türkiye’de TUV muayenesi yapılamamaktadır. Bu durum, hem zaman kaybına hem de maddi külfetlere yol açarak araç sahiplerini zor durumda bırakmaktadır.

Bu sorunun çözümü için Türkiye ile diğer ülkeler arasında bir iş birliği protokolü oluşturulmalıdır. Bu protokol kapsamında, yabancı plakalı araçların Türkiye’de bulundukları süre boyunca TUV muayenelerinin Türkiye’de yapılabilmesi sağlanabilir. Türkiye’de yapılan bu muayenelerin, aracın kayıtlı olduğu ülkeye resmi yollarla raporlanması sağlanarak, sürecin her iki ülkenin mevzuatına uygun şekilde yürütülmesi mümkün olacaktır.

Türkiye’de araç muayene hizmetleri, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları tarafından sağlanmaktadır. TÜVTÜRK, Doğuş Grubu, TÜV SÜD ve Bridgepoint’in ortaklığında kurulmuş, uluslararası standartlarda hizmet veren bir konsorsiyumdur. Bu yapı, yabancı plakalı araçlar için de muayene hizmeti sunabilecek kapasiteye sahiptir. TÜVTÜRK bünyesinde yabancı plakalı araçlara yönelik özel bir hizmet alanı oluşturularak, bu araçların Türkiye’deki muayene işlemleri hızlı ve güvenilir bir şekilde yapılabilir.

Türkiye’de gerçekleştirilen TUV muayenelerinin geçerlilik süresi, aracın kayıtlı olduğu ülkenin mevzuatına göre belirlenebilir. Örneğin, araç kayıtlı olduğu ülkeye geri döndüğünde 1 aydan fazla kalırsa, tekrar yerel bir TUV muayenesi yapılması zorunlu hale getirilebilir.

Bu düzenlemenin hayata geçirilmesiyle araç sahipleri muayene işlemleri için ülkelerine dönmek zorunda kalmadan hem zamandan hem de maliyetten tasarruf edebilir. Ayrıca bu uygulama, uluslararası iş birliğini güçlendirecek ve Türkiye’deki araç muayene sistemini daha etkin hale getirecektir.

TÜVTÜRK gibi uluslararası standartlarda çalışan bir sistemin yabancı plakalı araçlar için de kullanıma sunulması, vatandaşlarımızın yaşadığı mevcut sorunları ortadan kaldıracak ve büyük bir kolaylık sağlayacaktır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.” denildi.

 

 

Mocca dergisi 7 Ekim 2023 ten beri Gazze’de devam eden saldırılara sessiz kalamazdı. Ölen ve öldürülen savunmasız insanların cığlıklarına duyarsız kalamazdı. Kalmadı da. Mocca dergisi, 41. sayısında yayınlanmak üzere Hürriyet Gazetesi Avrupa Koordinatörü Duayen Gazeteci Ahmet Külahçı ile bir röportaj yaptı. Röportaj aynen şöyledir.  

 

Rüştü KAM: Ahmet Bey, Gazze'de neler oluyor. Bu saldırıların Almanya’ya yansıması nasıl olacaktır?

Ahmet KÜLAHÇI: Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’de giriştiği saldırlarla birlikte Almanya’da gözler ülkede yaşayan Müslümanlara çevrildi. Başkent Berlin’de Arap kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı Neukölln kesiminde 60-70 kişinin Hamas'ın saldırılarını “kutlaması”, birkaç kişinin sokaklarda “tatlı dağıtması” ve daha sonraki günlerde İsrail’in Gazze’ye bomba yağdırmasını protesto etmek için düzenlenen gösterilere katılanların sayısının artması üzerine, Almanya’da neredeyse tüm Müslümanlara “Hamas sempatizanı”, “Hamas yanlısı” gözüyle bakılmaya başlandı. 84 milyon nüfuslu Almanya’da 2.5 milyondan fazlası Türkiye kökenli olmak üzere 5.6 milyona yakın Müslüman neredeyse “Yahudi düşmanı” ilan edildi.

  Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Arap kökenlilere Hamas’la aralarına mesafe koymaları çağrısında bulunurken, tüm Müslümanlara “şüpheli” gözüyle bakılmaması gerektiğini de özellikle vurguladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier de, Şansölye Olaf Scholz da, Hamas saldırılarının Almanya sokaklarında “kutlanmasını” kınarken, “Almanya’da Yahudi düşmanlığına yer yok” görüşünü yinelediler.

 

Rüştü KAM: Sayın Külahçı, İçişleri Bakanı Nancy; “Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Bu çıkışı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet KÜLAHÇI: Almanya SPD’li Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser, Hamas’ın 7 Ekim’de giriştiği saldırıları “Soykırımdan bu yana Yahudilere girişilen en büyük katliam” olarak niteledi. Hamas’ın saldırılarının Almanya’nın bazı kentlerinde kutlanmasını şiddetle kınarken, Yahudi düşmanlığına karşı kararlı bir biçimde mücadele vermeyi sürdüreceklerini söyledi. Son dönemlerde Almanya'da Yahudi kökenli insanların çocuklarını yuvalara ve okullara göndermekten korktuklarını belirtirken;

“Biz devlet olarak, hükümet olarak böyle bir şeye izin veremeyiz, vermeyiz de. Biz bu ülkede yaşayan herkesin, Yahudi kökenli insanlarımızın da güvenliğinden sorumluyuz. Biz insanlara saldıranların, insanların özgürlüklerini gaspedenlerin düşünce ve ifade özgürlüğü kalkanının ardına sığınmalarına kesinlikle izin vermeyiz, vermeyeceğiz de” dedi. Almanya’nın çeşitli kesimlerinde  düzenlenen gösterilerde geçerli yasalara aykırı davranışta bulunanların ve suç işleyenlerin hak ettikleri cezalara çarptırılmaları gerektiğini de söyledi. Aynı zamanda, Yahudi düşmanı Hamas ile Samidoun’un faaliyetlerini Almanya’da yasakladıklarını hatırlatırken, “Yahudileri korumak Almanya’da hepimizin görevidir. Toplumun görevidir bu. Biz kin ve  nefret kusanlardan daha güçlüyüz. Sesimiz onlarınkinden daha yüksek” açıklamasında da bulundu.

 

Rüştü KAM: Alman politikacılarından, Almanya'da yaşayan Müslümanlara ortak bir çağrı geldi. Hamas’la aranıza mesafe koyun çağrısı. Bu çağrıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ahmet KÜLAHÇI: Evet. Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da her kesimden politikacılar, ülkede yaşayan Müslümanlara, İslam dernek ve cemiyetleri ile çatı kuruluşları temsilcilerine Hamas’la aralarına mesafe koyma, terörü kınama çağrısında bulundular.

Almanya’daki Müslümanlar yıllardır bu ülkede barış içinde yaşamaktadırlar. Toplumun her kesiminde olduğu gibi onlar arasından da zaman zaman, “kara koyunlar” çıksa da, bu insanlar özgürlükçü demokratik hukuk devletinin ilkelerine saygılı bir biçimde yaşamaktadırlar. Üstalik bu ülkedeki Müslümanlar, Hamas’ın da, İsrail’in de giriştikleri terörü de, çoluk çocuk, kadın, sivil demeden suçsuz günahsız insanları öldürmelerini de kınamaktadırlar. 

 

Rüştü KAM: Antisemitist olanlara vatandaşlık verilmesin çağrısı var. Hatta çifta vatandaş olanlardan vatandaşlığı geri alınsın deniyor.

Ahmet KÜLAHÇI: Almanya'da Yahudi düşmanlığı tartışmalarına paralel olarak Yahudi düşmanlarına ve Yahudi düşmanı eğilimli yabancılara Alman vatandaşlığı verilmemesi de gündeme yerleşti.

Koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti (SPD) de, Yeşiller de, Hür Demokrat Parti (FDP) de, ana muhalefet Hristiyan Demokrat/Hristiyan Sosyal Birlik Partileri de (CDU/CSU), sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) de, Sol Parti de bu yöndeki önerilere tam destek verdi.

SPD Eş Başkanları Lars Klingbeil ile Saskia Esken de, CDU lideri Friedrich Merz de, CSU Federal Meclis Grup Başkanı Alexander Dobrindt de, FDP’li Federal Meclis Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki de, Yeşiller Genel Sekreteri Bijan Djir-Sarai de, Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesini ve bu yönde suç işleyenlerin sınır dışı edilmelerini istediler. Baştan beri Yahudi düşmanı bir tutum sergileyen sağ popülist AfD’liler bile. Hatta çifte vatandaş statüsündeki göçmen kökenlilerin Alman pasaportlarına el konulmasını isteyen Alman politikacılar bile oldu.

FDP’li Federal Adalet Bakanı Marco Buschmann, “Biz şu sıralar Almanya’da İkamet İzni ve Alman Vatandaşlık Yasası’nda reform yapıyoruz. Sınır dışı etmeyi kolaylaştırıyoruz. Yahudi düşmanlarına Alman vatandaşlığı verilmemesi için gereken önlemleri alıyoruz” açıklamasında bulundu. Bekleyip göreceğiz.

 

Rüştü KAM: Demokrasinin beşiği bildiğimiz Almanya'da, yabancılara gösteri yasağı da getirildi. Bu yasaklama ne kadar hukukidir?

Ahmet KÜLAHÇI:  İşte bu mantığı anlamak mümkün değildir. Hele hele yıllarca Federal Adalet Bakanı olarak görev yapmış birinin böyle bir yaklaşım sergilemesini kabullenmek kesinlikle mümkün değildir. 

Nitekim, Yeşiller’li KRV Adalet Bakanı Benjamin Limbach ise Leutheusser-Schnarrenberger’in bu yöndeki önerisine karşı çıktı. Limbach, Kuzey Ren Vestfalya Eyalet Yasası’na göre vatandaşlıklarına bakılmaksızın isteyen herkesin barışçıl gösteri yapma, toplanma ve bir araya gelme hakkına sahip olduğunu vurguladı.

FDP’li Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Anti Semitizm Sorumlusu Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için toplanma özgürlüğünün kısıtlanmasını bile gündeme getirdi. Almanya'nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel kabinesinde Federal Adalet Bakanı olarak görev yapan Leutheusser-Schnarrenberger;

“Herhangi bir gösteri düzenlenmek istendiğinde başvuru yapanların vatandaşlıklarına da bakılmalı. Çünkü gösteri düzenleme, bir araya gelerek toplanmak sadece Almanlara özgü temel bir haktır” dedi.

Alman Anayasası’nın 8. maddesinde “Bütün Almanlar bildirimde bulunmadan, ya da izin almadan barışçıl ve silahsız olarak toplanma hakkına sahiptir” denildiğine işaret eden Leutheusser-Schnarrenberger, yabancılar için gösteri özgürlüğünde bu maddenin gözardı edilmemesi gerektiğini söyledi. Eski Adalet Bakanı, bu söylemiyle dolaylı da olsa yabancıların gösteri düzenleme özgürlüklerinin kısıtlanmasını önerdi.

 

Resmi verilere göre 7 Ekim’den bu yana Almanya'nın çeşitli kesimlerinde 536 “Filistin’le dayanışma” ve  587 “İsrail’le dayanışma” gösterisi düzenlendi. Almanya genelinde “İsrail karşıtı tutum sergileneceği, halklar arasında kin ve nefretin körükleneceği şüphesiyle” 103 “Filistinle dayanışma” gösterisine izin verilmedi. Bu gösteriler sırasında polise direnç gösterme, halkı kışkırtma, kin ve nefret yayma gibi 3 bin 346 suç işlendiği belirlendi.

Gösteriler sırasında “Nehirden denize kadar, Filistin özgür olacak!” (From the river to the sea, Palestine will be free!), “Yahudilere ölüm” gibi sloganlar atılması ve pankartlar taşınması yasaklandı. Yasağa riayet etmeyen birçok gösterici hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

 

Rüştü KAM: Medyanın tutumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Ahmet KÜLAHÇI: Evet, Almanya Naziler tarafından girişilen ve 6 milyondan fazla Yahudi kökenli insanının yaşamını yitirdiği soykırım (Holokost) nedeniyle İsrail’e “borçludur”.  Alman politikacıların İsrail'in saldırılarını açık bir şekilde eleştirmelerini, daha doğrusu “eleştirememelerini” bir yerde anlayışla karşılamak gerekir. Ancak “tarafsız, bağımsız, özgür basının” yaklaşımını da, tutumunu da anlamak mümkün değildir. 

Alman medyası da tıpkı Alman politikacılar gibi 7 Ekim’den bu yana yaşananlarla ilgili olarak “tek yanlı” bir tutum sergilediler. Yalnız ARD ve ZDF gibi devlet televizyonları değil, özel televizyon kanalları, radyolar, gazeteler ve dergiler, Hamas’ın saldırılarda aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bin 200’e yakın kişiyi öldürdüğüne, 230’un üzerinde kişiyi rehin aldığına yer verirken, İsrail’in giriştiği operasyonlarda 4 bin 500’den fazlası çocuk olmak üzere 12 binin üzerinde Filistinli’nin öldürülmesini adeta görmezden, duymazdan geldiler. Başka ülkeler söz konusu olduğunda haklı olarak her türlü eleştirel yorumda bulunan Alman medyası, Alman politikacıların, yıllardır burada yaşayan ve çoktan “buralı” olan göçmen kökenlilere yaklaşımlarıyla ilgili olarak, Alman Anayasasının demokrasi, hukuk devleti, özgürlük, eşitlik gibi temel ilkelerini ayaklar altına almalarına sessiz kaldı.

 

Rüştü KAM: INSA(Institut für neue Soziale Antworten) tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasına göre Almanya'da İslam düşmanlığının arttığı söyleniyor.

Ahmet KÜLAHÇI:  Evet, Hamas’ın saldırılarının ardından Almanya’da İslam düşmanlığı artış gösterdi. INSA tarafından yapılan son kamuoyu yoklamasında, Almanların yüzde 71’inin İslam ülkelerinden gelenlerin Almanya için büyük bir güvenlik riski oluşturdukları görüşünü paylaştığı saptandı. Ankete katılanların yüzde 20’si bu görüşe karşı çıkarken, yüzde 9’u görüş belirtmedi. Almanya’da köklü partilere destek verenlerin çok büyük bir bölümü, Müslümanların tehdit ve tehlike olduğu görüşünü paylaşırken, yalnız Yeşiller’lilerin yarıdan fazlasının böyle düşünmediği de kaydedildi.

INSA’nın kamuoyu yoklamasında Almanların yüzde 58’inin Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında İsrail’e karşı terörü destekleyenlerin bulunduğu görüşünü paylaştığı, yüzde 18’inin ise buna karşı çıktığı da saptandı.

Öte yandan Almanların yüzde 63’ünün Hamas’ın giriştiği saldırıları kutlayanların cezalandırılmasından yana olduğu, yüzde 17’sinin buna karşı çıktığı ve yüzde 20’sinin de görüş belirtmediği de belirlendi.

 

Bu veriler Almanya’da İslam düşmanlığının arttığını göstermektedir. Nitekim Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser da “Almanya’da İslam düşmanlığı var” demektedir. 19 Şubat 2020’de Almanya'nın Hanau kentinde ırkçı bir Alman’nın aralarında Türkiye kökenlilerin de bulunduğu göçmen kökenli 9 kişiyi öldürmesini şiddetle kınayan dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Irkçılık zehirdir” açıklamasında bulunmuştu. Evet, “Irkçılık zehirdir. Ama Müslüman ve İslam düşmanlığı da zehirdir”. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. 

 

Rüştü KAM: Tabii Almanya'da Müslüman deyince ilk akla gelen Türkiye kökenliler ile Arap kökenliler oluyor. Son gelişmeler üzerine Türkiye ve Arap kökenlilerin, Almanya’ya uyum sağlamak istemedikleri yönündeki iddialar yine gündeme geldi.

Ahmet KÜLAHÇI:   Bu tamamen “uyduruk” bir yaklaşımdır. Nitekim Almanya’nın eski Başbakanları Helmut Kohl ve Angela Merkel’in genel başkanlıklarını da yaptıkları CDU güdümlü Konrad Adenauer Vakfı adına 2000'li yılların başlarında yapılan bir araştırma da, zaten bunun böyle olduğunu yıllar önce ortaya koydu. Bu araştırmada, Almanya'da yaşayan Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 55’inin Almanya’yı “vatanları’’ olarak gördükleri yer aldı. Hatta Irak ve Libya gibi bir İslam ülkesinin saldırması halinde, Türklerin yüzde 45’inin, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 50’sinin Almanya’yı savunmaya hazır oldukları da. Alman toplumsal düzeni savunmaya hazır Doğu Almanların oranının yüzde 42’de, Batı Almanların oranının yüzde 72’de kaldığını da. Aynı araştırmaya göre, Almanya'da yaşayan Türkler ve Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 90’ı “Adil bir toplumda yaşıyoruz” derken, bu oran “saf kan” Almanlarda yüzde 50’yi zar zor buluyor. Demokrasiye bakışta da öyle. Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 76’sı, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının da yüzde 84'ü demokrasiye tam destek verirken ve “Demokrasiden memnunuz” derken, bu oran Almanlarda yüzde 72’de kalıyor. Türklerin yüzde 88’i, Türkiye kökenli Alman vatandaşlarının yüzde 87’si “Demokrasi en iyi toplumsal ve politik sistemdir” derken, bu oran Almanlarda yüzde 80'i bile bulmuyor.

 

Rüştü KAM: Sayın Külahçı, Son olarak neler söyleyeceksiniz?

Ahmet KÜLAHÇI: Yukarıdaki veriler, Türklerin ve Türkiye kökenlilerin severek, isteyerek, huzurlu bir biçimde, barış içinde Almanya’da yaşadıklarını ve yaşamaya da devam edeceklerini gösteriyor.
Her ne kadar bu insanların yüzde 65’i ayrımcılık yaşadıklarını söyleseler de, “Bu Türkler uyum sağlamaz”, “Bu Türkler uyum sağlamak istemiyor” diyenlere söylenecek tek şey var.
Daha nasıl sağlanacak bu uyum?

 

 

Bei diesem Festakt waren die Oberbürgermeister André Knapp aus Suhl und Christian Schuchardt aus Würzburg über weite Strecken nur gebannte Zuhörer bei einem außergewöhnlichen Zeitzeugenbericht. Insbesondere über die Tage, in denen die Freundschaft zwischen Suhl und Würzburg - in der BRD und der DDR offensichtlich aus ganz unterschiedlichen Motiven heraus - begründet wurde, erfuhr der vollbesetzte Ratssaal aus einer Quelle, die ursprünglich alles andere als für die Öffentlichkeit bestimmt war.

Der langjährige Leiter des Regionalstudios Mainfranken des Bayerischen Rundfunks Eberhard Schellenberger berichtete nicht nur aus seiner eigenen Erinnerung heraus, sondern er konnte sich auch auf „seine“ 400 Seiten starke Stasi-Akte stützen. Von 1984 bis zum Mauerfall hatte der Überwachungsapparat der DDR den Journalisten genau im Blick und unterstellte dem Mann mit dem Decknamen „Antenne“ mit den „imperialistischen Geheimkräften“ zu kooperieren. „Ich habe keine persönlichen Nachteile erlebt, ich sehe mich nicht als Opfer der Stasi, ich will mit der Auswertung meiner Akte vielmehr ein perfides System der Unfreiheit offenlegen“, erläuterte Schellenberger die Motivation, warum er seinen Ruhestand mit einem Buchprojekt startete und seit Erscheinen von „Deckname Antenne“ 2022 mehr als 70 Vorträge in Schulen, Rathäusern oder Bildungseinrichtungen auf beiden Seiten der ehemaligen deutsch-deutschen Grenze absolviert hat.

Aus heutiger Sicht mutet vieles skurril an, was sich rund um Schellenbergers Besuche in der DDR abspielte. Von der geröntgten Ananas bei einer Grenzkontrolle bis hin zu offensichtlichen Überwachungsmaßnahmen, die womöglich auch einschüchtern sollten: „Wir waren in Suhl immer im gleichen Hotel, immer im dritten Stock untergebracht. Es gab Verfolgungsszenen, die an schlechte Agenten-Filme erinnerten“, schmunzelte Schellenberger und schob aber schnell die ernsten Konsequenzen hinterher, die beispielsweise Interviewpartnern in der DDR drohten, wenn ihnen doch mal im lockeren Gespräch etwas Systemkritik rausgerutscht war.

Der in Zeil am Main, nur 25 Kilometer von der Grenze zu Thüringen entfernt, geborene Schellenberger nahm mit auf eine emotionale Reise, die mehrfach am Grenzübergang Eußenhausen-Meiningen Station machte. Hier erlebte Schellenberger alles: von stundenlanger Schikane durch Grenzbeamte bis zu einem ausgelassenen Wiedervereinigungsfest mit über 10.000 Menschen im Freudentaumel.

„Wir dürfen nicht vergessen, welches Glück wir 1989 mit der friedlichen Revolution und der Wiedervereinigung hatten“, mahnte Oberbürgermeister Knapp: „Und das Wort Glücksfall lässt uns natürlich gleichzeitig den großen Mut vergessen, der vor 1989 für jede Form des Protests notwendig war.“ Am Ende seines Vortrags erinnerte Schellenberger daran, dass sich auch 1989 an der deutsch-deutschen Grenze die Panzer angriffsbereit gegenüberstanden, dass es auch in den Bundeswehr-Kasernen Befehle und Pläne für verschiedenste Kriegsszenarien gab. Angesichts von 1000 Tagen Krieg in der Ukraine pflichtete Oberbürgermeister Christian Schuchardt bei: „Es braucht Demut und Dankbarkeit, dafür dass es vor 35 Jahren anders kam. Dieser Abend soll inspirieren, für Freiheit und gegen ein Erstarken autoritärer Kräfte einzutreten.“

 

Jede dritte Frau in Deutschland ist von sexueller und/oder körperlicher Gewalt betroffen. Zwei von drei Frauen erleben sexuelle Belästigung. Um auf das Thema Gewalt an Frauen und regionale Hilfsmöglichkeiten aufmerksam zu machen, wird in diesem Jahr bereits zum zweiten Mal in Würzburger Bäckereien ein deutliches Zeichen gegen jede Form von Gewalt gesetzt: Ab sofort wird das verkaufte Backwerk in Tüten mit der Aufschrift „Gewalt kommt nicht in die Tüte!“ verpackt.

 

„Eine wichtige und äußerst niederschwellige Aktion, die Betroffenen unauffällig Hilfemöglichkeiten unterbreitet“, dankt Oberbürgermeister Christian Schuchardt den Würzburger Bäckereien, die mit der Ausgabe dieser Tüten häusliche Gewalt thematisieren und zu einem gewaltfreien Miteinander aufrufen. Auf der Rückseite der Tüte sind die bundesweite Hilfetelefonnummer, eine Statistik über Zahlen Betroffener, die Aussage „Jeder Mensch hat ein Recht auf ein Leben ohne Gewalt“ in 14 Sprachen und die regionalen Unterstützungsangebote aufgedruckt.

 

Die Aktion in Würzburg wird auch dieses Mal organisiert von der Gleichstellungsstelle der Stadt Würzburg, dem katholischen Deutschen Frauenbund (KDFB), dem Frauenhaus der AWO, Wildwasser Würzburg e.V., dem Frauenhaus des SkF und der Arbeitsgemeinschaft Würzburger Frauen und Frauenorganisationen (AWF).

 

Häusliche und sexualisierte Gewalt kommt in allen Nationen, Bevölkerungsschichten und Altersgruppen vor. Frauen sind besonders häufig betroffen.

-           25% aller Frauen erleben körperliche und/oder sexuelle Gewalt in ihrer Partnerschaft.

-           24 % der Frauen werden Opfer von Stalking.

-           42% der Frauen erleben Formen von psychischer Gewalt.

Die Tütenaktion ist zugleich ein Aufruf, Belästigung nicht zu dulden, sich und Betroffenen Hilfe zu holen und Unterstützung anzubieten: „Setzen Sie ein Zeichen, dass Gewalt in unserer Gesellschaft keinen Platz hat“, fordert Monika Kraft, die Gleichstellungsbeauftragte der Stadt Würzburg auf.

 

Kontakt:

Gleichstellungsstelle der Stadt Würzburg, Marktplatz 9, 97070 Würzburg, Tel.: 0931/37 – 3568; Instagram: gleichstellung_wue; Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!

 

Beratungsangebote für Frauen in Würzburg:

Frauennotruf bei Wildwasser Würzburg e.V., Tel. 0931/‘13287

Frauenhaus der Arbeiterwohlfahrt, Bezirksverband Unterfranken e.V., Tel. 0931/619810

Frauenhaus im SkF, Sozialdienst katholischer Frauen e.V. Würzburg, Tel. 0931/4500777

Bundesweites Hilfetelefon Gewalt gegen Frauen, Tel. 116 016

 

Information und Unterstützung durch die Polizei:

Beauftragte der Polizei für Kriminalitätsopfer, Polizeipräsidium Unterfranken, Tel. 0931 4571074

in akuter Notsituation: Polizeinotruf 110

 

 

BU: v.li: Elke Siebenlist (Bäckerei Hanselmann), Corinna Kuhn (Vollkornbäckerei Köhlers), Elke Schrapp (Katholischer Deutscher Frauenbund), Elisabeth Kirchner (Wildwasser Würzburg e.V.), Christian Englert (Bäckerei Brandstetter), Oberbürgermeister Christian Schuchardt, Monika Kraft (Gleichstellungsbeauftragte), Theresa Jörg (SkF Frauenhaus), Daniela Autering (Gleichstellungsstelle Stadt Würzburg), Freya Altenhöner (Arbeitsgemeinschaft Würzburger Frauen und Frauenorganisationen), Theresa Hauff (AWO Frauenhaus), Bianca Fischer (Das Brothaus).

Auf dem Foto fehlen: Sebastian Düll (Die Brotbäckerei Düll), Steffen Rösner (Rösners Backstube), Guido Keupp (Kantine der Stadt Würzburg) und Burkhard Schiffer (Bäckerei Schiffer).

Foto: Claudia Lother

Große Freude bei Congress-Tourismus-Würzburg (CTW): Das Congress Centrum Würzburg (CCW) wurde mit dem begehrten Zertifikat "Barrierefreiheit geprüft" des Kennzeichnungssystems „Reisen für Alle“ ausgezeichnet. Im Rahmen eines Festakts haben Bayerns Tourismusministerin Michaela Kaniber und Barbara Radomski, Geschäftsführerin der Bayern Tourismus Marketing GmbH am 18. November in München die bundesweit gültige Kennzeichnung an CTW-Geschäftsleiter und Tourismusdirektor Björn Rudek übergeben.   

 

Der Zertifizierung war eine umfangreiche Prüfung der Barrierefreiheit nach den Kriterien von "Reisen für Alle" vorausgegangen. "Reisen für Alle" ist ein Kennzeichnungssystem für barrierefreie und qualitätsorientierte touristische Angebote in Deutschland, das vom Bundesministerium für Wirtschaft und Energie (BMWi) initiiert wurde. In einem detaillierten Prüfbericht wurden die relevanten Daten des CCW für verschiedene Gästegruppen erfasst, darunter Menschen mit Gehbehinderung sowie Menschen mit Sehbehinderung und blinde Menschen.

 

Die Auszeichnung "Barrierefreiheit geprüft" wird für drei Jahre vergeben und liegt für das CCW nun in den zwei Qualitätsstufen "barrierefrei" und "teilweise barrierefrei" vor. Sie werden durch unterschiedliche Piktogramme dargestellt. Würzburgs größtes Kongress- und Tagungszentrum erfüllt damit eine Reihe von Qualitätskriterien und bietet einen erleichterten Zugang und einen bemerkenswerten Komfort für Gäste mit unterschiedlichen Beeinträchtigungen. Betroffene können sich unter www.reisen-fuer-alle.de vor ihrem Besuch des CCW verlässlich und detailliert informieren, welche Gegebenheiten sie vor Ort erwarten. Auch für Veranstalter bieten die Informationen zur Barrierefreiheit einen großen Mehrwert.

 

Tourismusdirektor Björn Rudek: "Über die Auszeichnung des CCW freuen wir uns sehr, nachdem bereits im vergangenen Jahr unsere Tourist Information im Falkenhaus mit dem gleichen Prädikat gewürdigt wurde. Congress-Tourismus-Würzburg setzt sich konsequent für mehr Inklusion im Tourismus ein und unterstützt die Würzburger Leistungsträger bei der Entwicklung qualitativer, nachhaltiger und inklusiver Angebote. Neben den Museen am Dom und im Kulturspeicher, dem Mainfranken Theater sowie bereits drei Unterkunftsbetrieben wollen wir noch weitere Anbieter für eine Kennzeichnung gewinnen, um ganz Würzburg mittelfristig zu einem Reiseziel nach „Reisen für Alle“ weiter zu entwickeln. Die Zertifizierung des kürzlich eröffneten Mozartareals wird schon im Dezember erfolgen.“               

 

Weitere Informationen: Björn Rudek, Congress-Tourismus-Würzburg, Am Congress Centrum, 97070 Würzburg, Tel. 09 31/37 23 33, e-mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), 40. yılını çeşitli etkinliklerle kutlanmaya devam ediyor. Göppingen şehrinde düzenlen koşu ve yürüyüşe Württemberg bölgesinde DİTİB’e bağlı Türk İslam Birliği ve Cami derneği yöneticileri, din görevlileri ile birlikte Sporcu atletlerde katıldılar.
 
Kısa adı DİTİB olan Diyanet Türk İslam Birliği, Württemberg eyalet Birliği 
Başkanı İsmet Harbi ile T.C. Stuttgart Başkonsolosluğu Din hizmetleri Ataşesi Fatih Burak Mermer’le birlikte dernek başkanları  camii din görevleri
iştirak ettiği proğram muhteşem geçti. Saat 13:00’te başladı. Bu etkinlik, Lerchenbach Stauferpark’tan başlayarak Eislingen/Fils, Göppingen’de sona erdi. Tam 10,3 km'lik bir parkurda gerçekleştirilmiş oldu.
 20 Sporcu atletin koşu bantı üzerinde Başkan İsmet Harbi’nin başla komutuyla start aldı. 
Çeyrek maraton koşusu tam 10,3km‘lik Göppingenin Hohenstsufen orman içerisinde koşu yolunda bir saat devam etti.
Maraton koşucularının içinde 3 kişi vardıki üçü de milli koşucu. Geçtiğimiz ay İstanbul’da düzenlenen Maraton koşusuna da katılmışlardı. Bu koşucular burdada  , Birinci Şükrü Şenol İkinci Orhan Kurt, Üçüncü Adem Şenol olurken Dördüncülüğü Süssen Okul aile Birliği eski başkanlardan Yavuz İn oldu.
Diğer sporcularda başlama yerine geldiler. DİTİB Württemberg Eyalet Birliği tarafından sporculara ve iştirak eden yöneticilere  cay, kahve, simit poca ikramı yapıldı.
 
 
Bu günkü 40. Koşu etkinliğimiz hayırlara vesile olsun. 
 
 Daha sonra DİTİB Württemberg bölgesi başkanı İsmet Harbi bir konuşma yaptı. Harbi konuşmasında;
 
“Teşkilatımız DİTİB bundan 40 önce  büyüklerimiz tarafından kurulmuş olan 
DİTİB, küçük bir filizden başlayarak büyük bir ağaca dönüştü. Başlangıçta yaklaşık 200 cami ve mescitle hizmet verirken, bugün 858 cami teşkilatımız , 16 bölgesel dernek ve küçüğüyle büyüğüyle, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle yüzbinleri aşkın gönüllüyle geniş bir ağa ulaştık. Camilerimizde büyük bir özveri ve samimiyetle çalışan tüm gönüllülerimize özellikle şükranlarımı sunuyorum. Rahmeti rahmana göçenleri minnet ve rahmetle anıyorum. Bu günkü 40. Koşu etkinliğimiz hayırlara vesile olsun. Sporcu kardeşlerimi kutluyorum” dedi.
 
 
DİTİB’in 40. Kuruluş yılı hayırlı olsun, mübarek olsun! 
 
T.C. Stuttgart Başkonsolosluğu Din hizmetleri Ataşesi Fatih Burak Mermer’de yaptığı konuşmada,
DİTİB’in Almanya'daki Müslüman toplum için önemini vurgulayarak cemaatlerde yürütülen çalışmaların önemine dikkat çekti. Ve konuşmasına şöyle devam etti; ”Tam 40 yıl 1984 yılında kalpleri imanla dolu bir avuç iyi niyetli insan, umut dolu bir tohum ekti bu güzel topraklara. Bu tohumun adı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) idi. O günden bugüne, nice cefakar insanın gözyaşı ve alın teriyle sulandı bu tohum; nice fedakar büyüklerimizin gayretleriyle filizlendi, büyüdü. Bu köklü ağaç hem meyvesiyle, hem  gölgesiyle insanlığa rahmet oldu. Hamdolsun, şükürler olsun! DİTİB’in 40. Kuruluş yılı hayırlı olsun, mübarek olsun! Rabbim bu güzide aileyi kıyamete kadar hayır yolunda daim eylesin.”
Konuşmalardan sonra bu günün anısına ilk dörde giren  sporculara plakat ve 40. Yıl yazılı Tişört verildi. Maraton koşusuna katılan sporcularda 40.Yıl DİTİB yazan tişört ve madalya verildi. Katılanlara teşekkür edildi. 
 
Göppingen DİTİB’ede Teşekkür Plaketi verildi
 
Proğramın sonunda Başkan İsmet Harbi, Göppingen DİTİB Merkez Camii adına eski başkanı Bayram Doğan’a bir teşekkür plaketi verildi.
 
Gazeteci Doğan Tufan’da unutulmadı
 
DİTİB Württemberg Eyalet Birliği başkanı İsmet Harbi, gazeteci Doğan Tufan’a ve Din Hizmetleri Ataşesi Fatih Burak Mermer’e de madalya ve DİTİB logolu 40.yıl baskılı tişört hediye etti. Tufan ve Mermer hoca, başkana bu vefalı tavrından dolayı teşekkür ettiler.
 
Haber: Doğan Tufan
 
 
 
 
 
 
 
 

Türk-Alman İlişkilerinin 100. Yılı Resim Sergisi Etkinlikleri Törenle Açıldı

1924 yılında başlayan son dönem Türk-Alman ilişkileri, Almanya'nın Würzburg şehrinde kutlandı. Almanya IKG-Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü ile Türk-Alman Dostluk Derneği tarafından düzenlenen etkinlikte, 100 adet resimden oluşan sergi, Würzburg Belediye Başkanı Judith Roth-Jörg, Nürnberg Başkonsolosluk yetkilisi Adem Kuru, Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik ve Dr. Enis Tiz tarafından açıldı.

İkili ilişkilerin son dönem tarihinin konusunu işleyen resim sergisinde, iki milletin ortak tarih ve işbirliğine yapılan vurguların önemi öne çıkarılırken, Almanya ile Türkiye arasındaki işbirliğinin potansiyeli, gücü ve etkisi resimlere konu edildi.

 

Würzburg Belediye Başkanı Judith Roth-Jörg, serginin açılışında yaptığı konuşmada, Almanya ve Türkiye'nin sadece dost iki ülke olmanın çok ötesinde, derin ve çok yönlü ilişkilere sahip olduğunu vurguladı. Ticaretten ekonomiye, askeri ilişkilerden eğitime kadar pek çok alanda iki ülke arasındaki ilişkilerin büyük önem taşıdığına dikkat çekti. 100. yıl etkinliklerinin Almanya'da sadece Würzburg'da yapılmasının özel bir anlam taşıdığını belirterek, bu etkinliğe büyük önem verdiğini ifade etti.

Başkan Roth-Jörg, Würzburg'daki Türk toplumu ile olan ilişkilerinin sürekli gelişen ve entegrasyon odaklı bir süreç olduğunu da dile getirirken sehirdeki kültürel çalışmaların artmasından duzdugu memnuniyeti dile getirdi. Bu bağlamda, Türk-Alman ilişkilerinin çok detaylı olduğunu, her resmin bir dili ve anlamı olduğuna dikkat çekerek, serginin organizasyonun ve tarih danışmanı Dr. Latif Çelik'e teşekkür ederek, “Bu etkinlik hem kültürel hem de tarihi bağların ne kadar önemli olduğunu gösteren önemli bir çalışmadır” dedi.

 

Almanya IKG Enstitüsü Başkanı Dr. Latif Çelik, konuşmasında Türk-Alman ilişkilerinin tarihsel derinliklerine değindi. Dr. Çelik, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki Mondros, Sevr, Versay ve Lozan antlaşmalarının ardından, İngiltere ve Fransa'nın kurduğu baskı ve kontrol sistemini aşarak Türkler ve Almanlar arasında yeniden bir yakınlaşma yaşandığını ifade ederek, “100. yıl kutlamaları sadece bu dönemin bir yansıması değil, Türk-Alman ilişkilerinin temellerinin atıldığı erken Cumhuriyet döneminin de dinamizmini yansıtması bakımından büyük önem arzetmektedir” dedi.

Dr. Latif Çelik, Mustafa Kemal Atatürk'ün Almanya'ya yaptığı arsa bağışının, Türk-Alman ilişkilerinin hızlı gelişmesinde önemli bir dönemeç olduğunu vurgulayarak, “Bu bağış sayesinde Almanya Büyükelçiliği, Avrupa'daki birçok devleti için örnek teşkil etmiştir. Atatürk'ün Almanya'nın desteğiyle İngiltere ve Fransa'nın Ankara'ya gelme konusundaki direncini kırarak ikili ilişkilerin kaybolan yıllarını hızlı bir şekilde telafi ettiğini, Türk-Alman uçak sanayisinin gelişimi için Junker Firması'nın Türkiye'ye davet edilmesinin önemli bir adım olduğunu da ortaya koymaktadır.” dedi.

IKG Başkanı Dr. Latif Çelik son olarak, 100 yıllık tarihsel sürecin 100 ayrı resimle anlatılıp gelecek nesillere aktarılmasını arzuladığını belirterek, Würzburg Büyükşehir Belediye Başkanı Christian Schuchardt, Belediye Başkanı Judith Roth-Jörg, Türk-Alman Dostluk Derneği Yönetim Kurulu'na ve Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğu'na verdikleri desteklerinden dolayı teşekkür etti.

 

Türk-Alman Dostluk Derneği adına konuşan Dr. Enis Tiz, etkinliğin Würzburg’da yapılmasının hem şehir yönetimine hem de derneklerine büyük bir anlam taşıdığını ifade etti. Entegrasyon ve ikili ilişkilerin gelişmesi adına kendi derneklerinin gösterdiği çabaların önemini vurgularken, özellikle şehirde birlikte yaşamayı teşvik etmek adına yapılan çalışmaların çok değerli olduğunu belirtti.

 

Türkiye Cumhuriyeti Nürnberg Başkonsolosluğu adına konuşan Adem Kuru ise Türk-Alman ilişkilerinin resmi boyutunun herkes tarafından bilindiğini, ancak bu ilişkilerin arkasındaki kültürel ve tarihi boyutun, özellikle Dr. Latif Çelik’in yıllar süren çalışmaları sayesinde daha iyi anlaşıldığını söyledi. Kuru, sergideki resimler, altyazılar ve resimlerin sunumu hakkında bilgi veren Almanya IKG Enstitüsü ve Türk-Alman Dostluk Derneği Başkanı Dr. Latif Çelik’e teşekkür etti. Türk ve Alman halkları adına bu tür kültürel programlardan gurur ve mutluluk duyduklarını da ekledi.

 

Programın sonunda, sanatçılar Murat San ve Jonas Epperlein’dan oluşan Türk-Alman Müzik Grubu ise iki milletin müzik tarihinden önemli parçaları müzikseverlere sundular. Resim Sergisi etkinligine Würzburg ve çevresindeki ekonomi, siyaset, sanat, üniversite ve kültür tarihi çevrelerinden pek çok kişi katıldı.

 

IKG Enstitüsü tarafından hazırlanan açık büfede ise katılımcılara Türk lezzetleri sunuldu, bu da etkinliğe renk katan bir unsur oldu.

 

 

  

  

 

 

 

 

 

 

„Auch bei Kunst und Kultur sind engagierte Menschen gefragt, die mehr tun, als sie müssten“, hob Landrat Thomas Eberth bei der Verleihung des Kulturpreises des Landkreises Würzburg 2024 zu seiner Rede an. Die Preisträgerinnen und Preisträger, die an diesem Abend gewürdigt wurden, leisten genau dies und stachen damit im Wettbewerb um die höchste Kultur-Auszeichnung des Landkreises besonders heraus. 

 

Von der Jury des Kulturpreises ausgezeichnet wurden Dr. Astrid Eitschberger und ihr Projekt „Collegium Musicum Iuvenale Ochsenfurt“, der mainARTkulturverein Margetshöchheim und das Casablanca Filmtheater in Ochsenfurt. Gemeinsam ist ihnen eine langjährige, stete und erfolgreiche Entwicklung mit überörtlicher Ausstrahlung sowie gelebte Inklusion. Mit ihrem Schaffen haben sie Grenzen überschritten, Barrieren in der Gesellschaft abgebaut und Brücken zwischen den Menschen gebaut. Mit dem Kulturpreis wurden Preisgelder in Höhe von 1500 Euro an das Casablanca Filmtheater und den mainARTkulturverein sowie 1000 Euro an Dr. Astrid Eitschberger vergeben.

 

Kult-Kino Casablanca mit „beispielloser Erfolgsgeschichte“

 

Für das Casablanca Filmtheater, das die Bühne für die Preisverleihung und das Saxophonquartett der Sing- und Musikschule Veitshöchheim stellte, hätte gerne Volkmar Halbleib die Laudatio gehalten – schon aus persönlicher Verbundenheit. Er hatte als Oberstufenschüler und freier Mitarbeiter der Ochsenfurter Zeitung die Skepsis beschrieben, ob sich das Kino diesmal halten können würde. 42 Jahre nach der Eröffnung blickt das Kino auf „eine beispiellose Erfolgsgeschichte“ zurück. Das Casablanca sei ein vielfach ausgezeichnetes Programmkino, wie man es sich nur wünschen kann. Zum Konzept gehören „Kino und Kneipe“, ein Monatsprogramm, das Kultstatus genießt, und Sonderveranstaltungen wie Podiumsdiskussionen, Kabarett oder Live-Musik. Mit dem klaren Bekenntnis für Kultur und Kino, auch auf dem Land, hat das Casablanca Open-Air-Kinoformate und Landfilmtage aufgebaut. 

 

Dr. Astrid Eitschberger bekommt für ihre umfangreiche, mehr als 40-jährige musikalische Arbeit mit dem Collegium Musicum Iuvenale Ochsenfurt den Kulturpreis des Landkreises Würzburg, überreicht von Landrat Thomas Eberth (links) und Laudator Wolfgang Kuhl. Foto: Antje Roscoe

 

Statt des terminlich verhinderten Halbleib trug schließlich Kreistagskollege Tobias Grimm die Laudatio vor. Gert Dobner und Hannes Tietze als die Macher des Filmtheaters amüsierten die Festgesellschaft mit drei Kurzfilmen und einem Plädoyer für „gemeinsames Filmeschauen“. 

 

mainARTkulturverein überzeugt mit besonderer sozialer Kompetenz

 

Mit einem Kunst- und Kulturfest, der mainART in Margetshöchheim, hatte es angefangen. Vielerlei Facetten der Kulturarbeit wurden im Laufe der Jahre eindrucksvoll bespielt. Was den mainARTkulturverein aber von anderen, sehr aktiven und kreativen Kulturvereinen unterscheidet, ist seine besondere soziale Kompetenz. Laudatorin und stellvertretende Landrätin Karen Heußner hatte „Zusammenarbeit, Miteinander, Einladen und Mitnehmen“ als die besonderen Stärken identifiziert – nicht selten über die Grenzen Margetshöchheims hinausgehend. Zuletzt hatten gemeinsame Workshops mit dem Fachbereich Kunst und Kultur der Mainfränkischen Werkstätten für die mainART 2024 Inklusion und Teilhabe so erfolgreich Realität werden lassen, dass es weitere inklusive Projektideen gibt. Diese reichen bis hin zur konzeptionellen Beteiligung an Wohnformen mit gemeinschaftlichen, inklusiven künstlerischen und kulturellen Aktivitäten.

 

Karen Heußner hob die schöpferische Kraft von Kunst hervor, die sich über Grenzen wagt und Perspektiven aufzeigt. Dass es immer auch um das Miteinander gehe, erklärte Vereinsvorsitzende Brigitte Laudenbacher. Der Preis sei Ansporn und Verpflichtung zugleich. 

 

Collegium Musicum Iuvenale macht Musik seit 40 Jahren barrierefrei

 

Inklusiv arbeitet auch die Musikpädagogin und Orchesterleiterin Dr. Astrid Eitschberger mit dem von ihr 1981 gegründeten Collegium Musicum Iuvenale Ochsenfurt. Sie setzt sich bis heute über Altersklassen, Instrumente und Behinderungen hinweg, war eine Vorreiterin des gemeinsamen Orchesterspiels beim Erlernen von Instrumenten und des interkulturellen Austauschs. Notfalls schreibt sie Stücke so um, dass alle mitspielen können.

 

Das Casablanca Filmtheater aus Ochsenfurt ist mit dem Kulturpreis des Landkreises Würzburg 2024 ausgezeichnet worden. Auf dem Bild zu sehen: (von links) Laudator Tobias Grimm, die Geschäftsführer Gert Dobner und Hannes Tietze und Landrat Thomas Eberth. Foto: Antje Roscoe

 

Die Freude an der Musik und dem gemeinsamen Spiel führt sie zu immer neuen Projekten. Benefizveranstaltungen oder Spendenprojekte seien die Regel, zollte Laudator und Kreisrat Wolfgang Kuhl Respekt. Einnahmen würden entweder gespendet oder für Instrumente und Ausstattung verwendet. „Es funktioniert nur“, so Eitschberger, die „Brückenbauerin“, „wenn es eine große Gemeinschaft gibt, wenn am anderen Ende der Brücke auch Menschen stehen.“