Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz.
Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
+(49) 931 3598385
info@alp-media.org
Avrupa Türkleri ile 2000 yılından beri beraberiz. Türk toplumunun gelişme sürecinden sürekli haberdar olmak için bizi takip edin...
Almanya’da takriben 8 milyona (*Rakam: Federal İstatistik Kurumu 2019) yakın vatandaş engelli olarak istatistik kayıtlarında geçmekte, bu Almanya nüfusunda %9,5 demektir. Bunların takriben 3 milyonu evde ya bir aile yakını tarafından veya bir profesyonel bakıcı tarafından bakım görmekte. İstatistiklerde engelliler ırk veya dinine göre ayrılmamakta. Bu rakama genel nüfusta Türk kökenli vatandaşların oranını alacak olursak takriben 280 bin Türk kökenli vatandaş engelli olarak Almanya’da yaşamakta. Bunların içinde tüm engelliler, yani bedensel engelliler, zihinsel engelliler, ruhsal ve duygusal yani piskolojik engelliler, görme engelliler, dil ve konuşma engelliler, süreğen hastalar bulunmaktadır.
Ailesinde engelli bir aile ferti olan ailelerde maalesef bir çok yönden sıkıntı çekmekte. Bunları sıralayacak olursak, en başta 24 saat engellinin bakımı ile ilgilendiklerinden dolayı sosyal hayattan izole oluyorlar, bu da yalnız kalmalarına sebep oluyor. Bu yalnızlık ruhsal bunalıma yol açıyor. Ruhsal bunalımla ise bakımı üstlenenlerin sağlık sorunları başlıyor, dolayısıyla engellinin bakımı da sağlıklı bir şekilde yapılamaz hale geliyor.
Bunun yanısıra engellinin bakımı ile 24 saat ilgilenmek zorunda kalan aile yakınları bir de hem engelli olanın hem de bakımı üstlenenin haklarını ögrenmeleri gerekiyor. İşte bu konuda da maalesef ilgili kurumlar gerektiği kadar yardımcı olmuyorlar. Haklar kasıtlı bildirilmiyor ve bu şekilde kurumlar tasarruf ettiklerini düşünüyorlar.
Şüphesiz Almanya’nın sağlık sistemi dünyanın en iyi sağlık sistemlerinden sayılmaktadır. Ama buna rağmen Sağlık ve Sosyal kurumların koordinesiz çalıştığı aşikardır. Bunu da maalesef en çok engellinin bakımı ile ilgilenen aile fertleri hissetmekteler.
Bir insanda kronik hastalık veya engellilik teşhisi konulduğunda veya bir ailenin doğan çocuğunda herhangi bir engellilik teşhisi konulduğunda hem “Engellilik Ofisine” (Versorgungsamt) engellilik oranının belirlenmesi için hem de bakım hakları için bakım derecesine (Pflegegrad) hastalık sigortasına müracaat yapması gerekiyor. Eğer hastanede iken bu teşhis konulmuş ise, zaten hastanenin bakım ve sosyal hizmet bölümü hastamızı yönlendirerek ilk adımları atmış oluyorlar.
Öncelikle engellilik kimliğini ele alalım
Engelliliğin den dolayı birtakım günlük hayatta işlevleri yapamadığından veya sağlıklı bir insan gibi çalışamadığından dolayı‚ engellilik oranına yani (GdB= Grad der Behinderung) göre bazı avantajlar elde edebiliyor.
“Engellilik Ofisi’nin vermiş olduğu engellilik kimliğinde iki önemli teşhis vardır bunlardan birincisi engellilik oranıdır ikincisi de engelliliğin türüdür. Engellilik oranı %20 ile başlar %100’e kadar çıkabilir. Yüzde yirmi ile bir insan engelli sayılmaktadır burada sadece cüzi bir miktar vergiden düşürülmek de. %30 ve %40 engellilik oranlarında ağır engellilik ile eşitlik sağlama (Gleichstellung mit Schwerbehinderten Menschen) hakkı doğuyor bunu da işveren kurumuna müracaat yapılması gerekiyor. Bu durumda işten çıkarmaya karşı koruma elde edilmiş olunuyor.
%50 engellilik oranında‚ “Ağır Engellilik Kimliği” verilmekte (Schwerbehindertenausweis). Birden fazla sabit teefon hattında indirim elde ediliniyor. Ev teşvikinde ve kira yardımında gelirden bir miktarın hesaba katılmaması ve yine yol parası ve gelir hesaplamasında vergiden düşürülmesi ve ayrıca bakım derecesi alan vatandaşlarında yine ek olarak vergiden bir miktar düşürülmesi elde edilir. Yüzde 60 oranından sonra engellilik görme ve işitme ile alakalı ise yayın katkısından (Rundfunk Beitrag) bir miktar düşürülür. Vergi ödemelerinde düşürülen miktar engellilik oranı yükseldikçe yükselir, bu miktarlar engellilik 100 olunca 4500 € ya kadar yükselebiliyor.
Yüzde 50’den fazla engellilik oranı elde edildiğinde hastalığa göre engelliliğin tespiti yapılmakta bu da kimlik üzerinde belirli harflerle belirtilmekte. “G” harfi ile (Gehbehinderung) kısmi yürüme engeli olanlar, “aG” ile (aussergewöhnliche Gehbehinderung) tamamen yürüme engelli olanlara verilmekte. “B” (Begleitung) yani birinin eşlik etme gereksinimi, “H’ yardıma muhtaç, “Bl” (Sehbehinderung) görme engellilere, “Gl” (Gehörlose) işitme engellilere, “RF” (Ermäßigung des Rundfunkbeitrags) Televizyon vergisinden muafiyet ev son olarak da ‚TBl‘ (taubblind) yani işitme ve görme engelli demektir.
Engellilik kimliğinde işitme ve görme engellilik belirtilmiş ise toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanabilirler veya otomobil vergisinden muaf olabilirler. Aynı zamanda “RF” harfinide almış olurlar ve Televizyon vergisinden muaf tutulurlar. Görme engelliler ayrıca bulundukları eyaletlerden görme engelli yardımı (Blindengeld) alırlar. “H” harfini veya “aG” harfini elde edenler hem toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanırlar hem de üzerlerine kayıtlı olan otombil vergisinden muaf olurlar. Ayrıca “aG” harfini elde edenler belediyeye müracaat yaparak engelliler için aryılan otopark yerlerine araçları ile parkedebilirler ve yerel sakinlere (Anwohner) ayrılan park yerlerine durabilirler ve özel park yerleri olmaksızın belediyelerin ücretli olan otopark yerlerine de ücretsiz park edebilirler. ‚B‘ harfini elde edenlerde ise kendisine eşlik eden kişi toplu taşıma araçlarını kullanırken ücret ödemezler, tabiiki eşlik ettiği engelli kişi yanında olmak şartıyla.
Bir de Bakım haklarına gözatalım (Pflegeleistungen)
Kronik hastalığa yakalanmış, herhangi bir olaydan sonra engelli olan veya engelli olarak doğan bebekler için bakım derecesi (Pflegegrad) için hastalık sigortası veya bakım sigortasına (Krankenkasse/Pflegekasse) müracaat yapılır. Sigorta müracaatı MDK (Medizinischer Dienst der Krankenkassen) diye bağımsız bir kuruma yönlendirir ve buradan hastanın bakıma muhtaç durumunun tespiti için değerleme uzmanı (Gutachter) görevlendirilir. Bu tespiti hem bakıma muhtaç kişi ile hem de bakımı yapan kişi ile görüşerek ve ilglili kişinin doktor ve hastane raporlarını da inceleyerek tespit eder. Burada günlük yapılan işlemlerde ne kadarını yapabiliyor. Kendi başına mobilize olabiliyor, ilaşlarını kendisi alabiliyor mu, yakın ve uzak çevresindeki insanlar ile irtibatı nasıl, kendi öz bakımını ne kadar yapabiliyor, ruhsal ve piskolojik yönden olumsuz etkiler nelerdir noktalarını gözeterek hayatını nasıl etkilediğine dair tespitler yaparak bir puanlama sistemi ile bakım derecesi tespit edilmekte.
Eve gelen raporu hasta yakınları iyi incelemek zorundadır. Bu raporda genelde ihtiyaç olan bakım durumları, örneğin beden bakımı, beslenme ve mobilize ihtiyaçları ve bilhassa piskolojik durumlarda eskik puanlama yapılma ihtimali yüksektir. Bundan dolayı bu puanlar iyi incelenmeli.
MDK denilen kurum genelde kendi öngördükleri puanları yazarlar rapora. Oysa bakım ihtiyacı her hastanın kendine özeldir, yani bireysel değerlendirme yapılmalıdır. Nitekim 2017 yılında yürürlüğe giren “Bakımı Güçlendirme Yasası” da (Pflegestärkungsgesetz) aynen bu şekilde öngörmektedir. Yani her engelli ve her hastanın durumu genelleme değil de bireysel olarak değerlendirilmelidir. Eğer engelli yakınları puanlamaları eksik buluyorlarsa, ki genelde ilk raporda bunu yapıyorlar. Bu durumda mutlaka bir ay içerisinde itiraz yazılması gerekiyor.
Tekrar “Bakımı Güçlendirme Yasası’nı değerlendirecek olursak; ilki 2015 ikincisi de 2017 yılında da yürürlüğe girdi. Bu yasa köklü değişiklikler getirdi. En önemlisi, bu yasa ile bedensel, zihinsel ve psikolojik engel ve hastalıklar nedeniyle bakım derece ve bakım ihtiyacını tespit sürecinde eşit muameleye tabii tutulmalarıdır ve tespit edilen hakların ve maddi imkanların daha adil sunulmasını öngörmekte. Yani psikolojik rahatsız olan vatandaşlar da bakıma müracaat yapabilirler. Yasada en önemli yenilik ise bakım kavramının yeniden tanımlanmasıdır. Bakım derece ve haklarının tespitinde bu yasa ile daha fazla kriterler dikkate alınmakta.
Bakım dereceleri 1 ile 5 arasındadır. Hafif bakıma muhaç olanlar Pflegegrad 1 alırlar ve engellilik durumu ağırlaştıkça bakım derecesı yükselir. Bakım derecesinin tamamında bakım yardımcı malzemeleri (Pflegehilfsmittel) ücretsiz alma hakkı vardır, engelliliğine göre evde banyo gibi kapıları genişletme gibi tadilat için bir defalığına 4000 €’ya kadar destek verilir. Ve bir kurum veya bakım şirketi tarafından da aylık 125 €’yu geçmeyecek şekilde ev işlerinde yardımcı olabilecek bir eleman talep edilebilinir.
Bakım parası bakım derecesi 2’den itibaren başlar. Bakım derecesi 2’de 316 €, derece 3’de 545 €, derece 4’de 728 € ve derece 5’de ise 901 € bakıma muhtaç olan kişiye bakım parası verilir. Bu meblağ hiçbir kurum tarafından verilen bir yardımı hesaplanırken hesaplamada değerlendirmeye alınmaz. Ayrıca bakım derecesi 2’den itibaren de bakıcının dinlendirilmesi için “Yedek Bakım” hakkı (Verhinderungspflege) vardır. Bu yedek bakıcı 3. dereceden itibaren bir akraba olabilir veya bir arkadaş komşu da olabilir. Bunun senelik bütçesi 1612 € ve bir de aynı miktarda “Kısa Süre Bakım” (Kurzzeitpflege) hakkı da vardır. Bu kısa süre bakımı bir bakım evinde belirli bir süre kalarak elde edilebilinir, örneğin bakıcı veya yakınları tatile gidinci bakıma muhtaç kişiyi bir bakım evine verilebilinir. Lakin genelde bu kısa süre bakımı kullanılmamakta bu durumda bu bütçenin yarısı otomatikmen yedek bakım bütçesine eklenmekte ve bu şekilde senelik yedek bakım miktarı 2418 € ya yükselmekte. Ve bir de bakım derecesi yükseldikçe bütçesi de yükselen “Gündüz Bakımı” (Tagespflege) yani haftada bir kaç gün sabah saatlerinden akşam saatlerine kadar bir gündüz bakım evine hastamızı bırakabiliriz ve bu zaman zarfında kendi işimize gidebiliriz.
Engelli olan kişi 18 yaşına geldiğinde yani reşit olduğunda eğer yakınları evrak işlemlerinde sorumluluk alamıyorlarsa devlet tarafından, yani “Yerel Mahkeme’den” (Amtsgericht) bir “Yasal Koruyucu” (gesetzlicher Betreuer) tayin edilir. Evrak işleriyler bu yasal koruyucu ilgilenir. Yine reşit olan engelliler devlet tarafından ihtiyaşlarını giderebilmesi için “Temel Hak” (Grundsicherung) alma hakkı vardır. Bunu yaşından dolayı emekli olamayanlar ve engelliliğinden dolayı da çalışamayanlar elde etmektedir. Bu reşit olup ve okulu bitirmiş iseler “Engelliler Atölyelerine” (Behindertenwerkstatt) zaman geçirmek, sosyalleşmek ve bir takım kabiliyetlerini geliştirmek amacıyla gidebilirler. Bu hem engelliler için değişiklik olması hasebiyle hem de bakımı üstelenen kişilerin de dinlenmeleri ve kendileri ile ilgilenmeleri noktasında önemli bir hizmettir. Burada engelli kişilere cüzi miktarda biraz da gelir ödenmektedir.
Gördüğünüz gibi çok teferruatlı bir sistem ve haklar vardır. Bazı haklar eyaletlerde değişebilir. Haklarını bilmeyen aileler mutlaka bilen kişilere, bakım hizmet şirketlerine, belediyelerin sosyal bölümlerine danışmaları gerekir. Zira bir çok ailelerimiz ne gibi haklara sahip olduklarını bilmiyorlar, parasal haklardan tutun, taşımacılığa ve evde tadilat haklarına varana kadar bir çok haklara sahipler. Bu haklardan yararlanmakla kimsenin itibarı zedelenmez, bilakis hem engelli olanın hem de engelliye bakanların hayatları kolaylaşır. Kolaylaşmalı ki her gün bir inceki günden daha iyi bakabilelim.
İrtibat Bilgileri:
Niaht Cesur
Telefon: 0157/8624 3417
Mail: Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein!
Kaynaklar:
*https://www.destatis.de/DE/Themen/Gesellschaft-Umwelt/Gesundheit/Behinderte-Menschen/_inhalt.html
Ülkelerin ilişkileri bazen 10, bazen de 300 yılda oluşur. İkili ilişkiler bazen bir savaş ile, bazen kader ortaklıgı bazen de dostluk şarkıları içinde yetişen gençliğe uzatılan zeytin dallarının hatıraları ile şekillenir.
Var olan dostluk fidanına arada dökülen bir damla su bile dostluğun gelecek nesillerde devam etmesine bir önemli sebep olur. Türk-Alman lişkilerinin değişmez perspektifi, bu doğrultuda gelecek nesillerde hız kesmeden devam edecektir. Onun içindir ki, Fransa’nın açıklamaları sinek kadar, Yunanistan ayarındaki devletlerin karşı söylemleri ise sivri sinek gibidir. Türkler nesiller boyu bu ülkelerin karşı söylemlerine alışmışlardır. Ancak Alman siyasetinin zirvesinden yapılan Türkiye aleyhine negatif açıklamalar Anadolu’nun en ücra kahvehanesinde yankıla narak bir üzüntü yumağına dönüşür. Almanya AB içinde, Türkiye’ye karşı dengeli-kucaklayıcı bir dil kullanmalıdır.
Avrupa Birliği önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilişkileri masaya yatıracak. Almanya’nıın dönem başkanlığındaki son zirve olacak olan bu zirvede, Türkiye ile ilgili önemli kararların da alınması-nın gündemde olduğu belirtiliyor. Alınacak kararlar ve varılacak sonuçlar ne olursa olsun Türkiye’nin siyasi, idari kültürel ve askeri ilişkileri Avrupa ile devam edecek ve gelecekte de Türklerin yönü Avupa’ya dönük olmaya devam edecek. Çünkü Türkiye Avrupa’nın kıtaya uzanan ilk köprü, sınırı ve doğuya açılan kapısıdır. Bin yııldır böyle olan bu jeopolitik durum gelecek bin yılda da böyle olacaktır.
Son yüzyılda kıtada gerçekleşen iki büyük dünya savaşına rağ-men sadece Avrupa değil dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya’nın askeri stratejilerine bakıldığında, hep doğuya doğru bir açılma uğruna bunca büyük risklere girdiğini görüyoruz. Doğudaki iki güç ise Rusya ile Türkiye’dir. Sıcak ve soğuk iklimlerin güçlük devleri olan Rusya ve Türkiye geleneksel Alman siyaseti için hedef ülkeler idi ve gelecekte de olmaya devam edecektir. Dolayısı ile “Drang nach Osten” siyaseti Almanya için hiç önemini kaybetmemiştir.
Ancak, Almanya’nın ilgi alanı-na giren bölgenin iki büyük devleti olan Rusya ve Türkiye arasında Almanya’nın farkına varması gereken ciddi bir ayrıntı da var. Rusları hep silah zoru ile yanlarına çekmek isteyen Almanya, Türkiye’nin 150 yıldır kendi yanlarında durduğunu maalesef farketmiyor. Türkiye’nin batıdan aldığı eğitim, silah, ekonomi başta olmak üzere tüm ürün ve bilgilerin Almanya kökenli olması sadece Türkiye değil Almanya için de çok önemlidir. Ruslar ile yapılan savaşlarda birkaç neslini kaybeden Almanya, Türkiye’nin sağlam dostluğunu kavrayamamasında acaba dış etkenler mi bu ülkeyi yönlendiriyor diye düşünmemek elde değil.
Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya Türkiye’nin en çok destek beklediği ve bir çok konudaki ortak menfaati olan ülkelerdir. Görünürde Fransa ila eş başkanlık görüntüsü veren Almanya’nın AB politikalarına küçük devletlerin etkisini de anlayabiliyoruz. Türkiye’nin ve Almanya’nın birbiri ile olan çıkarlarını üst üste koyduğumuzda ilişkilerin ağır aksak giderek sürekli tartışma yaratılmasında etkili ülkelerin 15 tanesini yanyana getirip 2 ile çarpıp üçe bölündüğünde bile Türk-Alman Ticari ilişkilerin portföyüne ulaşması mümkün değil.
Türkiye’nin AB nezdinde eksik kriterleri olduğu doğrudur. En basitinden komşuları ile olan sorun-larını hallet deniyor Türkiye’ye. Ancak, aynı şekilde Türkiye’nin komşularına da “Türkiye ile olan sorunlarını hallet” denmiyor. Türkiye’nin kendi güvenliği için NATO dışı imkanları kullanmasına çok şaşıran AB ülkeleri, kendilerini biraz da Türkiye’nin yerine koyarak empati yapmalılar.
Alman siyaseti, Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın siyasi kaprislere bürünmüş politikalarına Türk-Alman Dostluğu’nu kurban etmemelidir.
Sarıkamış harekatı olarak bilinen Kafkasya Cephesi ile ilgili açıklamalar arka arkaya gelirken Almanya Türkleri’nin önde gelen işadamlarından Mehmet Kocagöl, “Tarihi bilerek yetişen nesiller ülkesine sahip çıkacaklardır”
Birinci Dünya Savaşı’nda bozguna uğradığımız en önemli cephelerden biri olan Kafkasya Cephesi Osmanlı Devleti askeri güçleri tarafından son bir hücumla ele geçirilmek istendiği dönemde ağır kış şartları ve iyi mevzilenen Rus işgal güçleri tarafından kaybedilmiştir. Sayılar üzerinde tartışmalı kaynaklar olsa da, savaş içinde Osmanlı Ordusunun en büyük kayıplarından biri olarak tarihe geçti.
Kültür tarihi konusunda ilginç açıklamalarda bulunan ve bu alandaki çalışmalara verdiği destek ile bilinen Kocagöl Grup Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kocagöl yaptığı açıklamada şehitlere saygıyı öne çıkararak tarih bilgilerinin eksikliğine dikkat cekti. Mehmet Kocagöl açıklamasında, “Gençlerin tarihi bilgileri iyi öğrenerek yetişmesi hayati öneme haizdir. Eğitim müfredatlarındaki tarih dersleri iki katına çıkarılarak gençlerimizin yaşadıkları coğrafyanın geçmişini ve bu bağlamda sayıları bilinmeyecek kadar çok olan şehitlerimizin efsanevi vatan mücadelesini iyi öğrenmeleri sağlanmalıdır” dedi.
Die Greifvögel werden selten in Europa gehalten
Der Tiergarten Nürnberg gehört – bezogen auf die Zucht von Harpyien – zu den bedeutendsten Zoos weltweit. Harpyien (Harpia harpyja) sind in ihrer südamerikanischen Heimat durch den Verlust ihres Lebensraums vor allem im Amazonasgebiet bedroht und werden von der Weltnaturschutzunion IUCN als „near threatened“, also potentiell gefährdet, gelistet. Die wohl mächtigsten Greifvögel der Welt mit einem Gewicht von vier bis neun Kilogramm und einer Flügelspannweite von bis zu zwei Metern sind auf den tropischen Regenwald angewiesen. Harpyien leben auf den hohen Urwaldbäumen, auf denen sie oft tagelang verharren und sich nur in die Lüfte schwingen, wenn sie sich auf Nahrungssuche begeben.
Bereits Anfang der 1980er Jahre begann in Nürnberg die erfolgreiche Zucht mit dem Harpyienpaar Esmeralda und Enrico. Das Paar zog elf Küken groß. Die Nachkommen dieses Nürnberger Zuchtpaares leben heute im Tiergarten Nürnberg. Das sind Evita, Jorge und Domingo. Weitere Nachkommen befinden sich in Zoos wie in Berlin, aber vor allem auch in Ecuador, Peru und Brasilien. Der Tiergarten konnte so einen großen Beitrag zur Zucht der Vögel in Deutschland wie auch in deren Herkunftsländer leisten. Im August überführte der Tiergarten die männliche Harpyie Vito in den Parque Condor in Ecuador. Im November kam ein weiteres Harpyienpaar nach Nürnberg. Diese Vögel aus Brasilien werden als Zuchtpaar auf dem tiergarteneigenen Gut Mittelbüg in Schwaig untergebracht. Beide Vögel stammen aus dem Zoopark Roberto Ribas Lange von Itaipu Binacional in Brasilien, wo sie als F2-Generation, also Enkel von Wildtieren, geschlüpft sind. Dem Transport der großen Greifvögel ging ein zweijähriges, internationales Genehmigungsverfahren voraus.
Der Tiergarten initiierte in diesem Jahr das europäische Zuchtbuch für Harpyien und kooperiert mit anderen Organisationen, um ein internationales Zuchtbuch aufzubauen. In Europa gibt es aktuell acht Harpyien, ein Paar im französischen Beauval, einen Terzel, also ein männliches Exemplar, in Berlin, sowie die fünf Vögel in Nürnberg. Außerdem werden im Tiergarten Nürnberg verschiedene Forschungsprojekte mit Harpyien durchgeführt. Dabei geht es um Verhaltensversuche, um Präferenzstudien zu Vorlieben der Tiere und um Studien zur Reproduktion, also Fortpflanzung.
Mit seinem umfangreichen Fachwissen zu Harpyien unterstützt der Tiergarten Nürnberg auch In-situ-Schutzprojekte im Lebensraum in Brasilien. Im Rahmen dieses Projektes wird die Genetik von Harpyien in Kooperation mit der brasilianischen Universität Federal do Espiritu Santo untersucht. Ein weiteres Projekt in Kooperation mit der Universität Gießen beschäftigt sich mit der assistierten Reproduktion bei Harpyien. Das dritte Projekt, das „Projeto Harpia“ in Brasilien, zielt darauf ab, durch ein langfristig angelegtes Monitoring der Nester die Harpyien vor Ort zu schützen. Der Tiergarten Nürnberg hat für dieses Monitoring Video- und Fotokameras bereitgestellt.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Oruç Reis sismik araştırma gemisinin Antalya Limanı'na dönmesinin Doğu Akdeniz'de gerginliğin düşmesine yardımcı olacağını, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ayrıştırma usulleri konusunda ilerleme sağlanmasını kolaylaştıracağını söyledi.
Stoltenberg, 1-2 Aralık'ta yapılacak NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde basın toplantısı düzenledi.
Türkiye ile Yunanistan arasında NATO'da kurulan ayrıştırma usulleri mekanizması hakkında bir soruyu yanıtlayan Stoltenberg, Doğu Akdeniz'deki gelişmelerle ilgili endişelerinin devam ettiğini, bu nedenle çatışmayı önleme ve gerilimi düşürmeye yönelik çalışmalar yaptıklarını aktardı.
Oruç Reis araştırma gemisinin Antalya Limanı'na döndüğünü öğrendiğini belirten Stoltenberg, "Bu, gerginliği düşürmeye yardımcı olacaktır ve ayrıştırma konusunda da ilerleme sağlanmasını kolaylaştıracaktır." dedi.
"HEM TÜRKİYE HEM YUNANİSTAN'IN KABUL EDECEĞİ YOLLAR BULMALIYIZ"
Stoltenberg, Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan mekanizmayla olayları ve kazaları önleyecek bir iletişim hattının oluşturulduğunu, iki ülkenin milli bayramlarında bazı tatbikatları iptal ettiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:
"Bu mekanizmayı nasıl güçlendireceğimizi ve olaylarla kazaların oluşma riskini düşürmeye yönelik öneriler sundum. Hem Türkiye hem Yunanistan'ın kabul edeceği yollar bulmalıyız. Bu konu hakkında çalışmaya devam edeceğim çünkü benim için önemli olan müttefikler arasında farklılıklar olduğunda, NATO'nun bunları oturup konuşmak, anlaşmazlıkları ele almak ve doğru yönde olumlu adımlar bulmak için bir platform sunduğunu göstermek.
NATO'daki ayrıştırma usulleri Türkiye ile Yunanistan arasındaki esas sorunların ele alınacağı müzakerelerin başlamasına da yol açar. Bu konuda Almanya ve bazı başka ülkeler çalışmalar yürütüyor. NATO, bu müzakerelerin parçası değil ama bu çabaları kuvvetle destekliyor."
"KİMSE AFGANİSTAN'DA GEREĞİNDEN FAZLA KALMAK İSTEMİYOR"
Stoltenberg, "Afganistan’a 11 Eylül terör saldırısının ardından ABD’ye destek olmak için girdik. Amacımız, ülkelerimizi hedef alan uluslararası teröristlerin Afganistan’ı tekrar bir platforma dönüştürmesini engellemekti." ifadesini kullandı.
Afganistan’ın son 20 yılda önemli ilerleme kaydettiğini belirten Stoltenberg, barış için önemli bir fırsat yakalandığını ancak durumun hassasiyetini koruduğunu söyledi.
Stoltenberg, barış süreci çerçevesinde Afganistan’daki mevcudiyetin uyarlandığını kaydederek, ABD’nin ülkedeki asker sayısını azaltma kararı aldığını ancak NATO’nun misyonunun sürdüğünü dile getirdi.
Afganistan’da halihazırda 11 bin askerin bulunduğunu, bunların yarısından fazlasının Avrupalı müttefik ve ortaklardan oluştuğunu kaydeden Stoltenberg, şöyle devam etti:
"Hiç kimse gerektiğinden fazla Afganistan’da kalmak istemiyor. Gelecek aylarda, sahadaki duruma göre mevcudiyetimizi gözden geçireceğiz. Zor bir durumla karşı karşıyayız. Ülkeden ayrıldığımızda Afganistan’ın teröristler için tekrar güvenli bölgeye dönüşme riski bulunuyor. Eğer kalırsak, uzun bir misyon ve yeniden çatışmayla karşılaşabiliriz."
Taliban’ın saldırılarını kınayan Stoltenberg, tüm taraflara "barış anlaşması şartlarına uyma" çağrısını yineledi.
"RUSYA, ASKERİ MEVCUDİYETİNİ ARTIRIYOR"
Rusya’nın askeri yığınağını artırması konusunda ise Stoltenberg, Moskova’nın nükleer cephanesini modernleştirdiğini ve Suriye ile Libya dahil komşu bölgelere daha fazla asker sevk ettiğini ifade etti.
Stoltenberg, "Aynı zamanda Belarus ve Dağlık Karabağ bölgelerindeki kriz nedeniyle Rusya’nın artan mevcudiyetini gözlemliyoruz." dedi.
Dışişleri bakanlarının bu çerçevede Rusya’nın artan askeri faaliyetlerini ele alacağını belirten Stoltenberg, Karadeniz bölgesinde güvenlik durumunun da görüşüleceğini kaydetti.
"BIDEN, NATO'YU DESTEKLİYOR"
ABD’nin seçilmiş başkanı Joe Biden’la ilişkiler hakkında bir soru üzerine Stoltenberg, seçilmiş başkanın NATO ve güvenlik konularındaki geçmişinin ilişkilere önemli katkılar sağlayacağını ifade etti.
Stoltenberg, Biden, NATO’yu güçlü bir şekilde destekliyor. Kendisini gelecek sene düzenlenecek zirveye davet ettim." dedi.
NATO’nun her gün Kuzey Amerika ve Avrupa’yı aynı masa etrafında bir araya getiren önemli bir platform görevi gördüğünü ifade eden Stoltenberg, bunun daha güçlü transatlantik ilişkiler için katkı sağladığını kaydetti.
Birinci Dünya Savaşı’nda Sarıkamış muharebelerinde şehit olan mehmetçikler ile ilgili açıklamalarda bulunan Sait Özcan, “Savaşın uzamasında, düşmanın durdurulmasında, Çarlığın yıkılmasında ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin doğusunda Sarıkamış şehitlerinin nefesleri ve ruhları vardır” dedi.
1914 yılında Kafkasya Cephesi’nin Sarıkamış muharebelerinde şehit olanların saygı ile andığını belirten KONAD başkanı Sait Özcan, “Türkiye’nin vatan olmasında Allahuekber Dağı eteklerinde yatan onbinlerce vatan evladının ruhu vardır. Onlar düşmana set olarak nefeslerinin son damlasına kadar dayanıp Anadolu içlerine sarkmak isteyen düşmanın önüne set olup tarihin akısını değiştirdiler. Uzayan savaş Rusya’da Çar İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebeb olurken 3 yıl sonra başlayacak milli mücadelenin de temelini oluşturdular. Birinci Dünya Savaşında bir çok cepheden geri çekilsek te Çanakkale ve Sarıkamış muharebelerinde Türk Milleti, yeni vatanın kuruluşu için mücadelenin sonsuza kadar sürdürülmesi gerektiğini farketmiştir. Bir milletin kuruluş ve kurtuluşunda milli ruh çok önemlidir. Bu bağlamda ağır mevsim şartlarında hayatının baharında donarak can veren kahramanlarımızı saygı ile anıyorum.” dedi.
Bugün hastalık, tıp, doktor ve koronadan uzak bir sohbet yapalım deyince Dr. Ali Aydın Bey ve Dr. Nurcan Aydın Hanım ekliyor, “Bu gün tarih te konuşmayalım hocam, biraz gülmeye çalışalım”.
Bir anda hep beraber gülmeye başlıyoruz. Muğla’lı Dr. Ali Aydın ile Kastamonu’lu Dr. Nurcan Aydın ile hayata güzel bakmanın sohbetini yapalım dedik. Güneşli bir Nürnberg akşamında biz sorduk onlar cevap verdiler. Bu aile ile yapılan sohbetin insana ilaç gibi geldiğini, her soruda bir, her cevapta 10 defa güldüğümüzü söyleyerek kendilerine koronayı da unutmayarak merhaba diyoruz.
O’nu hep gülerken gördüm. Zaten siz de görseniz bu adamın hiç problemi yokmu dersiniz. Kendisine sonradan söyledim ama, ilk gördüğümde kesin Egeli’dir diye düşündüm, önce bir sorayım dedim. Sohbetinin arasında hayattan örnekler sıkış-tıran, günlük hayatın güzelliğini kelimelerde tek tek bir araya getiren ve insanları önce gülümsetip, ardından konuya giren bir hekim Ali Aydın.
Merhaba demeye fırsat kalmadan başlayan sohbetimiz de yahu biz selamı unuttuk dediğim de sen vermiş oldun, ben almış oldum diyerek hızlı bir cevap verince biz devam ediyoruz. Ben sormadan o bana soru sorunca çok güzel ama benim de sorum var diyecek oluyorum, senin soracağını biliyorum der gibi bir gülücük atarak anlatmaya devam ediyor. Egeli’misin Ali Bey diye sorunca “nerden bildin” demeye kalmadan “maşallah şen şakraksın” diyerek ancak konuya zorla dahil olabiliyorum.
Bir vites küçülterek devam edelim diyorum ama, gerçekten sormak istediklerimi anlatıyor; “Muğla asıllıyım. Bizim orada insanlar gülmek için mutlaka kendilerine bir neden bulurlar. Tarihin ilk çağlarından beri insanlık ilk ilaç olarak gülmeyi kullanmışlardır. Ne var yani hafifçe gülümseseler ve hayata gülümseyerek baksalar. Ûnanın kızarken bile gülümsemeye çalışırım. Bir deneyin bu dediklerimi“ derken, bir tıp adamından öte bir psikolog ile konuşuyoruz herhalde dedim kendi kendime. Sözü zaten bana vermiyorki devam ediyor anlatmaya; “Evet psikologların alanına girmiş gibi oluyorum ama biz hekimler öncelikle hastayı rahatlatmak için gülümseyerek sorarız. Bize güvenmesi, konuyu anlatması için rahat olması gerekir. Doktorun neşesi, hastanın şifasıdır der büyük alim Ibni Sina. Çıkın şu Nürnberg’e sorun, Ali Aydın deyin insaların aklına benim uzmanlık alanım, praxis adresim, telefonum veya araba plakamdan önce gülümsemem gelir.
Nurcan Hanım’a sormaya fırsat vermiyorsun ama diyecek olunca, “E, aileyiz ya biz birbirimize çok benzeriz, ben çoğunu biliyorum” deyince hep beraber gülüyoruz. Nurcan Hanım folklörde çok ustasınız, nereden geliyor aileye bu güzel oyunlar diye sorunca gururla anlatıyor; “Ege oyunlarına bayılırım. Hele Zeybek Anadolu’nun en güzel oyunların-dandır. Bizim folklörümüz, hala-yımız ve müziğimiz bir anlamda Anadolu insanının kimliğidir. Çünkü biz bu değerler ile oyunlar ile kültürel kodlarımıza ulaşmışız” diye anlamlı bir cevap veriyor.
Nerede tanıştınız Ali Bey ile deyince gülerek anlatıyor; “Ali benim oraya Düsseldorf’a gelmişti. Sanırım bir seminer idi” deyince eşi atılıyor, “Akupuntur semineri için gelmiştim. Kızı alıp Nürnberg’e getirdim, bir daha da bırakmadım” diye noktayı koyuyor.
Aydınlara soruyorum, ortak muayenehanenizde hastalar sizi nasıl bilir deyince ilginç bir cevap alıyorum; “Öncelikle kültüre göre davranırız, çünkü hekim hastayı anlayabilmesi için konuşturması, anlattırması ve ne olup bittiğini bilmesi gerek. En azından ağrısı, sızısı ve rahatsızlığını yakalamaya çalışır hekimler. Konu bizimkiler olunca tabiki tanıdığımız ve içinden geldiğimiz bir kültür. Mesela biz hastalarımızdan bu hafta sonu kimin nerde düğünü var öğrenebiliriz. Diyeceksiniz ne alaka, öyle değil işte. Biz hastamızın bu yönü ile de tanışmışız yıllardır. Biz onların bizim ülke, bizim kültür ve bizim yaşam hakkında sorduklarına asgari cevaplarda verebilmeliyiz“ şeklindeki cevaplarına “bu aile sadece doktor değil” ama helal olsun diyorum kendimce.
Bu günler ne soruluyor size deyince “tabiki aşı” diyorlar. Türklerden ne istiyorsunuz deyince, “Hayatı mümkün olduğunca gülümseyerek yaşasınlar“ diyorlar. Türk-Alman ilişkileri hakkında sormak istediklerime ise, o alan bizim alanımız değil deyip, beni tekrar gülümseten platforma çekiyorlar. Personeli ile şen şakrak, hastaları ile tam bir aile ortamı ve bölgedeki Türk Toplumu’nun Ali Abisi ile Nurcan Ablası’na sohbetin sonunda veda ederken “Allah da sizi ve hastalarınızı güldürsün“ diyoruz.
Haber - Röportaj: Dr. Latif Çelik
Resimler: Mustafa Akbaba